Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

_Anlamak, sevmenin başlangıcıdır. _Üzülme, kızma, sadece anla. İnsanlara kahkahalarla gülmek ya da nefret duymak yerine onları anlamak için çaba sarf ettim. _Tutkulardan kurtulup özgürleşmek için, eylemlerimizin gerçek nedenlerini anlamalıyız. Anlamak, onları dönüştürür. _Aklın kılavuzluğunda yaşayan insan başkasının kendisine olan nefretine, öfkesine ve küçümseyici türden ya da benzer tavırlarına elinden geldiğince sevgi ve yüce gönüllülükle karşılık vermeye çalışır. _Doğada herhangi bir şey bize gülünç, saçma ya da kötü gelirse, bunun nedeni nesneler üstünde yalnızca sınırlı bilgi sahibi olmamızdır, doğanın bir bütün olarak düzeni ve tutarlılığını bilmediğimizdendir; her şeyin kendi aklımızın buyruklarına göre ayarlanmasını istediğimizdendir. Aslında aklımızın kötü dediği şey, evrensel doğanın yasaları bakımından kötü değildir. Yalnızca, ayrı olarak düşündüğünüz kendi varlığımızın yasaları bakımından kötüdür. _Doğanın mucizelerinin gerçek nedenlerini araştıran ve doğal olaylara bir budala gibi hayretle bakmak yerine onları bir âlim gibi anlamaya çabalayan insan; doğanın ve tanrıların yorumcuları olarak taptığı kişilerce dile düşürülür ve sırtına sapkın ya da dinsiz yaftası yapıştırılır. _İnsan zihninin “farkında” olduğu sadece kendi bedeni değildir. Zihin, kendisinin de farkındadır. İnsan bir şeyi bilir ama aynı zamanda, bildiğini de bilir, bildiğini-bildiğini de bilir. _Zihin algılarken ne kadar az anlıyorsa, hayaller de o kadar fazla olur; ve ne kadar çok anlıyorsa, hayaller de o kadar azdır. _Gerçek bilgi, sadece yanlış düşüncelerle bozulmaz. Zihnimizi bulandıran duygularla da bozulmuştur. İşte yenilmesi gereken ciddi bir direnç! Ve onu yenmek için, her şeyden önce onu bilmek gerekiyor. _Ne zenginlik, ne şehvet tadı, ne şeref insan için hakiki iyilik olamaz. Zihni doyurmaya elverişli biricik şey, sabit bilgi araştırmasıdır. _Sevinç ne kadar büyükse, yükseldiğimiz yetkinlik hali o kadar büyüktür, yani tanrısal tabiata o kadar karışırız. Bunun için bilge kişi yiyerek ve içerek kendi bedenini besleyecek ve kuvvetlendirecektir; nitekim kokuları, çiçekleri, musikiyi, zevkle yapılmış elbiseleri, beden egzersizlerini ve gösterileri sevecektir. _Doğruyu yanlıştan ayırmasını bilen kimse, doğru ve yanlış hakkında upuygun bir fikre sahip olmalıdır. Işık nasıl kendi kendisini tanıtıyor ve karanlıkları açığa çıkarıyorsa hakikat de kendi kendisinin ve yanlışlığın normudur. İnsanların yanlış fikirlere sahip olmaları nereden geliyor? İnsanların Tanrı hakkında açık bilgileri yoksa, bu onların Tanrıyı cisimleri hayal ettikleri gibi hayal edememelerinden ve Tanrı adını, görmeye alışkın oldukları şeylerin hayaliyle karıştırmalarından ileri gelmektedir ve onlar dış cisimlerle sürekli olarak duygulanmış oldukları için başka türlü hareket etmeleri de güçtür. __ _Algı_ _Her şey algıdır. _Aynı şey, başka kişilerde farklı duygulara yol açar; hatta aynı kişide farklı zamanlarda farklı duygulara yol açtığını görürüz. _Birinin iyi diye hükmettiği, başkasına kötü görünür. Ne kadar insan varsa o kadar görüş vardır. Herkes kendi fikrinde ısrar eder. Kafalar arasındaki farklar damaklar arasındaki farktan daha az değildir. Onlar hayal oyunlarından başka bir şey değildir ve halk bize aslında şeylerin tabiatının ne olduğunu öğretmekten ziyade kendi hayalinin yapısı ne olduğunu öğretir. Dış cisimler hakkında edindiğimiz fikirler, dış cisimlerin tabiatından ziyade tenimizin halini gösterirler. Paul’un, Pierre hakkında söyledikleri, Pierre’den çok Paul’u tanımamızı sağlar. _Bütün kavramlarımız, hayal gücümüzün tavırlarından başka bir şey değildirler. Bilgisizler onları şeylerin başlıca sıfatları gibi görürler. Herkes kendi hayal gücünün hayaletlerine asıl gerçekler gözüyle bakıyor. İnsanların hiçbir şey üzerinde anlaşamamış olmaları şüpheciliği doğurmuştur. _Sahip olduğumuz korkular ve arzular hatta takıntılar geleceğimizi ve yazgımızı belirleyen bir şey olarak karşımıza çıkar. _Bir şeyin iyi mi yoksa kötü mü olduğuna karar veren, akıldır. Aklın rehberliğine ulaşmamız için kendimizi güvende hissetmemiz gerekir. İçgüdüsel durumdayken akıl, duyguların egemenliğindedir. Böyle bir durumda koşullar değişse bile insan aynı şekilde düşünmeye devam eder. Bu da rasyonel olmayan duygulara yol açar. İçgüdüsel hâldeyken sözün bağlayıcılığı çıkarın bittiği yere kadardır. Çıkarın sona erdiği noktada söze sadakat beklemek de saçmadır. Oysa yasalara dayanan bir örgütlenmede, bu yasallığın sürekliliği için, sözleşme gerekir. Bu fayda ortadan kalktığında sözleşme de ortadan kalkacaktır. Ancak bu, daha büyük zararlara yol açacağından insanlar sözleşmeyi ve siyasal birliği her şeyin üstünde tutarlar. Bu sayede akla itaat eden insanın, Tanrı’ya da itaat ediyor olduğunu ve bu yüzden özgür olduğunu öne sürer. Sözleşmeden önce gücü ölçüsünde hak sahibi olan insan, sözleşme sonrasında kendi hakkı olan kadarını alır. Neyin iyi neyin kötü olduğuna karar veren egemen gücün buyruğu dışına çıkılamaz. *_Cisimler var olmasa bile, ruh onları hazırmış gibi görebilir. Atın izlerini gören bir asker at düşüncesinden hemen bir atlı düşüncesine ve buradan da savaş düşüncesine geçecektir. Bir köylü ise, tersine, bir at düşüncesinden bir saban, bir tarla vb. düşüncelerine geçecektir; -bu, fikirler zincirlenmesinden başka bir şey değildir. İnsan ruhu kendi kendisini ancak bedenin duygulanışlarının fikirlerini kavraması bakımından bilir. Hayaller bedende büsbütün birbirine karışır karışmaz Ruh da hiçbir seçme yapmaksızın bütün cisimleri bulanık olarak hayal edecek ve onları sanki Varlık, Şey vb. gibi bir sıfat içinde anlayacaktır. _Kanatlı bir at hayal eden kimse, bundan dolayı bu atın var olduğunu kabul etmez; yani bunda asla aldanmaz, yeter ki bu kanatlı atın var olduğu sanısına kapılmasın. Doğru olan bir şeyin gerçekte böyle olduğunu olumlamak için yanlış olan bir şeyin doğru olduğunu olumlamaktan daha fazla güce ihtiyacımız olacak gibi görünmüyor. Eğer algılayamayacağımız sonsuzlar olduğunu söylerlerse, onları Düşünce yetisi ile algılayamadığımız ve bunun sonucu olarak onları irade yetisi ile istediğimiz cevabını veririm. Biz genel kavramları tekillerle, soyut ve aklî varlıkları gerçek varlıklarla karıştırdığımız zaman kolaylıkla aldanırız. _Bir insan diğer insanlara bakınca dik maymunlar görür. Diğeri, eğlenen bir insanlar görür. _İyi ve kötü sözcükleri, tek başlarına ele alındıklarında kesin hiçbir şey anlatmazlar. Çünkü tek ve aynı şey, aynı zamanda hem iyi, hem kötü, hem de hiç biri olabilir. Söz gelişi müzik üzüntülü kişiye iyi gelir, yas tutanlara kötü, ölüler içinse anlamsızdır. _Algı, edilgin bir duygulanış, kavram ise etkin bir yaratıdır. __ _Özgürlük Yanılsaması_ _İnsandaki temel üç yanılsama: Bilinç, özgürlük ve tanrıbilimsel yanılsama. _Kendimizi hür sanıyoruz. Halbuki ellerimizde ihtiraslarımızın görünmez zincirleri vardır. Bileklerimize görünmez kelepçeler takılmıştır. _Tutkuların köleliğinden kurtulup özgürleşmek için, eylemlerimizin gerçek nedenlerini anlamalıyız. Anlaşılmak, onları dönüştürür. İnsanlar, eylemlerinin bilincinde olup bu eylemleri belirleyen nedenlerden habersiz oldukları için özgür olduklarına inanırlar. Eylemlerini yalnızca kendisi belirleyen özgürdür ve bu insan olamaz olsa olsa tanrıdır. İnsan eylemleri ise zorunlu olarak belirlenmiştir. Neden ve sonuç zincirinden asla kurtulamayız. İnsan köleliği, eylemlerinin nedenlerini bilmeyenlerin durumudur. Bu durumdaki insanlar, yalnızca dışsal nedenlerle hareket ederler. Onlar idrak etmedikleri kuvvetler tarafından itilip kakılan taşlara benzerler. Havaya atılan bir taş düşünebilseydi kendi isteğiyle yere düştüğünü sanırdı. İnsanın özgürlük umudu yoktur. Yine de tutkulara kölelikten kendimizi kurtarabiliriz. _Karar verme durumumuzu başka bir açıdan da özgürlük olarak kabul edemeyiz, çünkü kararlarımız çoğunluk hafıza denilen yapının etkileriyle oluşur. Kararınız kendiliğinden bir anda ortaya çıkmamıştır, öyle hissedilse bile kararlarınızı ön kararlar, fiziksel olaylar ve benzerleri belirlemiştir. İradeye dayalı karar, kendisinden önce gelen bir olaya dayanır. Bundan dolayı, irade özgürlüğü bir yanılsama ve fantezidir. Aşağı doğru akan bir su düşünebilen bir varlık olsaydı, kendi özgür istenci ve iradesiyle aşağı doğru akmakta olduğunu düşünürdü. _Yüksek bir algı düzeyine çıkmış, duygularını denetim altına alabilen, kendisinin ve dünyanın kavrayışına sahip olan, özgürdür. Özgürlük, insanın kendi doğasında mevcut olan zorunluluklara uyması durumudur. _İnsanlar kendileri nasıl bir gayeye göre hareket ediyorlarsa, bütün tabiatın da bir gaye için etki ettiğini var sayarlar ve Tanrının bütün şeyleri insan için ve insanı da kendisi için, yani tapılmak için yapmış olduğunu söylerler. İnsanlar arzularının peşinden giderler ve bu arzuların nedenleri öğrenince içlerinde bir huzur oluşur. Kendi kendilerine ait bu yargılama metodu ile kendi ruhlarını bütün ruhların ölçüsü yaparlar. Onların kendi kendilerine yapılmış olduğuna inanamamışlardır. Her şeyi yapan tabiatın bir ya da birçok idare edicileri olduğuna kanaat getirmeye mecbur olmuşlardır. İnsanlar doğal felaketleri tanrıların azabı olarak gördüler. Halbuki en dindar ve dinsizlerin aynı derecede bu felaketlere maruz kalmalarını dikkate almadılar. Peşin hükmün gülünçlüğünü kanıtlamak ve tabiatın belirli bir gayeye göre asla hareket etmediğini ve tasarlanan bütün bu nedenlerin insan zihninin kuruntularından ibaret olduğu. _Soyut ve aklî varlıkları gerçek varlıklarla karıştırdığımız zaman kolaylıkla aldanırız. _İnsanın duygularını kısıtlama güçsüzlüğüne kölelik diyorum çünkü duygulara tabi olan insan, kendisinin değil ama kaderinin hükmündedir. Öylesine onun hakimiyetindedir ki, kendisi için daha iyi olana bakmasına rağmen, yine de kötü olana bakmaya zorlanır. _Gerçekten, bir cismin bütün duygulanış tarzları, duygulanan cismin tabiatından ve onu duygulandıran cismin tabiatından çıkar. _Ruhta mutlak ya da hür hiçbir irade yoktur, başka nedenle gerektirilmiştir. Ruh, düşünmenin gerektirilmiş bir tavrıdır. Bundan dolayı o aksiyonlarının hür nedeni olamaz. __ _Karışık_ _Önerme, çelişiğinin saçmalığıyla daha kolay kanıtlanır. _Felsefe, bir matematiktir. _Arzu, insanın özüdür. _İnsanlar, bize zarar verdikleri için değil; yaptıkları haksızlıklarla ruhumuzun ışığını söndürüp içimizdeki kötülüğün başkaldırmasına sebep oldukları için korkunçlar. _Eğer biri, başka biri tarafından nedensiz olarak sevildiğini düşünüyorsa zorunlu olarak o da onu sevecektir. _Sadece yoksunluk açısından uyuşan şeyler, yani sahip olmadıkları özellikler açısından uyuşan şeyler gerçekte hiçbir açıdan uyuşmazlar. _Bir insan sevdiği bir şeyden sevgisi tamamen yok olacak şekilde nefret etmeye başlamışsa, o şeye karşı o şeyi hiç sevmemiş olduğu zamankinden daha fazla nefret duyacaktır ve bu nefret, önceki sevgisi ne kadar büyükse o kadar büyük olacaktır. _Umut, özgür bir topluluk üzerinde korkudan daha etkilidir; buna karşılık, koruyla boyun eğmiş bir topluluk için en güçlü etken umut değil korkudur. _İnsanın özü, Tanrının sıfatlarının bazı tavırlaşmaları üzerine kurulmuştur. Düşünce, Tanrının bir sıfatıdır. _Şüphe etmiyor, ya da yanlış fikirlerde sükûn buluyor, çünkü orada hayal gücünü dalgalı kılacak nedenler asla yoktur. _Erdem ve Tanrıya bağlılık, sanki üstün iyilik ve üstün hürlük değilmiş gibi, Tanrıdan iyi hareketleri ve boyun eğmeleri için büyük ödüller bekleyenlerin, erdemin hakiki değerinin zevkine varmaktan ne kadar uzak oldukları açıktır. _Düşünce başka bir düşünce ile sınırlandırılmıştır. Fakat cisim, düşünce ile ve düşünce de cisimle sınırlandırılmamıştır. _Barış, savaşın olmaması demek değildir. O; bir erdem, bir ruh hali, iyilikseverlik, güven ve asalettir. _Köpek kavramı havlamaz. _Kibirli insan, asalakların ve dalkavukların varlığından hoşlanır, asil ruhluların varlığındansa nefret eder. _Herkesin hakkı gücü kadardır. _19 yüzyılın en büyük icadı icat etmenin metotlarının bulunmasıydı. _Kibirli insanlar, kendilerinden tiksinenlerdir. _Alçakgönüllülük, şöhret hırsıdır. _Kalpler silahla değil, sevgiye fethedilirler _Bir hükümet söz özgürlüğünü ne kadar kısmaya çalışırsa, ona o kadar karşı konur; bu karşı çıkış elbette açıkgözlülerce değil, iyi eğitimin, sağlam ahlakın ve erdemin daha özgür yaptığı kişilerce olur. _İnsan ruhu, insan bedenini bilmez fakat bedenin duygulanış fikirleri, insan ruhunun tabiatını meydana getirmesi bakımından Tanrıdadır, başka deyişle, Ruh bu duygulanışları algılar. Asıl ruh bedenle nasıl birleşmişse, bu ruh fikri de ruhla aynı suretle birleşmiştir. İnsan ruhu, dış cisimleri ancak kendi bedeninin duygulanışlarının fikirleri yardımıyla, fiilde var gibi hayal edebilir. İnsan ruhu kendi kendisini ancak bedenin duygulanışlarının fikirlerini kavraması bakımından bilir. Asla kesin değil bulanık olarak bilir. _İnsan kendisinin efendisi olamayacağı için, skolastikler insanı toplumsal hayvan diye adlandırdılar. Buna ben de katılıyorum. Kişi bir başka kişinin baskısına uğramayacak biçimde kendini koruyabildiği sürece kendinin efendisidir. Elbette, kişiyi korkutan nedenler ne kadar çoksa, kişinin gücü ve dolayısıyla hukuku da o kadar azdır. _Şayet ruhlara hükmetmek dillere hükmetmek kadar kolay olsaydı, bütün hükümdarlar güvenli bir şekilde hüküm sürerdi ve zalim güç diye bir şey olmazdı. Zira o zaman bütün insanlar hükümdarlarının fıtratına göre yaşar, neyin doğru neyin yanlış olup olmadığını sadece onların buyruklarına göre değerlendirirdi. Fakat bir insanın ruhunun, başka bir insanın hakkına tamamen bağlı olması imkansız bir şeydir. Hiç kimse kendi doğal hakkını, yani özgürce düşünme yetisini bir başkasına devredemez; dahası, hiç kimse bu bapta baskı altına alınamaz. İşte bu yüzden diyoruz ki, devlet ruhlara yöneldiğinde şiddet uygular. _Pişmanlık bir erdem değildir. Akıldan doğmaz. Tersine yaptığından dolayı pişmanlık duyan insan iki kat zavallı, yani aciz bir insandır. _Eğer ben doğruyu biliyorsam ve sen cahilsen, senin düşüncelerini ve yolunu değiştirmek benim için ahlaki bir görevdir. _Bilinç, insan için ıstırap çekmek değilse de, hiç değilse edilgin olmak, güdülmek, çoğu kere yük altında kalmaktır. __ _Din_ _Monarşik yönetimin en büyük sırrı ve tüm çıkarı, insanları aldatmakta ve onları dizginlemesi gereken korkuya din maskesi takmakta yatar. Onlar böylece, sanki kurtuluşları için savaşıyormuşçasına, köleleşmek için savaşırlar. Tek bir adam kibirlenebilsin diye kanlarını ve canlarını vermeyi bir utanç değil de, en büyük onur sayarlar. _Din hürriyeti bir insan hakkıdır. _Kişilik farkları, inanç farklarına sebeptir. _Bilgisizlik, metafizikçilerin sistemlerinde temel yoldur. Bilgisizliği yıkmak budalaca hayreti yıkmaktır. Adamın başına düşen kiremit tanrının nedenselliğiyle düştü diyecekler ama asla tesadüfen demeyecekler. Siz rüzgardan diyeceksiniz ama onlar rüzgarın nedenini, havanın, o adamın neden oradan geçtiğini sorup duracaklar. Soruları sonsuz olarak uzayacak ve gerçekten onlar bu suretle, sizi bilgisizliklerinin dayanağı olan Tanrının iradesini ileri sürmeye götürünceye kadar nedenlerin nedenlerini sorarak takip edecekler. Her kim bir budala gibi hayrete düşecek yerde, tabiat şeylerini bilgince bilmeye kendini verirse, çoğu kere bir müşrik ve dinsiz diye karşılanır. _Erdemi öğretmektense kusurları eleştirmeyi çok iyi bilen batıl inanç sahipleri, insanları akıl doğrultusunda yönlendireceklerine korkuyla baskı altına almaya çalışırlar. Çünkü insanların erdemi sevmelerini değil de kötüden kaçınmalarını isterler. Böylelerinin tek amacı başkalarını da kendileri gibi zavallı hale getirmektir; bu yüzden genellikle insanları sinirlendirmelerine şaşırmamak gerekir. _Eğer Tanrı bir hatayı cezalandırmıyor olsaydı, birini suç işlemekten ne alıkoyabilirdi? Şüphesiz ki, böyle şeylerden ancak ceza korkusuyla kaçınan kişi asla sevgiyle hareket etmez ve hiçbir erdeme sahip degildir. _Hurafe_ _Hurafeler, boş inançlardır. Hurafeyi doğuran ve besleyen şeyler; korku, umut, öfke, hile. Hurafe, kaynağını akıldan değil, yalnızca duygudan alır. Kalabalığı yönetmek için, hurafeden daha etkili hiçbir şey yoktur. Din maskesi altında krallar tanrılaşır. Türklerde kralları tartışmak bile küfür sayılır. _Biz bir şeyin iyi olduğunu sandığımız için o şey bizim arzularımızın nesnesi olmaz; tersine, onu istediğimiz, araştırdığımız ve arzu ettiğimiz için iyi olduğunu sanırız. __ _Cevher – Tanrı – Töz_ _Hepimiz mutlak bir tözün görünümleriyiz. Tanrı bir töz'dür. _Tanrı’nın hiçbir duygulanışı yoktur. O hiçbir zaman kederlenmez, sevinmez, ödül vermez ve intikamı almaz. _Özü, varlığı kuşatan, kendi kendisinin nedeni ve kendisi ile tasarlayan, başka hiçbir fikrin yardımı olmaksızın hakkında fikir edindiğimiz şeye cevher(töz) diyorum. Cevherde, onun özünü meydana getirmek üzere algıladığımız şeye Sıfat. Cevherin duygulanışına, başka şey yardımıyla tasarlanan şeye tavır diyorum. Mutlak sonsuz bir varlığa, özü bu sonsuz sıfatlarında her biriyle ifade edilmiş olan cevhere Tanrı diyorum. Mutlak sonsuz, her şeyi kapsayan demektir. Kendi tabiatıyla var olan şeye hür diyorum. Var olmak için başka bir araca gereksinim duymaya zorlama diyorum. Varlığa, başsız ve sonsuzluk diyorum. _Eğer doğal nedenleri bilmezsek tanrısal gücü bilmeye kalkışmak abestir çünkü tanrısal güç ve doğa yasaları bir ve aynı şeylerdir. Tanrı doğayı yaratmadı. O doğadır. _Zihinsel ve fiziksel, aynı şeyin ayrılmaz yanlarıdır. _Bir cevher başka bir cevher tarafından meydana getirilemez. Çünkü tabiatta cevher ve duygulanışlardan başka hiçbir şey yoktur _Cevherin varlığı insanın özüne ait değildir, cevherin varlığı, zorunla varlığı kuşatır. İnsanın özüne ait olsaydı, insan zorunlu olarak var olacaktı ki bu da saçmadır çünkü aynı tabiatta iki cevherin var olamayacakları gösterilmişti. şu sonuç çıkar ki, insanın özü Tanrının sıfatlarının bazı tavırlaşmaları üzerine kurulmuştur _Ruh kendi bedenindeki kendisini meydana getiren tanrısal özü kavrar. Eğer beden gerçekten insan ruhunun objesi olmasaydı, bedenin duygulanışlarının fikirleri, ruhumuzu teşkil etmesi bakımından Tanrıda var olmayacaklardır. Halbuki bizde bedenin duygulanışlarının fikirleri vardır, o halde insan Ruhunu teşkil eden fikrin objesi beden veya fiil halinde var olan cisimdir. _Cisimler birbirinden hareket veya sükûn sebebiyle ayrılırlar yoksa cevherleriyle ayrılmazlar. Sükûn halindeki bir cisim başka bir cisim tarafından hareketi gerektirilinceye kadar sükûn halinde kalır; aynı tarzda hareket eden cisimler birleşmiştir ve hepsi aynı cisimdir. En basit cisimlerden bileşik olup birbirlerinden hareket ve sükûn, hızlılık ve ağırlık bakımından ayrılan bir ferdi tasarladık. Şimdi farklı tabiatta birçok fertten, bileşik bir başkasını tasarlarsak, bütün cisimlerin, bu bütünsel ferdin tavrında hiçbir değişiklik olmaksızın, sonsuz bir tarzda değişikliğe uğrayan tek ve aynı fert olduğunu kolaylıkla tasarlarız. İnsanın teni (bedeni), her biri çok bileşik olan türlü tabiatta birçok fertten birleşiktir. Dış cisim, insan teninin sıvı olan kısmına çarparak kendi izini bırakır. Gerçekten, bir cismin bütün duygulanış tarzları, duygulanan cismin tabiatından ve onu duygulandıran cismin tabiatından çıkar _Bir şey kendisini var olmaktan alıkoyan hiçbir sebebin bulunmadığı yerde zorunlu olarak vardır. Tanrı zorunlu olarak vardır. _Tanrı, Doğa’nın aklıdır, bunun farklı görünümlerinin farklı mizaçlardan kaynaklanan ve doğal olarak zorunlu, zorunlu olarak doğaldır. Bu ifadelere özgürlük tanımak bizim kendi özgürlüğümüzü arttırmamız anlamına gelir. _Töz, nedeni kendi içinde olan. Görünüm ise kendi aracılığıyla ve kendinde kavranan değil, aksine tözün görünümüdür. Hepimiz mutlak bir tözün görünümleriyizdir. Bu anlamda Tanrı bir töz'dür. _Düşünce ve uzam, Tanrı'nın iki temel niteliğidir. (Böylece o, Kartezyen felsefedeki soruna kendince bir çözüm getirir; düşüncelerin ve fizik nesnelerin tek bir tözün değişimleri olduğunu öne sürer.) _Bir şey kendisini var olmaktan alıkoyan hiçbir sebebin bulunmadığı yerde zorunlu olarak vardır. Şeylerin hakiki nedenlerini bilmeyenler, her şeyi birbirine karıştırırlar. Tanrının tabiatını insan tabiatı ile karıştıranların hepsi, kolaylıkla Tanrıda sırf insan duygulanışlarını var sayarlar. Kendi varoluşunun bir nedeni bulunmayan şey var değildir. Şeyin varoluşunun nedeni bu şeyin tabiatında vardır. Tabiatta belirli sayıda fertler varsa, bu sayıdan ne fazla ne eksik olan fertleri meydana getiren bir neden bulunmalıdır. 20 adam varsa 20 neden olmalıdır. Her şeyin niçin var olduğunun ve niçin var olmadığının gösterilecek bir nedeni olmalıdır. Üçgenin tabiatında niçin dört köşeli üçgenin var olmadığı bulunur. Bunun sebebi şudur ki, aynı şeyde birleşen üçgen ve dörtgen şekli çelişikliği gerektirir. cevherin tabiatında da onun varlığının nedeni vardır. Çünkü, onun tabiatı ya da özü varlığını gerektirir. _Var olan her şey Tanrı içinde vardır ve Tanrı olmaksızın hiçbir şey ne varolabilir ne de kavranabilir. __ _Cevher ve Aksiyomlar_ _Var olan her şey ya kendisinde ya da başka bir şeyde vardır yani ya bir cevherin sıfatı ya da duygulanışıdır. _Zihin dışında cevherler ve duygulanışlardan başka hiçbir şey yoktur. _Sonsuz bir cevher, bölünemezdir. Tanrıdan başka cevher olamaz ve tasarlanamaz. Uzamlı şey ile düşünen şey Tanrının ya sıfatları, ya da Tanrının sıfatlarının duygulanışlarıdır. _Aralarında hiçbir ortaklık olmayan şeylerden birisi ötekisi ile tasarlanamaz; öz bakımından farklı olan iki cevherde aynı tavırlar ya da duygulanışlar olamaz. Bir cevher başka bir cevher tarafından meydana getirilemez. Çünkü tabiatta cevher ve duygulanışlardan başka hiçbir şey yoktur. Bir şey başka bir şeyin nedeni olabilmesi için, aralarında ortak bir şeyin olması gerekir. _Önerme-etki, çelişiğinin saçmalığıyla daha kolay kanıtlanır. Bir cevherin başka bir cevheri meydana getirebildiğini varsaymak çelişiktir çünkü bu iki cevherden biri ötekinin eseri olunca da asla cevher olmayacaktır. _Var olmak bir cevherin tabiatı gereğidir. Her cevher zorunlu olarak sonsuzdur. Sonlu bir şey olamaz; zira kendisi de zorunlu olarak var olması gereken aynı tabiatta başka bir cevherle sınırlandırılmış olmalıdır; o zaman aynı sıfatı olan iki cevher olacaktır ki, bu da saçmadır; öyle ise o sonsuz olarak vardır. Şeyin varoluşunun nedeni bu şeyin tabiatında vardır. Tabiatta belirli sayıda fertler varsa, bu sayıdan ne fazla ne eksik olan fertleri meydana getiren bir neden bulunmalıdır. 20 adam varsa 20 neden olmalıdır. Her şeyin niçin var olduğunun ve niçin var olmadığının gösterilecek bir nedeni olmalıdır. Üçgenin tabiatında niçin dört köşeli üçgenin var olmadığı bulunur. Bunun sebebi şudur ki, aynı şeyde birleşen üçgen ve dörtgen şekli çelişikliği gerektirir. Cevherin tabiatında da onun varlığının nedeni vardır. Çünkü, onun tabiatı ya da özü varlığını gerektirir. Sonuç. bir şey kendisini var olmaktan alıkoyan hiçbir neden ya da sebebin bulunmadığı yerde zorunlu olarak vardır. _Tanrının tabiatı asla cisimsel ve tensel değildir. Onu 2 bölüme ayırınca, ayrılan 2 parçadan her biri ya sonlu ya sonsuz olacaktır. Madde ya da cisimsel cevher zorunlu olarak sonludur. Tabiatta asla boşluk olmadığı sabittir. _Bazı filozoflar, tanrı yaratıcı bir güç olarak, kendi evrensel gücünü tüketiyor derler ama bu doğru değil. Tanrının düşüncesi insan düşüncesinden farklıdır. Tıpkı köpek burcunun, köpekle ad bakımından benzemesi gibi. Tanrı değişmez. Tanrıdan çıkan her şey sonsuzdur. _Hiçbir şey Tanrısız tasarlanamaz. Tanrıdan sonsuz bir aklın bütün tasarlayabileceği şeyler çıkmalıdır. Tanrının tabiatının, her biri kendi cinsinde sonsuz özü ifade eden mutlak sonsuz sıfatları vardır. Eğer bir şey Tanrı tarafından gerektirilmemiş ise kendi kendisini gerektirir önermesi saçmadır. Tabiatta zorunsuz hiçbir şey yoktur. Bilme etkisinden daha büyük bilgiye götüren hiçbir şeyi bilemeyiz. İradeye hür neden denemez, yalnızca zorunlu neden denebilir. Zihin gibi irade de, düşüncenin bir tavrından ibarettir; ve bundan dolayı her istek ancak başka bir gerektirilmiş nedenle var olabilir. Tanrı eserlerini irade hürlüğü ile meydana getiremez. İrade Tanrının tabiatına ait değildir. _İnsanlar, tabiatın asla belirli bir gayeye göre hareket etmediğini ve tasarlanan bütün bu nedenlerin insan zihninin kuruntularından ibaret olduğu anlayamadılar. _Bütün kavramlarımız hayal gücümüzün tavırlarından, yani hayal gücümüzün dış objelerden türlü tarzda duygulanmış olduğu biçimlerden başka bir şey değildirler. Bununla birlikte bilgisizler onları şeylerin başlıca sıfatları gibi görürler. Herkes kendi hayal gücünün hayaletlerine asıl gerçekler gözüyle bakıyor. Birinin iyi diye hükmettiği başkasına kötü görünür. Ne kadar insan varsa o kadar görüş vardır, herkes kendi fikrinde ısrar eder, kafalar arasındaki farklar damaklar arasındaki farktan daha az değildir. Onlar hayal oyunlarından başka bir şey değildir ve halk bize aslında şeylerin tabiatının ne olduğunu öğretmekten ziyade kendi hayalinin yapısı ne olduğunu öğretir. bütün bu hayalî (fantastik) varlıklara, akıl varlıkları değil; fakat hayal varlıkları diyorum. __ _Ruhun Tabiatı_ _Sonsuz varlığın özünden çıkması gereken şeylerin açıklanması. _Öz, kendisi olmaksızın şey var olamayacağı gibi, şeysiz de kendisi var olamaz. Algı edilgin bir duygulanış, kavram ise etkin bir yaratıdır. Düşünce, Tanrının bir sıfatıdır, yani Tanrı düşünen varlıktır. Bedenler ve düşünme tavırlarından başka, hiçbir tikel şeyi duymuyor ve tasarlamıyoruz. Tanrıda özünün fikrinden başka, özünden zorunlu olarak çıkan her şeyin fikri zorunlu olarak vardır. Tanrısal tabiattan zorunlu olarak Tanrının kendisini bilmesi çıktığı gibi her şey. _Herhangi bir sıfatın tavırlarının nedeni başka bir sıfatla görülmesi bakımından değil, bu tavırların sıfatı olarak görülmesi bakımından, Tanrıdır. Uzamın tavırlaşması da, bütün tabiat düzeni ancak yalnız uzam sıfatıyla açıklanmalıdır. _Cevherin varlığı insanın özüne ait değildir, cevherin varlığı, zorunla varlığı kuşatır. İnsanın özüne ait olsaydı, insan zorunlu olarak var olacaktı ki bu da saçmadır çünkü aynı tabiatta iki cevherin var olamayacakları gösterilmişti. Şu sonuç çıkar ki, insanın özü Tanrının sıfatlarının bazı tavırlaşmaları üzerine kurulmuştur. _Ruh kendi bedenindeki kendisini meydana getiren tanrısal özü kavrar. Eğer beden gerçekten insan Ruhunun objesi olmasaydı, bedenin duygulanışlarının fikirleri, ruhumuzu teşkil etmesi bakımından Tanrıda var olmayacaklardır. Halbuki bizde bedenin duygulanışlarının fikirleri vardır, o halde insan Ruhunu teşkil eden fikrin objesi beden veya fiil halinde var olan cisimdir. _Ruhta mutlak ya da hür hiçbir irade yoktur, başka nedenle gerektirilmiştir. Ruh, düşünmenin gerektirilmiş bir tavrıdır. Bundan dolayı o aksiyonlarının hür nedeni olamaz, yetiler ya zihnin icatlarıdır ya da tikel varlıklardan teşkil etmeye alışkın olduğumuz “Metafizik” varlıklar yani tümellerdir. İrade ve zihin tek ve aynı şeydir ve fikirlerden başka bir şey değildirler. Şüphe etmiyor, ya da yanlış fikirlerde sükûn buluyor, çünkü orada hayal gücünü dalgalı kılacak nedenler asla yoktur. Kesinlik deyince biz pozitif bir şey anlıyoruz, yoksa şüphe yokluğunu anlamıyoruz. Kanatlı bir at hayal eden kimse, bundan dolayı bu atın var olduğunu kabul etmez; yani bunda asla aldanmaz, yeter ki bu kanatlı atın var olduğu sanısına kapılmasın. Deney önemli. Doğru olan bir şeyin gerçekte böyle olduğunu olumlamak için yanlış olan bir şeyin doğru olduğunu olumlamaktan daha fazla güce ihtiyacımız olacak gibi görünmüyor. Yine bununla görünüyor ki irade zihinden farklıdır. Eğer algılayamayacağımız sonsuzlar olduğunu söylerlerse, onları Düşünce yetisi ile algılayamadığımız ve bunun sonucu olarak onları irade yetisi ile istediğimiz cevabını veririm. Biz genel kavramları tekillerle, soyut ve aklî varlıkları gerçek varlıklarla karıştırdığımız zaman kolaylıkla aldanırız. _Erdem ve Tanrıya bağlılık, sanki üstün iyilik ve üstün hürlük değilmiş gibi, Tanrıdan iyi hareketleri ve boyun eğmeleri için büyük ödüller bekleyenlerin, erdemin hakiki değerinin zevkine varmaktan ne kadar uzak oldukları açıktır. __ _Ayrık - birleşik_ _Cisimler birbirinden hareket veya sükûn sebebiyle ayrılırlar, yoksa cevherleriyle ayrılmazlar. Sükûn halindeki bir cisim başka bir cisim tarafından hareketi gerektirilinceye kadar sükûn halinde kalır; aynı tarzda hareket eden cisimler birleşmiştir ve hepsi aynı cisimdir. En basit cisimlerden bileşik olup birbirlerinden hareket ve sükûn, hızlılık ve ağırlık bakımından ayrılan bir ferdi tasarladık. Şimdi farklı tabiatta birçok fertten, bileşik bir başkasını tasarlarsak, bütün cisimlerin, bu bütünsel ferdin tavrında hiçbir değişiklik olmaksızın, sonsuz bir tarzda değişikliğe uğrayan tek ve aynı fert olduğunu kolaylıkla tasarlarız. _İnsanın teni (bedeni), her biri çok bileşik olan türlü tabiatta birçok fertten birleşiktir. _Dış cisim, insan teninin sıvı olan kızmına çarparak kendi izini bırakır. Gerçekten, bir cismin bütün duygulanış tarzları, duygulanan cismin tabiatından ve onu duygulandıran cismin tabiatından çıkar. Paulun, pierre hakkında söyledikleri, pierreden çok paulu tanımamızı sağlar. Dış cisimler hakkında edindiğimiz fikirler dış cisimlerin tabiatından ziyade tenimizin halini gösterirler. _Cisimler var olmasa bile, ruh onları hazırmış gibi görebilir. Atın izlerini gören bir asker at düşüncesinden hemen bir atlı düşüncesine ve buradan da savaş düşüncesine geçecektir. Bir köylü ise, tersine, bir at düşüncesinden bir saban, bir tarla vb. düşüncelerine geçecektir;-bu, fikirler zincirlenmesinden başka bir şey değildir. _İnsan ruhu, insan bedenini bilmez, fakat bedenin duygulanış fikirleri, insan ruhunun tabiatını meydana getirmesi bakımından Tanrıdadır, başka deyişle, Ruh bu duygulanışları algılar. Asıl Ruh bedenle nasıl birleşmişse, bu Ruh fikri de ruhla aynı suretle birleşmiştir. İnsan bedenine ait herhangi bir duygulanışın fikri dış cisme ait upuygun bilgiyi ve kendi ruhunu kuşatmaz. Dış cismin insan bedenine bağlı olmayan bir fert olması bakımından bu dış cismin bilgisi, ya da fikri Tanrıdadır. İnsan ruhu dış cisimleri ancak kendi bedeninin duygulanışlarının fikirleri yardımıyla, fiilde var gibi hayal edebilir. İnsan ruhu kendi kendisini ancak bedenin duygulanışlarının fikirlerini kavraması bakımından bilir. Asla kesin değil bulanık olarak bilir. _Bütün şeylerde ortak olan ve bütünde olduğu kadar parçada da bulunan şey, hiçbir tekil şeyin özünü meydana getirmez. Eğer insan Bedeninin ve insan Bedenini daima duygulandırmakta olan bazı dış cisimlerin ortak özeliği varsa ve o, dış cisimlerin herhangi birinin parçasında olduğu kadar bütününde de bulunuyorsa, bu özelikten dolayı fikir Ruhta upuygun olarak bulunacaktır. _Hayaller bedende büsbütün birbirine karışır karışmaz Ruh da hiçbir seçme yapmaksızın bütün cisimleri bulanık olarak hayal edecek ve onları sanki Varlık, Şey vb. gibi bir sıfat içinde anlayacaktır. _Duygulanışların Tabiatı Üzerine_ *************** _Önsöz_ _Benedictus Baruch Spinoza_ (1632-1677) _Yahudi bir tüccar ailesinin oğlu. Yeni Skolastisizm ve Descartes üzerine çalıştı. Geçimini Mercek yapımından sağladı. Sürgünde arkadaşının yanına köye yerleşti ve etikayı yazdı. Asılları ispanyol yahudisi olan ailesi, engizisyondan kaçarak oraya sığınmışlardı. Fikir ufkunu genişletmek ihtiyacını duyuyordu. _Teleolojiyi bırakıp fizikle uğraşır. _Hayatı çok sade idi. _Bruno’nun tabiatın sonsuzluğu Spinoza’nın Tanrı fikrini Tabiat fikrine bağlamasına yardım etti. _Yahudi cemaatinden törenle kovuldu. _Zihin Reformuna Dair, kitabında: Ne zenginlik, ne şehvet tadı, ne şeref insan için hakiki iyilik olamaz. Zihni doyurmaya elverişli biricik şey, sabit bilgi araştırmasıdır. _Spinoza, katolikliğe davet eden arkadaşına hür bilginin meşruluğunu savunan ve her türlü hakiki dinin özünü kabul etmeyi ve sevmeyi bildiren bir mektupla cevap verdi. Hakiki bir inancın ne zorla kendini kabul ettiremeyeceğine ve başkasının inancını sarsmamak nezaketi, şevkati vardı. Hayatı çok sade idi. _Mistisizm ile natüralizm, onda aynı kişiliğin bütünleyici elemanları olmuştur ve onun sonuna kadar mantıkla geliştirmeye çalıştığı şey budur. Kendi çabasıyla ezeli kanunların kavranmasına yükselmek için varoluşun huzursuzluk ve karanlığından çıkarak kazandığı mutluluğu ona verdi. Etika'yı basit bir zihin eseri değil, bir sanat eseri yapan budur. Beş kitap, haklı olarak, bir dramın beş perdesine benzetilmiştir. _Onun için, yontulmuş bir kristal denebilir. O kadar orijinal olan bu kadroda toplanan türlü türlü muhtevanın yazarın kişiliğince bütünlüğü ile birleştirilmiş ve eritilmiş olduğundan azıcık bile şüphesizdir _Spinoza, hem en büyük din düşmanlarından biri sayılmış, hem de eserinin temel kaynağının Tanrı sevgisi olduğu söylenmiştir. Materyalistlik ile suçlanır. "Tanrı'nın evren ve doğanın işleyişi olduğu, bir kişiliği olmadığı ve Tevrat'ın Tanrı'nın doğasını öğretmek için mecazi ve simgesel bir kitap olduğu" iddialarını savunduğu için Yahudi cemaatinden kovulur. Amsterdam'ı terk eder, Etika'sını yazmaya başlar ve yaşamının sonuna kadar mektuplaşacağı Henry Oldenburg ile tanışır. Aşkın bir tanrı anlayışı yerine içkin bir doğa anlayışı getirmiştir. _Etikada felsefi çalışmasına bilimsel bir konum kazandırmaya çalıştığı söylenebilir. _Panteist Tanrı, bu felsefi sistemin hem başlangıç noktası hem de son noktasıdır. _Kant, ontolojik alan ile epistemolojik alanı kategorik bir ayrıma tabi tutarak, gerçekliğin bizim düşüncelerimize tekabül ettiği ya da edebileceği varsayımını geçersizleştirmeye çalışır. _Hegel'in Spinozacı felsefi sistemi dönüştürerek kullandığı söylenebilir. Spinoza'daki töz Hegel'de Mutlak idea olarak alınır. Ayrıca Marx'ın Hegel'i ayakları üzerine oturtma girişiminde de Spinoza etkisi olduğu öne sürülmektedir. Çünkü, Marksist felsefe, insanın etkinliklerini onun maddi koşullarından bağımsız görmemekte, özgürlüğün zorunlulukların bilinci olduğu tezini olumlamakta, bunlara bağlı olarak doğa yasalarının belirleyiciliğini öne sürmektedir. _Nietzsche ise tam bir Spinoza karşıtı olarak konuşur, Spinoza'nın matematiksel hokus pokuslarla felsefi sistemini kurduğunu söyler ve onu "hasta münzevi" olarak tanıml. Postmodern felsefenin önemli isimlerinden Gilles Deleuze ise Spinoza'ya çok önem veren düşünürlerden birdir. Etika'yı, bir özgürleşme etiği olarak değerlendirir. _Teleolojiyi bırakıp fizikle uğraşır. Bruno’nun tabiatın sonsuzluğu Spinoza’nın Tanrı fikrini Tabiat fikrine bağlamasına yardım etti.. _Etika, olgunlaşmayı okura öğretmek için tasarlanmıştır. Düşüncesi bir tür psikoterapi önerir. _Aşkın bir tanrı anlayışı yerine içkin bir doğa anlayışı getirmiştir. _Rahip Colerus, “Bu şeytan okulunda Latince’den başka şeyler de öğrenmeliydi,” diyor. _Rahip Colerus, Yahudi cemaatinden törenle kovulan bu hür düşünceli ateistin bu kadar güzel bir hayat sürebilmesine ve bu kadar rahat ölebilmesine şaşmıştı. Etika, dinsizliğin özeti gibi. __ _Panteist - kamutanrıcı- tümtanrıcı_ _Maddeciliği ve ruhçuluğu birleştirmesi bakımından karşıt birçok düşünce yollarının birleştikleri nokta ve bir başlangıç noktası olduğu için, kendi cinsinde filozoftur. İbn Arabi’nin sistemine benzer ama arabide kavranamaz tanrı anlatılır. Vahdet-i vücut’ta Tabiat Tanrıda olduğu halde, pantheisme’de(vahdeti mevcut) Tanrı Tabiattadır. Spinozacılığın temeli olan determinist görüş. Kant’ın olumsuz bir kavram yaptığı Numen, yani mutlak alanına ait sonuçsuz araştırmaları, “mutlak”a sokulmak için Spinoza’nın cevher kavramını idealist bir gözle yeniden ele almak cesaretini uyandırdı. Schelling objektif idealizminde, Hegel mutlak idealizminde Kant’ı Spinoza ile tamamlamaya çalıştılar. Rasyonalisttir ve sırf analiz yolu ile bütün bir varlık sistemi kurulabilir. Lojistik adı verilen çağdaş mantık gözünde bu analitik hükümler bilgimize yeni hiçbir şey katmaz. Ne kadar mantıki kesinliği olursa olsun onunla fizik veya metafizik hiçbir şey kanıtlanamaz. __ _Etika üzerine_ _Etika dinsizliğin özeti gibi. _Spinoza'nın Ethica'sı, ele aldığı "Tanrı, İnsan, Zihin, Beden, Akıl, Duygular, Özgürlük" gibi derin felsefi konulara matematiksel bir düşünme yöntemiyle ve mantık kuralları çerçevesinde yanıt arayan, özgün bir üslupla kaleme alınmış, zorlu, çarpıcı ve kışkırtıcı bir eserdir. Tek hedefi: insan aklını varlığın en üst bilgisine erişecek kıvama getirmek ve bu şekilde insana sonsuz bir mutluluk yaşatmak. _Geometricilerin metoduna göre Tanrı hakkındaki doktrinini açıklamaya girişti. Geometrik yani sentetik düzen düşüncesi tam yetkinliğine eriştikten sonra, Spinoza tarafından doğru ve zorunlu düzen diye görülmekten geri kalamazdı. _Spinoza mektupta Etika’dan şöyle söz edilmektedir: “Doğru adam deyince, herkesin asıl kendisine ait olan şeye sahip olmasını devamlı surette isteyen kimseyi anlıyoruz ve henüz basılmamış olan Etika adlı kitabımda bu arzunun köklerinin, zorunlu olarak gerek kendilerinde, gerek Tanrıdan çıkarılmış açık bilgide olduğunu kanıtlıyorum.” Bu çalışmayı bitirmeden önce, hiçbir şey bildirmemeye karar verdiğim halde, düşündüğümden fazla zaman alacağı için, sizi bekletmek istemiyorum. _İncili en iyi bilen olmasına rağmen laikliği savunuyor ve dincilerce tehdit ediliyordu. Tanrının var olmadığını göstermeye çalıştığım gürültüsü her tarafa yayıldı ve ikahiyatçılar şikayetçi oldular, budala Descartesçılar şüphe altında kalmamak için aleyhimde çalışmaya başladı. Yayınları durdurmaya karar verdim, eser ölümüne kadar basılmadan kaldı. (..önce tanımlıyor sonra aksiyom ve kanıtlamaya çalışıyor) >> önce tek cevher diyor sonra birçok cever, kafa karıştırıyor sonra birçok cevher olamaz diyerek bitiriyor. *_Öklid geometrisinin jargonuyla doludur. Tanımlar, aksiyomlar, sayılı önermeler, sonuçlar ve yorumlarla, bizim şimdi etik saydığımız şeyi tartışmaz. Kitabın birinci bölümünün çoğu, aynı şey oldukları anlaşılan töz ve Tanrı’yla ilgilidir. Yalnızca bir töz olabileceğini ve bu tözün de Tanrı olduğunu kanıtlamaya girişir. Tanrı doğayı yaratmadı. O doğadır. Zihin ile bedenin tamamen ayrı olduğunu öne süren Descartes’tan farklı olarak Spinoza, zihinsel ile fizikselin aynı şeyin ayrılmaz yanları olduğunu savundu. Zihnin kendisi bir töz değildir, daha çok tözün bir kipidir. Neden ve sonuç zincirinden asla kurtulamayacağımızı düşünür. Kararınız kendiliğinden bir anda ortaya çıkmamıştır, öyle hissedilse bile. Kararlarımızı ön kararlar, fiziksel olaylar ve benzerleri belirlemiştir. Yalnızca Tanrı gerçekten özgür olabilir. İnşanın özgürlük umudu yoktur. Yine de tutkulara kölelikten kendimizi kurtarabiliriz. Tutkuların taşıyıcısı olma pasifliğinden kendimizi kurtarabildiğimiz ve eylemlerimizi anlama durumuna gelebildiğimiz zaman, özgür oluruz. İnsan köleliği, eylemlerinin nedenlerini bilmeyenlerin durumudur. Bu durumdaki insanlar, yalnızca dışsal nedenlerle hareket ederler. Onlar idrak etmedikleri kuvvetler tarafından itilip kakılan taşlara benzerler. Etika, olmayı okura öğretmek için tasarlanmıştır. Düşüncesi bir tür psikoterapi önerir. __ _Spinoza'nın Taosu_ Moris Fransez _SPİNOZA BİZE NE ANLATIYOR? İnsanı, önyargılarımızı, hiçbir zaman özgür olmadığımızı, aldığımız kararları özgürce alamadığımızı, bedenin ve ruhun bir bütün olduğunu, başka bir yaşam olmadığını, herkesin tek bir yaşamı olduğunu, mutlu yaşam için bu duygularla nasıl başa çıkmamız gerektiğini, sonucu değiştirme imkanımız olmadığını ama sonuca doğru yol alırken nasıl huzurlu bir yaşam geçirebileceğimizi anlatıyor. Spinoza bize, gördüklerimiz vasıtası ile Tanrı’yı/Doğa’yı anlamak yerine, Tanrı ve Doğa’dan yola çıkarak gördüklerimizi anlamamızı sağlıyor. _Etikanın özelliği “Geometrik” olması. Kitap bize anlatmaya çalıştığı felsefeyi çürütülmeyecek şekilde oluşturuluyor. İnsanların o güne kadar kabul ettiği birçok tezin ve "Düşünüyorum o halde varım " sözlerinin sahibi Descartes'in fikirlerini terk etmesini sağlıyor. Bu konuda, kitapta sıklıkla geçen “Bir üçgenin iç açılarının toplamı 180 dereceyse, bu da böyledir.” cümlesi az da olsa size bir fikir verebilir. Kitaptan etkilenenler: Karl Marx, Sigmund Freud, Albert Enstein _"Özellikle kitlelere güvenilemeyeceğini, güruhlara fazla bir şey öğretilemeyeceğini, kalabalıklara laf anlatmanın, hazırlıklı olmayanlara yeni bir şey anlatıp kendini dinletmenin ne kadar zor ve tehlikeli olduğunu biliyordu ve bunu bir an aklından çıkarmamak için yüzüğüne temkinli ol ibaresini kazdırmıştı _Moris Fransez: Bir şey olacak, hayatım düzelecek!”…“Bir şey olacak, her şey yıkılacak!” Endişe ile umut arasında gidip geliyorum. Elimde olanı yitirmekten endişe, olmayanı edinmeyi umut ediyorum. Bu, doğamın yaşamamı sağlayan bir lütfu mü? Yoksa yaşatmayan bir laneti mi? __ _İçkin_ _İçkin, varlığın yapısına karışmış bulunan, varlığın içinde var olan; örneğin enerji maddede içkindir. Varlığın içinde bulunan. Aşkın teriminin karşıtıdır. Örneğin kamutanrıcılığa göre tanrı, doğada içkin, tanrıcılığa göreyse tanrı doğayı aşkındır. Bir anlamda da kendinde kalanı ve başkasına geçmeyeni dile getirir. İçkin terimi gerçekte idealizmin ve idealist anlayışın ürünüdür _Aksiyom, belit veya postulat_ _Aksiyom, doğruluğu kanıtsız olarak kabul edilen önermedir. Aksiyom kelimesi Matematiksel bir terimdir. Diğer önermelerin temeli ve ön dayanağı niteliğindeki önermelerdir. Belitlerin başka bir önermeye götürülmeye ve kanıtlanmaya gereksinimi yoktur. Bu yüzden de kendiliğinden apaçıktırlar. _Renan’a göre Spinoza hayat fikrine ve gerçek duygusuna yabancı bir idealisttir. _Tanrı, dünyayı kendi için mi yoksa insanlar için mi yaratmıştır. _İdealizmi, realizmi ve rasyonalizmi barındırır. _Soyut spekülasyonlar _Eseflenmek _Zihin Reformu _Cevherin sıfatlarını _Bu saçmalığı reddetmekle zaman kaybetmeye gerek yoktur. _Bilgisizliğin karanlıklarına gömülmüş _Kelâmcılar (ve metafizikçiler): Dinî-felsefî teorilerle ilgilenen ilim dalı. Bu anlamda kelâm, imanla ilgili konu ve sorulara izâh ve ispat getirme amacıyla geliştirilen teolojik felsefenin adıdır _Kavrama(algılaması) _Olumlanma (tasdik) _Sonsuz ilgisizliği _Ruhum gidalanir dinledikce _Upuygun: Çok elverişli ********************* ********************* Teolojik - Politik İnceleme (Bu incelemede bir toplum, diktatörlüğe sürüklenmemek için nasıl örgütlenmelidir sorunu ele alınmıştır.) _Filozoflar, insanların içinde çarpışan duyguları kötülük sayarlar ve bu yüzden insanları hafife alıp kınarlar. Böyle yaparak tanrı gibi davranmış olup, bilgeliğin doruğuna çıkarlar ve dünyanın hiçbir yerinde olmayan mükemmel insana ait övgüler düzerler ve gerçek insanı da bozarlar. İnsanları oldukları gibi görmezler de olmasını istedikleri gibi görürler. _Devlet yönetiminde, filozoflardan daha uyarsız kişiler düşünülemez. _Siyasetçiler, insanları en iyi yöneten değil, onları oyuna getiren kişilerdir ve bilge değil de usta olarak görülürler. _Devlet, aklın yönetimine uyduğu zaman kendi kendisinin efendisidir. Bir insanın ya da devletin yapacağı en iyi iş, kendi kendinin efendisi olmaktır. Devlet, kendi kendisinin efendisi olarak kalmak için, korku ve saygı koşullarını elinde tutmalıdır. Devlet, varlığını sürdürmek için kendinden başka kimseye hoş görünmek zorunda değildir. Devletin kendisi için belirlediği şeyler dışında iyi ya da kötü yoktur. _Bir masaya ne istersem yaptırabilirim dediğim zaman, ona ot da yedirebilirim demek istediğim anlaşılmaz. İnsanların siteye bağımlı olduklarını söylediysek, buradan insanların insani doğalarını yitirecekleri ve başka bir doğaya bürünebilecekleri anlamı çıkmaz. _Bir devlette barış, sürü gibi yönetilen ve köleliğe alıştırılan insanların hantallığından geliyorsa, o devlete devletten çok yalnızlık şehri demek gerekir. _Yöneticilerin keyfi adaletine kalmış devlet kalıcı değildir. Öyle bir mekanizma gerekir ki, yöneticiler hukuka aykırı davranamasınlar. _Devleti tehdit eden tehlikelerin nedeni her zaman dışardaki düşmanlardan çok yurttaşlardır, çünkü iyi yurttaşlar çok azdır. Yöneten kişi dışardaki düşmanlardan çok yurttaşlardan korkacaktır ve dolayısıyla kendini korumaya çalışacaktır ve yurttaşları gözetmek yerine onlara, özellikle de erdemli kişilere tuzaklar kuracaktır. _Devlet aldatılmışsa, suçu kendi ahmaklığında aramalıdır. _İnsanlar, ortak bir yasa olmadan yaşayamazlar. _Kişiyi korkutan nedenler ne kadar çoksa, kişinin gücü ve hukuku da o kadar azdır. _Her birey gücü olduğu ölçüde hakka sahiptir. _Dini inancı, barışın ve kamu düzeninin bozulmasına neden olacak biçimde koymamak gerekir. _İnsanları akıldan çok kör arzu yönetir. Toplumu, aklın kurallarına göre davranmaya yöneltmeye inananlar, hayale kapılmaktadırlar. Bilge olsun vurdumduymaz olsun, insan her zaman doğanın bir parçasıdır. Aklıyla da arzusuyla da davransa, insan doğanın yasalarına uymayan hiçbir şey yapmaz. İnsanların çoğuna göre vurdumduymaz kişiler, doğanın düzenine uymaktan çok doğanın düzenini bozmaktadırlar. Akla ya da kör arzuların yönetiminde yaşamak da bizim istemimize bağlı bir iş olsaydı, herkes akla göre yaşayacaktı, oysa bu olacak şey değildir ve her kişi peşine düştüğü arzunun çekiciliğine boyun eğmektedir. _İki kötüden daha az kötü olanı seçmek aklın işidir. _İnsan, kendi kendisinin efendisi olamayacağı için, skolastikler insanı toplumsal hayvan diye adlandırdılar, buna ben de katılıyorum. _Özgürlük bir erdemdir yani bir yetkinliktir. İnsan hiçbir biçimde özgür diye nitelendirilemez çünkü o var olmayı ya da aklını kullanmayı bilememektedir. İnsan ancak var olma gücüne, insan doğasının yasalarına göre eylemde bulunma gücüne sahip olduğu ölçüde özgürdür. _Günah, köleliktir, güçsüzlüktür. Doğada günah diye bir şey yoktur ya da biri günah işliyorsa, bunu bir başkasına karşı değil kendine karşı işlemektedir: o kişiye göre hiçbir şey, iyi ya da kötü diye belirlediği şeyler dışında, iyi ya da kötü değildir. _İnsan, doğanın küçük bir parçasıdır ve yalnızca bu düzenin zorunluluğundan ötürü var olmaya zorlanmıştır. Demek ki doğada bize gülünç, saçma ya da kötü gözüken her şey, algılarımızdan dolayı öyle gözükür ve biz genellikle tüm doğayı ve şeyler arasındaki bağları bilmeyiz, evren yasalarının düzenini değil de yalnız doğamızın yasalarını göz önünde bulundurduğumuz zaman, aklımız kötü olmayan bir şeyi kötü diye bilebilir. _İnsan davranışlarını aşağılamamaya, üzülmemeye, yadsımamaya ama onlar üzerine gerçek bir bilgi edinmeye büyük özen gösterdim: ayrıca, aşk, kin, öfke, arzu, üstünlük, acıma gibi insani duyguları ve ruhun öbür devinimlerini, kötülükler olarak değil, insan doğasının özellikleri olarak ele aldım; sıcak ve soğuğun, fırtına, şimşek ve tüm gökyüzü olaylarının havanın doğasına bağlanmaları gibi. _İnsanlar, mutsuzlara acırlar, mutlulara özenirler; acımadan çok öç almaya yatkındırlar; ayrıca herkes, başkalarının kendi yaradılışına uygun olarak yaşamasını ister. İnsan ölümün eşiğine geldiği zaman inanç doğruya üstün gelir; _Doğadaki herhangi bir varlığı var eden güç, özgürlüğü sınırsız olan Tanrı'nın gücünden başka bir şey değildir. Öyleyse doğada her varlık, varolma gücünü doğadan alır: doğal hukuk sözünden doğanın gücünü anlıyorum. Demek ki, insan, kendi doğasının yasalarına uyarak yaptığı her şeyi en yüce doğal yasaya uyarak yapmaktadır. _İlk insan dürüst ve kendine hakim olsaydı ve henüz kötülüğe bulaşmamış bir doğaya sahip olsaydı, bilgili olduğu halde, nasıl olur da onu şeytan aldattı diyebilirlerdi. O da bizim gibi tutkularının tutsağıydı. İyi ama şeytanı kim aldattı? Tanrı'dan daha büyük olmak isteyecek kadar çıldırtabilen kimdir? _İnsanlar doğal bir yasa tarafından yönetilmeye zorlanmış olsaydı, her kişi, zorunlu biçimde, yol gösterici olarak aklı seçecekti, çünkü doğa yasaları Tanrı'nın saptadığı yasalardır, demek ki, vurdumduymaz kişi ve aklı kıt kişi doğal hukuk tarafından yaşamlarını bilgece düzenlemeye zorlanamazlar, nasıl hasta kişi sağlıklı bir bedene sahip olmaya zorlanamazsa. _Nasıl kil, çömlekçinin gücüne boyun eğiyorsa, biz de Tanrı'nın gücüne öyle boyan eğiyoruz; çömlekçi, aynı topraktan onurlandığı ya da utandığı kaplar yapar, aynı biçimde insan da, Tanrı'nın bu buyrultularıyla tersleşen bir biçimde davranabilir, _Doğal hukuk- (Devlet hukuku), Tek tek yurttaşların gücüyle değil, kitlenin gücüyle belirlenir. Bu yasalana uymaya zorunlu kişiler yurttaş diye adlandırılırlar. Medeni hukuka göre, yurttaş, devletten daha az hukuka sahiptir ve devletin isteyebileceği şeyler dışında, ne bir şey isteyebilir ne de bir şeye sahip olabilir. Devlet kendi hukukunu bir kişiye devrediyorsa, gücünü bırakmaktadır. Eğer devlet hukukunu tüm yurttaşlara veriyorsa dağılır ve doğal duruma dönülür. Buna göre devletin kuralının yurttaşlara verilmesi düşünülemez. Her bireyi kendi kendinin yargıcı yapan bu doğal hukuk, toplumsal durumda zorunlu olarak ortadan kalkar. Her insan önce çıkarlarını gözetmektedir. Her yurttaş, kendi kendine değil, devlete bağımlıdır ve neyin adaletli neyin adaletsiz olduğuna hiç kimsenin hakkı yoktur. Devletin emirlerini adaletsiz diye kabul etse de onlara uymak zorundadır. Ama, bir başkasının yargısına bütünüyle boyun eğmek aklın buyruğuna ters düşmez mi? İnsan ne ölçüde aklın yönetimindeyse, o ölçüde özgür olur, o ölçüde titizlikle sitenin yasalarına uyar ve yöneticiye boyun eğer. Aklın yönettiği bir insan, bazen, akla yatkın olmadığını bildiği bir şeyi yapmak zorundadır, bu kötülük, onun toplumsal durumdan sağladığı yararla kolayca dengelenir: iki kötüden daha az kötü olanını seçmek de aklın işidir. _Bir insan, düşündüğüne karşıt olan bir şeye nasıl inandırılabilir? Kötülüklerden daha da kötü şunları sayabiliriz: Bir insanın kendine karşı tanıklık etmesi, kendini işkenceye koyması, babasını ve annesini öldürmesi, ölümden kaçmaması… Devletin böyle şeyleri buyurmaya hakkı olsaydı, insanın vurdumduymaz olmaya ya da aklını yitirmeye hakkı olduğunu söylenebilirdi. İnsanın böyle bir yasaya uyması çılgınlık değil de nedir? Korkusuz ve umutsuz kişiler ancak kendi kendilerine bağımlıdırlar ve devletin düşmanıdırlar; bunlara zora başvurarak karşı çıkmaya hakkımız vardır. (_Eleştiriler için: Bütün söylediklerimi insan doğasının zorunluluğuna dayanarak öne sürdüm.) _Birine, emanetini saklamak için söz vermişsem ve emanetin bir hırsızlık sonucunda elde edildiğini biliyorsam, yükümlülüğüme bağlı kalmak zorunda değilim. Bu emaneti asıl sahibine vermekle en doğru işi yapmış olurum. Aynı biçimde, yönetici herhangi bir şeyi yapmak için birine söz vermişse ve daha bunun zararlı olduğunu gösteriyorsa, yüce yönetici üstlendiği yükümlülüğü bırakmak zorundadır. _Yöneticinin hukuku, kamunun düşüncesine dayanmalı. İyiyi, kötüyü, adaletliyi ve adaletsizi belirleyen, yasaları düzenleyen, savaş ilan eden, yalnızca odur. Bir uyruk, yöneticinin haberi olmadan, bir kamu işiyle uğraştığı zaman, devletin yararı için davrandığına inansa da, iktidara el uzatmış olur. _Vatandaşların kötülüklerinin ve başıbozukluklarının suçu nasıl devlete yüklenmek gerekiyorsa, onların erdemleri, yasalara sürekli boyun eğişleri de devetin erdemine ve medeni hukuka bağlanmalıdır. _Bir sitede, uyruklar, şiddetin etkisinde oldukları için ayaklanamıyorlarsa, o sitede barışın var olduğunu değil, savaşın varolmadığını söylemek gerekir. Gerçekte barış, yalnızca savaşın olmaması değildir, o, kökeni ruh gücünde bulunan bir erdemdir. _Umut, özgür bir topluluk üzerinde korkudan daha etkilidir; buna karşılık, kuvvet zoruyla boyun eğmiş bir topluluk üzerindeki en güçlü etken umut değil korkudur. Birincisine bir yaşam inancı, İkincisine yalnızca ölüme yöneliş diyebiliriz: birincisi kendi başına yaşamaya çalışır, öbürüyse yenenin yasasını zorla kabul eder. Bunlardan birinin köle öbürünün özgür olduğunu söylerken anlatmak istediğimiz budur. _Prensi tirana dönüştüren nedenler: Çoğunluk, Prensi örnek bir kişi durumuna getirdiğinde ve yüce yöneticiye karşı girişilen bir suikastı, yüce bir eylem olarak övdüğünde bu durum ortaya çıkar. Belki de Machiavelli, topluluğun, kendi esenliğini tek bir insana bağlamaktan ne denli sakınması gerektiğini göstermek istemiştir. _İnsanları akıldan çok duygu yönetir, insanlar uyuşmak istiyorlarsa bunun nedeni aklın kavrayışı değil, daha çok umut gibi, korku gibi ortak bir duygudur. Tüm insanlar yalnızlıktan korkarlar. İnsanların toplumsal duruma karşı doğal bir açlıkları vardır. Gerçekte en uyanık kişi bile arada bir uyuklar ve en güçlü ve en sağlam ruh yapısına sahip kişi bile-ruh sağlamlığının en gerekli olduğu yerde acı duyar. _Barış için tüm gücün tek bir kişide toplanması uygundur. Hiçbir devlet önemli herhangi bir değişiklik olmaksızın Türkler'in devleti kadar uzun süre ayakta kalmadı ve buna karşılık hiçbir demokratik siteler kadar az kalıcı olmadı. _Tüm gücün tek bir kişinin elinde bulunmasını gerektiren şey, özgürlük değil köleliktir. _Barış demek savaşın yokluğu demek değildir, ama ruhların birliği demektir, uyuşma içinde olmak demektir. _Çocuk, hasta ya da yaşlı bir kral ancak sözde kraldır ve gerçekte iktidarda bulunanlar devletin en önemli işlerini yöneten kişilerdir ya da krala en yakın kişilerdir; kendini bedensel hazlarına kaptıran bir kral elbette her şeyi şu ya da bu metresin, şu ya da bu gözdenin isteğine göre yönetir. _Krallar oğullarından kuşku duyarlar ve oğullar yurttaşlar tarafından daha çok sevildikleri ölçüde bu kuşku daha da artar. Krallığın görevlileri, prensin çekip çevirmesi daha kolay kültürsüz bir insan olması için ellerinden geleni yaparlar. _Kralın yabancı bir kadınla evlenmesine izin verilmeyecektir, bir yurttaşın kızıyla evlenmesi koşuluyla kızla kanbağı bulunan kişiler hiçbir kamu işiyle uğraşamayacaklardır. Krala üç dört göbek öteden hısım olan erkeklerin evlenmesi yasaklanacaktır; elçiler yalnızca soylular arasından seçilecektir_ Kral çevresinden olan kişilere kral kendi kasasından aylık vermelidir. Her türlü çalışmadan ve her türlü kamu görevinden dışta tutulmalıdır. _Ancak barış amacıyla savaş yapmak gerekir ve savaş bittiği anda silahlar bırakılmalıdır. _Büyük kurul her şeyi denetlemeli, mahkemeleri, adaleti. Devletle ilgili her türlü yönetimi gözetmeli. Kurula aday olacak kişiler, düzeni, temel ilkeleri, sitenin durumunu ve koşullarını bilen yurttaşlar olmalıdır; Kral kamu yararı için ne gibi kararlar almak gerektiğini bilsin diye, bu kurulun temel görevi devletin temel yasasını korumak ve sorunlarla ilgili düşüncesini bildirmek olacaktır ve kral hiçbir konuda kurulun düşüncesini öğrenmeden karar veremeyecektir. Kralın oğullarını yetiştirmek görevi de kurula ait olacaktır, _Bir kentte inanç üzerine temellenmiş yasalar da bulunmak gerekir, yeter ki bu yasalar kışkırtıcı olmasınlar ve sitenin temellerini yıkmasınlar. ***************
··
930 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.