Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

_Marki de Sade, kendisinden başka benzeri olmayan biridir. Hayatından ibaret bu acı deneyin en belirgin çizgisi, başkalarıyla arasında hiçbir bağ kurmamış olmasıdır. Sade, doğuştan hükümlü olduğu yalnızlığına öyle keskin, öyle aşırı erotik oyunlar doldurmuştur ki, suç ortakları bile ona karşı olmuşlardır. Kendine karşı bölünmüştü ve herkese kuşkuyla bakıyordu. Cumhuriyetçidir ama kendi topraklarından ve şatosundan vazgeçmeye de pek yanaşmamaktadır. Halka yapılan baskılar yüzünden burjuvaziye nefret beslemişse de, aslında halk da yabancıdır ona; karşıtlığını belirttiği hiçbir sınıfa girmez. Yapıtlarında ise kendini açıklamaktan çok yaratmak davranışındadır. _İş, başarabileceğimiz en sert şokla, sinirlerimizin bütününü sarsmaktan ibarettir. Acı, zevkten daha canlı ve etkin olunca, başkalarından elde edilmiş böyle bir coşkunun bizde meydana getireceği şoklar, aslında daha yüksek bir titreşim taşıyacaktır. O titreşimdeki sertlik, şehvet algılarına dönüşecektir. _Cinsel birleşmede kişiyi asıl coşturan şey; çirkinlik, nefret ve dehşet öğesidir. Bozulmuş nesnenin yeri başka oluyor; bugün bir sürü adam yataklarında yaşlı, çirkin, hatta pis kokulu bir kadının bulunmasını güzel bir tazeye karşı seçmektedirler. _Kendine sepet sepet gül getirtip iştahla koklayan, sonra da bu gülleri ırmağın çamuruna bulayan yaşlı Sade. _Bu bayağı insan kesimi açıkça gösteriyordu ki, insanlar basit bir nesneler koleksiyonundan başka şey değil. _Onun şaşırtıcı davranışı, kırılana kadar bir vazoya vurmayı sürdüren bir çocuğunkini andırmaktadır. _Tavrının kökleri de öç alma duygusunun içinde büyüyecektir. _Erdem, rezaletin yoldaşı, hatta kölesi oluyordu. _Zevki cezalandırmak, belki egemenlik çizgileri taşıyan bir edim oluyor. Sade bunu psikanalistlerden 150 yıl önce anlamıştı. Yapıtlarında çok kez işkenceye geçmeden önce zevk saatleri sunulur kurbanlara. Ve âşık kılığına girmiş cellat, şehvetle kendinden geçmiş, saf sevgilisine bakarak, sevecenlikle kötülüğün iç içe geçmesiyle büyülenir. Zevkleri, toplumsal bir göreve ustaca birleştirmek. _Sade'ın kişilerinden Dolmance de kendi rezaletlerini insanların kötülüğüne bağlıyor. Şöyle diyor: Onların nankörlüğüdür yüreğimi kurutan, belki de sizler gibi uğruna doğduğum şu ölümcül erdemleri bende yıkan onların hainlikleridir. Sonradan kuramlaşacak olan bu şeytansı ahlak, yaşanmış bir deneydir. _"Minnet" fikri, onun en büyük öfkeyle yıkmaya çalıştığı şeylerdendir. _O çağın genç aristokratlarının çoğunda görülen özelliklerdir Sade'ın özellikleri de. Hepsi de kısa bir süre önce somut bir iktidarı ellerinde tutup da artık dünyada gerçek hiçbir şeye sahip olmayan gerici bir sınıfın çocuklarıdır. Özlemini çektiği koşulları yatak odalarında simgelerle canlandırmaya çalışan bir kuşak; feodal zorba olmanın, tek olmanın, hükümdarlığın özlemini. Sade'ın can attığı da bu hâkim olma simgesidir. Ne mi istenir sevişirken? Çevrede herkes bir sizinle uğraşsın, bir sizi düşünsün, bir size çalışsın. Bir kadınla yatarken zorba olmayı istemeyen kimse erkek değildir. Egemenliğin sarhoşluğu hemeninden zalimliğe bitişir çünkü zevk düşkünü kişi işini gören nesnenin canını yakarak, gücünü uygulayan sinirli bir bireyin tadacağı bütün tadları sınar; egemenliği vardır, tirandır. _Ruhsal dayanıklılığı da taşıdığı değil, taşımayı çok istediği bir şeyden ileri geliyor: Felaket karşısında öfkeleniyor, coşuyor, sapıtıyor. Sık sık başına gelen parasızlık korkusu, daha yaygın bir korku yaratıyor onda. _Kendisini iğreti, uygunsuz gördüğünden her şeye, herkese olan güvenini yitiriyor. Şöyle biri: Düzensiz yaşayan, borç yığan, yersiz öfkelenen, bir yerden kaçan ya da bir yere zamansız giden, bütün tuzaklara düşen. Gerçek hiçbir değer sunmayan. Fazla istemeyi öğrendiği bu korkutucu ve sıkıcı dünya, onu ilgilendirmemektedir. Bu yüzden gerçeği başka yerde aramaya koşacaktır. _Zevklenme tutkusunun öbür tutkulara hemeninden bağlandığını yazarken kendi deneyinin bir betimini yapıyor bize. Varlığının yalnız erotizmde bütünlendiğini gördüğünden her şeyini ona bağlamıştır. Erotizme onca ateşli, onca gözünü budaktan sakınmazı, onca inatçı bir şekilde abanması olağan olaylardan çok kendi anlattığı öykülere önem vermesindendir: Düşsel olanı seçmiştir. _Kuşkusuz Sade ilkin, sır sızdırmaz bir duvarın ciddi evrenden ayırır göründüğü büyülü cennetlerinde güven içinde görmüştü kendini. Belki de hiçbir rezaleti ortaya çıkmasaydı, o, azıcık özellik kazanmış zevklerini karşılayan kötü evlerce tanınan sıradan bir zevk düşkünü olarak kalacaktı; o çağda en çirkin şölenlere rahatça katılan bir sürü sefih vardı. _Mr. Hyde ve Doktor Jekyll olaylarına tıpatıp uyan "cinsel sapıkların" davranışları az çok bellidir; onlar bilinen kişiliklerini hiçe alarak, ilkin ayıp konusu edimleri sağlamaya çalışırlar; ancak kendilerini düşünürlerken yeterince düş genişliğine sahipseler utancın erdeme karıştığı bir şaşkınlıkla yavaş yavaş maskelerini çıkarırlar. _Karakter_ _Kızgın, karşı konmaz, öfkeyle dolu, her şeyde aşırı, töreler konusunda görülmedik bir hayalleme sapışı taşıyan, bağnazlığa dek tanrısız. Bir iki lafla ben böyleyim işte. Ya olduğum gibi alın ya da bir kez daha vurup öldürün beni. Çünkü değişmeyeceğim. _Marsilya davasının tutanaklarına göre otuz iki yaşında, güzel ve dolgun bir yüzü olan, orta boylu, gri fraklı, ipek pantolonlu, şapkasında bir tüy, belinde bir kılıç taşıyan bir adam. _Kendi yaşıtı olan, Bourbon'lardan, Louis Joseph'in yanında yetişmiş. Küçük prensin bencil kibrine karşı kendini öfkeyle ve sert kavgalarla savunduğu için saraydan uzaklaştırıldığı sanılıyor. Daha sonra karanlık Saumon şatosunda ve çürümüş Ebreuil manastırında geçirdiği günler düş gücünü etkilemiştir kuşkusuz. _Sade'ı çözmeye kalktığımız anda, o daha önce oluşmuş bulunuyor ve onun nasıl o haline geldiğini bilmiyoruz. _Onda asıl ilginç bulduğumuz yön, sapıklıklarından çok, onları yüklenme tarzıdır. Cinselliğinden bir ahlak çıkarmış, bunu edebi bir yapıtla sunmuştur. Zevklerinin bağlandığı nedenler karanlıkta kalıyor gerçi ama bu zevklerden nasıl ilkeler çıkardığını, o ilkeleri niçin bağnazlığa kadar götürdüğünü yakalayabiliyoruz. _Genç Sade'da başkaldırıcı bir davranış yoktur. Hatta ne de devrimci bir düşünüş. Toplumu olduğu gibi kabul eder; yirmi üç yaşında babasına uyarak sevmediği bir kızla evlenmiştir; Bütün hayatı boyunca yankılanıp duracak dram işte bu evlenme ile başlıyor. Babadan kalan durumun dışında kendine hiçbir kader düşünmez. Belli bir çizgide koca olacaktır; sonra baba, marki, yüzbaşı, şato sahibi, general olacaktır; karısının servetiyle olsun, kendi soyluluğuyla olsun, sağlanmış ayrıcalıklardan vazgeçmeyi bir an bile aklından geçirmez. _Bütün hareketlerine geleneklerin ve koşulların hâkim olduğu sıradan biri gibi yaşamayı istememekte, aynı zamanda diri bir birey olmaya can atmaktadır. Bunuysa yapacak tek bir yer vardır. Neresi? Herhalde iyilikler taslayan bir karının bağnazca beklediği evlilik yatağı değil de, Sade'ın düşlerini serip serpeleme hakkını satın aldığı başka bir ev. _Bir de şurası ilginç: "küçük evinin" duvarları dışında hiçbir güç gösterisinde bulunmamakta; hiçbir girişim esprisi taşımamakta, hiçbir tutkuya kapılanmamaktadır; hatta, sanırım, o evin duvarları dışında gevşeğin, ödleğin tekidir de. _Marki kınanmış, rezil edilmiş, hatta kendinden bile kuşkulanılmıştır. Her suçlu ilkin bir sanıksa, Sade'dan ortaya bir cani çıkaran odur. Sade'ın, yapıtlarında onu gülünçleştirmekten, çamura bulamaktan, işkencelere konu yapmaktan bir türlü kendini alamamasının nedeni burada işte. Onunla birlikte canına kıydığı şeyler yanlışlarıdır. Sade kendi annesinden nefret etmiştir. Cinselliğinin garip doğası böyle bir şeyi de esinletmiyor değil ama kuşkunuz olmasın ki karısının annesi ona anneliği nefret uyandırıcı bir hale getirmeseydi, bu kin o kadar canlı olmayacaktı. Yatak Odasında Felsefe'nin son sayfalarında kendi kızına insafsızca alay ettirdiği kadın odur. Sonunda Sade kaynanasına ve yasalara yenilmişse, bu bozgunda kendisinin de payı var. _Sade, derin tatlar bulduğu baldızını baştan çıkardı. Rahibe, kızoğlan-kız, üstelik karısının kardeşi; bunlar serüveni hepten mayhoşlaştıran niteliklerdi. Baldızıyla birlikte İtalya'ya kaçabilmişti. İkisi, bir de uşağı Latour, "gıyaben" ölüm cezasına çarptırıldılar. Aix meydanında Sade'la baldızını temsil eden resimler, kuklalar yakıldı. Genç kadın Fransa'da bütün hayatını geçireceği bir manastıra sığındı, Sade ise Savoie'ya geçti. Tuttular, Miolans şatosuna kapadılar. Karısı kaçırttı oradan Sade'ı. Ama artık izi sürülen bir adam olmuştu. Kimi zaman İtalya yollarını tepiyor, kimi zaman şatosuna kapanıyordu. Biliyordu: Artık düzgün bir hayat sürmesinin olanağı kalmamıştı. Bu arada zaman zaman senyörlük rolünü ciddiye almayı deniyor. _Düşlerini gerçekleştirmeye kalkıyor. La Coste şatosunda kendi heveslerine uygun bir saray kuruyor. Sade, bu dünyayı kullanarak kendi tiyatrosuna daha gerçek bir şey kazandıramayacağını bir kez daha anlıyor. Toplum Sade'ın düşlerini reddetmekle yetinmiyor, kendisini de inkâr ediyor. yine kendini Vincennes'de bulacak, bir yaban hayvanı gibi 19 demir kapı ardına kapatılacaktır orda. _Şimdi çok daha başka bir serüven başlıyor: On iki yıllık tutsaklık sırasında -önce Vincennes'de, sonra Bastille'de- bir adam can çekişirken, bir yazar doğuyor. Vücudu, eti bir vazgeçiş sürecine girmiştir; artık genç cinselliğini masa başı tatlarıyla değiştirmeyi denemektedir. Uşağı Carteron, cezaevinde çubuğunu bir korsan gibi tüttürdüğünü ve bir oturuşta dört kişilik yemek yediğini anlatıyor. Kendinin her şeyde aşırı sözleri uyarınca hasta bir obur haline gelmiştir. Karısından dev sepetlerle yiyecek getirtir boyuna; yağ toplar her yerleri. Kendi için yaratamayacağı hayatı artık yalnız edebiyat alanında isteyecektir; hareketi, kafa tutmayı, özdenliği ve düşlemenin bütün kıvançlarını, bütün bunları hep edebiyatta. Burada da aşırıdır: Yemeği nasıl yiyorsa, öyle yazıyor, tutkuyla. _Özgürlüğüne kavuşunca Karısı boşanmak istiyor. Biri uzak ülkelere göç etmeye hazırlanan, öteki Malta şövalyelerinden olan iki oğlu da kendisine yabancıdır. "Saf ve kaba çiftçi" dediği kızı da öyle. _İhtilâlle olan aşkı kısa sürecektir. O sıralar elli yaşında, kendisini kuşkulandıran bir geçmişi olan Sade'ın aristokrasiye karşı nefreti, taşımakta olduğu aristokrat ılımını yenememiştir: Çözülmesinin ana nedeni burada. _Serbest bırakıldığında nefretle şunları yazıyor: Şu ulusal tutukluluğum, gözler önünde hüküm giyişim, düşünülebilen bütün Bastille'lerin yapacağının yüz kat kötüsünü yaptı bana. _Yoksulluktan hastalığa yuvarlanıyor; şatodaki mallar yok pahasına satılıyor; o para da çarçabuk eriyor; önce bir çiftçinin yanına sığınıyor; sonra Sensible'in oğluyla birlikte bir ambarda yatıp kalkmaya başlıyor; Versailles tiyatrosunda işçi olarak çalışmakta, günde kırk sous kazanmaktadır. Amerika'ya gitmek istiyor bir ara. Nedir ki 1799 yasası daha önce yazıldığı göçmenler listesinden çıkarıyor onu. Bu olay Sade'a şu umutsuz kelimeleri söyletmiştir: Ölüm ve sefalet. İşte Cumhuriyete sonsuz bağlılığımın bana kazandırdığı ödüller. 1800 başlarında "açlıktan, soğuktan ölecek halde" ve borçlarından ötürü hapsedilme tehlikesi içinde Versailles sayrılar evine düşmüştür. Sözde özgür insanların düşman dünyasında öylesine mutsuzdur ki cezaevinin güvenli ve yalnızlıklı havasını niçin seçmediği üstünde düşünülebilir: Sensible ile düşkünler evinin bahçesinde dolaşıyor, hastalara güldürüler yazıyor, oynatıyor; Paris arşeveğinin gelmesi dolayısıyla hazırlıksız bir program düzenliyor; Paques gününde kutsal ekmek dağıtıyor; kiliseye yardım topluyor. Kanılarını hiç değiştirmediği vasiyetnamesinden anlaşılmaktadır. Ne var ki artık kavgalanmaktan yorulmuştu. Nodier şöyle diyor: Saygılı bir kibarlığı, kutsalmış gibi görünen bir gönül alıcılığı vardı. Ange Pitou'ya göre de yaşlanma ve ölüm düşüncesi onu dehşete düşürüyordu. "Bu adam ölüm düşüncesiyle sararıyor, ak saçlarını gördükçe baygınlık geçiriyordu." Bununla birlikte sönüşü sessizce oldu. 2 Aralık 1814'de "astım şeklinde bir soluk tıkanmasından" gitti. _Çağını yitirmiş bir soyluluğun son çocuklarıyla onun arasında hiçbir ortak çıkış noktası yoktur. İhtilâlle yeni bir dünya doğduğu zaman ise arkasında çok ağır bir geçmişi sürüklemek durumuna düşmüştü. Zorbalık düşleriyle yüz göz olmuş bu aristokrat, yükselen burjuvaziye içten katılamaz. Ruhsal gelişimi başka türlü olsaydı belki bu kadere karşı gelebilirdi. Mektupları akıllı uslu şeylerdir; günlükleri, anıları yok olmuştur. _Bu türde kavranabilecek her şeyi kavradım ama kuşkusuz kavradığım her şeyi uygulamış değilim. Hiçbir zaman da uygulayamayacağım zaten. _Bazı kahramanlarına özel bir sevgi beslediği, fikirlerinin, zevklerinin çoğunu onlara temsil ettirdiği gözden kaçmıyor. _Sadizm = Kıyıcılık, Cinsellik_ _Onun "Kan seviyor" oluşunun, denizi sevmek gibi bir şey olduğunu varsayabilir miyiz? Kuşkusuz, "kan akıtmak" belli hallerde coşku verici bir işti onun için. Ne var ki kendi varlığının ve tek tek bireylerin etini olduğu kadar, bir özgürlüğü, bir bilinci sağlamasını de bekliyordu kıyıcılıktan. _Sadizm, kıyıcılık anlamında kullanılıyor; kırbaçlamayı, kan akıtmayı, işkenceyi, öldürücülüğü akla getiriyor: Yapıtlarındaki ilk belirgin çizgi de gerçekten adının çağrıştırdığı bu şeylere uygundur. Rose Keller olayı, kurbanım kayışla ve ucu düğümlü bir urganla kamçıladığını, vücudunu çakı çizikleriyle doldurduğunu, bu çiziklere balmumu akıttığını gösteriyor. _Kadın konusundaki bütün tavrı, açık bir zihni kıyıcılıkta toplanmıştır. _Sade'ın bütün ahlakının ve cinselliğinin bağlandığı temel sezgi, cinsel birleşme ile kıyıcılık arasındaki özdeşliğe dayanmaktadır. Sade’nin erotizminin kilit taşını, köklü ve ruhsal bir soyutlanma (isolisme) ile çok aşırı cinsel isteklerin birleştiği noktada görüyorum. Doğa ana, insanın taslağını çizerken çiftleşme ve öfke edimlerini aynı şeyler olarak düşünmeseydi, şehvet krizinde şu kudurganlığı bulabilir miydik? Sağlam yapılı, ergin bir erkek olacak da, sevgilisinin canını yakmak istemeyecek, laf mı bu? Duc de Blanguis'i, sevişme sırasında bakın nasıl betimliyor: Kabaran göğsünden korkunç haykırışlar, dehşet verici küfürler çıkıyordu, gözleri ateş saçıyordu sanki, ağzı köpük içindeydi, at gibi kişniyordu. Soluğu kesilene dek sürer bu. Rose Keller'in tanıklığına göre Sade, kendi de kurbanını bağlayan ipleri çözmeden önce "son derece korkunç ve iyice yüksek çığlıklar atmaya koyulmuştu." "Vanille et Manille" mektubu da orgazmı, kuduz gibi öldürücü, sataşıcı, saradakine benzer bir kriz halinde yaşadığını doğrulamaktadır. _Nasıl açıklayacağız bu tuhaf sertliği? Çok kez Sade'ın cinsel gücünün olup olmadığı üstünde düşünülmüştür. Kişilerini -bu arada özel bir yakınlık beslediği Gernand'ı düşünelim; bunların çoğu erkeklik organları küçük kimselerdir, ereksiyonda olsun, inzalde olsun büyük bir güçlük çekerler. Elbet Sade da bu durumun korkusunu, acısını görmüş olacaktır. Zevklenmede aşırı gitmenin kendisinde meydana getirdiği bu yarı-güçsüzlük, kişilerinin birçoğunda da vardır. Kişilerinin bazıları ise cinsel yönden güçlü kimselerdir. Sade da çok kez kendi cinsel gücü üstüne, üstü kapalı bir şekilde değinmiştir. _Sade'ın kişilerinde erkeğe özgü saldırganlık, bir an bile, hayvansallığı içinde yok olmamaktadır. Bu soğuk, bu ilgisiz, bu her türlü büyüsel simgeye karşıt vücutlarda zevkin de, isteğin de bir öfke krizi halinde boşaldığı anlaşılıyor. Zevkler ve istekler öznenin psiko-fizyolojik bütününde yaşanmış bir tavır yaratacakları yerde onu organik bir felaketle sersemleştiriyorlar. Bu aykırılık ya da ölçüsüzlük sayesinde, cinsel birleşme, Sade için paha biçilmez bir egemenlik faydası yaratmaktadır. Sadizmin yokluğunu duyurmamaya çalışacağı esaslı bir boyut eksik kalıyor bunlarda. Yani coşku. _Coşku olunca, varlık kendisinde ve karşısındakinde, aynı zamanda hem öznelliğe, hem de edilginliğe düşer; sevişenler o karanlık birliğin içinde kaynaşırlar, erirler. İkisi de kendi varlıklarından hemen kurtulup sevgilisiyle bir bağlantı kurar. Sade'ın şanssızlığı surda: Sade bize yalnız çocukluğunun açıklayabileceği bir autisme (dış dünyayla ilgiyi kesme) içindedir; bu onda kendinden geçmeyi ve başkasının varlığını değerlendirmeyi olanaksızlaştırmaktadır. Soğuk yaradılışta biri olsaydı hiçbir sorun söz konusu olmayacaktı; ama Sade, birleşmeye gücünün yetmediği yabancı nesnelere doğru kendini iten güdülere sahiptir. İstekleri yorulduğu zaman, şehvetle, can sıkıntısıyla, karşı koymayla, hınçla yoğurduğu, kendi için tek değerli evrende, işte o erotik evrende yaşamasını sürdürecektir _Normal olarak cinsel birleşmede, her iki tarafın da kendi etinde kendini mahvettiği o zevk, sevgilinin verdiği baş dönmesiyle oluşur. Özne, bilincinin yalnızlığında kapalı kalmışsa, bu coşkudan uzak kalacak, arkadaşıyla arasındaki bağlantıyı sadece simgelerle kuracaktır. Soğuk ve beyniyle ilgisini kesmemiş bir âşığın doymazlık içinde, sevgilisinin nasıl zevklendiğini gözleyeceği açıktır. Kendi şehvet durumuna ulaşması için başka bir çaresi bulunmadığından, zevki yaratanın kendisi olduğuna inanmak gereksinmesinde olacaktır. Zevklenirken kullandığımız nesnelerin kendileri de bir zevk duyuyorlarsa bizden çok kendileriyle uğraşıyorlar demektir. Bu durum bizim zevklenmeden aldığımız payı giderek rahatsız edecektir. Kendisiyle birlikte başkasının da zevk aldığı fikri, kişiyi, zorbalığın doğuracağı anlatılmaz çekicilikleri zararlandıran bir çeşit eşitliğe sürükler. _Bölüşülen her zevk, azalmaya başlar. _Hiçbir şeyle duygulanmayan cansız bir nesne karşısında ise zevk düşkünü, hiç sevinç duymayacaktır. Bu bakımdan kıyıcının mutluluğu adına, kurbanın inlemeleri, burulmaları, yakınmaları da pek gereklidir. Sözgelimi Verneuil, cinsel birleşme sırasında kadınının başına, çığlıkların daha yüksek perdeden çıkmasına yarayan, takke gibi bir şey koyuyor. Neden bu? Şundan: İşkence işlemi uygulanmış nesne, buna karşı koymak isterken kendi durumunu, kıyıcının hesabına, doğruluyor. Kıyıcı da zihnin ve ilkin yadsınmış olan etin bu bileşimiyle, ulaşacağı tada ulaşıyor. Hiçbir duyuş yoktur ki acıdan daha girişken daha keskin olsun. İzlenimlerine tam güvenilebilir acının. Uygulanan acılar arasında benim de et kemik haline gelmem için, karşımdakinin edilgin durumunda kendine özgü koşulları görmem gerekir. Öyleyse bir özgürlük söz konusu oluyor. _Sade, açık ve canlı deyimlerle etkin ve edilgin sodomiyi uygulayarak, zevkin uç noktasına varılabileceğini açıklamaktadır. Güdülen amaç, kendinden sıyrılırken aynı zamanda yabancı varlıkların gerçeğini yakalamaktan ibaretse, başka bir yolu daha var bunun: Kendi canını başkalarına yaktırmak. Sade bunu bilmezlerden değildi elbet; Marsilya'da taşıdığı sopalar, kayışlar birilerini dövmek, kırbaçlamak için olduğu kadar, kendini dövdürmek, kırbaçlatmak içindi de. Sade'ın evinde en basit işlemlerden biriydi bu. Yarattığı bütün kişiler de kıvançla kırbaçlatırlar kendilerini: Bugün kimse kırbaçlamanın, şehvetin aşırılıklarıyla sönmüş gücü tazelemek gibi büyük bir erdem taşıdığını yadsıyamaz. Sade'ın edilginliğini anlatan başka bir yol daha var; Marsilya'da, daha çok iş için yetiştirildiği anlaşılan uşağı Latour'a kendini aştırmıştır; kişileri de derin bir istekle sodomizmi uygularlar. _Sade bir sodumcu muydu yani? Temelde mazoşist bir eğilim taşıyor muydu? Önce sodomculuğu ele alalım; kendi fizik görünüşü, uşaklarının oynadığı rol, La Coste şatosunda cahil ama güzel delikanlının kâtip olarak bulunduruluşu, yazılarında bu konuya verdiği büyük önem ve onu savunurken takındığı ateşli tavır, her şey, Sade'ın cinselliğinin temel öğelerinden biri olduğunu doğrulamaktadır. Sade'ın, zevk ortağı kadınlarla normal olarak birleştiği görülmüyor; Rose Keller olayında, Sade kadını kamçılayarak açlığını gidermiştir, hiç dokunmamıştır ona; Marsilyalı kıza ise, uşağıyla, onunla olmazsa kendisiyle arkadan birleşmeyi önermiştir; kız reddedince kendisi uşağıyla birleşirken berikini şöyle bir iki kez ellemekle yetinmiştir. Romanlarındaki kişilerin kız bozmaktan hoşlandıklarına tanık oluyoruz: Kanlı ve kutsallığa saygısız nitelikte olan bu cabbar davranış Sade'ın düş dünyasını çelmektedir. Sade'ın kişileri bir bakireyle ilk yattıklarında bile, kanını akıtacakları yerde onunla bir oğlanmış gibi birleşmeyi severler. Karılarına normal biçimde yanaşan zavallı efemine'leri sadece hor görmüştür. Sodomun Günleri'nde zevk konusunda papaza söylettiği sözler bir itiraf olarak alınabilmek bakımından kendi yüreğine oldukça yakın bir belgedir. Papaz bir yerde şöyle konuşur: Oğlan, kızdan çok daha iyidir; oğlanı, hemen her zaman zevkin gerçek tadı olan kötü açısından düşünün; kendi cinsinizden biriyle işlediğiniz suç, karşı cinsten biriyle olana göre daha büyükmüş gibi gelecektir size. Ve bu andan sonra şehvet iki katına yükselecektir. _Kötülük, onların binlerce yıldır yumuşaklığa alışmış cinsellikleri yanında büyük bir karşıtlık yaratıyor; kadın suç işleyerek kendi doğal bayağılığını aştığı zaman, cesur bir yüreğin atılımlarına hiçbir durumun set çekemeyeceği gerçeğini erkeğe göre çok daha iyi bir şekilde anlatabilmektedir. . _Pislik yiyicilik_ _Hiçbir tutku yoktur ki oburluk ve sarhoşluk kadar şehvete yakın olabilsin, ona bitişebilsin. Böyle diyor. Bu bağlantı onu yamyamlığa kadar götürmüştür. Kan içmek, spermaları ve bedendeki kirleri yutmak, çocuk yemek... Bunlar nesneyi yok ederek isteği doyurmaktan başka bir şey değil. Zevklenmede bir noktadan sonra cinsel alışverişlermiş, vücudunu adamakmış, karşılıklı durumlarmış para etmemeye başlıyor: Bu bakımdan Sade'ın zorbalığı, kendinde eritemediği şeyi yok etmeye yönelen bir çeşit pintilik, bir çeşit bencil davranış oluyor. Mide-bağırsak işlevleriyle cinsel işlevler arasında ilkel, ufak bir eşdeğerlik bağlantısı varsa, yeme düşkünlüğü cinsel duyarlığın bir yerde yerine geçebilmektedir. Sade cinsel şöleni beslenme şölenine sıkı sıkıya bağlıyor. _Onun pislik-yiyiciliğinde bir başka anlam da var: Şehvetli bir biçimde tadı yaratan kirli ve pis şeylerdir. Öyleyse daha kirli, daha pis olan şeyler tadı daha çok yaratacaklardır. Cinsel çekiciliği doğuran en güçlü öğeler arasında Sade, yaşlılığı, çirkinliği, pis kokuyu sayar. Bayağılık ve çirkinlikle erotizm arasında kurduğu bu bağ, kıyıcılık öğesi kadar köklüdür. Kendisini ikisinde de aynı şekilde özetler. Güzellik çok basittir; bilinci yalnızlığından, bedeni kayıtsızlığından sıyıramayan entelektüel bir yargıyla kavranır; çirkinlik ise aşağılanır. Çirkefe dadanmış kimse, yaralayan ya da birine kendini yaralattıran bir adam gibi, etinde yaşamaktadır; o aşağılanma duygusu aklı yutan, tek tek bireyleri birleştiren biruçurum haline gelmekte ve Sade sadece işte böyle dövülmüş, içine girilmiş, kanı akıtılmış olarak usandırıcı varlığının ötesine geçmekte, ondan kurtulmaktadır. _Sade, paraya bağlıdır ve hırsızlığa cinsellik kazandırmıştır yapıtlarında; anımsanması bile kişilerini orgazma iten bir öğedir hırsızlık. Hırsın Freud'cu yorumu bir yana itilirse, Sade'ın sık sık denediği pislik-yiyicilik dupduru bir olay olarak beliriyor. Marsilya olayında genç bir kıza "duyarlığında fırtınalar yaratacağını" söyleyerek tabletler vermiştir yemesi için ama özlediği sonucu tam olarak almak zevkini tadamamıştır. _Kadınlar_ _Kuramsal olarak en görkemli kıyıcılarmış gibi nice gösterilirlerse gösterilsinler, kadınlar aslında kurban doğmuş yaratıklardır, aşağılanmışlardır, gözü yaşlıdırlar, alay konuşudurlar, edilgindirler. Yapıtlarındaki bütün kadın kişiler, aslında Sade'ın onlar için duyduğu nefret ve aşağılamaya yakın nitelikleri kuşanırlar. Kadınlara duyduğu nefret annesinden mi geliyor? Yoksa Sade, kadını kendisinin bir tamamlayıcısı olarak değil de bir yedeği, bir kopyası olarak gördüğü ve ondan hiçbir şey anlamadığım sandığı için mi bu nefreti besliyor? Sade bir yerde kendini kadınmış gibi görmekte ve kadınların istediği şekilde erkekleşemediklerinden yakınmaktadır _Mazoşist diyemeyiz ona; bir kadının tutsağı olmuş erkeklerle acı acı alay eder: Onları zincirlere bağlı aşağılık zevklerine terkediyorum. Oysa Doğa, aynı zincirleri başkalarına takma hakkı tanımıştı onlara. Terkediyorum, atlasınlar bakalım bayağılığın çayırlarında. _Mazoşizm_ _Mazoşistin evreni büyülü bir evrendir; bunun için mazoşist her zaman fetişist bir planda görülecektir; ayakkabı, kürk, kırbaç gibi nesneler bu evreni eşyaya dönüştüren niteliklerle yüklüdürler. Sonuçta mazoşistin aradığı da bu olmaktadır: Cansız nesne haline gelerek kendini yok etmek. Sade'ın dünyası ise temelde pratik ve usa dayanan bir görünümdedir. _Bazı ahlak dışı edimlerin aşağılanması, kendim beğenmişliğin gizlenmesine yarar. _Mazoşist, kendisini yok etmek istiyorsa bu, birlikte eridiğini sandığı o nesne yönünden büyülenmek içindir ve bu yoldaki çabası onu kendi özelliğine götürmektedir. Arkadaşından kendisine acı vermesini istemek aynı zamanda ona hâkim de olmakta değil midir acaba? Tersten alırsak, kıyıcı, arkadaşının kanını akıtırken, onda yaralar açarken kendi de yaralanıyor, kanıyor. Şu halde bu iki yönsemeyi Sade'cı mazoşizm adı altında birleştirebiliriz galiba. Sade'ın davranışını ıralayan öğe daha çok, bedenin türküsünü etin içinde kaybolmaksızın yaratmaya dönük bir irade gerilimi olmaktadır. Marsilya olayında kendini kamçılattırmıştır ama zaman zaman şömineye doğru seğirterek yediği darbelerin sayısını bıçakla bir boru üstüne çetelelemeyi de ihmal etmemiştir. Yani aşağılanma onda hemen bir böbürlenme duygusuna dönüşmektedir. _Suç_ _Suç, şehvetin temel taşıdır. Bütün cinsel çabaları yöneten yüksek etken, kendini suçlu görmek niyetidir. İster öldür, ister kan akıt, asıl olan kötüyü yaratmak. Suçla yan yana yürümeyen zevk, zevk midir yani? Bizi asıl uyaran karşımızdaki zevk nesnesi değil, kötülük fikridir. Güzel bir kadına kıyarken, onu alaya alırken duyduğumuz tatta bize sunulmuş nesnelerin kutsallık tanımaz ya da değerlere saldırır tutumunu gözlerken aldığımız tad kısmı önemli. _1763 rezaletinden sonra Sade'ın erotizmi artık sadece bireysel bir tavır olmaktan çıkıyor, aynı zamanda topluma karşı bir meydan okuma haline geliyor. Yapıtlarında ilkelerini zevklerinden nasıl çıkardığını anlatmıştır: Bu ilkeleri, bu zevkleri ben bağnazlığa kadar götürdüm, diyor. Bağnazlık benim tiranlarımın zulüm yapıtlarıdır, diyor. _Sade için cinsel birleşme bir kıyıcılık, bir felaket, bir kusur olmuş ve birikmiş bir hınçla ondan hep kötüyü, karayı, suçu beklemiştir. O ki, toplum, zevklerinde suç bulmak için Doğayla birleşiyor. Öyleyse o da suçun kendisinden zevkler yaratacaktır. _Sade'a göre hiçbir cinsel etken, iyiye meydan okuma kadar güçlü olamaz. Büyük suçlar işlerken beslediğimiz istekler, küçük suçlar işlerkenkilerden her zaman daha büyük, daha önüne geçilmezdirler. Sade, kendini suçlu görmek için mi kötüye dadanıyor? Ya da kötüyü yüklenerek mi suçluluğundan kaçmak istiyor? Sade'da asıl olan bir kötü niyet halinde acı bir kibirle dursuz duraksız parıldamaktır. _Kıyıcılık, karşımızdaki et-bilinç birimini kavraması ve kendimizde yankılandırmamızı olası kılıyor. Sonunda onunla, doğanın ve toplumun erotizme tanıdığı suçlu niteliğe rahatça girilebiliyor. Öte yandan Sade kendini aştırarak, kamçılattırarak, kanını akıttırarak, bedenini edilgin bir et halinde de algılamış oluyor. Kendi kendini cezalandırmak isteğini doyuruyor; varlığını adamış bulunduğu suçluluğu yaşıyor; sonra birdenbire bir meydan okuma ile aşağılanmışlıktan gurura dönüyor. Tam bir sadik sahnede birey kötüyü kavrayarak, üstlenerek varlığını çözer, öçle kusuru bir arada eritir ve elde ettiği sonucu gurura dönüştürür. _Öldürme, korkusuz ve yasa tanımaz bir özgürlüğün öfkeli iradesini en iyi belirten bir edimdir. Yok edinceye kadar zulmetme özgürlüğü, nesnenin ölümüyle artık dünyanın dışına sarkmıştır. Sade'ın yapıtlarında rastladığımız kişiler kesim üstüne kesim yapıyorlarsa, "katliam"dan kendilerini bir türlü atamıyorlarsa, bu, onları hiçbir şeyin doyuramadığındandır. _Oyunla aşılmış Bulunan böyle bir girişimin başarıya ulaşması için, şölenden sonra vücutta kalan berelerin ve 'belirtilerin iyice görünür olması gereklidir; oysa bir öldürme söz konusu olduğu zaman çok kez bir durma meydana gelecek ve başarısızlığın onaylanması gibi bir sonuca varılacaktır. Sözgelimi Blanguis orgazmdan başka bir şey olmayan bir öfke içinde karşısındakini boğazlamaktadır ve isteğin doyma noktasına gelmeden söndüğü bu kuduz iştahta umutsuzluğun izleri görülmektedir; baştan umduğu zevkler ise daha az yabancı ve daha çok karmaşıktır. _Güdülerimiz bize, ani itilerle izlemeye kalktığımız ve bununla yetindiğimiz durumlarda ulaşamayacağımız amaçlar göstermektedir: _Kombinezonların, zevk düzenlerinin sayısını arttırmış oluyor; ama erotizmin bu şekilde toplumsallaştırılmasında daha derin nedenler aramak gerekir. _Cinselliğe şeytansı bir genişlik kazandırabilmek için suç ortakları gerekmektedir. Onların varlığıyladır ki birine uyguladığımız, ya da birinin bize uyguladığı cinsel edim, olağan anlarda eriyip gideceği yerde güvenli bir biçime bürünebiliyor. O suçla, o kıyıcılıkla öyle bir ilgi, öyle bir yakınlık kuruluyor ki artık onu kötüye yormak iyice güçleşiyor; şaşırmak için, korkmak için kişinin kendine uzaktan, başkalarının gözüyle bakması gerekiyor. _Sodome'un Günleri'nde fanteziler, uygulanmadan önce bir de anlatılır. Bu ikili durumla, cinsel edim uygulanma sırasında ayrı ayrı algılanan bir görünüm kazanıyor; aynı zamanda tuhaf ve hayvansal bir alevin kararttığı anlamı büyüterek sürdürüyor çünkü bir yandan zevk düşkünü kendi jestlerine, öbür yandan kurban, kendi coşkularına uygulanırlarsa, özgürlük de, bilinç de etin sapışı içinde sapıp Gideceklerdir. Biri budala bir acıdan, öbürü sarsıntılı bir şehvetten ibaret kalacaklardır. Sevişenlerin çevrelerinde birtakım tanıkların bulunması, öznenin kendi varlığını daha keskin bir şekilde belirleyen bir durum yaratıyor. Bir kurbana acı çektirirken Sade, kendisine bakanların gözlerinde bir nesnedir; tersine, acı çektirdiği vücuda bakarken edilginliğinin ortasında bir özne olarak kendine gelmektedir; böylece başkalarından gelen ve kendine dönen bu iki durum birbirine karışarak tamamlanmaktadır. _Sadik suç, hiçbir zaman kendini doğuran amacın aynı değildir. Kurbanın durumu o amaçla tam ilintili olmadığı gibi özne de kendini düşle kavramaktadır. Aralarındaki bağlantı, kendilerini su sızmaz özdenliğin kucağına atan dramın alaya alınmış bir benzeridir sadece. Bunun içindir ki Sodome'un Yüz Yirmi Günü'ndeki papaz, aynı anda bir ikincisini kafasına koymadan bir suça girişmiyordu. Zevk düşkünü için suikast anı ayrıcalı bir andır. Gerçekle zorunlu olarak çatışacağı utanç durumunu böye anlarda unutabilmektedir de ondan. _Rezaletteki aşırılığın zevkle çatışan bir tatsızlık yaratması olağan bir şeydir. Kıyıcılık, uygun sınırları aştıktan sonra uygulanması çok güç bir sanat oluyor. _Kıyıcılık: En yüksek kertedeki çekicilikler bile, boyun eğme ve katlanma edimleri, karşımızdaki kimselerce bize sunulmuş olmadıkça sıfırdırlar ve nesnenin isteğine göre kıyıcı hareketlerde bulunmak gerekir; daha yüksek zevklere ancak bu istek gerçekleştikçe ulaşılabilir. _Burada şimdi yaptıklarımız, asıl yapmak istediklerimizin sadece bir gölgesinden başka bir şey değildir. Cinayetler, kıyıcılıklar önemli özelliklerini yalnız yasaklanmış olmalarından almıyorlar, aynı zamanda bunları işleyenlerin en uç sayıklamalar içinde kendilerini aldatır duruma düşmeleri de şart. Güneşe saldırmak, şu evreni ondan yoksun bırakmak ya da dünyayı tutuşturmak için hükmümüz altına almak. Gerçek suç bu olurdu işte, asıl suç. Yalnız burda bir noktaya dikkat etmek gerekir; yukardaki düşün yatıştırıcı bir yönü varsa o da suçlunun evrenle birlikte yok olmayı tasarlamasından ileri geliyor; evreni yakacak, kendini de yoksun bırakacak. _Edebiyat_ _Kişioğlu mutluluğu ancak düş gücünün isteklerini yerine getirirken yakalayabilir. Sade, erotizmi seçerken düşcül olanı da seçmektedir; başarısızlığını, kırıklığını tehlikeye sokmadan kendini güvenle yerleştireceği tek sığınak düşcül edimlerdir çünkü. Kişioğlu, zamandan, yerden, polisten, mapustan, yokluğun boşluğundan, donuk durumlardan, varlığın çözülmez işlerinden, ölümden, hayattan ve bütün uyumsuzluklardan yalnız onunla kaçıp kurtulacaktır. Ve Sade'ın erotizmi kıyıcılıkla, öldürücülükle değil, başka bir şeyle bütünlenecektir: Edebiyatla. Edebiyat Sade'a düşlerini lif lif ayırmak ve onları adlandırmak olanağını vermiş, onun şeytansı sistemiyle birbirine dolanmış uyumsuzlukların üstüne yükselmesini sağlamıştır. Dahası var, suçlu gölgeleri saldırgan bir şekilde göz önüne serildiği için edebiyatın kendisi de şeytansı bir iş oluyor; edebiyata paha biçilemez bir değer kazandıran da bu olsa gerek. Sade'da kendi yazış tarzına balta girmemiş ormanları, hayvanları yakıştıran bir insan-sevmez (misanthrope) hali hiç yoktur; öbür insanlardan kopmuştur, ulaşılmaz bir varoluştur onun dadandığı. Özel hayatının ortasında yabancı bilinçleri tanık olarak yaşatması gibi, geniş halk kitleleri karşısında kitaplarla kendini betimlemesi de doğal bir şeydir. _Günahlarımla ödeşip duracağımı, kendimi korkunç bir çekimserliğe, bir yokluğa indirgeyeceğimi sandınızdı. Ama hesabınız doğru çıkmadı. Bana hayaletler, gölgeler kazandırmış oldunuz; asıl iş bundan sonra başlıyor o hayaletlerle, o gölgelerle. _Fantezilerine paralel giden gerçek, bir yerde yoğunluğunu o fantezilere yüklemeye başlayınca incitiyordu da onları; kelimelerde saklı simgelerdi bunlar. Bir çocuk bile bilir ki kâğıtlara çiziktirdiği karalamalar, kendi katkısızlıkları içindeki kirli düşünceyi daha iyi belirttiklerinden, organların kendilerinden de, jestlerinden de daha büyük bir ayıp gerilimi yapabilmektedirler. _Aynı kalenin başka bir hücresinde çile dolduran Mirabeau da "diri diri mezara gömdüler beni" diye inliyor, yazarak kendini oyalamak istiyordu; çevirilerle, açık saçık yazışmalarla bir yandan zamanını öldürüyor, etini susturuyor, bir yandan da düşman toplumu dinamitlemeye çalışıyordu. Sade'ın da böylesi birtakım itilerle hareket ettiğini görüyoruz; o da kendi cellatlarından öç almak için yanıp tutuşmaktadır; karısına yazdığı mektuplara neşeli küfürler döşenir: _Kendini rezil etmekten başka hiçbir isteği yok mu acaba? _Şeytana dadanması çok kolay bir işti. Ondaki içtenlik, kötü niyetle çözülmez bir şekilde iç içe girmişti bir kere. Gerçeğin rezil olmasından büyük bir keyif duyuyordu. Rezaletin bir görevi varsa, bunu mutlaka gerçek adına kullanmalıydı. Haksızlıklarını kibirle üstlendiği anlarda da kendisini haklı bulmuş, kesenkes aşağıladığı halk yığınlarına bir bildiri ulaştırmayı ihmal etmemiştir. _Sade'da kibrinin iyice maskeleyemediği içten bir tutku, bir zayıflık var. suçluluk adı altında da olsa toplum Sade'in yüreğinde bağdaş kurmuştur. _Başkalarını bağışlayarak, hatta doğrulayarak çıkmaza düşürmesi gerekir. _Kendini anlatacağı, kabul ettirmeye çalışacağı yerde savunma yolunu seçmiştir. _Bir yerde, evrensel törenin her ilkesi gerçek birer kuruntudur derken, bir başka yerde çağdaş estetiğin genel koşullarına uysalca boyun eğmekte, evrensel mantığın savlarına katılmaktadır. Böylece düşüncesi de, sanatı da bir açıklığa kavuşuyor: Kendini ileri sürüyorsa, bu her zaman kendini bağışlamak gibi bir edimi sınamasına bağlanmalıdır. _Sade'in yapıtları, kendi suçluluğunu ortadan kaldırarak, suçun en uç bölgelerine yönelme yolunda belirsiz bir atılımda bulunmak diye özetlenebilir. _Sade, günümüzde türlü görünümler altında dönen temel soruna eğilmemizi istiyor: İnsanın insanla ilişkilerine. _Onu öldürmeyi seçtiler. Önce hücrelerdeki sıkıntının ufacık ateşiyle, sonra lekelemekle, adını silmekle. Böylesi bir ölümü kendisi de istemişti zaten. “Mezarımı örter örtmez üstüne ağaçlar dikilsin. Mezarımın izleri kalmasın yeryüzünde. İnsanların belleğinde hiçbir anım kalmadı diye övünç duyayım.” Son isteklerinden yalnız buna uyuldu. _Sade'in anısı, budala öykülerle değiştirildi. Adı sadizm, sadik gibi ağır kelimelerle karıştırıldı. Günlükleri yok edildi. Müsveddeleri yakıldı, kitapları yasaklandı. _Sade'ı tutan yazarların onda bir peygamber dehasını selamlamaları, kuşkusuz biraz da bu kepazece sessizliğe karşı olmuştur. Bu kez Sade, bir Nietzsche, bir Stirner, bir Freud gibi ya da sürrealizm gibi anılmaya başladı. Ancak bütün tapmalar gibi bu tapma da, "Tanrısal Marki" yi iyice tanrılaştırarak hayırlılık mı etti ona? Ne zaman Sade'ı anlamak istediysek tapınmaya itildik. Onu bir halk düşmanı ya da bir put gibi değil, bir adam, bir yazar olarak ele alan eleştirmenler sayılıdır. Sade'in yeniden yeryüzüne, aramıza inişi de onlarladır. _Gerçek yeri nedir? İlgimizi çekmesi nereden geliyor? Hayranları da saklayamazlar ki, yapıtının büyük bölümü okunaksızdır. Feslefe yönünden tutarsızlığını örtmek için bayağılığa sığınma geleneğindedir. Rezaletlerine gelince, hayranlığı çeken bir özgünlüğü yok bunların. Sade'ın bu konuda yeni bir şey yarattığı yok; psikiyatri kitaplarında en aşağı onunkiler kadar garip örneklere bol bol rastlanıyor. Aslında Sade'ın dikkatimizi çekişi, ne sadece yazarlığında ne de sadece cinsel sapık oluşunda. Bu ikisi arasında kurduğu, yaşattığı bağlantılar Sade'ı Sade yapan. Sade'ın sapıklıkları, birer doğa verisi olarak bu sapıklıklara uyacağı yerde, onları savunmak için geniş bir sistem kurmasıyla değer kazanmaktadır. _Kendi bireyimizi yadsımadan bütün isteklerimizi yerine getirebilir miyiz? Ya da yalnız farklılıklarımızdan vazgeçerek mi topluma bitişiyoruz? Bu sorun, hepimizin sorunudur. Sade'da farklar bir yandan rezalete kadar uzanıyor; öte yandan edebi çalışmasının genişliği toplumca kabul edilmeyi nasıl bir tutkuyla istediğini gösteriyor. _Adamakıllı rezil edimlerinin ilki, tutuklanmasından hemen sonra olmuştur. Sade salıverilince metresi Beauvo-isin de onunla birlikte şatoya geliyor. Bütün eyalet sosyetesinin önünde Madame Sade adıyla dans ediyor. Sade'ın papazı da sessiz bir şekilde suça ortak oluyor _O ki, birinden birine sırayla bağlanmak için iyi ile kötü kolayca ayırdedilemiyordu, öyleyse iyinin karşısında, hatta onun işleviyle, kötüyü yüklenmeliydi. _Sade, erdemin bütün yavanlığını ve sıkıntısını karısında gördü; bunu, yalnız etten kemikten bir varlığın oluşturabileceği bir tiksinmede eritti. Karısı, Sade için bir düşman değil, yarattığı bütün evli kadın tipleri gibi bir seçme kurbanıydı: Suç ortağı olması istenen biri. _İyiliğin, candanlığın, bağlılığın, erdemin üstünde kötülüğün parlak egemenliğini kurmuş. Karı-kocalık erdemlerini duygularının, geçici heveslerinin yedeğinde götürerek toplumla çok güzel bir şekilde alay etmiştir. _Yasaların en korkunç silahı Sade için ne cezaevi, ne de giyotin; en korkunç silahı yaralanabilir yüreklere işleyecek kindir, ağudur. _Rose Keller dilencisini Arcueil'deki evinde kendine çekmek için kutsal günlerden birini seçmesi ateşle oynamak değil midir? Kırbaçlanan, hırpalanan, alıkonan Rose Keller çırılçıplak sokağa kaçınca bir rezalet daha çıktı. Sade bunu kısa sürelerle iki kez tutuklanarak ödemiştir. Üç yıllık sürgünlüğü sırasında yola geldiğine tanık oluyoruz. Şato sahibi ve koca rollerini oynuyor; karısından iki çocuğu oluyor, Saumone halkının saygısını kazanıyor, bahçesiyle uğraşıyor, tiyatrosunda komediler oynatıyor. Bunlardan biri de kendi yazdığıydı. Ama ne ki girdiği bu kurucu hayattan da payını almaktan gecikmeyecektir. 1771'de borçları yüzünden deliğe tıkıldı. Sonra salındı. Ama ondaki erdem çabasını soğutmuştu bu. _Sade, varlıkları kendi çevresinde tek tek bir evrene yerleştirirken "kötü"ye sığınıyordu. Ama suç özellikle erdem adına işleniyorsa Sade yoktu o işte. Ahlak kaygılarıyla gelişen Terör onun şeytansı dünyasında en köklü yadsımayı yaratmıştır. _Etin aşağılanmasından tat almak, bir coşku payı çıkarmak için ilkin değerlendirmek gerekir onu. Yoksa insanlar birer eşyaymış gibi işlem gördükçe, etin ne anlamı kalacaktır, ne de değeri. …… __ _Simone de Beauvoir_(1908-1986) _Fransız yazar ve feminist. Sorbonne’da felsefe eğitimi alırken Sartre ile tanışır. 1929’da felsefede Agregation başaran en genç öğrenci olur. Sartre o yıl birinci olur, Simone ise ikinci. Sorbonne’da iken hayatı boyunca bilinecek lakabı Castor(Cesur)u edinecektir. _Denemesinde erkeklerin kadınları, erkekleri yanlış izlenimlere sokan gizemli “diğer”ler olarak gördüğünü iddia eder. Ve erkeklerin, bu “diğer”olma durumunu, kadınları ve onların problemlerini anlamadıklarına, onlara yardım etmediklerine hatta onlara uyguladıkları baskılara bir neden olarak kullandıklarını iddia eder. Bu durumun tüm toplumlarda klişeleşmiş bir hal aldığını ve her zaman hiyerarşiyi elinde tutanların güçsüzleri “diğer” olarak tanımladığını ve onları etraflarında dolaşan karanlık gölgeler olarak nitelendirdiğini savunmuştur. Bu durumun sınıflar arasındaki ilişkilerde, dinsel, ırksal ayrımların mücadelesinde her türlü karşıtlıkta görüldüğünü ama hiç karşıtlıkta “diğer” nitelendirmesinin ve “diğer”e yaklaşımın kadın-erkek ayrımındaki kadar klişeleşmiş bir hal almadığını, hayatın mevcut düzenine gerekçe olarak gösterilmediğini söyler. _Kadınların diğer olarak tanımlanmasını ve mevcut sosyal konumunu, gördüğü baskının temeli olarak olarak nitelendirir. De Beauvoir tarihte her zaman kadının sapkın ve anormal canlılar olarak görüldüğünü iddia eder. Bu durum kadınların kendilerini normalden sapmış, dışta kalan ve normale ulaşmaya çalışan canlılar gibi algılamalarını sağlayarak onlarını başarılarını sınırlandırmıştır.” der. Feminizme göre bu düşünce artık bir kenara atılmalıdır. De Beauvoir iddia eder ki kadınlar erkekler kadar ayrım yapma, seçme yeteneğine sahiptir ve böylece kendilerini geliştirmeyi seçebilir, kadını mevcut durumundan ileri götürebilir, kendi hayatlarının ve dünyanın sorumluluğunu alabilir. _Kadın doğulmaz kadın olunur. _Kadını götürüp mutfağa ya da süslenme odasına kapatıyor, sonra da ufkunun darlığına şaşırıyoruz; kanatlarını kesiyoruz, sonra da uçamıyor diye yakınıyoruz _Evlilik geleneksel olarak kadınlara sunulmuş tek gelecektir. Birçok kadın ya evlidir, ya bir zamanlar evlilik geçirmiştir ya da evli olmadığı için acı çekiyordur. _Sadece erkek değildir kadını ezen. Kadın kendi hayatından sorumlu olmaktan vazgeçerek kendi kendini de eziyor. _Ah! Beni yaşamak öldürüyor. _Güneşin parlaklığını yakıcı çıplak haliyle yüz yüze geldiğinizde değil, kapalı panjurlar arasından süzüldüğünde çok daha iyi hissedersiniz _ Asıl kötü olan, kendini tanımlanmış, çerçevelenmiş, olup bitmiş olarak bulmak, gelip geçici anların birbirine eklenmesiyle etrafınızda sizi kapana kıstıran bir kabuğun oluşması. _Çoğu kadınlar aşıklarından çok kapıcılarının sözünü dinlerler: Aşıkları bir tek insandır; kapıcıları ise kamunun sesidir. _İyi bir kitap kadar insanı kendinden uzaklaştıran hiçbir şey yoktur _Egemen sınıfın isteği gücü sürdürmektir ve bunun tek yolu kadınları evde tutmaktır. Kadın depolitize olursa erkeği de depolitize eder. Çünkü kadınların özgürleşmesi daima toplumsal özgürleşme ile ilişkilidir. _Bir taş gibi çölün ortasında yapayalnızdı ama lüzumsuz varlığının bilincinde olmaya mahkum edilmişti. _Ülke muazzam yolsuzlukların ve her şeyi felce uğratan tedbirlerin sorumlusu kemikleşmiş bir bürokrasi aygıtı yüzünden tıkanıp kalmıştı. _İstemeyiş bile bir seçiştir, susuş bile bir sesleniştir. _Sizin tek çılgınlığınız, kendinizi deli sanmanız. _Kafa hala sağlamken, bedenin insanı bırakıp gitmesi korkunç bir şey __ _Ad hominem: Karşı tarafın ileri sürdüğü ve sadece kendini bağlayan görüş. _Özgür tutsaklar _Neşeli küfürler _Muhalif masturbasyonları _Yavan : Katıksız, görgüsüz, bilgisiz, tatsız _Sürünceme : Bir işin, sonuçlanıncaya değin gereksiz yere uğradığı gecikmelerin tümü _İti : Belli bir amaca erişmek için duyumsanan güçlü ve sürekli, dayanılmaz tepi _Kombinezon : Bir işi iyi bir biçimde sonuçlandırmak _Sefih : Zevke ve eğlenceye aşırı ölçüde düşkün _Egosantrizm – benmerkezcilik : Her şeyi kendine dayandırmak. Kendi fikrini, mantığını ve duygusunu ölçü ve merkez almak. _Sadik : Sadist _Algolagnia – Sado-mazo : Acı duymaktan yada acı vermekten alınan cinsel haz _Romanesk : Romalılardan gelen. İngilterede norman tarz olarak anılır. _Avare : başıboş, aylak. _Belirsizlik Ahlakı _Kendimizde yankılandırmak _Sodom filmi: 8 sayısı ile aile arasındaki bağı biliyor musunuz? 8, 2 defa dörttür ve 4 kez 2’dir. Ya ailen? İyiler sağ olun. __
·
1.416 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.