Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

_Laiklik, medeniyettir. _Laikliği, her şeyin üstünde zorunlu buluyorum. _Cadılarla, hortlaklarla ve ruhlarla ilgilenmek, politikacıların işi değildir. Politikacıların görevi, kanunlarla sınırlandırılmıştır. Politikacı, ruhları, sıradan insanlardan daha iyi bilmez ve bundan ötürü, en az benim kadar cahil olan ve benim selâmetimle benden daha az ilgili olan bir kimsenin kılavuzluğuna kendimi güvenle bırakamam. _Din adamları sadece din ile, politikacı da sadece politikayla ilgilenmeli ve birbirlerinin alanına müdahale etmemeliler. Bir din adamı politik alana müdahale edip insanları dinsizlikle suçlarsa, politikacı da din alanına müdahale eder ve bu da kargaşaya neden olur. _Hepimiz dünyayı gerçekte olduğu gibi değil, kendi önyargılı algılarımız ile gözlemleriz. Bunun için: _Devlet, laik yani tarafsız olmalıdır. Devlet, dinin belli bir yorumunu empoze edemez. Şüphesiz, devletin tarafsızlığı sadece dinî inançlar için değil, hayatın diğer alanları için de söz konusudur. Ayrımcılık, her ne gerekçeyle olursa olsun, gayrimeşrudur. Siyasî yönetim, yönetilenlerin rızasına dayandığı ve söz konusu rızanın kendisine verilmesini sağlayan yükümlülükleri yerine getirdiği ölçüde meşrudur. O hâlde, yönetimin, yönetilenlerin hayat tarzlarını biçimlendiren inançlar karşısında tarafsız kalmaları zarurîdir. Varlık sebebi olan aslî yükümlülükleri, bütün vatandaşları için aynı ölçüde yerine getiren bir devlet ve inançları yüzünden çoğunluğu oluştursalar bile kayırılma talebinde bulunmayı kendileri için bir hak saymayan bireyler! _Tanrıya karşı günah olarak kabul edilen her şeyin, adâletin kılıcı tarafından cezalandırılması, siyasî yöneticilere düşen bir görev değildir. Bunun sebebi, bunların diğer insanların haklarına zarar vermemeleri ve huzurunu kaçırmamalarıdır. Bazılarının iddiasına göre, putperestlik günahtır ve bu yüzden hoşgörüyle karşılanmamalıdır. Merhametsizlik, tembellik ve pek çok başka şey, insanların ortak kanaatiyle günah kabul edilirler; fakat hiç kimse bunların siyasî yönetim tarafından cezalandırılması gerektiğini söylemez. Başka bir ülkede, bir Müslüman veya putperest hükümdara, Hıristiyan dini yanlış ve Tanrıya hakaret gibi görünürse, oradaki Hıristiyanlar aynı sebeple ortadan kaldırılmazlar mıydı? _Cemaatler, kendi görüşlerinde olmayan herkesin sapkın olduğunu ilân ederler. Onlar, sadece kendilerinin hakikî dindar ve mümin olduklarına inanırlar. Sivil uğraşlarda kendilerine, diğer ölümlüler üzerinde özel bir güç atfederler veya dini bahane ederek, kendi ruhanî cemaatlerinde, kendileriyle yakınlaşmayan her türlü otoriteyi reddettikleri için siyasî yönetim tarafından hoş görülmeye hakları yoktur. Çünkü yönetimi ele geçirip, uyruklara ve servetlerine egemen olmak istemektedirler. Zayıf oldukları için de sadece kendilerine, güçlenene kadar hoşgörü istemektedirler. Bu da bir hiledir _Hiç kimse, istesin veya istemesin, zengin veya sağlıklı olmaya mecbur edilemez. Herkes dilediği gibi yaşama hakkına sahiptir. Hatta, bizzat Tanrı bile, insanları kendi iradelerine karşı korumaz. Elbette, iyice düşünürsek, bunların genellikle riayet etmenin veya yapmanın ihmâl edilebileceği sıradan işler olduğunun farkına varırız. Bunlar kardeşler arasında amansız düşmanlıklar doğuran cinsten şeylerdir. _Her insanın, kendi kendisi hakkında bir yargıya varmak için yüksek ve mutlak bir yetkisi vardır. Bunun sebebi ise, bu kararın başka hiç kimseyi ilgilendirmemesidir. Her insan, bir başkasının selâmetini gerçekleştirebilmek için, istediği miktarda şiddetli tavsiyelerde veya tartışmalarda bulunabilir. Fakat bunda, her çeşit baskı ve zorlamadan sakınılmalıdır. Hiç kimse, ikna edilmediği sürece, bir başkasının nasihatlerine boyun eğmek zorunda değildir. _Her insan, kendi iyiliği için neyin uygun olduğunu tasavvur edebilir ve en iyi olduğunu umduğu yönde gidebilir. Hiç kimse, komşularının, işlerini kötü idare ettiğinden şikâyetçi olamaz. Hiç kimse tarlasını ekerken veya kız kardeşlerini evlendirirken bir hata işlediği için başkasına kızamaz. Hiç kimse servetini meyhanelerde tüketen bir mirasyediyi cezalandıramaz. Her insan, bedeli ne olursa olsun, istediğini yıkmaya, yapmaya veya gerçekleştirmeye bırakılmalıdır. _Herkes kendi fiillerinden sorumlu olmak, hiç kimse, başkasının hatası yüzünden şüphe altında tutulmamak yahut nefret konusu olmamalıdır. Fitneciler, katiller, hırsızlar, millî veya değil hangi kiliseden olurlarsa olsunlar cezalandırılarak sindirilmelidirler. Eğer dinî toplantılara herhangi bir inancı dile getirenler için izin veriliyorsa, diğerleriiçin de aym serbestlikle müsaade edilmesi icap eder. _Bizimle alışveriş ederek ticaret yapan bir putpereste tahammül edecek miyiz yoksa Tanrı’ya yakarıp ibadet etmesi için ona katlanmayacak mıyız? _İnanç, aklın çok güçlü bir şekilde ve dıştan hiçbir baskı uygulanmadan kendi kendini ikna etmesine bağlıdır. Zorlamayla ulaşılabilecek olan, olsa olsa, dince de hiç makbul sayılmayan iğrenç bir münafıklıktır. _Farklı kişiler, birbirleri üzerinde hiçbir yargılama yetkisine sahip değildir; yönetici olsa bile değildir. Örnek: İstanbul’da bulunan biri Arminian, diğeri Kalvinist iki kilise farz edelim. Herhangi biri, bu kiliselerden birinin diğerinin üyelerini, üstelik bu arada Türkler, Hıristiyanların Hıristiyanlara karşı işlediği böylesine hiddet dolu insanlık dışı zulmü seyredip (bıyık altından) gülerlerken, bazı doktrinleri ve ayinleri onlarınkinden farklı diye, mallarından ve özgürlüğünden mahrum bırakma hakkının bulunduğunu söyleyebilecek midir? ___ _Gelenek ve otoritenin her çeşidinden kurtulmak gerekir. Hayatlarımıza yalnızca akıl, kılavuzluk etmelidir. _Kaynağı kendi zehirleyen ebeveynler suyun neden acı olduğunu merak ediyor. _Çözümü olmayan bir sorunsa neden endişeleniyorsun, çözümü varsa neden tasalanıyorsun. _İkna etmek bir şeydir, emretmek ise başka bir şey; biri tartışmalarla kabul ettirilir, diğeri cezalarla. _Bizler bukalemunlar gibiyiz, çevremizdeki insanların ahlaki rengini ve tonunu alıyoruz. . _Papağanlar sesleri taklit edebilir ama bu, onların bir dili konuşabildiği anlamına gelmez. _Her şey, zevk ve acı vermesi bakımından iyi ya da kötü olarak adlandırılır. _Hukuk'un bittiği yerde tiranlık başlar. _Doğa kanunları, Tanrı'nın emirleridir. _Seni endişelendiren şey, seni kontrol eder. Endişe bir kontrol mekanizmasıdır. _Bir insanın özgürlüğü, başka bir insanın özgürlüğüne zarar gelebilecek noktada sona erer. _Onaylanma isteği ve bir gruba ait olma arzusu kendi kimliğimizi kaybetmemize neden olur. _Oturmuş fikirleri olmayan birini hatalarından ayırmaya çalışmak zaten evsiz olan birini meskeninden etmeye benzer. _Bilgimizin olmadığı yerde açık ve seçik imlerden yoksun sesler çıkararak bilgili görünmeye çalışmak bilgisizliğimizi gidermez. _Aranmadan ansızın akla gelen düşünceler çoğunlukla en değerli olanlardır ve bu yüzden korunmalıdırlar; çünkü nadiren tekrar gelirler _Düşüncenin olmadığı yerde özgürlük olmaz fakat özgürlüğün olmadığı yerde düşünce olabilir. ___ _Devletin zorlayıcı araçları, inanç alanında hiçbir iş görmez. Dine baskı ve dinde baskı sökmez. O hâlde faydasız bir aracı, süremeyeceği bir toprağa sokmanın ne âlemi var? _Kilisenin, devletten farklı bir şeydir. Her iki tarafta da sınırlar sabittir ve değiştirilemez. Kim sonsuz derecede farklı olan bu iki toplumu birbirine karıştırırsa, en uzak ve en karşı şeyleri karmakarışık eder. Otoriteleri nereden doğmuş olursa olsun, ruhanî olduğu için, bu otoritenin kilise şuurları dahilinde kalması gerekir. _Kilise adamı, tembihlerini bütün insanlara yöneltmeye, onları barış ve iyi niyet görevleri hususunda uyarmaya mecburdur. Bütün insanları şefkate, tevazuya ve hoşgörüye teşvik etmeli, dostluk için çaba harcamak ve hem her insanın kendi mezhebine yönelik ateşli bağlılığının hem de diğerlerinin kurnazlığının muhaliflere karşı tahrik ettiği tehlikeli ve mantıksız nefret eğilimini tamamen hafifletmelidir. Onlar, Tanrıya tapmaktan (insanlar onlar hakkında ne düşünürlerse düşünsünler) başka hiçbir şey için endişe etmemelidirler. _Her mezhepten kilise vaizlerimizin, hatasız insanın bulunmadığı şeklindeki bütün güçlü argümanları kendilerine uygulamaları gerekmektedir. _Kilise adamları, güzel konuşmalarının veya bilgilerinin yardımıyla siyasî yöneticinin yetki alanı içine girmemelidirler; aksi halde onların ateş ve kılıçtan başka hiçbir şeyle nefes almayan bu taşkın gayreti tutkularını saptırır ve arzuladıkları şeyin geçici egemenlik olduğunu gösterir. Çünkü kardeşini canlı canlı yakılması için samimiyetle cellâda teslim etmek suretiyle, onun öteki dünyanın cehennem alevlerinden kurtulmasını bizzat sağlayan kimsenin anlayışlı insanları ikna etmesi çok zordur. _Her inanç, inandığı her ne olursa olsun, onun doğru olduğuna inanır. Bu inancın karşıtının yanlış olduğunu beyan eder. Bunu hükümleriyle tayin edebilecek bir yargıç yoktur. Bu konudaki karar, hatalı olanları cezalandırma yetkisinin de sadece ona ait olduğu, bütün insanların En Yüksek Yargıcına aittir. Hiç kimse, bir Hıristiyan kilisesinin, kardeşleri üzerinde egemenlik kurması için bir Türk imparatorundan kaynaklanan herhangi bir hakkı olduğunu söyleyebilir mi? Kendi inancının şartları yüzünden Hıristiyanları cezalandırmak konusunda hiçbir yetkisi bulunmayan bir kâfir, hiçbir Hıristiyan topluluğuna bu tür bir yetki tevcih edemeyeceği gibi, bizzat sahip olmadığı bir hakkı da onlara veremez. _Yasalar, sadece ve sadece ait oldukları toplumun insanları için bağlayıcı olabilirler. “Dinleyin, ey İsrailliler!” sözleri, Musa’nın kanunlarına uyma yükümlülüğünü sadece o insanlarla sınırlandırmaktadır. Mesela İsa insanlara, inanç ve dürüstlükle, sonsuz hayatı nasıl kazanabileceklerini öğretmiştir; ancak, herhangi bir devlet kurmamıştır._Musa’nın kanunlarına göre de putperestlerin imha edilmeleri gerekmektedir. Hiç kimse, Musa’nın kanunlarının emrettiği herşeyin, Hıristiyanlar tarafından uygulanması gerektiğini ileri süremez. ___ _Dinî cemaat, insanların düşünceleriyle duygularını aşırı derecede kaynaştırır, bu yüzden de daha tehlikelidir. Fakat eğer böyleyse, sivil yönetim niçin kendi kilisesinden korkmuyor ve kendi kilisesinin toplantılarını yasaklamıyor? Kendisi de onun bir parçası, hatta onun lideri olduğu için diye cevaplayacaksınız. Siyasî yönetim, kendisininkine iyi, diğerlerine ise zalim davrandığı için, kendi kilisesinden değil, öteki kiliselerden korkmaktadır. Birincilere çocuğu muamelesi yaparak ahlâksızlıklarında bile müsamaha gösterir. Ötekileri köle gibi kullanır ve onlar masum olmalarına rağmen, mahkûmiyetten, hapisten ve ölümden başka hiçbir karşılık vermez. Oysa onun, lehine olanları, kendi aleyhine çevirmemesi gerekir. _Doymak bilmeyen hâkimiyet ihtiraslarıyla hareket eden kilisenin başları ve lideri, sivil yöneticilerin aşırı hırslarını ve sersemlemiş halk kitlesinin saf batıl itikatlarını kullanarak onları, Incil’in kanunlarına ve merhametin hükümlerine karşıt olarak, bölücülerin ve sapkınların kendi mülklerinden kovulup yok edilmeleri gerektiğini vaaz etme yoluyla, kendilerinden ayrılanlara karşı öfkelendirip harekete geçirmişlerdir. Bu suretle onlar, yapıları bakımından bizzat en farklı olan iki şeyi, kiliseyi ve devleti, birbirleriyle kaynaştırıp karıştırmışlardır. Siyasî yönetimin kamu huzurunun kundakçılarına ve bozguncularına bu şekilde tahammül etmesi, bozguncuların ve kundakçıların açgözlülüklerini ve gururlarım kendi güçlerini arttırmak için araç olarak kullanmayı uygun bulduklarını düşündürür. Kilisede başka türlü tesis edemeyecekleri zorbalığı devlette kurmak için olanca güçleriyle gayret ettiklerini kim göremez ki? Bu, kilise ile devlet arasında gördüğümüz mutsuz anlaşmadır. Hâlbuki, onların herbiri kendisini, kendi hudutları içinde tutsaydılar – biri toplumun dünyevî refahıyla, diğeri ruhların selâmetiyle meşgul olsa - aralarında bir ihtilâf çıkması hiçbir zaman mümkün olamazdı. _Kilise adamları, Havariler’in izinden barışçı ve mütevazı bir şekilde yürüyerek, devlet işlerine müdahale etmeksizin kendilerini tamamen ruhların selâmetini tesis etmeye adasınlar. ___ _Zevk almadığım bir zanaatle zenginleşebilirim, acı ilâçlarla bazı hastalıklarda tedavi olabilirim; fakat şüphe duyduğum bir din ve tiksindiğim bir ibadet aracılığıyla kurtulamam. İman ve sadece içsel samimiyet Tanrının kabulünü kazanan şeylerdir. En uygun ve en onaylanan ilâçlar, eğer midesi alır almaz onu reddediyorsa, hasta üzerinde hiçbir etkide bulunamaz; hatta böyle davranarak hasta bir insanın bünyesinin zehire dönüştüreceği kesin olan bir ilâcı, onun boğazına boşu boşuna tıkmış olursunuz. Bundan ötürü, hükümdarların, onların ruhlarım kurtarma iddiasıyla, uyruklarım kendi kilise topluluğuna girmeye zorlamaları beyhudedir. İyiniyet ve şefkat iddası ne kadar büyük olursa olsun, insanlar isteseler de istemeseler de, kurtulmaya zorlanamazlar. _İnsanların peşinden gittiği bu yolların büyük çeşitliliğinde hangisinin doğru yol olduğu hâlâ şüphelidir. _Varsayalım ki, şiddetli bir hastalıkla ölüme yaklaşmış, kendisi için tek bir çarenin bulunduğu, fakat bu çarenin de bilinmediği bir vücudum var. Tek bir çare var ama o da bilinmiyor diye bana bir ilâç tavsiye etmek siyasî yöneticiye mi kalmıştır? _Birçok Yahudi kralı içinde, kimbilir kaç tanesi kendilerine tâbi olan, bu yüzden de kendilerini körü körüne izleyen İsraillileri putperestliğe sevkedip onların helâk edilmelerine sebep olmuştur? Siyasî yönetimin emri üzerine, o dinde, kilisenin doktorlar konsülü ve otoritesi tarafından emredilenlerden başka hiçbir şey emretmiyor diye, benim açımdan zerre kadar bile güven vermeyen bu kiliselerden birine yahut ötekine katılmam mı gerekir? _Kilisenin, mahkemenin kararlarına uymasının, mahkemenin kilisenin kararlarına uymasından daha uygun olduğunu itiraf etmeliyiz. Sonuç olarak, bir kralın kendi muhakemelerinden hareketle, bir kimsenin dini konusunda hak iddia edip, bağlayıcı emirler vermesiyle, bunu ruhanî otoriteye ve diğerlerinin tavsiyelerine dayanarak yapması aynı şeydir. İngiliz tarihi, VIII. Henry, VI. Edward, Mary ve Elizabeth yönetimlerinde, ruhban sınıfının iman kurallarını, her şeyi bu krallar ve kraliçelerin eğilimlerine göre değiştirdiklerinin taze örneklerini verir bize. _Büyük bir tehlike mevcuttur; bu yetkilerden biri diğerinin alanına tecavüz edebilir ve kamu barışının koruyucularıyla ruhların gözeticileri arasında ihtilâf baş gösterebilir. Fakat, her iki kurumun sınırları konusunda şimdiye kadar söylenmiş olanlar doğru olarak yorumlanırsa, bu konudaki bütün zorluk kolayca ortadan kalkacaktır. _Bir insanın hatalı inanışlarının ve aykırı ibadet şekillerinin, başka bir insanın haklarını çiğnemek anlamına gelmediği görülürse veya onun cehennemlik oluşunun başka insanların işlerini etkilemediği düşünülürse, her insanın ruhunun kurtuluşunun sadece kendisini ilgilendirdiği ortaya çıkar. _Siyasî yönetim, dini kanunlar yapma hakkının bulunduğuna inanıyor. Bunların kamu yararına olduğunu iddia ediyor ve buna karşılık vatandaşlar aksine inanıyorlarsa? Bunların aralarında kim hüküm verecek? Cevap vereyim: Sadece Tanrı. _Siyasî toplum düzeni, başka bir amaç için değil, sadece insanların bu dünyayla ilgili şeylerinin mülkiyetini emniyet altına almak için tesis edilmiştir. İnsanların, ruhlarına veya cennete yönelik eylemleri, devlete ait olmadığı yahut onu hiç ilgilendirmediği için, tamamen her insanın kendisine bırakılmıştır. Siyasî yönetici dünyevî malları bir kişi veya bir gruptan alıp başka birine veremez çünkü ister doğru olsun ister yanlış, sivil yönetimin amacıyla alâkası olmayan bir sebep yüzünden devletin koruması altında olan vatandaşların dünyevî mallarına hiçbir zarar veremez. _İnsanlar arasında biri yasa yoluyla, diğeri kaba güçle yönlendirilen iki tür mücadele vardır ve bunların yapıları öyledir ki, birinin bittiği yerde daima ötekisi başlar. _Kanunların işi, kanaatlerin doğruluğunu temin etmek değil; toplumun ve her bireyin can ve mal güvenliğini sağlamaktır. Bunun da böyle olması icap eder. . Eğer bir kâfir, her iki Ahit’e de inanmıyorsa, onun tehlikeli bir yurttaş diye cezalandırılması gerekmez. Siyasî yönetimin gücü ve insanların mal varlıkları, insanlar bu konulara ister inansınlar ister inanmasınlar, eşit miktarda emniyettedir. Eğer bir Yahudi, Yeni Ahit’in Tanrı kelâmı olduğuna inanmıyorsa, bundan dolayı, insanların vatandaşlık haklarında hiçbir şey değişmez. _Kilisenin görevi ruhların selâmetidir ve orada şu veya bu ayinin yapılması devleti hiçbir şekilde ilgilendirmez. Siyasî yöneticinin yetki alanı dışında kalırlar. Aynısı tersi için de geçerlidir. Bu dinsel toplantılar hiçbir kazanç sağlamadığı gibi, bir zarar da vermez. Rahip, herkes vaftiz olmalı der ama bunu politikacı yasa çıkararak herkes vaftiz olacak deyince bir gariplik oluşur. Şimdi biz, eğer bir Yahudi’ye, kendi inancında olmamasına rağmen, dine zorlamak şeklinde bir kötülük yapılmaması gerektiğini kabul ediyorsak, bu çeşit bir şeyin bir Hıristiyana yapılabileceğini nasıl iddia edebiliriz? Eğer siyasî yönetimin yetkisi böylesine genişlerse, dinin içine yasal bir şekilde neler dahil edilmez ki? Yönetimin otoritesi üzerinde inşa edilen hangi karmaşık ayinler, hangi batıl uygulamalar Tanrının müminlerine dayatılmaz ki? Tanrı bize “bu ve bu çeşit şeylere katılmanızı sizden kim talep etti?” diye öfkeyle sorduğu zaman, Ona, bunları siyasî yönetimin buyurduğu şeklinde cevap vermek yeterli olurdu. Onun ilâhî ibadetin bir parçası olarak balık yemeyi ve bira içmeyi de emretmemesi niçin gerekli olsun? Tanrısal otorite olmaksızın, kutsal ibadete katılmaya kalkışıldığı zaman, bir köpeğin kurban edilmesi kadar iğrençtir. Eğer siyaset ve din birbirlerine müdahale etseydi, kuruluşunun gayesi sadece kendi tarzında özgürce Tanrıya ibadet etmek olan kilise kendisini yıkardı. Eğer bazı cemaatler çocukları kurban edecek bir zihniyette olsalardı veya yozlaşmış adetler edinseydiler siyasî yönetim dinî bir beraberlik içinde bulunuyorlar diye onlara hoşgörü göstermek mecburiyetinde mi olurdu diye sorabilirsiniz. Cevaplıyorum: Hayır. Meliboeus, buzağısını dinsel bir toplantıda da öldürebilir. Çünkü, bundan dolayı, herhangi bir kimseye zarar verilmemiştir; başka birinin mallan ziyan edilmemiştir. Siyasî yönetimin görevi, sadece, devletin zarar görmemesine. Devletin çıkarlarıyla ilgili olağanüstü durumlar bir salgınla yok olmuş sığır stoğunu çoğaltmak amacıyla, belirli bir süre için bütün hayvan kesimlerinin yasaklanmasını icap ettirirse, böyle bir hâlde, kim siyasî yönetimin her türlü buzağı kesimini yasaklamasını anlayışla karşılamayacaktır? Yasa ne dine ne de kurbana ilişkin olarak yapılır, o yalnızca politik bir soruna ilişkin olarak yapılır; bundan ötürü buzağıların kesimi dışında kurban yasaklanamaz. _Eğer bir kimse, kendi evinde yasal bir şekilde şarap ve ekmek alabiliyorsa, yasanın dinî ibadette onun bu özgürlüğünü kısıtlamaması gerekir. Fakat insanların ortak mutluluğuna zararlı olan ve bu yüzden de kanunlarla yasaklanmış bulunan şeylere kiliselerin kutsal ayinlerinde de izin verilmemesi gerekmektedir. Ancak siyasî yönetim, daima çok dikkat etmelidir. _Denebilir ki, eğer bir kilise putperest olursa, siyasî yönetim tarafından yine de hoş görülmeli midir? Cevaplıyorum: Putperest bir kiliseyi ortadan kaldırmak için siyasî yönetime verilebilecek hangi güç, zamanı ve yeri geldiğinde Ortodoks bir kiliseyi yok etmek için de kullanılmayabilir? Çünkü sivil-siyasî gücün her yerde aynı olduğu ve her prensin kendi dininin ortodoksu olduğu hatırda tutulmalıdır. _Az sayıda Hristiyan, pagan bir ülkeden yardım isteyerek oraya yerleşirler ve halk olarak çoğalırlar. Hıristiyanlık bu yollarla o ülkede kök salarak yayılır. Barış, dostluk, iman ve eşit adâlet onlar arasında korunur. Sonunda bir gün, siyasî yönetici bir Hıristiyan olur ve bu yolla Hıristiyanlar en büyük güç hâline gelirler. Bunun ardından, derhâl, bütün sözleşmeler iptal edilip, bütün sivil haklar çiğnenerek putperestliğin kökü kazınır. Ve bu tuhaf dini benimsemezlerse topraklarından ve atalarının mülklerinden kovulurlar ve belki de canlarından edilirler. O hâlde, kilisenin bağnazlığının sömürgenin arzusuyla birleştiği zaman, dinin ruhların kurtuluşu bahanesinin nasıl kolayca bir cübbe için açgözlülüğe, yağmaya ve ihtirasa hizmet ettiği ortaya çıkmaktadır. _Şimdi putperestliğin herhangi bir yerde, kanunlar, cezalar, ateş ve kılıç yoluyla kökünün kazınması gerektirdiğini kim iddia ederse etsin, o, bu hikâyeyi kendisine de uyarlamalıdır. Paganlar ne de buradaki muhalif Hıristiyanlar, kilise mahkemesine hâkim olan hizip tarafından, dünyevî varlıklarından yoksun bırakılamayacakları gibi, dine bağlı nedenlerle, sivil haklar bir yerde diğer yerden daha çok ne değiştirilebilir ne de çiğnenebilir. _Putperestlerin durumu, Yahudi toplumu açısından, iki ayrı grupta incelenebilir. Birinciler, Musevîliği kabul etmiş fakat sonradan İsrail Tanrısına ibadetten yüz çevirmiş olanlardır. Bunlar, hain ve âsi olarak dava edilirler. İkinci olarak, İsrail devletine yabancı olanlar, Musevî yasasının kurallarına uymaya zorlanmamışlardır. İsraillilere vaat edilen topraklardaki yedi ulusun tamamen ortadan kaldırılmaları gerektiğini kabul ediyorum; fakat bunun sebebi, sadece onların putperest olmaları değildir. Eğer sebep yalnızca bu olsaydı, neden Maobitler veya diğer halklar bağışlanmışlardı? Gerçek sebep şuydu: Yahudilerin kralı olan Tanrı, kendi krallığı olan Kenan topraklarında başka bir Tanrıya tapılmasına tahammül edemiyordu. Bu, kendisine yönelik ihanet anlamına geliyordu. Başka bir Tanrının, yani başka bir kralın kabul edilmesi İmparatorluğun kanunlarına karşı olduğu için, putperestliğin tümünün krallığın sınırları içinde kökünün kazınması gerekiyordu. _Hakikat, yasalarla öğretilemez ve onun insanların zihinlerine girmesini sağlamak için herhangi bir güce de ihtiyacı yoktur. Hatalar, aslında, yabancı ve ödünç alınmış yöntemler nedeniyle hüküm sürerler. Fakat hakikat kendi ışığıyla kendi idrakinin yolunu çizmezse, ödünç alman vahşî gücün ona ilâve edecekleriyle kuvvetini yitirecektir. Hakikat, kendisinin çok az bilincinde olan ve daha da seyrek olarak kendisini kabullenen büyük adamların gücünden nadiren yardım almıştır. _İnsanların kendileri için bazı şeyleri sağlamak zahmetine katlanmak yerine başkalarının çabalarını haksızca sömürme eğilimlerinin engellenmesi, insanların namuslu çalışmalarıyla kazandıklarının korunması ve bunların yanı sıra özgür ve güçlü olabilmeleri ve istedikleri başka şeyleri elde edebilmeleri için, bunların zorunlu olarak bir topluma dahil olmaları icap eder. Bu şekilde karşılıklı yardımlaşma ve birleştirilmiş güçleriyle, bu hayatta rahatlıklarına ve mutluluklarına katkıda bulunan mal varlıklarını korudukları gibi, her birey kendi ebedî mutluluğu için gayret gösterebilir ki bunun elde edilmesi ne başka bir insanın çalışıp çabalamasıyla kolaylaşır ne böyle bir şeyin yokluğu başkalarına zarar verebilir ve ne de dışardan şiddet uygulayarak ondan bu umut alınabilir. Fakat, insanlar, geçici mal varlıklarım korumak amacıyla, karşılıklı yardımlaşmalarım sağlayan toplumlara girmelerine rağmen, ya kendi vatandaşlarının yağmacılığı ve hilekârlığı ya da yabancıların düşmanca şiddeti nedeniyle bunları kaybedebilirler. Bunlara engel olmanın çaresi (dış güçlere karşı) silâhlar, zenginlik ve kalabalık bir vatandaş topluluğu; (iç tehlikelere karşı) ise kanunlardır. Bütün bunların yükümlülüğü ise, toplum tarafından siyasî yönetime verilmiştir. __ _Saygıdeğer Beyefendi. _Bazıları, inançlarının doğruluğu konusunda ne kadar övünürlerse övünsünler, bunlar dinden ziyade, birbiri üstünde otorite ve hâkimiyet kurmak için mücadele eden insanların nitelikleridir. İnsanlar, bütün insanlığa karşı, merhametten, tevazudan ve iyi niyetten yoksunsa bizzat iyi bir Hıristiyan olmaktan uzaktır. _Din, zahirî bir ihtişam meydana getirmek veya ruhanî egemenliği ele geçirmek yahut zorlayıcı kuvvet uygulamak için değil; insanların hayatını erdem ve dindarlık kurallarına göre düzenlemek için kurulmuştur. _Her kim ki, kendisini İsa’nın sancağı altında gösterirse, onun her şeyden önce ve her şeyin üstünde, kendi hırs ve kötülükleriyle savaşa girmesi gerekir. _Eğer İncile ve Havariler’e inanılacaksa, merhametsizlik ve zorla değil, sevgiyle gelişen o inanç olmadan kimse Hıristiyan olamaz. _Bu gayretkeş, Hıristiyanlığın adına taban tabana zıt olduğu hâlde, ahlâkî bozuklukları ve kötülükleri neden görmezlikten gelir de, çoğunlukla ortalama anlayışların kapasitesini aşan hassas ve girift konularla ilgili olan yerleşik kanaatlere bütünüyle rıza gösterip boyun eğer? _Merhamet ilkesi ve insanların ruhlarını sevmek, onların iddia ettikleri gibi, selâmetini sağlamak için yapılıyorsa, sorarım, o hâlde niçin fuhuş, sahtekârlık, kötü niyet ve bu gibi açıkça dinsiz yozlaşmanın kokusunu taşıyan iğrençliklere tahammül edilmektedir? Bu gibi şeyler, muhakkak ki, Tanrının yüceliğine muhalefet etmekten daha aykırıdır. _Şimdi, dini bahane ederek diğer insanlara zulmedenlerin vicdanlarına sesleniyorum. Bunu dostluktan ve onlara duydukları merhametten dolayı mı yapıyorlar acaba? Böyle yaptıklarına ancak, ta ki onların, İncil’in emirlerine karşı işledikleri aşikâr günahlardan dolayı arkadaşlarını cezalandıran gayretkeşler olduğunu gördüğüm zaman inanırım ve ruhlarının selâmetine duydukları sevgiyi ve arzuyu kendilerini azaplarla cezalandırıp, kendilerine her çeşit zulmü uygulayarak ifade ettiklerini gördüğüm zaman inanırım. _Tanrının egemenliğine içtenlikle ihtimam gösteren ve onu insanlar arasında yaymak için gayret göstermenin görevi olduğunu düşünen herkesin, kendisini, mezhepleri ortadan kaldırma işinden ziyâde, bu ahlâksızların kökünü kazıma işine ve çabasına vermesi gerekmektedir. Fakat bir kimse bunun tersini yaparsa, yani inanışta ondan farklı olanlara karşı zalimce ve gaddarca davranırken, kötülüklere ve ahlâksızlıklara müsamaha ederse, o eylemleriyle alenen göstermektedir ki, amaçladığı başka bir krallıktır; Tanrının krallığının ilerlemesi değil. _Hakikî dinin ve İsa’nın kilisesinin ilerlemesi için gerçekten çalışmayanların, Hıristiyan mücadelesine ait olmayan silâhlar kullanmalarına şaşırılmaması gerekmektedir. _Din konularında başkalarından farklı olanlara hoşgörü, İsa’nın Incil’i ve insanoğlunun salim aklı için kabul edilebilir bir şeydir; bunun ışık berraklığındaki lüzumunu ve faydalarım kavrayamayacak kadar kör olmak, insanlar için korkunç bir şeydir. _Siyasî yönetimin işlerini, din işlerinden kesinlikle ayırt etmeyi ve ikisi arasına âdil sınırlar koymayı bütün her şeyin üzerinde zorunlu buluyorum. Eğer bu yapılmazsa, bir tarafta insan ruhunun çıkarlarıyla ilgilenenler, yahut en azından ilgilendiklerini iddia edenler ile, öte tarafta devleti koruyan, yahut en azından koruduklarım ileri sürenler arasında sürekli ortaya çıkacak olan ihtilâflara son verilemez. _Hiçkimse, kendisini ve başkalarım, hükümdara sadakat ve itaat yahut Tanrının ibadetinde şefkat ve samimiyet mükellefiyeti altına sokamaz. _Devlet, bana göre, sadece kendi sivil çıkarlarını tedarik etmek, korumak ve geliştirmek için teşkil edilmiş bir insan toplumudur. Sözünü ettiğim sivil çıkarlar, hayat, özgürlük, sağlık ve bedenin dinlenmesi; ve para, araziler, evler, eşyalar ve benzeri gibi maddî şeylerin mülkiyetidir. Uyruklarının her biri için aynı kanunları tarafsız bir şekilde ifa ederek güvence altına almak siyasî yönetimin görevidir. Eğer herhangi bir kimse, bu şeylerin korunması için teşkil edilmiş kamu adaleti ve eşitliği kanunlarım ihlâl etmeye cüret ederse, onun bu haddini bilmezliğine, yararlandığı sivil çıkarlardan mahrum bırakılması ve engel olunması gerekmektedir. bütün bu sivil güç, hak ve hâkimiyetin, yalnızca bu şeylerin gelişmesini teşvik etme kaygısıyla sınırlandırıldığı ve bu kamya hasredildiğini bana aşikâr biçimde ispat eder gibi görünmektedir _Ruhların iyiliği, siyasî yönetime diğer insanlara emanet edildiğinden daha fazla emanet edilemez. Tanrı tarafından ona emanet edilmediği için edilemez. Ve böyle bir güç, insanların rızasıyla yönetime de verilemez, çünkü hiç kimse, iradesini, hangi inancı veya ibadeti benimseyeceğini ona emredecek başka herhangi birinin (ister hükümdar olsun, ister vatandaş) seçimine öyle körü körüne terk edecek kadar kendi selâmetiyle ilgisini kesemez. Çünkü hiçkimse, istese bile, imanını başkasının emirlerine uyduramaz. Hakiki dinin bütün hayatı ve gücü, aklın samimî ve tam olarak ikna edilmesine bağlıdır. Böyle bir beyan ve böyle bir uygulama, bir ilerleme değil, selâmetimiz için gerçekten büyük engel oluşturur. Çünkü bu şekilde, Onu hoşnut kılmayacağını takdir ettiğimiz bu tür bir ibadeti Yüce Rabbimize böyle takdim etmekle, söylemeliyim ki, dini uygulayarak başka günahlarımızı affettirmek yerine, öteki birtakım günahlarımıza riyakârlık ve O’nun ilâhî haşmetine saygısızlık günahlarını da eklemiş oluruz. _Hakikî ve kurtarıcı din, ikna edilmesine bağlıdır. Ve idrakin doğası öyledir ki, dış baskıyla hiçbir inanışa mecbur edilemez. _İkna etmek bir şeydir, emretmek ise başka bir şey; biri tartışmalarla kabul ettirilir, diğeri cezalarla. Sivil gücün sadece bir şeyi yapma hakkı vardır; diğerleri için, iyi niyet yeterli bir otoritedir. Diğerlerini hataları konusunda uyarmak, yanlışlıktan uzaklaşması için ikna ve teşvik etmek ve sonuçta doğruya yöneltmek her insanın görevidir; fakat kanunları icra etmek, itaat beklemek ve kılıçla zor kullanmak siyasî yönetimden başka kimseye ait değildir. _Ben, yönetimin yetkisinin, kanunların zoruyla, imanın şartlarını kabul ettirmeyi kapsamaması gerektiğini söylüyorum. Çünkü, kanunların cezalar olmaksızın hiçbir gücü yoktur ve bu durumda cezalar, aklı ikna etmek için uygun olmamalarından dolayı, kesinlikle münasip değildir. _Ne iman ne de ibadet, adamakıllı inanılmadıkça, ruhların kurtuluşunda hiçbir işe yaramaz. _Eğer insanlar kendilerini yöneticilerinin iradesine veya cehalete, hırsa yahut batıllığa, doğdukları ülkelerde yerleşme fırsatı vermiş olan dine körü körüne teslim etseydiler, insanların bağlanacağı ne umut kalırdı ki? _Dindeki fikirlerin çeşitliliği ve çelişkisi o dar yolu iyice daraltmıştır; sadece bir ülke haklı olacaktır ve dünyanın arta kalan bütün kısmı, kendilerini yıkıma götüren hükümdarlarını izlemeye mecbur kalacaktır; böylece insanlar, mutluluk veya mutsuzluklarını doğum yerlerine borçlu olacaklardır. _Siyasî yönetimin bütün yetkisi, saece bu dünyanın işleriyle ilgilenmekle sınırlıdır ve hiçbir şekilde öteki dünya konusunda kullanılmaması gerekir. Hiç kimse, bir kilisenin üyesi olarak doğmaz; aksi söz konusu olsaydı, ebeveynlerin dini, dünyevî mallar gibi miras hakkıyla çocuklara intikal ederdi. Hiç kimse, doğuştan bir kiliseye yahut mezhebe bağlı değildir; herkes, Tanrı indinde hakikaten makbul olan inancı ve ibadeti bulduğuna inandığı o topluluğa gönüllü olarak katılır. Dinî bir topluluğun hiçbir üyesi, o topluluğa sonsuz hayat konusundaki muayyen beklentiden kaynaklanan şey dışında hiçbir bağla bağlanamaz. _Hiçbir kuruluş, bazı kanunlarla düzene sokulmadıkça ve üyeleri bazı kurallara tamamıyla riayet etmeye rıza göstermedikçe, belirtmeliyim ki, yaşayıp bütünlüğünü sürdüremez. _Nerede iki üç kişi Onun adıyla toplanırsa, kendisinin de orada, onların arasında olacağı” (Matta 18; 20) Eminim ki, orada ruhlarımızın selâmeti için hiçbir eksik olmayacaktır, bu da amaçlarımız için yeterlidir. _Sanki Tanrısal otoriteymiş gibi, kendi uydurmalarını ve yorumlarını başkalarına dayatmak Hıristiyanlık inancı için mutlaka gerekliymiş gibi, ruhanî kanunlar tesis etmek, Kutsal Kitap’ta ne zikredilen ne de en azından açıkça emredilen bu tür işler yapmak insanlardan ziyâde Hıristiyan kilisesi için uygunsuz olmaz mı acaba? Her kim ki, İsa’nın sonsuz hayat için talep etmediği bu işleri, ruhanî komünyon için talep ederse, o belki, kendi inanışlarına ve çıkarlarına uygun bir cemaati gerçekten kurabilir; ama bu kilise, nasıl olur da İsa’nın Kilisesi diye adlandırılabilir, anlamıyorum. _Incil’in sık sık, İsa’nın hakikî öğrencilerinin eziyet çekmeleri gerekir dediğini onlara hatırlatmak istiyorum; oysa, İsa’nın Kilisesinin başkalarına zulmedip, ateş ve kılıç ile, onlara kendi inancını ve doktrinini benimsemeye zorlaması gerektiğini, Yeni Ahit’in hiçbir kitabında hâlâ bulamadım. _Dinî bir topluluğun gayesi (daha önce söylendiği gibi), Tanrıya toplu olarak ibadet etmek ve bu sayede de sonsuz hayatı kazanmaktır. O hâlde, bütün disiplini bu amaca yöneltmeli ve bütün ruhanî kanunlar da bununla sınırlandırılmalıdır. Bu toplulukta sivil mülkiyet ve dünyevî mallarla ilgili olan hiçbir şey yapılmamalıdır ve yapılamaz. _Yasaların ihlâl edilmesine hiçbir eleştiri olmaksızın müsaade edilirse, bu hâlde toplum derhâl çözülür. _Bir insana ait olan bütün hakların bir şekilde korunması gerekir. İster bir Hıristiyan, ister bir putperest olsun, ona hiçbir kötülük edilmemelidir. Bir kimsenin, bir diğer kişiye, başka dindendir diye zarar vermeye hiçbir surette hakkı yoktur. _Eğer bir insan doğru yoldan ayırılırsa, bu onun kendi talihsizliğidir, bu durumun size hiçbir zararı yoktur; bu hayatta yapıp ettiklerinin öteki dünyada onu perişan etmesi beklendiğinden, onu cezalandırmanız gerekmez. _Hakikatin bu en şiddetli savunucularının, hata karşıtlarının, yönetimin gücü onların tarafında yer almadıkça, Tanrı’ya yönelik gayretlerini neredeyse bütünüyle gevşetmeleri gözlenmeye değerdir. Fakat yönetimin desteği bu şanslı tarafa verilir verilmez, kendilerini daha güçlü hissetmeye başlayarak barış ve merhameti hemen bir yana bırakırlar. Onların, diğer hususlarda da dinî bakımdan incelenmeleri gerekir. Onlar, zulme devam edip efendi olma gücü bulamadıkları yerde, daha tarafsız koşullarda yaşamayı isterler ve hoşgörü vaaz ederler. Sivil erkle güçlendirilmedikleri zaman, en sabırlı ve sâkin bir şekilde tahammül ederler. Burada onlar, argümanlarım terketmeye razı olabilirler; bu, başka bir yol bulunmayan hakikati yaymamn yegâne doğru yöntemidir. _Hiç kimse, hiç kimsenin din vesilesiyle birbirlerinin dünyevî mallarına ve sivil haklarına tecavüz etmek yetkisine sahip değildir. Bu düşünce, egemenliğin zorla tesis edilmesi ve dinin silâh gücüyle yayılması gerektiği fikrine üstün gelmedikçe, insanlar arasındaki ortak dostluk korunamayacağı gibi, ne barış ne de güvenlik tesis edilebilir. _Başka kanaatte olanlar, böylece, insanlığa nasıl öldürücü bir ihtilâf ve savaş tohumu ektiklerini, sonsuz düşmanlıkları, yağmaları ve katliamları nasıl tahrik ettiklerini kendi başlarına iyice düşünsünler. _Kamu çıkan kuraldır ve bütün kanun yapımının ölçütüdür. Eğer bir şey, toplum için faydalı değilse, hiç de önemsiz olmasa bile, yasayla yerleştirilmesi gerekmez. _ Bir kimsenin, kendisini, Osmanlı İmparatoruna tamamen itaatkâr olan ve kendi gönlüne göre, o dinin bilgesiymiş gibi davranan İstanbul Müftüsüne itaat etmekle yükümlü saymasına rağmen, sırf dinî bakımından Müslüman olduğunu, fakat diğer bütün hususlarda Hıristiyan yöneticinin sadık bir kulu olduğunu söylemesi gülünç kaçar. Fakat, Hıristiyanlar arasında yaşayan bu Müslüman, söz konusu kişinin, kilisesinin lideri olarak devlette de yüksek yargıç olduğunu kabul etseydi, onların yönetimini daha açık bir şekilde reddedebilirdi. _Tanrının mevcudiyetini inkâr edenlerin de hoşgörülmemeleri gerekir. İnsan toplumunun bağlarını oluşturan sözler, akitler ve yeminler bir ateist üzerinde hiçbir etki yaratmaz. Düşüncede bile olsa, Tann’yı işin içinden çıkarmak, her şeyin dağılıp çözülmesine yol açar; kaldı ki, ateistlikleri yüzünden onlar, dinin yapabileceği her şeyi tahrip edip çökertirlerken, bu arada hoşgörü imtiyazını da reddederler. _Eğer hoşgörü yasası, bütün kiliseler, hoşgörüyü şart koşmaya ve vicdan hürriyetinin, kendilerine muhalif olanlara da eşit derecede ait olmak üzere, her insanın doğal hakkı olduğunu öğretmeye yükümlü kılsaydı, sorun biter ve dini suçlamalar derhâl sona ererdi. _Eğer insanlar, toplantılarında fitne fesat işlerine girişiyorlarsa, onları buna din değil, dindirmek için istekli oldukları ıstırapları ve çileleri teşvik etmektedir. _İnanın bana, çıkan karışıklıklar şu veya bu kiliseye yahut dinî cemaate özgü herhangi bir mizaçtan değil, fakat ağır bir yükün altında ezildiklerinde boyunlarını sıkan boyunduruktan kurtulmak için doğal bir gayret harcayan bütün insanların ortak eğiliminden hasıl olmaktadır. _Nasıl ki, kimisi ticaret yapmak için şirket kurar, kimisi şarap kulüpleri açarsa; kimisi bir dine girer, komşusu da bir başkasına. Ama insanları fesat için biraraya getiren tek bir şey vardır, o da zulümdür. _Bütün kötülüklerin kökü. Diyeceksiniz ki, yani insanları siyasî yöneticinin iradesine karşı Tanrısal hizmette mi biraraya getiriyorsunuz? Cevaplıyorum, yalvarırım, niçin onun iradesine karşı olsun? Niçin kilisedeki toplantılar, tiyatro yahut Pazar yerindeki toplantılardan daha az müsaade edilebilir olsun? Orada buluşanlar, başka herhangi bir yerde buluşanlardan daha kötü veya daha serkeş değildirler ki. _Bir kimsenin kendi evinde oturması veya kalkması kanunî mi? Bırakın kilisede de ekmek yemek, şarap içmek veya suyla yıkanmak yasa dışı kılınmasın. _Bir Türk, bir Hıristiyan açısından sapkın yahut bölücü değildir, olamaz da ve eğer bir kimse, Hıristiyanlık inancından Muhammedîliğe geçerse, bu hâlde o, bir sapkın yahut bölücü olmaz, bir mürted ve kâfir olur. Bundan hiç kimse şüphe duyamaz ve bununla görülür ki, farklı dinlerden olan insanlar birbirleri açısından sapkın veya bölücü olamazlar. _Hıristiyanlar, dinlerinin kanunu olarak Kitab-ı Mukaddes’i, Türklerse Kuran-ı Kerim’i kabul etmişlerdir. Hıristiyanlar arasında bile, farklı dinden olanlar mevcut olabilir. Papistler ve Lutherciler yine de aynı dinden sayılamazlar; zira Lutherciler Kitab-ı Mukaddes’ten başka hiçbir şeyi tanımazlarken, Papistler, gelenekleri ve Papanın emirlerini de kabul ederler. _Sapkınlık, kanunun bizzat kendi içinde hiçbir şekilde yer almayan bazı inanışlar yüzünden aynı dinden olan insanlar arasında kilise cemaatinin yaptığı ayrımdır; İkincisi, imanın kanunu olarak Kitab-ı Mukaddes dışında hiçbir şeyi kabul etmeyenler arasında tezahür eden sapkınlıktır. _Sapkınlığı imandaki, hizipçiliği (bölücülüğü) ibadetteki yahut disiplindeki hatalarla ilişkilendirdiğinden, onları bu ayrım altında değerlendirmemiz gerekir. Hizipçilik, ayrılıktan başka hiçbir şey değildir. _Arka kapak_ _Hoşgörü, insan toplumlannın kalıcı barış ortamında yaşayabilmelerinin ön şartıdır. Bu sadece bugün böyle değildir. Dün de böyleydi, yarın da böyle kalacaktır. Hoşgörünün iki temel alanı vardır. Birincisi toplumsal hoşgörüdür. Toplumsal hoşgörünün sosyolojik bir olgu olarak yerleşmesi zaman alır. Hoşgörünün ikinci boyutu siyasal alanla, daha doğrusu devletin toplumsal hayattaki yeriyle ilgilidir. Toplumlarda hoşgörü probleminin doğmasına yol açan hoşgörünün çözmeye yöneldiği temel problemlerden biri insanların farklı dinlere veya aynı dinin değişik yorumlarına inanmalarından kaynaklanmaktadır. John Locke yaklaşık üç yüz yıl önce bu denemesinde hoşgörü problemini, özellikle dinî meseleler çerçevesinde, enine boyuna tartışmaktadır. __ _Önsöz_ _Hoşgörü Üstüne Bir Mektup, güçlü bir temel üzerinde yükselen, tutarlı ve etkileyici bir özgürlük manifestosu ve dinsel hoşgörüsüzlüğe karşı bir meydan okuma’dır. _Büyük bir eserin hangi şartlar altında doğduğunu bilmemizin, onu şekillendiren fikirleri kendi doğal tarihleriyle birlikte kavramamıza hizmet edeceği şüphesizdir. Hoşgörü Üstüne Bir Mektup, onun dinî hoşgörü üzerine kaleme aldığı ve bir dostuna mektup olarak gönderdiği ve kendi haberi olmadan dostu tarafından bastırılan önemli bir metindir. Katolik mezhebinin İngiltere üzerinde çatışma tehdidi oluşturduğu döneme ait olan bu metin, iktidar-din ilişkisi üzerine temel kaynaklardan birisidir. _İngiltere’de, o dönemde, kendisine dinsel hoşgörüsüzlüğün en şiddetli bir şekilde uygulandığı bir cemaatin üyesi olan Popple, eseri büyük heyecanla karşılıyor, onun mutlak bir özgürlük manifestosu olduğunu deklâre ediyordu. _Locke’un basılı ilk eseri olan Hoşgörü Üstüne Bir Mektup, Stuart Hanedanından kaçarak sürgün hayatı yaşadığı Hollanda’da, Lâtince olarak yazıldı (1685). _Locke’un kariyerindeki entelektüel ve profesyonel faaliyet sahalarındaki çeşitlilik dikkat çekicidir. _Tabiî hukuk, köklerini insanın mahiyetinden alır ve zamana, yere ve milletlere göre değişebilen pozitif hukuktaki değişmeyen unsurların kendisinden tevarüs ettiği, ezelî ve ebedî normları teşkil eder. Bu normlar, aynı zamanda, ahlâkın da normlarıdır. _Samimî bir Hıristiyan mümini ve püriten olan John Locke için tabiî kanun, Tanrı’nın iradesidir. İnsan bu kanuna uygun bir şekilde ve onu keşfedebilecek bir yetiyle teçhiz edilmiş bir varlık olarak yaratılmıştır. Bu yeti, akıldır. Doğa kanunu, aklın da kanunudur. Tanrının iradesinin tecessümü olan doğa kanununun akıl aracılığıyla keşfedilebilir olması insanı özgür kılar. _Cadı – Püritenler_ _(Püriten, (kilisenin ihtiyarlar meclisince yönetildiği kalvinist mezhep). 16. ve 17. yüzyıllarda I. Elizabeth'in İngiliz Kilisesi'nde başlattığı reformist harekete karşı çıkan, kendisini "saflığı" aramak olarak tanımlayan bir Protestan doktrin ve ibadet şeklidir. cadı mahkemelerini icra edenler püritenlerdir. Dünyanın tamamı bir manastıra dönüşür. Ancak bu ahlak, mükâfatın ve cezanın bu dünyada, kişinin çalışması karşılığı verileceğine yaslanır.) _Salem cadı mahkemeleri: Massachusetts'e bağlı kontluklarda Şubat 1692 ile Mayıs 1693 arasında gerçekleştirilen ve sonrasında cadılık ile suçlanan bir grup insan için sulh yargıçları tarafından yönetilen yerel mahkeme duruşmaları ile devam eden dinletilere denir. Puritanlar, yeryüzüne inmiş bir melek olarak gördükleri şeytan da dahil olmak üzere, tanrının ve meleklerin bulunduğu görünmez bir dünyanın varlığına inanıyorlardı. Puritanlara göre bu görünmez dünya içinde bulundukları görünür dünya kadar gerçekti. _Cadı pastası, Orta çağ Avrupa'sında, kimlerin cadı olduğunu anlamak için kullanılan bir ekmekti. Cadı tarafından büyülendiğinden şüphelenilen kişinin idrarı ve çavdar kullanılarak yapılan bu ekmek, bir köpeğe yediriliyor ve bu köpek benzeri belirtiler sergilerse kişinin cadı tarafından büyülendiği hükmü veriliyordu. _Doğa durumunda, toplumun ve devletin varlığı söz konusu değildir. Her bir kişinin tabiî kanunu ihlâl etmemek şartıyla kendi kanununu kendisinin koyma, hayat yolunu dilediği gibi seçme özgürlüğü vardır. Bu özgürlük, bireye başkalarının hayatına, bedenine ve mülkiyetine zarar vermemeyi emreden tabiî kanunla birleşmiş ve sınırlandırılmış bir özgürlüktür. _Devlet_ _İnsanlar, bir özgürlük durumu olmasına rağmen doğa durumunu terk ederler. Bunun başlıca sebebi, tartışmalarda taraflar arasında hakemlik yapacak meşru bir otoritenin bulunmayışıdır. Bundan dolayı, bireyler, kendilerini ve kendilerine ait şeylerin korunmasını garanti altına alma amacıyla, birbirleriyle sözleşme yaparak toplumu ve sivil-siyasî yönetimi oluştururlar. Öyleyse, devletin varlık nedeni, bireyi ve bireye ait şeyleri korumaktadır. Devletin zorlayıcı araçlarını kullanan siyasî otoritenin bizzat kendisi de aynı yükümlülüğe tâbidir. Başka bir ifadeyle, bireyin zikredilen feragati, onun kendisine ait olan alanlarda tasarrufta bulunma yetkisinden vazgeçtiği ve onu bütünüyle siyasî otoriteye devrettiği şeklinde yorumlanamaz. Locke, bu yaklaşımıyla devletin meşru otoritesinin sınırlarım net bir şekilde çizer ve kendi yetkisi haricindeki alanlara müdahale ettiği zaman, siyasî otorite açısından bir meşruiyet probleminin çıkmasının kaçınılmaz olduğunu ortaya koyar. Devlet, bireyin inandığı gibi yaşamasına müdahale edemez; müdahale edilmesine de müsamaha gösteremez. Söz gelimi, vatandaşlarının dinlerinin gereklerini yerine getirmelerini, dinin kendilerine emrettiği gibi ibadet etmelerini engelleyemez. Onun varlık nedeni, engellemek değil, aksine, vatandaşların inandıkları gibi yaşamalarını kolaylaştırmaktır. _Liberalizm, insanların inançlarını serbestçe yaşamalarına fütursuzca müdahale edilen bir çağda ve coğrafyada, her şeyden önce, tam bir din ve vicdan özgürlüğü vaadi ve hoşgörü talebi olarak yükselir. İnsanların vicdanlarına tahakküm ve tasallut etmeye yeltenmeyin, onların inandıkları gibi yaşamalarının önündeki engelleri kaldırın, insanların önünü açın, sadece ve sadece bunları yapın. _Hoşgörüsüzlük gösterme gücüne sahip olanlara, sade ama son derece derin bir analizle, tutumlarının neden irrasyonel olduğunu teşhir eder Locke. Burada “irrasyonel”in yerine, dilerseniz, “beyhude”, “anlamsız”, “faydasız” veya “saçma” sıfatlarını da yerleştirebilirsiniz. Filozof, hoşgörüsüzlüğün akıl almaz beyhudeliğini inancın, dinsel imanın karakteristiğine bağlar. _Locke, dinsel baskının mevcut aktörlerine: Eğer amacınız dininize yeni müminler kazandıran Tanrı’nın lütfuna mazhar olmaksa, uyguladığınız yöntem bu amacınıza hizmet eder nitelikte değildir; yok amacınız, iktidarınızı güçlendirmek ve pekiştirmek yahut en azından görünüşte dindaşlarınız olanların sayılarını çoğaltarak sivil otoriteyle pazarlık gücünü artırmak veya iktidarın nimetlerinden pay almak ise, bunların mevcudiyet sebeplerinize aykırı olduğu muhakkaktır, demektedir. _Taktim_WİLLİAM POPPLE 1689 _Gökyüzünün altında bu konunun bizdeki kadar çok konuşulduğu hiçbir millet sanırım yoktur. Ama bu noktada, muhakkak ki, bunların arasında bizim yaptığımızdan daha fazlasının söylenmesine ve yapılmasına muhtaç olan başka bir halk da şüphesiz yoktur. _Hükümetimiz, dinî meselelerde sadece taraf olmakla kalmadı; fakat, haklarını ve özgürlüklerini savunmak için yazılarıyla gayret gösterenler de, ancak kendi mezheplerinin çıkarlarına uygun düşen dar ilkelere göre hareket ettiler. Bütün tarafların bu dargörüşlülüğü, şüphe yok ki, mutsuzluğumuzun ve içinde bulunduğumuz kargaşanın temel sebebidir. Hastalığımızda şimdiye kadar kullanılmış olanlardan daha etkili ilâçlara ihtiyacımız vardır. _Dilimize tercüme ettiğim bu eser, yüce ruhların yahut böyle olmayan kişilerin ruhlarına ilham verenlerin faydalanması içindir _______ _Girift: Birbirinin içine girerek çözülemeyecek biçimde karışmış olan, iç içe geçmiş, çapraşık. boş yer bırakmayacak biçimde iç içe istif edilmiş
··
582 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.