Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

• Birçok eleştirmen, sanatın temel özelliklerine değil, eserdeki ahlâksızlık oranına dikkat eder. Bunlar genellikle, halkçı görünerek, sanatın temel özellikleri dışına çıkan eserlere, cinsellik içeren çalışmalara, yoksulluk edebiyatlarıyla süslenmiş hikâyelere önem verirler. Eleştirmenler sanata bir şey katamadıkları gibi, sağlıklı bir eleştiri mekanizması da oluşturamayan laf ebeleridir. Sanatta tek tutarlı ve gerçek yan vardır; o da, sanat eserinin ahlâkî yönüdür. Gerçek sanatçı, hayatı şu ya da bu şekilde anlamaktan öte, hayata anlam verir. Gerçek olanı bir dereceye kadar yazıp geçer ve asıl olması gerekene doğru ilerler. Kendi duyguları, kaygılarıyla, toplumun meselelerini yoğurarak insanlara mesaj taşır. Hayatı ve ahlâkı, diğer insanlarla paylaşmaya çalışır. Yeni ve önemli bir şey sezdiği zaman, bunu topluma iletmenin yollarını arar ve sanatsal bir ifadeyle anlatmaya çalışır. Gerçekleri bütün yönleriyle anlatmak zorunda olduğunu bilir ve ayrıntılara iner. • Bence, halkı ve adaleti anlatamayan yazarlara susmak düşmelidir. • Sanatçı, gerçekleri mutlaka olduğu gibi anlatmayı hedef alırsa, çözüm yolu bulamayacak, kendisini kötülüğün kollarına bırakıverecektir. Sanatçının görevi, açık bir tehlikeyi sezen kişilere ölüm reçetesi yazmak değil, çıkış yolları göstermektir. Bu yüzden sanatçı, meselelerin ahlâki yönden nasıl değerlendirilmesi gerektiğini anlatmakla yükümlüdür. • Dünya, kötülükle biçimlendirilmiş bir baskı ve saldırı düzeni üzerine kurulmuştur. Bu düzene tepki olarak, ahlâki savunma mekanizması ortaya çıkmıştır. Sanatçı, eğer olayları gördüğü gibi aktarırsa, kötülüğün tahakkümüne girmiş olacaktır. Önemli olan, meseleleri papağan misali,olduğu gibi anlatmak değildir. Çünkü akıllı kişiler, meselelerin ne yöne doğru geliştiğini çıplak gözle anlayabilirler. Sanatçı, gerçekleri mutlaka olduğu gibi anlatmayı hedef alırsa, çözüm yolu bulamayacak, kendisini kötülüğün kollarına bırakiverecektir. Sanatçının görevi, açık bir tehlikeyi sezen kişilere ölüm reçetesi yazmak değil, çıkış yolları göstermektir. Bu yüzden sanatçı, meselelerin ahlâki yönden nasıl değerlendirilmesi gerektiğini anlatmakla yükümlüdür • Çocuklarımız ve insanlık sanata uzak degildir. Önemli olan, onlara kaliteli, yoruma açık olanı sunabilmektir... • Bu cüretkar anlatım, tamamen okuyucunun ilgisini ve sempatisini çekmeye yönelik bir taviz idi. Şunu belirtmek isterim ki, usta bir yazarın, bu tür davranışlarla başkalarının ilgisini çekmeye ihtiyacı yoktur. Sempati toplamak için gereksiz olanı yazmak, yalan söylemek, gerçekleri saptırmak, sanatçının diliyle sanata yapılmış bir hakarettir. • Yazar için önemli olan, fikir pınarını dışarı yansıtmasındaki karakter ve çarpıcılıktır. Yazdığı, ister edebiyat, ister ders, ister hikâye, isterse çocuk kitabı olsun, yazar için ölçü, yazdığında samimi olmasıdır. • Ben, hukuk ve duygulara saygılı olan, insan hayatına önem veren, sanatı, çıkarları için kullanan soylu sınıfı için değil de, ezilen işçi sınıfı için yapan, mazlumu düşünen kahramanları arıyordum. İnsanın içindeki "bana dokunmayan yılan felsefesi beni derinden yaralıyor. Ülkemde yapay olarak oluşturulan sınıf ayrımına karşı haykırmak, dağları delmek istiyorum. • Bir yazar, elit tabakayı anlatma gayesiyle yola çıkmış olabilir. Ancak, eğer toplumsal içerikli bir çalışma yapılacaksa, yazar olabilmenin şartı, bütün sınıflar hakkında sağlıklı bilgi sahibi olmaktır. Maupassant, eserlerindeki tasvirlerle çıkmazların içine girmiştir. Çünkü hayat, büyük sevgilerden ve burjuvazinin mutluluğundan ibaret değildir. Hizmetçi kadınları, din adamlarını aşağılayan, emeğin değerini küçümseyen ve bir zamanlar kendisinin de içinde bulunduğu halk kitlesine ihanet eden kalem edebiyat yapmış olamaz. Yalnızca, içindeki psikolojik rahatsızlığı ve aşağılık kompleksini bastırmaya çalışır. • Bir eserin, bütün insanlık için yararlı olması için, iyi ve kötüyü ayırması, güzel ve anlaşılabilir olması gerekmektedir. Sanat ancak, belli bir sınıf için değil, büyük kitleler için yarar sağladığı zaman sözü edilebilir bir değere ulaşır. • Daha önce duyulmayan, görülmeyen, bilinmeyen gerçeklerin açık ifadelerle ortaya konması ve toplumun duyularına sunulması, gerçek sanatı yakalayabilme uğraşısı diye nitelenebilir. Çalışma sonucunda ortaya çıkan eser böyle bir niteliği kazandığında, sanatçının içinde bulunduğu sıkıntı süreci üretkenliğe ve verimliliğe dönüşecektir • İnsan, sanat eğitiminin ilk unsurudur. Insanın, kainattaki varlıklar hakkında sağlıklı yorumlar yapabilmek için aldığı eğitim, gerçek ve kalıcı sanatı ortaya çıkaracaktır. Sanatta üreticiliğin tanımı hakkında şunlar söylenebilir: Kuşaktan kuşağa geçen, her ne olursa olsun takdir kazanan sanatın içinde üretkenlik var demektir ve gerçek sanat öğretileri bu sanattan çıkar. • Gerçek bir sanat eseri hem entellektüel, hem de anlaşılabilir olmalıdır. Gerçek sanatın sanatçısının görevi, dünyanın maddi güzelliklerini, ahlaksızlığı anlatmak değil, çirkinlikleri eleştirip, gerçekleri, aydınlatılmış bir biçimde aktarmaktır. • Kötü bir eleştirmen, kendi beyninden başka bir düşünce yuvasına erişemeyecek kadar kör olan insandır. • Sanatın bereketi ve bilimsel dayanışma zorunludur. Bilim, sanatı anlaşılır bir hale getiren ve sanatı akla yaklaştıran bir ihtiyaçtır. Sanatın başarısı, bilime olan yakınlığıyla ilgilidir. Aradığı bilimsel özellikleri bulan ve inanan okuyucu, sanatın kendisine yüklediği misyonu algılayacak ve bunu başkalarına da taşıyacaktır. Fakat toplumdaki büyük kitleler, düşünceye ve düşünenlere karşı çıkacaktır. Düşünceyi önemsemeyen ve yok etmeye çalışan kitlelerin saldırısına maruz kalan insanlar, her şeye rağmen düşüncenin değerinden taviz vermeyerek mücadele edecekler, gerçekleri araştırarak gerçek sanatı ortaya koyacaklar ve sonuçta, düşünceyle birlikte tekrar kitlelerin önüne geçeceklerdir. Yürüdüğü yolu bilinçle aydınlatan insanların çabası önemlidir ve ikiyüzlülük, bu insanların çabalarıyla ortadan kalkacaktır. • Kendisini bilen bir sanatçı, ürettiği eseri öncelikle kendisi eleştirmek ve yorumlamak zorundadır. Kendisini bütün yönleriyle eserine yansıtabilen yazar, söylemek istediklerini insanlara iletmiş olur. Eğer eserinde on tane karakter kullanıyorsa, kendisini ona bölüp, bütün karakterlerde kendisini yansıtmalıdır. Kendisini bölebilen yazar, klasik bir eser yazabilir. Sanat eleştirmenleri ise genellikle klasiklerin karşısındadırlar. Onlar, eserdeki her karakterde kendilerini ararlar. Sanat eleştirmeni, sanatçı olmayı beceremeyip, sanatı kötülemeye çalışan bir zavallıdır. Bir konuya birkaç açıdan birden bakmayı beceremeyen bu insanlar, sanatı içtenlikten uzaklaştırmaktan ve kalıplaşmayı yaygınlaştırmaktan başka bir şey yapamamışlardır. • Sanat eserleri, bazı özellikleri itibariyle üç gruba ayrılabilirler: 1- Zengin bir muhtevaya sahip olan eserler, 2- Samimi bir üslupla yazılan eserler, 3-Sert bir üslupla kaleme alınan eserler. Sanat eseri, muhtevaya ve üsluba dayalı olabileceği gibi, mantığın ağırlıkta olduğu bir biçimde de ortaya çıkabilir. Bu durumda, insan psikolojisi ve davranışları, eserin konusunu oluşturan önemli unsurlardır. Klasik eserler, insan davranışlarının, yukarıdaki üç özellikle yorumlanarak anlatılmış biçimidirler. Bunlar samimi ve cinsellikten uzak çalışmalardır. • Günümüzde, sanat için çekilen sıkıntı azalmıştır. Bir eser üretmek için artık bir çok aşamadan geçerek olgunlaşmaya gerek yoktur. Eğer biraz sanat yeteneğiniz varsa, sanatın temel özelliklerini şöyle bir gözden geçirir, bir tanesini kendinize göre yorumlar ve sizin gibi düşünenlerin gözünde "sanatçı olursunuz. Böyle birisi, önce kendi kendini sanatçı olduğu yolunda kandıran ve hayatının en verimli dönemlerini boş uğraşlarla harcayan kişidir. Yalnızca kendisine hoş geleni üreten kişinin sanattan anlaması mümkün değildir. Peki, bu çalışmaların tamamı ne ifade etmektedir? Bunlar, fabrikadan çıkmış seri mallar gibi birbirine benzeyen eser enflasyonundan başka bir şey değildir. Ancak bu eserlerin oluşturduğu anlamsız sanat kuşaktan kuşağa geçerek devam eder. Aslında bu eserler, bazıları hariç, sanat eleştirmenlerinin kendi kendilerine ortaya koydukları ve çözümlemeye çalıştıkları çalışmalardır. Yeni kuşaklar da, eleştirmenlerin etkisi altında kalarak, kendilerini bu tür eserlere yakınlaştırmaya zorlarlar. Günümüzde pek çok kişi bu kitlenin etkisi altında kalarak, "sanat faydalıdır, o halde çok fazla sanat eseri üretilmelidir" fikrine kapılmışlardır. Oysa faydalı olan, çok fazla yapılan değil, iyi yapılandır. Gerisi boştur. Sanat, düşünebilen, gerçeği görebilen, toplumu anlayabilen insanların işidir. • Güzellik, anlamı kesin olarak ortaya konamayan bir kavramdır. Sıradan insanlar için üzerinde durulmayacak kadar basit olan bu kavram aslında son derece görecelidir. Güzellik konusu, felsefecileri yüzyıllarca düşündürmüş, buna rağmen bu konuda bir noktaya gelinememiştir. • Günümüz sanatında, bu problemi çözebilecek isimlere rastlayamadım. Evrensel olması gereken sanat önce bölgesel olmalıdır. Ancak bizim sanatımız bölgesel olamadığı için zengin sınıfın tekelinde kalmış, zenginin sanatı olmuştur. Zengin sınıf, kendisinden çok farklı ekonomik ve sosyal koşullarda yaşayan toplumu görememiş ya da görmezlikten gelmiş, anlayamamış, düşüncesi ve duygu dünyası yalnızca kendisiyle sınırlı kalmıştır. Zenginliğini paylaşamayan zengin, halkçı olamaz. Bu sinif halktan yana, halkçı görünebilir. Bu da topluma büyük zarar verir. Sanat ancak, zenginin isteklerinden değil, sanatçının ruhundan, duyarlılığından kaynaklandığı zaman topluma yararlı olur. Zengini tasvir eden sanatın maneviyatı yoktur. Bu sanat ahlaksızlığı putlaştırır ve sanatta, paraya tapmaya yönelik metodlar belirir. • Wagner'in başarılı eserler vermesindeki en büyük etken belki de, özgür çevresiydi. Çünkü, çalıştığı ortamda ondan beklenen tek şey, ustaca eserler vermesiydi. Eğer Wagner çevresinde herhangi bir baskı hissetseydi, sanat üzerinde yoğunlaşan ilgisi dağılacak, duyarlılığı zayıflayacak, üretkenliği kısıtlanacaktı. Başarılı şiirler, trajediler, şarkılar, efsaneler, bütün güzel sanatlar ancak, özgür toplumların sanatçılarının ürünüdür. Özgürlüğün olmadığı bir toplumda sanatçı, içindeki duygulanı saptırarak ortaya koyacak ve anlamsız eserler verecektir. Bu eserler, toplumun kültürünün bozulmasına da yol açacaktır. • Resimden müziğe, trajediye kadar sanatın yozlaşması, insanın kötüye doğru yönelmesinden kaynaklanıyor. Bu arada, sanat ahlakıyla eser verenlerin, hayattayken aşağılandığına, horlandığına, ölümünden binlerce yıl sonra ise adının dillerde türkü olduğuna tanık oluyoruz. • Toplum, sanatı anlamayabilir. Fakat bu durumda yapılacak olan, toplumu yargılayarak suçlamak, dertlenmek değil, sanatı topluma ulaştırabilmenin yollarını aramak, çabalamaktır. Aksi halde ne sanat gerekli düzeye ulaşabilir, ne de toplum sanata yakınlaşabilir. Sanatçının derdi, kederi de yanına kalır. Geçen yüzyılların ve çağımızın sorunu budur. • Sanatın kitlelere inememesinin başlıca nedeni, sanatin, belirli sınıfların çıkarları için kullanılmasıdır. • Halk, halk için yapılan sanatı kolaylıkla anlayabilir. Ancak halkı tanımayan, halka yaklaşamayan sanat da halk tarafından anlaşılamaz. Yeni sanatçının sanatı gözlemden uzaktır. Dolayısıyla toplumdan, ülkeden uzaktır. Gerçekler, ancak gözlem yoluyla ortaya konabilir. İnsanlar sanatta gerçekleri aramaktadır. Gözlemsiz bir sanat itibar göremez. Sanatı itibar görmeyen, beğenilmeyen bir sanatçının toplumu suçlaması, sorgulaması da son derece anlamsız ve haksız bir davranıştır. • Nitelikli sanatın, kitleler tarafından değil, yalnızca belirli bir sınıf tarafından anlaşılacağı yolunda bir görüş vardır, bu saçma bir görüştür, Sanatın kitlelere ulaşamaması ve kitlelerin sanatı anlayamaması, kitlelerin cehaletiyle açıklanamaz. Burada kabahat, anlaşılabileni yapamadığı için, sanatçınındır. Yeni sanatçılar da, sanatı yalnızca zenginlere mal ederek, halktan koparmışlardır. Sanatın kitleye inememesi, kitleyi sarsar, toplumu yıkıma götürür. • Eğer insanlar, onları uyandırmaya ve uyarmaya çalışan sanatçıları anlayamaz hale gelirlerse, ruhsuz bir yaratıktan farkları kalmaz. Çünkü sanat, insanlara insanlık özellikleri kazandırır. İnsandaki kötü duyguların, düşmanca tavırların hızla artmasının nedeni, sanatsız kalmaktır. • Bu arada sanatla ilgili bir kaç genel tesbit yapabiliriz 1- Sanat, hayvanlar dünyasının dışında ortaya çıkan bir kavramdır. 2-Sanat, insan tarafından hissedilen, algılanan duygu ve düşünce zincirinin ahlak kuralları çerçevesinde tasviri, resmidir. 3- Sanat, kişisel çıkarlar gözetilmeden yapılan, zahmetli, buna rağmen diğer insanlara doyumsuz bir zevk veren etkinliktir. • Yazara göre zamanın en büyük sorunu, elit sorunudur. Ne idüğü belirsiz kişilerin ortaya attığı düşünceler etrafında öbek öbek toplanan bu sinif, sanatı rezil etmek için var güçleriyle çalışmaktaydı. Ben de bu fikre katılmaktayım. Yalnızca zevk verdiği için sapıklıkların arkasından giden bu kitle toplum içinde bir özendirici olarak boy göstermiş, sanatın anlamını ve gerekliliğini çarpıtmış, ortaya, bireysel sanat gibi bir tuhaflık çıkmıştır. Bu kitapta da vurgulandığı gibi estetikçiler, zamanımızda yaşayan zenginlerin arsız isteklerine reçete yazmışlardır. Onlar, sorumluluklarını bilmeyen, sanatı anlamayan, ilkel ve şekilci yazarlardır. Onların sanatı, mide bulantısından başka bir şey değildir. • Eğer bir etkinlik sanat için yapılıyorsa doğrudur. Ancak yalnızca zevkleri tatmin etmek için yapılıyorsa, sapıklık, ilkelliktir. Fakat yüzyıllar, sanatı yanlış tanıtmıştır. İnsanlara baktığımızda, onları büyük bir manevi çıkmazın içinde, alkolü suya, duman kokusunu yemek kokusuna, yabancı kadınları kendi karısına tercih edenleri görmekteyiz. Sanat da bu duruma gelmiştir. Güzellik anlayışımız, sanatın ne olduğuna yönelik değil, ihtiraslarimızı tatmine yönelik bir çıkmazımızdır. Cinsel azgınlığı savunan ahlaksız, tutarsız düşünürlere baktığımızda, bunların kıstaslarıyla dünyayı yönetmeye imkan bulunmadığını göreceğiz. • İnsanların kafalarına ve evrenin çarklarına takılan güzellik kavramı nedir o zaman? Subjektif olarak güzellik, güzel olandan kaynaklanan zevktir. Objektif açıdan ise güzelliğin çeşitli açıklamaları vardır. Bunların en tutarlısı, güzelliği kusursuzluk ve uhreviyatla birleştirirken amacından sapmayan görüştür. Genel olarak güzellik, insana maddi ya da uhrevi bir zevk veren çabadır denilebilir. • Sanatın bilimsel yönü ise, güzelliğin içi yapısında filizlenen düşüncenin sanatla birleştirilerek sunulması ve insana hizmet etmesidir. Okuyucu, estetikçiler hakkında genel değerlendirmeler yapılan bölümde kilit noktayı da bulacaktır. Okuyucu, yararlı olanı seçer ve okumaya katlanırsa, ister simetrik, ister armonik biçimde, ister doğal yapıda olsun, insana yararlı olan her türlü sanatın güzel olduğunu farkedecektir. Bütün çalışmalar, güzelliğin objektif bir açıklaması olmadığını göstermiştir. En objektif çabalar bile subjektif bir yan içermektedir. Pek çok estetikçi, ortaya konanların yararsız olduğunu anlamıştır. Ancak saygınlıklarını yitirmemek için görüşlerinden geri dönememekte ve hâlâ sanat alanlarını işgal etmektedirler. • Bu arada, şaheserlerden kopya edilen eserler vardır. Sanata hiçbir yenilik getirmeyen, sadece klişeleşmiş unsurlarla yetinen eserler vardır. Düşünmeden, özenmeden, yalnızca şöhret için çalışan, sıradan bir eser veren kişiye sanatçı diyebilir miyiz? • Bu noktada da, yıllardır savunduğum, "sanatın, kıvılcımları olan ve bir ateşe gebe durumdaki doğruluk yumağı olduğu" tezini bir yana bırakıp, "sanat gerçekten gerekli mi, sanatçı görevini idame ettirebiliyor mu, sanat önemli mi, eserler samimi mi?" sorularını gündeme getirmem gerekir. Bu yalnızca benim değil, bütün sanat erbabının görevidir. Bu soruların cevapları sanatçının beyninde yatmaktadır. Sanatçı, yazdığı eserin, öne sürdüğü tezin dikkate alınıp alınmadığını kontrol etmeli, konulara yaklaşımını yenilemeli, çevresindeki insanların ikiyüzlü tepkilerinden kurtulup gerçekleri göğüsleyebilmelidir. Sanatçının asıl görevi, çıkarcılıktan kurtulmuş olarak halka inip, kendisine bir yer edinebilmek ve onurlu yaşamanın gereğini yerine getirmektir. Bu sorulara cevap bulabildiğimiz zaman sanat yaşayacaktır, yoksa ne yapsak boştur... En büyük mesele, sanat uğrunda harcanan emek ve çabanın değerini bulabilmesidir. • Fırsatçıların her zaman kullandıkları bir yöntem vardır. Halkın kullanmadığı, dile yerleşmemiş kelimeleri kullanarak, gerektiğinde icat ederek halkın gözünde kendisini yüceltmek. Bu, "halk, anlamadığına inanır" mantığıdır ve çoğu zaman başarılı olur. Kitleler, bilmedikleri kelimelerin ardından sürüklenirler. Bu arada sanat da tükenmeye yüz tutar. Ortodoks kilisesinin sapık fikirlerinin, ağır bir dille düzenlenerek halka benimsetilmesi, bu yöntemin en çarpıcı örneklerindendir. Bir kısmı 1750'lerde yazılan, kütüphaneleri dolduran yüzlerce kitap aynı yöntemle kitleler üzerinde etkili olurken halka bir şey verememiş ve estetik teorilerin sabit noktası olan "sanat güzelliktir" cümlesine takılıp kalmışlardır. Gerçeği gören yazarlar da bu kargaşaya göz yummuşlardır. • Zevklerine düşkün yazarlar ve düşünürler, kalemleriyle kendilerini tatmin etmeye çalışmışlardır. Bunlar, kendi görüşlerini metafizik yorumlarla süsleyerek biçimlendirmişler, böylece kendilerince bir sanat anlayışı çıkarmışlardır ortaya. Önemli olan, sanatı zevkler için alet etmek değil, sanatı anlamak, anlatmaktır.
·
105 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.