Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

_Her inanç, Putperestliktir. _İster bir ağaç ya da taştan bir put yapın, isterse onu soyut kavramlardan oluşturun fark etmez. Hepsi birdir. Değil mi ki önümüze kurban sunduğumuz, yakarıp şükrettiğimiz kişisel bir varlık koyuyoruz. Bu nihayetinde putperestliktir. Aslında ister koyunumuzu isterse istek ve eğilimlerimizi kurban edelim, bu çok büyük bir fark teşkil etmez. Her türlü ibadet ya da yakarış biçimi putperestliğin su götürmez kanıtıdır. Ve işte bu yüzdendir ki bütün dinlerin mistik mezhepleri üstatları için her türlü ibadet biçimini kaldırmakta uzlaşırlar. _Tanrı ve dindarlar, bizzat kendileri tahamülsüzlük ve insafsızlık timsali iken, tahammül ve sabır tavsiye etmeleri biraz fazla olmuyor mu? Sapkınlar icin kurulan mahkemeleri, engizisyonları, din savaşlarını, haclı seferlerini, Sokrates'e icirilen baldıran zehrini, Bruno ve Vanini'nin yakılarak oldurulmelerini duşunun. _Felsefe ve Din: Bu ikisinin bir diğeri karşısındaki konumu nedir? Her ikisi de hakikat arayışı içinde insana yardımcı olma iddiasında olduğuna göre, nasıl oluyor birbirlerini ortadan kaldırmaya kalkışıyorlar? _Doğru ve erdem, yükseklerde kanat çırpmalıdır. Kant _Hakiki olanların bir yararı yoksa, ruhları aldatıcı ve kandırıcı sözlerle dizginleriz. Philalethes _Düsturum: İsterse dünya icin felaket olsun. Yeter ki adalet tecelli edip, hakikat hükümran olsun. _Başkalarının kalın kafalılığından dolayı yalanlara ve sahtekarlıklara neden saygı duymam gerektiğini anlamıyorum. Her yerde hakikate saygı duyarım ve bu sebepten ötürü, ona karşı olan hicbir şeye saygı duyamam. İnsanların akıllarına boyle pranga vurduğunuz surece, hakikat asla ışıldamayacaktır. _Kalabalıkları felsefi olarak aydınlatmak imkansızdır. Hakikat, kalabalıkların anlayış guclerini katbekat aşacaktır. Eğer onları hakikati tanıyıp kavrayıncaya kadar beklemek isteseydik, hiç kuşku yok, çok gec kalırdık. Onun için kalabalıkların kaba ve kötü eğilimleri dizginlenmelidir. _Din, kalabalıkların metafiziğidir. Nasıl ki bir halk şiiri varsa, bir halk metafiziği de olmalıdır cunku insanlar kesinlikle bir hayat yorumuna ihtiyac duyarlar ve bu onların anlayış gucleriyle uyumlu olmalıdır. Bu yuzden bu yorum her zaman hakikatin alegorik-mecazi bir anlatımıdır. Davranış icin bir kılavuz ve ıstırap ile ölüm halinde bir iç rahatlığı ve teselli. _(Kapak yazısı: Kalabalıkları felsefi olarak aydınlatmak mümkün müdür? Mecaz ihtiyacı böyle bir aydınlatma imkânsızlığından mı kaynaklanmaktadır? O halde aradaki fark, birinin saf hakikat, diğerinin o hakikatin mecaza büründürülmüş ifadesi olmasından mı ibarettir? Eğer böyle ise avamın dilinde mecazın hakikate “inkılâp etmesi” ne anlama gelir? Bu durumda dinin her türlü hukuk ve düzenin vazgeçilmez temeli olma iddiası ne ölçüde savunulabilir?) _Yalınlıktır hakikatin alameti farikası. _Önce yaşa, sonra felsefe yap. Pratik Hedefler, her bakımdan teorik olanların onunde gider. İşte yüksek bir bakış açısı. _Kural olarak, dinlerden kuşkulanmak hemen hemen kişinin kendi varlığından kuşkulanması kadar imkansız olacaktır. _Din her zaman soylu ve tutkulu saf hakikat özlemiyle catışma icerisinde olmuş ve hep catışma icinde olacaktır. _Din kör birinin elinden tutan kimseye benzer çünkü onun görecek gözleri yoktur. Körün butun istediği, yürürken her şeyi görmek değil, gitmek istediği yere ulaşmaktır. _Erken yaşlarda belleklere kazınmış olan dini dogmaların gucu o kadar coktur ki, vicdanı ve sonunda her turlu merhamet ve insani duyguyu boğup yok edebilir. Din adamlarının uzerine titrediği tek bir şey vardır. En erken yaşlarda butun inanc umdelerini korpe dimağlara kazımaktır. Oyle ki bu tekrarlı talim beyinlerinin bir bakıma kısmen felç olmasıyla sonuclanır. Bu da butun hayatları boyunca kendisini ahmakca bir bağnazlıkla dışa vurur. Aralanndaki yuksek derecede zeki ve anlayışlı kimseleri bile bu bağnazlıkla kendi duzeylerine indirirler ve biz bunlar hakkında ne duşuneceğimizi ya da ne yapacağımızı bilemeyiz. _Eğer hakikati bulamadıysak bunun baş sorumlusu dinin butun donemlerde ve butun ulkelerde felsefe uzerinde icra ettiği baskıdır. İnsanlar ruhlarını istedikleri gibi şekillendirip kendi cıkarlarına kullanmak icin cocukları en erken yaşlarda rahiplerin ellerine bırakarak hakikatin sadece dile getirilmesini ve iletilmesini değil, duşunulmesini ve ortaya cıkarılmasını da imkansız hale getirmeye calıştılar. _Dinin her turlu hukuk ve düzenin vazgecilmez temeli olduğununa karşı cıkacağım. Cunku boyle bir bakış acısından ışık ve hakikat uğruna verilen saf ve kutsal mucadele, en hafif deyimiyle, donkişotvari bir şey. Hatta itibar ve itaat edilen baskın inancı hakikatin tahtını ele gecirmiş ve onu yalan ve aldatmayla elinde tutmayı surduren bir gasıp olarak mahkum etmeye kalkışacak olursa cezayı mustelzim bir suc olarak gorunecektir. _Eskiler, ozellikle Greklerin, kutsal metinleri belleklere kazınan dogmalan yoktu. Rahiplerin gorevleri tapınaklardaki ibadetlerle, ilahilerle ve benzeri şeylerle sınırlıydı. Az vaaz ve nasihatlerde bulunur, insanların yaptıklarıyla pek fazla ilgilenmezlerdi. Ancak acıktan acığa tanrıların mevcudiyetini reddeden ya da onları tahkir ve tezyif eden cezalandırılıyordu. _Dinlerin parlak yanı, hile ve aldatmacadır. Bu inkar edilemez. O zaman rahipler de aldatıcılar ile ahlakcılar arasında bir şeye denk gelir. Cunku biliyor olsalar bile ki zannetmem oyle olsun, gayet doğru bir şekilde acıkladığınız gibi, gercek hakikati oğretmeyi goze alamıyorlar. Herhalde gercek, doğru bir felsefe olabilir, ama gercek bir din olamaz. Sozunu ettiğim sizin soylediğiniz suslu ve alegorik anlamda değil, kelimenin gercek anlamında "gercek"tir. Sozunu ettiğiniz anlamda her din gercektir, soz konusu olan sadece bu gercekliğin değişik dereceleridir. _Çıplak hakikat oylesine yalın ve anlaşılır olmalıdır ki mitoslar ve masallarla (bir suru yalan) karıştırılmaksızın, diğer bir deyişle, gorunumunu değiştirip din kisvesi icine sokulmaksızın gercek formu icinde herkese bildirilebilmelidir. _Hakikat daha yalın ve anlaşılabilir bir form icinde olsaydı, onun temsilcisi olarak dini alaşağı ederdi elbette. İşte o zaman din, vazifesini yerine getirmiş ve ömrunu tamamlamış olacaktır; o zaman olgunlaşmasına önayak olduğu insan soyunun kendisinden uzaklaşmasına ses çıkarmayabilir. Fakat din yaşadığı surece, biri hakikat diğeri yalan ve aldatma olmak uzere iki yuzu vardır. _İnsanın kendisine belletilen şeylerden asla kuşku duyamayacağına kesinkez ikna edilmesi korkunc bir şeydir. Sozunu ettiklerim, bilgimizin temelini etkileyen, dolayısıyla ebediyen bakış acımızı belirleyen onermelerdir. Bunlann kendilerinin yanlış olması halinde bakış acımız ebediyen bozulup carpıtılmış olur. Ayrıca bu onermelerin doğal sonucları her yerde her noktada butun bilgi sistemimizi etkilediği icin karşılaşacağımız şey bilgi bakımından tam bir carpıtma ve sakatlanma olur. Örn. Ortacağ edebiyatı. Bu donemlerin en buyuk kafalarına bakın ve zihinlerinin bu yanlış temel fikir ya da faraziyelerle nasıl felç olduğunu ve bilhassa doğanın hakiki özü ve işleyişine dair derin kavrayışlann, deyiş yerinde ise, onunun nasıl tıkandığını gorun. _Hıristiyanlık, her turlu duşunsel ve ozellikle felsefi cabanın onunde bir kabul gibi durur ve her turlu ilerlemenin onunu tıkar veya gelişmesini engeller. Tanrı, şeytan, melekler, cinler butun tabiatı donemin bilginlerinden gizlemiştir; hicbir araştırma sonuna kadar goturulmemiş, hicbir mesele derinlemesine tetkik edilmemiştir; en acık ve anlaşılır illiyet bağının otesinde yer alan her şey derhal bunlara atfedilmiştir. _Eğer bir kimse, prangaları kırıp atacak nadir rastlanır bir duşunce esnekliğine sahip olsaydı, kendisi ve yazdıkları ateşe verilirdi. Fakat sıradan kafaların metafiziğin bu ilk hazırlık aşamasıyla nasıl felc oldukları gorulebilir. Boyle bir adamın kural olarak sadece, onun dogmalarımın kendi inancının dogmalarıyla uyuşmadığını dikkatli bir şekilde gostermekle ilgilendiğini goruruz. Boylelikle o cocukca duşunceleriyle, yabancı inanc sisteminin sahte ozunu acığa cıkardığını hayal eder. Asla bu ikisinden hangisinin doğru olduğu sorusunu sormak gercekten aklına gelmez; bilakis kendi inanc esasları onun icin a priori kesin ilkelerdir. Mr. Morrisonun, Cinlilerin din ve felsefesini eleştirmeye kalkıştığı 20. cildinde bunun eğlendirici bir orneğini sunar. _Demopheles : Mitoslar, meseller ve misaller dışında başka bir şekilde dile getirilemeyen hakikat, bir kap olmaksızın taşınamayan su gibidir; fakat onu saf ve yalın haliyle elde etmekte ısrar eden filozoflar suyun kendisine sahip olmak icin kabı kıran kimseye benzerler. Din misal, mesel ve mitoslarla ifade edilmiş ve bu haliyle bir butun olarak insanlık icin anlaşılıp hazmedilmesi mumkun hale getirilmiş hakikattir. Cunku insanlar saf ve yalın haliyle hakikate asla tahammul edemezler. Mecaz ve teşbih dilini bir tarafa bırakırsak diyebiliriz ki hayatın derin anlamı ve yuksek hedefi kitlelere ancak simgesel bir dille gosterilip takdim edilebilir cunku onlar hayatı gercek anlamıyla kavrayamazlar. _Philalethes: Anlıyorum, nihayetinde bu yalan kisvesini uzerine gecirmiş hakikat anlamına geliyor. Fakat boyle yaparak o kendisi icin olumcul olan bir muttefikle ittifak yapmış oluyor. Yanlışı hakikatin kabı ya da aracı olarak kullanma yetkisine sahip olanların ellerine boylelikle ne tehlikeli bir silah verilmiş oluyor! Eğer durum buysa korkarım yanlışın yol actığı zarar hakikatten elde edilen faydadan daha buyuk olacaktır. _Özgürlük bir sırdır. _Her şeyin gercekte sır olduğu soylenebilir. Cunku hakikati, kaba ve cahil halleriyle kalabalıkların kafasına sokmak mutlak olarak imkansızdır. Onların payına ancak onun mecaz, teşbih ve mitoslarla bezeli yansıması duşebilir ve bu haliyle o, onları aydınlatabilir. Cıplak hakikatin bayağı kalabalıkların huzurunda yeri yoktur. _Mitos ve alegori, dinin asli unsurlarıdır fakat buyuk kitlelerin zihinsel - duşunsel sınırlılıkları nedeniyle kacınılmaz olan bu durumda din, insanın sökülüp atılamaz nitelikteki metafizik gereksinimlerini uygun bicimde tatmin eder ve erişilmesi son derece guc ve belki de imkansız olan saf felsefi hakikatin yerini alır. _Philalethes: Ah, evet, bu bir bakıma tahta bir bacağın doğal olanın yerini almasına benziyor; doğal bir bacak olarak gorulmesini talep eder ve az ya da cok mahirane bicimde bedene iliştirilir. Tek fark şudur, doğal bir bacak kural olarak tahta bacaktan once gelirken, din her yerde felsefenin onune gecmiştir. _Demopheles: Butun bunlar doğru olabilir, fakat doğal bacağı olmayan birisi icin tahta bacak buyuk bir kıymete sahiptir. Şunu aklınızdan cıkarmayın, insanın metafizik gereksinimleri mutlaka tatmin edilmelidir, cunku onun duşuncelerinin ufkunun bir sonu olmalıdır ve sınırsız hudutsuz bırakılamaz. _Otoritenin desteklediği bu hakikat turu, doğrudan insanın metafizik mizacına, yani ne yapsa goruş ufku icinden cıkarıp atamadığı bu varoluş muamması karşısında hissettiği ihtiyacına, dunyanın maddi boyutunun arkasında oyle veya boyle metafizik olan bir şeyin, surekli değişimin temeli olarak hizmet eden değişmeyen bir şeyin varolması gerektiği bilincinden kaynaklanan bir ihtiyaca seslenir. O ayrıca surekli ihtiyac icinde yaşayan olumlulerin iradesine, korkulanna ve umutlanna seslenir; din bunlar icin yakarabileceği, tarziyede bulunup teskin edebileceği, lutfunu ya da inayetini kazanabileceği tanrılar, daimonlar yaratır. nihayet din inkar edilemez bicimde insanın icinde mevcut olan ahlak bilincine seslenir ve ona dışarıdan teyit (onaylama) ve destek sağlar. Hayatın sayısız dert ve kederi karşısında din tam da bu yandan tukenmez bir teselli ve ferahlık kaynağı sunar. _Hindistan'da Brahmanlar, misyonerlerin öğretilerini ya kucumseyici bir onaylama gülümseyişiyle hoşgörürler ya da omuzlarını silkerek reddederler. İngilizlerin ellerinde tuttukları bolgenin nufusu 150 milyonu bulmaktadır. Milyon kişi arasından cıka cıka uc kuruşa ruhunu satmış uc yuz ruşvetci cıkmaktadır. Hıristiyanlığı kabul edenlerin de aşırı ahlaksızlıklarıyla tanınmış kimseler oldukları kabul edilmektedir. __ _Diyaloglar_ _Demopheles: Herkes kendi dininin kutsal olduğunu duşunur ve bu yuzden siz de ona saygı gostermelisiniz. Dini, iğneleyici duşunceler, hatta alay icin malzeme yapıyorsunuz. _Farklı dinler insanların kendi başına anlayamayacakları hakikati kavrayıp anladıkları değişik sistemlerden ibarettir. Onlar icin hakikati bu sistemlerden koparmak mumkun değildir. Bu yuzden, bu sistemleri alaya almanın hem dar kafalılık hem de haksızlık olduğunu soylersem gucenip darılmayın. _Philalethes: Başkalarının kalın kafalılığından dolayı yalanlara ve sahtekarlıklara neden saygı duymam gerektiğini anlamıyorum. _Demopheles: Din, gunluk hayatın iğrenc uğraşları ve angaryası icinde kaybolmuş kitlelerin kaba aklına ve sakar anlayışlarına, hayatın yuksek önemini bildirmenin ve hissettirmenin yegane yolunu sunar. Çünkü kural olarak sıradan insan, esas itibariyle maddi ihtiyaclarını ve özlemlerini tatmin eden ve dolayısıyla bir parca eğlendiren ve hoşca vakit gecirmesini sağlayan şeylerden başka bir şeye ilgi duymaz. Din kurucuları ve filozoflar, dunyaya onun bu uyuşukluğunu sarsmak ve ona varoluşun yuksek anlamını gostermek icin gelirler. _Philalethes: Neden dinin öğretileri, insan araştırmalannın sınırı veya kılavuzu olsun ve azınlığın, sizin soylediğiniz şekliyle, muaf olanların metafiziği neden bu kalabalıkların metafiziğine uymak, onu guclendirmek ve yorumlamak zorunda kalsın? Ve insan aklının en yuksek melekeleri, sırf halk metafiziğini baltalamasın diye neden kullanılmamış ve gelişmemiş, hatta daha tomurcuk halindeyken kesilip budanmak zorunda kalsın? _Onun dustur ve dogmaları her kafaya en erken yaşlarda oylesine buyuk bir gayretle, oylesine derin ve sağlam bir şekilde kazınmaktadır ki o kafa, mucizevi bir esnekliğe sahip olmadıkca, bir daha omur boyu bunların etkisinden kurtulamamaktadır. Ozgun duşunce ve yansız yargı yeteneği, ilgili oldukları şeyler bakımından ebediyen felç ve harap edilmektedir. _Ah, keşke bir kanaat, derin kavrayışa dayansaydı! O zaman kanıt ve deliller ileri surulebilir, savaş da eşit silahlarla yapılabilirdi. Fakat dinler temellendirmelerle kanaate değil, fakat vahiyle inanca hitap ederler. _Soz gelimi bir sapkın ya da bir dinsizin oldurulmesi gelecekte ruhunun kurtuluşu icin elzem olsaydı, hemen herkes bunu hayatının en başta gelen, ilk sırada halledilmesi gereken işi yapardı. Eskiden neredeyse her İspanyol, Tanrı'yı en ziyade hoşnut eden, en dindar bir iş olarak goruyordu. _Hindistan'da Thuglann dini cemaatinde, din duygulannı ve tanrıca Kali'ye hurmetlerini, mallarını mulklerini ele gecirmek icin her fırsatta kendi dostlarına suikast duzenleyerek ve yolcu kafilelerinin yolunu kesip katliam yaparak gosteriyorlardı ve boylelikle takdire değer bir şey yaptıklarına ve sonsuz mutluluklarına katkıda bulunduklarına ciddi bicimde inanıyorlardı. (Hindu mezhebi; Hindistan'ın buyuk bolumune yıllarca korku ve dehşet salmış, sonunda bayağı bir suclular cetesine donuştuğunden 1828-1835 arasında İngiliz hukumeti tarafından yasaklanıp dağıtılmıştır) _Eğer erken yaşlarda akıllara kazınmış inancın ne yaptığını kendi gozlerinizle ve yakından gormek istiyorsanız İngilizlere bakın. Doğanın başka herkesten cok kayırdığı, başka herkesten cok akılla, anlayışla, yargı gucuyle ve karakter sağlamlığıyla donattığı bu ulusa bakın; kiliselerinin aşıladığı ve diğer yetenekleri arasında bir saplantı ya da sabit bir fikir gibi gorunen ahmakca boş inanclarıyla başka butun milletleri geride bırakarak nasıl da kucuk duşurulduklerini, hatta alay konusu yapıldıklarını gorun. Bunun icin başka bir şeye değil, sadece eğitimin ruhban sınıfının eline bırakılmış olmasına şukretmeliler. _Demopheles: Ama din hakikatin karşısında değildir ki; bizzat kendisi hakikati oğretir. Din hakikatin cıplak haliyle gorunmesine izin veremez. Onu ilac olarak saf haliyle oneremez, fakat deyiş yerinde ise, bunun icin cozucu veya eritici bir madde olarak mitoslardan yararlanmalıdır. Bu bakımdan hakikati kendi başlarına gaz halinde bulunan ancak, başka turlu buharlaşacaklarından oturu, tıbbi kullanım ve ayrıca muhafaza ve taşıma icin kararlı, katı bir bazla birleştirilmesi gereken belli kimyasal maddelere benzetmek de mumkundur. _Demopheles: Butun dinlerin sırları vardır. Aslında bir sır, aşikar bicimde sacma bir dogmadır ve bu haliyle o, kendi başına kaba ve eğitimsiz kalabalıkların sıradan aklı icin asla anlaşılamayacak olan yuksek bir hakikati saklar. Kalabalıklar onu bu kılık icinde guvenle ve inancla kabul ederler ve onlar icin bile aşikar olan sacmalığının kendilerini yoldan cıkarmasına fırsat vermezler. Boylece şimdi onlar gucleri yettikleri nispette meselenin ozune iştirak ederler. Buna bir acıklama ve misal olarak; sozgelimi aynı zamanda hem sofu, hem de matematikci ve filozof olan Pascal bu üclü karakteriyle: Tanrı her yerde merkezdir ve hicbir yerde cevre değildir, dediğinde sırların felsefede dahi kullanımına donuk bir girişimde bulunulduğunu ekleyebilirim. _Demopheles: Sonra şu da var ki, bu gercek felsefe bulunup ortaya cıkarılmış olsaydı bile din sizin duşunduğunuz gibi ortadan kalkmazdı. Cunku herkes icin tek bir metafizik sistem olamaz. Bir insan ile diğeri arasındaki zihinsel yeterlilik bakımından doğal farklılık ve bunların gelişiminde ortaya cıkan ilave farklılık boyle bir şeye asla izin vermeyecektir. Aşırı bedensel calışma, anlayış gucunu koreltir ve onu hantal hale getirir. Dolayısıyla herhangi bir şeyi kavramasını imkansızlaştırır. İnsan soyunun en az onda dokuzu bu sınıfa dahildir. _İnsanlar yine de bir metafizik sisteme, yani dunyaya ve varoluşumuza dair bir acıklamaya muhtactırlar cunku bu onların en doğal gereksinimlerinden biridir. Şu halde doğru ve tatmin edici bir ahlak sisteminin dogmaları olmalı ve her şeyden evvel ıstırap ve olum karşısında bitmez tukenmez bir teselli sunmalıdır. Ayrıca ifadeleri ve ifadelerindeki ses tonuyla birlikte etkileyici olan bir otorite kaynağı veya dayanağı olmalıdır. _Dinin hedeflediği kitlelerin doğasını goz onunde bulundurmalı ve onların ahlaki ve zihni bakımdan icinde bulundukları sefil ve aşağılık durumun tablosunu kafasında canlandırmalıdır. Tuhaf masalların, garip merasimlerin en kaba ortusu altında kucuk bir hakikat kıvılcımı nasıl da inatla belli belirsiz ışıldamayı surdurur, insanın aklı almaz. _Karşıtlık iicinde bir yanda tek tek kişilerin bilgeliği, diğer yanda kalabalığın vahşiliği olmak uzere insanlığın iki kutbunu goruyoruz. ...... __ _Teizm_Tanrıcılık_ _Coktanrıcılık, nasıl ki doğanın munferit bolum ve guclerinin kişileştirilmesiyse, tektanncılık da doğanın butununun tek bir darbede kişileştirilmesinden ibarettir. _Kant'ın Saf Ahim Eleştirisi'inde: "Butun mumkun varlıklar arasında en yukseği olarak tasavvur ettiğimiz bir varlığın kendisine: "Ben ezelden beri ve ebede kadar varım. Benimle birlikte ancak benim irademle var olan şey vardır; fakat ben nereden geliyorum?" diye soyleyeceğini duşunmekten edemeyiz ya da boyle bir duşunmeyi destekleyemeyiz. _Mutlak varlığı, yaptıkları butun felsefenin ana konusu haline getirenler, iflah olmaz adamlardır ve okura vakitlerini boşa harcamamalarını tavsiye etmekten başkası elimden gelmez. (Hegel’e eleştiri) _Panteizm_Doğatanrıcılık_ _Felsefe profesorleri arasında teizm ve panteizm ile ilgili çekişme, bir tiyatro oyununda verilebilir. Konuşmacılardan biri, unlu buyuk kukla tiyatrosunda olduğundan emin olanı, öteki hemen atılır: "Hic de değil! Sahnede oynayanlar, yonetmen ve oyuncuların kendileri; şairin kendisi de oyunda rol alıyor." _Felsefe profesorlerinin panteizmle yasak meyveymiş gibi nasıl flört ettiklerini ve uzanıp dalından koparmaya nasıl da yureklerinin yetmediğini görmek eğlendiricidir. Önce papazların havasına göre oynamasını bilmeliler. Ama bu sefer de dışarıdan, yırtıcı insan-yiyici gercek filozofların saldırısına maruz kalabilir. Bunlar onu paketleyip ceplerinden aşırabilir ve zamanı geldiğinde eğlenmek ve kafa dağıtmak amacıyla bir cep-soytarısı olarak ortaya cıkarabilirler. _Panteizme yonelttiğim en temel itiraz hicbir şey soylememesidir. Dunyaya "Tanrı" demek onu acıklığa kavuşturmaz; sadece "dunya" sozcuğu icin gereksiz bir eşanlamlı sozcukle dilimizi zenginleştirmiş olur. _Panteizm, teizmi kendisini önceleyen bir şey olarak varsayar. Tann'dan kurtulmanın artık mumkun olmadığı bir noktaya gelince onun rolunu dunyanın ustlenmesi gerekti. Panteizmin kökeni budur. Bu, kanıtlanmamış ve zor anlaşılabilir olandan bütünüyle saçma olana geçiştir. _Tarafsız bir noktadan bakıldığında bu dunyayı bir Tanrı olarak gormek asla kimsenin aklına gelmeyecektir. Herhalde bu hepsi de bir başkası tarafından yenilip yutulmak için, amaçsız ölçüsüz, sadece kısa bir an için var olan sayısı meçhul milyonlarca can sahibi, fakat sıkıntı ve eziyet içindeki varlık formunda, ondaki acıya, ıstıraba, sefalete, yoksunluk ve ölüme katlanmak için, kendisini bizimki gibi böyiesine aç bir dünyaya dönüştürmekten daha iyi bir eğlence düşünemeyen makul olmayan bir Tanrı olmalıdır. Çıplak bedenlerinde günde ortalama altmış milyon kırbaç şaklaması duyulan altı mtilyon zenci köle, açlık ve yoksulluğa katlanan ya da havasız bodrumlarda, tavan aralarında yahut sıkıcı ve kasvetli imalathanelerde dermansız takatsiz, kuru ve anlamsız bir hayat süren üç milyon avrupalı dokuma işçisi biçiminde ve daha pek çok başka formda bu sefalete tanık oluyoruz söz gelimi. Bir tanrı olarak tamamen farklı bir şeye alışmış olması gereken bir varlık için ne eğlence ama. _Hem kadiri mutlak hem safi iyilik olan bir varlığın acı ve azap icinde kıvranan bir dunya yaratması, her ne kadar "neden boyle bir şey yapsın?" sorusunu cevaplayamasak bile, yine de her zaman anlaşılabilirdir. Ne var ki panteizm varsayımıyla, sadece bu kucuk yeryuzunde her dakikada bir can veren ve bunu kendi ozgur iradesiyle yapan yaratıcı Tanrı'nın kendisi sonsuza dek azap icindedir ki bu sacmadır. Germanica'nın saygı değer yazarının yaptığı gibi, dunyayı şeytanla ozdeşleştirmek cok daha doğru olacaktır; şunları soyler: "Bu yuzden kotu ruh ile doğa birdir ve doğanın alt edilmediği yerde kotu duşman da alt edilmez." _Panteizm taraftarları, Samsaraya Tanrı ismini vermektedirler. Buna karşılık mistikler onu Nirvana diye adlandırmayı tercih ederler. Ne var ki bunun hakkında bilebileceklerinden daha fazlasını anlatırlar. Budacılar bunu yapmaz; onlara gore Nirvana izafi bir hicliktir. Yahudiler, Hıristiyanlar ve Muslumanlar Tanrı sozcuğunu doğru ve gercek anlamında kullanırlar. __
257 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.