Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

_Hayat öylesine sürprizlerle doludur ki, sırtındaki küfeyi alır kiminden, elmasları yükler taş yerine. _Onların zırvalara inanmalarının sebebi, cahillikleri. _Sefil egolarının değer ölçüleriyle ölçüp, gerçeğe, güzele ve iyiye ağızlarından salyalar saçarak nutuk çekiyorlar. _Köle tiplerden oluşmuş hiçbir devlet yasayamaz. Köleden doğan yine köle ruhlu olur. Etik kurallardan değil, biyolojiden söz ediyorum. Çürüme baslar. _Hayalet, ölü olan ve duygusu kalmadığı için ölü olduğunu bilmeyen kimsenin ruhudur. _Gözlerinin içinde için için bir ateş yanıyordu, daha doğrusu bu gözlerde, birbirine tamamıyla zıt iki ifade gizlenmişti. Meydan okuyan, boyun eğmez, hatta aşırı derecede haşin, fakat aynı zamanda insanda acıma duygusu uyandıran gözlerdi bunlar. _Sığırlarla birlikte yasarken nasıl olur da Ruth'a layık olabilirdi. Denizciliği bırakmayı bir aristokrat olabilmek için binlerce kitabı okumayı düşündü. Martin sanki manevi bir devrim geciriyordu. Ruth'un temizliği ve saflığı onun ruhunda buyuk bir etki yaratmıstı. Bu gozler ona kitapları sunuyordu, tabloları sunuyordu; bu gozler ona guzelliği ve sessizliği, yuksek hayat katındaki butun inceliği sunuyordu. Kitaplardaki bilgiyi, sanki keskin dislerle, bir daha bırakmacasına ısırıp yakalıyordu. Bir gun antik felsefeye dair bir kitap okuyor, ertesi gun ultra modern felsefeye ait baska bir kitap, oyle ki, zihni fikirler arasındaki catısma ve zıtlıklara karmakarısık oluyordu. _Neden olduğunu bilmeksizin, icinde, Martin Eden'in kendi malı olduğu seklinde bir his vardı. Ayrıca, Martin, onun uzerinde iyilestirici bir etki de yaratıyordu. Esen taptaze, deniz kokulu meltemi icine cekmek icin bir guc veriyordu. Ruth, kendi ufku icinde sınırlıydı; ne var ki sınırlı kafalar sadece baskalarının sınırlı olabileceğini kabul eder. _Dünyanın hayranlık uyandıran yonu onu meydana getiren atomlardan ileri gelmiyordu; dunyanın hayranlık uyandıran tarafı, Ruth'un bu dunyada yasıyor olmasıydı. Ruth, Martin'in butun omrunce rastladığı en hayran olunacak seydi. Martin'in kendi askı Ruth'u butun sınıfların uzerine cıkarmıstı. Ruth, ayrı bir varlıktı, o kadar ayrı bir varlık ki, Martin, her asığın yapması gerektiği sekilde, ona nasıl yaklasacağım bilmiyordu. Rutun dudaklanndaki kiraz lekesi Martin'in gozune ilisti. O anda Ruth'un tanrısallığı param parca oldu. Nihayet o da topraktan ibaretti; Sanki gunesin gokten yuvarlandığını ya da tapınılan bir guzelliğin kirletildiğini gormus gibi oldu. Kendisi evrenin amansız kanunlarına nasıl uyuyorsa, Ruth da oylece uyuyordu. Ruth da yasamak icin yemek zorundaydı ve ayaklarını usuttuğu zaman nezle oluyordu. _İnsan gencken, vucudu her kalıbı kolayca alabilir; ağır is de vucudu camcı macunu gibi, isin niteliğine gore bir kalıba sokar. Yolda rastladığım bircok iscinin hangi iste calıstıklarını bir bakısta anlayabilirim. _Martin ruhunu öykülere, siirlerde döktü, öpücükle muhurledi. Ruth, Martin'in eserlerinden, onun ruhunun, kalbinin ne bicim olduğunu cıkarır, onun ruyalarını, gucunun derecesini birazcık anlardı. _Martın, çamaşırhanede kitapları unutmuş. Zihninin butun koridorları muhurlenmisti. Martin yasama isteğini kaybetmisti. Hiçbir şey yapmak istemiyordu. Çamaşırhane onu harap etmiş, içkiye vurmuştu kendini. Sonra işi bıraktı ve hayata küstü. _Konusmaya gerek bırakmayan ve isci sınıfından kızlar uzerinde etkili olan dokunuslar, oksamalar aynı sekilde, isci sınıfının ustundeki sınıfların kızlarına da etki ediyordu. _Sigara icmek hos bir sey değil. Seyyar bacaya donmussun, beni de rezil ediyorsun Martin. _Martin hasta oldu. Rut onu ziyerete gelince ilk defa fakir bir eve girmişti. Kötü kokulu yoksul bi iğrençlik. _Parasızlık ve sefaletin getirdiği acılardan dunya nimetlerinin farkına varamamıstı. Gercekten de haftalardır karanlık, kasvetli bir dunyada yasamıstı. _Rut kibar görgülü bir erkek hayal ediyordu ama martin tam bir yabaniydi ama onu seviyordu. _Martin rutu çoktan aşmıştı azmiyle isteğiyle Ruth'un elde etmeyi umit dahi edemeyeceği bir gorus inceliği kazandırmıstı. _Rut martinin iş sahibi olmasını, yazarlığı bırakmasını istiyordu. Sen, beni bu isleri yaptır, beni o adamlara benzet, onların yaptığı isleri yapayım, onların teneffus ettiği havayı teneffus edip, onların edindikleri fikirleri edineyim, iste o zaman aradaki farkı yoketmis, beni yoketmis, sevdiğin seyi yoketmis olursun. _Marti o kadar entel olmuştu ki ruthun davetinde sadece bir prf. onu anlayabiliyordu. Herkesin önüne geçmişti. Eskiden, kendi cevresinin nasıl onu Ruth'dan ayıran engel olduğunu biliyor idiyse, simdi de aynı sekilde Ruth'un geride kalmıs olduğunu anlıyordu. _Ruth, Martin'in icinde yasattığı buyukluğu, kudreti gozunden kacırmıs, daha da kotusu yanlıs anlamıstı. Hamuru, insanoğlunun girdiği her kalıba girebilecek kadar duzgun olan bu adamı, kendi bildiği biricik kalıba sokamadığı icin Ruth, onu dikkafalı ve inatcı buluyordu. _Cok gencsin sen, Martin yavrum, cok gencsin. Yukseklere kanat acacaksın, ama senin kanatların en ince tulden yapılmıs ve en guzel renklerle bezenmis. Sakın yakma onları. Kendine sen, sakrak, iri yarı, hayata gulerek bakan, olumle alay eden ve sevebildiği muddetce seni sevecek olan ates gibi bir kadın sec. Burhuva kadınları seni makyaj malzemeleri kadar sevecektir. Hür ruhlara, kanatlan pırıl pırıl yanan kelebeklere ulasmak istiyorsun sen, minik gri pervanelere değil. _Martin 5 dolarlık alacağı için yayıncıya gitti ama oyaladılar. O da adama saldırıp parasını aldı. Sonra diğer yayıncıdan 15 dolar alacaktı ve bu sefer dayak yedi. Yine bekleriz dediler. Vay be öncekiler süt kuzusuydu siz boksörmüşsünüz. _Ayrılıklar insan ruhunda bıraktığı acıyla anılır. Bu acı ruhların sekillenmesinden hayat gorusunü değismesine; hatta insanın kendisini yenilemesine neden olur. Ask ayrılığı ölümden daha siddetlidir. _Alıskanlıklarını sıradan insan alıskanlıklarına cevirdi, kafelerde oturdu, Mısır sigaraları icti. Ancak bu tarz hayatı bir turlu kabullenmedi. Eski arkadaşlarının yanına gitti. Onlar Martin'i, Martin olduğu icin seviyorlardı. Kendini, surgunden donen bir prens gibi hissetti. Eski kız arkaaşı lizin yanakları pembe pembe, butun benliği alev alev yanıp erimekteydi. Bir gurupla dövüştü. Dövüşü özlemişti. Bir zamanlar kendi hayat tarzı olan bunların hayat tarzı, simdi ona tatsız geliyordu. Onlardan çok uzaklaşmıştı. Onlarla arasında binlerce kitaplık bir mesafe olusmustu. uzuntusu koyulastı. _Martinin makaleleri 1000 dolardan alıcı buluyordu. Davetlere katılıyor, kral gibi karşılanıyor. En zirvedeydi artık. Rutun babasının daverine de katıldı. Bu yalancı toplumun değer yargılarına aldırmaksızın hosgoruyle davranmayı basardı. Kapı açıldı ve rut girdi. Martin rutu silmiş kapatmıştı. Çok soğuk davrandı. Kucakladı ama öylesine. _Ruth'u gercekten sevmediğini simdi anlıyordu. Onun sevdiği ideallestirmis bir Ruth'du; kendi yarattığı, buharımsı bir yaratık, kendi ask siirlerinin ısıklı, parlak ruhuydu. _Hayatta amacı kalmamıs, butun yetilerini kaybetmisti. Konusmak zorunda kalmak da rahatsız ediyordu. İnsanlar huzurunu kacırıyordu, onlarla temasa gelir gelmez de kurtulmak icin hemen mazeretler uydurmaya baslıyordu. _Acaba erkekler neden evlenmek isterler, diye dusundu. İnsanlar nasıl kaitap yazıyordu nereden buluyorlardı kelimeleri. _Ölmek icin sabırsızlanıyordu. Bir Bonita vucuduna saldırdı, Martin kahkahayla guldu. Bonita vucudundan bir parca koparıp goturmustu; Dondu dik bir sekilde durdu. Basını kaldırıp, hareketsiz yıldızlara baktı, aynı anda da ciğerlerindeki butun havayı bosalttı. Ondan sonra kendini bırakıp, hareketsiz, beyaz bir heykel gibi denize gomulmeye basladı. Suyu bile bile, derin derin tıpkı narkoz alan bir hasta gibi teneffus etti. Bas asağı donup, butun gucu, butun hırsıyla suyu cekerek dalmaya basladı. Derine, daha derine indi. Yorgun bir halde, ruyamsı bir sanrı dunyasında surukleniyor gibiydi. Simsek simsek cakan, parlak, beyaz bir ısıktı. Daha hızlı, gittikce daha hızlı cakmaya basladı; gumburtulu, uzun bir ses cıktı; ona sanki dipsiz bir merdivenden asağı yuvarlanıyormus gibi geldi. Dipte bir yerde karanlığa gomuldu. Bu kadarını bilebildi. Kopkoyu karanlığın icine yuvarlanmıstı. _Cehaletinin karanlıklarına buyuk bir ısık tuttu. _Bu yaratıklar, soyguncu bile değillerdi. Birer adi hırsızdılar. _20 yıl mahpusluğundan yeni cıkmısa benzeyen hortlak kılıklı arkadas. _Sonsuzluğy icinde gorduğu gozlerdi. Coktandır sonsuzluğu unutmustu. _Soyu kopek. _Uykulu kuslar gibi cıvıldasmaları. _Hayal gucunun ulasamayacağı kadar uzak. _Yıldız Tozu adlı denemesini yazmış. ************ _Oscar Wilde_ _Sizi tanımıyorum, çok değiştim. _Eğer elinizde kazanacak kâğıtlar varsa oyunu dürüst oynarsınız. _Kerhaneler bizim tapınağımız, fahişeler de tanrımızdır. _Bencillik canınızın istediği gibi yaşamak değil, başkalarından sürekli kendi istediğiniz gibi yaşamalarını talep etmektir. _Doğal olmak da yapmacıklıktan başka bir şey değildir, hem de yapmacıklıkların en sinir bozucusu. _Doğa, sanatı sanatın doğayı taklit ettiğinden daha fazla taklit eder. _Aptallar, akıllıların cevaplayamayacağı sorular sorarlar. _Düşen bir çığda hiçbir kar tanesi kendisini olup bitenden sorumlu tutmaz. _Ahlaksız olarak nitelendirilen kitaplar, dünyanın utancını bizlere gösteren kitaplardır. _Uzun nişanlılıklar insanlara evlilikten önce birbirlerini anlama fırsatı verir ki bu hiç tavsiye edilmez _Yüksek sosyetede kişileri ilginç yapan maskedir, maskenin arkasındaki gerçek değil. _Gençken, paranın hayattaki en önemli şey olduğunu düşünürdüm; şimdi yaşlıyım ve öyle olduğunu biliyorum. _İnsanların az bir kısmı mutlu bir o kadarı ise mutsuzdur. Geri kalanların tümü mutlu gibi görünen mutsuzlardır. _Başkaları alır diye korkmasak çoktan atacağımız bir sürü şey var. _Yaşamak çok nadir rastlanan bir şeydir. Çoğu insan yaşamaz, sadece vardır. _Kimse geçmişini geri satın alabilecek kadar zengin değildir. _Hepimiz kendimizin şeytanıyız ve dünyayı cehenneme çeviriyoruz. _Kendini sevmek, ömür boyu sürecek bir aşk hikâyesinin başlangıcıdır. _Kadında geçmiş, erkekte gelecek aranır. _Sığ olanların tek sığınağı ciddiliktir. _Sıradan zenginler soyulabilir fakat gerçek zenginler soyulamazlar. Ruhunda sonsuzluk kıymetinde senden alınamayacak değerli şeyler vardır. _Bir kişiliği mahvetmek istiyorsan tek yapacağın iş, onu düzeltmeye çalışmaktır. _Ya duvar kâğıdı gidiyor, ya da ben _Bilmek her şeyin sonu olur. Çekici olan bilememektir. Sis her şeye harika bir güzellik katar. _Bu dünyada kadınlar erkeklerden daha iyi zaman geçirir. Çünkü onlara yasaklanmış daha çok zevk vardır. _Duyguların avantajı şudur ki bizi yolumuzdan saptırırlar; bilimin avantajıysa duygusal olmamasıdır _Demokrasi halkın, halk tarafından, halk için sopalanmasıdır. _Erkekler kadınların ilk aşkı, kadınlarsa erkeklerin son aşkı olmak isterler. _Erkekle kadın arasında asla arkadaşlık mevcut olamaz. Tutku, düşmanlık, aşk veya tapınma olabilir ama arkadaşlık olamaz. _Etkileyici olan sadece iki çeşit insan vardır: Her şeyi bilenler ve hiçbir şeyi bilmeyenler. _Gariptir kadınlar, "Kendilerini güldüren erkekleri sadece severler; onları ağlatanlara ise aşık olurlar." _Geri kalmış demokrasiler için… : “Herkes fikrini söyler, kararı ben veririm. Burada demokrasi var.” _Her şeye karşın herkes sevdiğini öldürür. Kimi bunu sert bakışıyla yapar, kimi de yüze gülen bir sözcükle, korkak kişi bunu bir öpücükle, cesur adam bir kılıçla. _Hiçbir nesne, belirli koşullar altında çirkin olmayacak kadar güzel değildir. _İtaatsizlik insanın asıl erdemidir. İlerlemeler itaatsizlik yolu ile gerçekleşir, itaatsizlik ve isyan yoluyla. _İnsan tabiatının büyümesine ve gelişmesine değil de değişmezliğine bel bağlayan sistemler çökmeye mahkûmdur. _Kimi gittiği yeri mutlu eder, kimi terk ettiği yeri. _Kadınlar kulaklarıyla severler, erkekler gözleriyle. Kadın kocasını daha az sevmeli fakat daha çok anlamalı, erkek karısını daha çok sevmeli fakat anlamaya çalışmamalıdır. _O kadar zekiyim ki bazen söylediğim şeylerden tek bir kelime bile anlamıyorum. _İnsanların çoğu, kendileri değil başkalarıdır; düşünceleri başkalarının düşünceleridir; yaşamları başkalarını taklittir ve tutkuları ise alıntılardır. Şimdilerde insanlar öz benliklerinden korkuyorlar. _Her zaman seveceksin beni. Çünkü ben senin işlemeyi göze alamadığın tüm günahları simgeliyorum. _Evlilik bir bardak taze süt için evde inek beslemeye benzer. _Evet Ben bir hayalperestim. Bir hayalperest yolunu yalnız ay ışığında bulabildiğinden cezası şafağı dünyanın geri kalanından önce görmesidir. _İnsanların senin hakkında konuşmasından daha kötü bir tek şey vardır insanların senin hakkında konuşmaması. Bir erkek inatla bekar kalarak kendini toplumun sürekli bir ilgi odağı haline getirir. _Aşk bile salt fizyolojik bir sorundur. Bizim öz irademizle hiç ilişiği yoktur. Gençler sadık kalmak isterler, kalamazlar; yaşlılar sadakatsizlik etmek isterler, edemezler. _Bütün kadınlar annelerine benzer, bu onların trajedisidir, hiçbir erkek de benzemez, bu da onların. _Dahi evlenmemeli, iki efendiye hizmet ağır gelir. Deham dışında bildirecek başka bir şeyim yok - Amerika gümrükte _Kadınlar bizi kusurlarımız için severler. Eğer yeterince varsa her şeyi affedebilirler, zekamızı bile. _Vatanseverlik acımasızların erdemidir. _Şimdi görüyorum ki iki tür kadın var renkli ve renksiz. Renksiz kadınlar çok işe yarıyor. Namuslu efendi diye adın çıksın istiyorsan onlardan birini yemeğe çıkart yeter. Öteki kadınlarsa çok çekiciler. Ne var ki bir tek hataları var. Genç görünmek çabasıyla boyanırlar. Ninelerimiz parlak konuşmalar yapabilmek çabasıyla boyanırlardı. Allıkla mizah bir arada yürürdü o sıralar. Ama şimdi o dönem kapandı artık. Bir kadın kendi kızından 10 yaş küçük gösterebildiği sürece hayatından hoşnuttur. _Ömürlerinde tek bir kez sevenlerdir asıl sığ olanlar. Onların vefa sadakat diye adlandırdıkları şeyi ben ya alışkanlığın verdiği rahatlığa ya da hayal gücünün yokluğuna bağlarım. Zihinsel yaşam için tutarlılık neyse duygusal yaşam için de vefa odur basit bir yenilgi itirafı. Vefa! Bunu incelemem gerekiyor günlerden bir gün. Sahiplik tutkusu da giriyor bu işin içine. Başkaları alır diye korkmasak çoktan atacağımız bir sürü şey var. _Oscar Wilde (1854 - 1900), İrlandalı yazar. Oxford. ************* _Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği_ Milan Kundera _İnsanın varolabilmesi için tüm bağlardan kurtulup hafiflemesi gerektiğine inanan, hatta bu uğurda oğlundan bile uzaklaşabilen Dr. Tomas, annesinin üstündeki yoğun baskısından kaçarak kurtulan ama bu sefer de Tomas'a derin bir bağlılık geliştiren eski garson Tereza, Tomas’ın sevgililerinden biri olan, ihaneti yaşam biçimi haline getiren ressam Sabina, Sabina'ya ve temsil ettiğini düşündüğü değerlere olan hayranlığı yüzünden kendini tehlikeli bir yolculuğa atan, karısı ve kızı tarafından ezilen Zürih’li profesör Franz ve Tomas ile Tereza’nın dişi bedenli, erkek isimli köpeği Karenin hikayesi. _Olaylar nasıl gelişirse öyle yaşıyoruz, önceden uyarılmaksızın, rolünü ezberlemeden sahneye çıkan bir tiyatro oyuncusu gibi. Yaşamın hep bir taslak olması da bundandır işte. Thomas, bir kadınla aynı evin içinde, birlikte yaşayabilecek yaradılışta değildi, ancak bekarken tam anlamıyla kendi kendisi olabiliyordu _Tereza'nın hareketleri tedirginse, elini kolunu oynatışında zahmetsizce ulaşılan bir zerafetin eksikliği varsa, buna da şaşmamalı; annesinin gösterişli, hoyrat ve özünü yıkmaya yönelik jesti silinmez bir iz bırakmıştı üzerinde. _Tereza’nın annesi çıplak gezer ve utanmazdı. Tereza ise hemen perdeleri kapatırdı. Annesi komşularına anlattı ve güldüler ona. Tereza insan bedeninin işediğini ve osurduğunu bir türlü kabullenemiyor, dedi annesi. Tereza kıpkırmızı oldu ama annesi susmadı. "Ne varmış ki bunda?" dedi ve kendi sorusuna cevap olarak gürültüyle osurdu. Kadınlar yeniden hep bir ağızdan güldüler. Tereza'nın annesi gürültüyle sümkürüyor, herkesin içinde cinsel yaşamından sözediyor, takma dişlerini göstermekten zevk alıyordu. Tereza banyoyu kilitleyince, annesi: Isıracak da güzelliğinden parça mı kopacak sanıyorsun? Dedi. _Tereza, belki de kitapların varlığından bile habersiz olan kaba saba insanların arasında bir masada oturmuş kitap okuyan Tomas'ı gördüğünde, -Tomas'ın yakışıklılığının da katkısıyla elbette- ondan çok etkilenir. Masasına bakmaya gittiğinde sohbet girişimlerinde bulunur ve karşılığını da alır. Gecenin sonunda, Tomas'ın kartı Tereza'nın çantasında yerini almıştır. Tereza birine bağlanma ihtiyacından dolayı bir gecelik bir ilişkiden sonra bavulunu toplayıp küçük kasabasından Tomas'ın yanına gelir. Fakat çok kadınlı yaşamından ileri gelen bir bağlanma korkusu yaşayan Tomas, elinde bavulu ile Tereza'yı karşısında görünce bir korku ve endişe dalgasına kapılır. Birlikte bir gece geçirdikten sonra Tomas Tereza ile kibarca konuştuktan sonra onu geri göndermeyi planlar. Fakat işler planladığı gibi gitmez. Ertesi sabah uyandıklarında Tereza o kadar hasta olmuştur ki, Tomas onu göndermeye kalkışamaz bile. Tereza iyileşene kadar Tomas'ın evinde kalır. Bu sürenin sonunda Tereza kendini o kadar kaptırmıştır ki, Tomas ne olduğunu anlamadan Tereza ile evlenmiş buluverir kendisini.. _Kendisini çevreleyen kaba saba dünyaya karşı tek bir silahı vardı, kitaplar. Geçen yüzyılda zarif bir baston, şık beyler için ne anlam ve önem taşıyorsa, Tereza için de kitap aynı şeydi. Onu başkalarından farklı kılıyordu. _100 Üniversite mezunu ile kendi kendini yetiştirmiş kişi arasındaki fark, bilgi düzeyinden çok dirim gücü ve kendine güven düzeyinin yüksekliğinde ortaya çıkar. _Tereza, Tomas’ın varlığıyla ruhunu doyurmaktadır. Tomas’ın şiirsel belleğine kaydolmayı başararak aşkı paylaştığı insan sıfatına yükselmiştir. Tomas’ın vücudunun nasıl olup da başka kadınlara gidebildiğinin cevabı da budur. Bu aynı zamanda Tomas’ın hafifliğidir. Onu özgür kılar. Tomas bir yük olan bedenini bölüştürdüğü kadınlarla ortaklaşa taşır. Tereza Tomas’ın hafifliğine ulaşmak isteyip de başka bir adamın yatağına girdiğinde ise o evlilik içinde aldatma olan bir hale dönüşmüştür. _Göz gözü görmeyecek kadar yoğun ve içinde sadece kendi çığlığını duyabildiği bir sise dalmıştı Tereza. _Ebedi Dönüş düşüncesinde gizemli bir yan vardır ve Nietzsche öteki düşünürleri sık sık şaşırtmıştır her şey tıpkı ilk yaşandığı biçimiyle yineleniyor. Her şey tekrarlanabilir ama aynısı olmaz. Taklitten öteye gidemez. Geçmiş gölge gibidir. Her şey yeniden aynı çoşkuyla tekrarlanabilseydi değerini kaybeder ve ne korkunç olabilirdi. İşte Nietzsche, Sonsuza Kadar Yinelenme düşüncesine bunun için yüklerin en ağırı demiştir. _Kadın, erkeğin bedeninin ağırlığı altında ezilmeyi özler. İşi tersten ele alırsak, bir yükten mutlak biçimde yoksun olmak insanoğlunu havadan daha hafif kılar; göklere doğru kanat açar. İnsan, bu dünyadan ve dünyasal varlığından ayrılır. Hangisini seçmeli o halde? Ağırlığı mı, hafifliği mi? Parmenides aynı soruyu İsa'dan önce altıncı yüzyılda atmıştı ortaya. Dünyayı çifter çifter karşıtlıklara bölünmüş görüyordu: Aydınlık/ karanlık, incelik/kabalık, sıcak/soğuk, varlık/yokluk. Karşıtlıklardan her birinin bir yarısını olumlu (aydınlık, incelik, sıcak, varlık) öteki yarısını da olumsuz olarak nitelendiriyordu. Parmenides şu karşıİığı veriyordu: Hafiflik olumludur, ağırlık olumsuz. Ne istediğini bilememenin son derece doğal olduğunu anlayıncaya. _Neredeyse göz açıp kapayıncaya kadar karısını, oğlunu, anasını ve babasını başından atmayı başarmıştı Tomas. Onlardan kalan tek şey kadınlara duyduğu korkuydu. Tomas onları arzuluyor ama onlardan korkuyordu da. Korku ve arzu arasında bir orta yol bulmak gereğini hissederek, 'erotik dostluk' dediği bir şey geliştirdi. Yattığı kadınlara şu açıklamada bulunurdu; her iki tarafı da mutlu edecek tek ilişki, duygusallığa yer vermeyen ve sevgililerden ne birinin ne de ötekinin birbirlerinin yaşamı ve özgürlüğü üzerinde hak öne sürmedikleri ilişki biçimidir. Her zaman anlayışla karşılanmıyordu. _Onu en iyi anlayan kadın Sabina'ydı. Ressamdı Sabina. "Seni sevmemin nedeni," derdi Sabina ona, kitsch'in tam karşıtı olman. Kitsch diyarında bir canavar gözüyle bakarlardı sana." _Bir kadınla sevişmek ve bir kadınla uyumak zıt tutkular. Aşk çiftleşme arzusunda duyurmaz kendini, uykuyu paylaşma arzusunda duyurur (tek bir kadınla sınırlı olan bir arzu). 7 yıl evli kalıp terezanın kölesi olduktan ve boşandıktan sonra özgürlüğün büyülüeyiciliğini yaşıyordu, varolmanın hafifliğini.Bu garip melankolik büyülenme hali Pazar akşamına kadar sürdü: Tereza zorla giriyordu düşüncelerinin arasına: _Roman kişilerinin bir zamanlar gerçekten yaşamış olduklarına okuyucuyu inandırmaya çalışmak yazar açısından anlamsız bir çabadır. Tereza ise karın gurultusundan doğdu. _İnsan artık bedenini öğrendi. Ruhun beyin hücreleri olduğunu, kalbin kan pompaladığını. _Derken evlenme çağı geldi. 9 isteklisi vardı. Hepsi çember oluşturacak biçimde diz çöktüler çevresinde. Bir prenses gibi bu çemberin ortasında durdu ve hangisini seçeceğini bilemedi kız; biri en yakışıklıydı, öteki en nüktedandı, üçüncüsü en zengindi, dördüncüsü en atletikti, beşincisi en iyi bir ailedendi, altıncısı şiir okuyordu, yedincisinin gezip görmediği yer kalmamıştı, sekizincisi keman çalıyordu, dokuzuncusu erkeğin hasıydı. Ama hepsi de aynı biçimde diz çökmüşlerdi, hepsinin de dizleri aynı. Sonunda dokuzuncusunu seçmesinin nedeni onun en erkek olması değil, sadece sevişirlerken kulağına 'Dikkatli, çok dikkatli ol' diye fısıldamasına rağmen erkeğin özellikle dikkatsiz davranması, kızın da kürtaj yapmaya yanaşacak bir hekim bulamayıp evlenmek zorunda kalması idi. İşte Tereza böyle dünyaya gelmişti. Eğer anne, 'özveri'nin cisimleşmiş haliyse, o zaman kız çocuk da onarılması mümkün olmayan 'kabahat'ti demek ki. _Güçlüler, güçsüzleri incitemeyecek kadar güçsüz olunca, güçsüzler çekip gidecek kadar güçlü olmak zorundaydılar. _Tomas'ın kadınlarla giriştiği masum sohbetleri birdenbire erotik olaya dönüştürmekte kullandığı yöntem buydu işte. Okşamak, güzel sözler söylemek, yalvarmak yerine, hiç beklenmedik bir anda, yumuşak ama kararlı, otoriter bir tavırla komut veriverirdi, üstelik de uzaktan; böyle anlarda karşısındaki kadına hiç dokunmazdı. _İnsan henüz epeyce gençse ve yaşam denen müzik parçası hala açılış notalarındaysa, yaşamın şurasını burasını değiştirip yeniden yazabilir, karşısındakiyle motif değiş tokuşu yapabilir Kadın olarak doğmaya isyan etmek ona göre bundan gurur duymak kadar aptalca bir şeydi. _Müzik, karlarla kaplı uçsuz bucaksız bir sessizlik vadisinde açan bir gül gibi. Müzik, Sabina'nın üzerine salınıvermiş bir köpek sürüsüydü sanki. _Ülkesinin acılı dramını onun kişiliğine yansıtarak onu daha da güzel buldu Franz. _ Mezarlık, kendini beğenmişliğin taşa dönüşmüş haliydi. Anıtları ne kadar önemli kişiler olduklarını belirtmek için dikilmişti. _Mezarlar çimle ve renk renk çiçeklerle kaplıdır. Alçakgönüllü mezartaşları yeşilliğin içerisinde kaybolurlar. Güneş battığında mezarlık mini mini mumlarla ışıl ışıldır. Ölüler bir çocuk balosunda dans ediyorlardır sanki çünkü ölüler çocuklar kadar masumdur. Yaşam ne kadar acımasız olursa olsun, mezarlıkta hep huzur vardır. Franz için mezarlık çirkin bir taş ve kemik yığınıydı. _Sokağın bir yanında sıra sıra evler dizilidir ve zemin katların geniş vitrinlerinin ardında bütün orospuların küçük odaları vardır; üzerlerinde sutyenleri ve külotlarıyla kadifemsi yastıklarla doldurulmuş koltuklarına oturur, cama iyice yaklaşırlar. Kocaman, canı sıkılan kediler gibidirler. Sokağın öteki yanında on dördüncü yüzyıldan kalma dev bir gotik katedral vardır. Orospuların dünyasıyla Tanrı'nın dünyası arasında iki krallığı birbirinden ayıran bir ırmak gibi, keskin bir sidik kokusu yayılır gider. _Sabina, komünist darbenin hemen ardından Bohemya'daki bütün şatoların nasıl millileştirilip el sanatı okulları, huzurevleri ve hatta inek ahırları haline sokulduğunu hatırladı inekler hülyalı bakışlarla pencerelerden dışarıya, artık tavuklarla dolup taşan şato bahçesine bakıyorlardı. _Franz çok kibardı, sabina bir an melankolik hülyalara daldı, acaba bana hükmetmek isteyen bir maço erkek olsaydı sahiplensedi_ Hiçbir erkek onun aradığı erkek değildi. İster güçlü olsun ister zayıf… _Gizliliğini kaybeden her şeyini kaybetmiş demektir, diye düşünürdü Sabina. Hele bundan kendi iradesiyle vazgeçen kişi canavardı. Sabina'nın yaşadığı aşkı gizli tutmaktan en ufak bir acı duymaması da bundandı işte. Tam tersine, ancak böyle davranarak gerçekyaşayabilirdi o. _Gerçekten de, sanki meme emiyormuş gibi Sabina'nın meme ucunu ağzına almıştı! Belden aşağısının yetişkin bir erkek, belden yukarısının ise meme emen bir bebek olması, böylece Sabina'nın bir bebekle sevişiyormuş gibi olması, iğrençliğe varan bir şeydi. Hayır, Franz'ın bedeninin kendi bedeni üzerinde umarsızca gidip gelmesini bir daha hiç görmeyecekti, ona bir daha hiç meme vermeyecekti eniğine meme veren bir dişi köpek gibi, _Elbette, büyük haksızlık ettiğini biliyordu, Franz yaşamına giren en kusursuz erkekti - akıllıydı, resimlerini anlıyordu, yakışıklı ve iyi yürekliydi- ama üzerinde düşündükçe bu aklı yerle bir etmek, yufka yürekliliğini kirletmek, onun o güçsüz gücünün ırzına geçmek istiyordu. _Yaşamının ufkundan kaybolup gitmeden önce Franz'ın eline o Herkül süpürgesini tutuşturuvermişti Sabina; Franz da bunu eline alıp yaşamında horgördüğü her ne varsa süpürüp atmıştı. Aslında her zaman gerçek olmayanı gerçek olana yeğlemişti. 'görünmez tanrıça' Sabina ile de, birlikte bütün dünyayı gezdiği ve hep kaybetmekten korktuğu Sabina ile olduğundan çok daha mutluydu. _Peşine düştüğümüz hedefler hep bir parça sislerle örtülüdür. Attığımız her adıma anlamını veren şey o adım hakkında hiçbir şey bilmememiz gerçeğidir. _Ya bedeninin şurası burası büyümeye ya da küçülmeye başlasa ve Tereza artık Tereza'ya benzemekten çıksa, hala kendisi, Tereza olur muydu acaba? Elbette.Tereza bütünüyle Tereza'lıktan çıksa bile, içindeki ruh aynı kalır ve bedeninin başına gelenleri şaşkınlıkla seyrederdi. _Senin gibi güzel bir kızın Prag'ın en çirkin kesiminde ne işi var? _Güneşte neşeyle kıpırdaşan yaprakları gördü; çok uzaklardan gelen hafif, tatlı keman sesleri gibi, kentin gürültülerini duydu. _Tereza, thomasa; saçlarında başka kadınların vajina kokusuna artık dayanamıyorum dedi. Thomas da ona: Karşı tepeye git, sakinleşeceksin dedi. Orada adam onu vuracaktı ama tereza bu benim seçimim değildi deyince adam bağışladı. Sonra silahlı mühendis onu evine götürdü, tereza bi kahve içip kalkarım diye düşünütyordu. Benim seçiinm değil diyecek ve kurtulacaktı. Bu sözlerin durumu anında değiştirecek mucizeli bir formül olduğunu sanıyordu ama o odada sözcükler sihirli güçlerini yitiriyordu. Hatta bu sözler erkeğin kararını pekiştirdi___ *********** _Kürk Mantolu Madonna_ _Senelerce kitap arasında kalmış cansız çiçekler gibiyim. _Boş. Bomboş mahluklardı. Yaptıkları münasebetsizlikler hep buradan geliyordu. İnsanlara gülmek suretiyle kendilerini tatmin edebiliyorlar, şahsiyetlerinin farkına varıyorlardı. Kof insan, ilk rastladığının suratına gülmeyi bir nevi üstünlük alameti sayanlardandı. _Beraber geçirilen geceden sonra aralarına soğukluk girdi. Ona hakikaten dargın değildim; asla kızmıyordum. Sadece müteessirdim. "Bunun böyle olmaması lazımdı" diyordum. Demek ki beni bir türlü sevemiyordu. Hakkı vardı. Beni hayatımda hiç, hiç kimse sevmemişti. _Kendisinden daha dün ayrılmış gibi taze bir hasret duydum. Kaybedilen en kıymetli eşyanın, servetin, her türlü dünya saadetinin acısı zamanla unutuluyor. Yalnız kaçırılan fırsatlar asla akıldan çıkmıyor ve her hatırlayışta insanın içini sızlatıyor. Bunun sebebi herhalde, "Bu öyle olmayabilirdi!" düşüncesi, yoksa insan mukadder telakki ettiği şeyleri kabule her zaman hazır. _Dünyada bana hiçbir şey, tabiattan melül bir insanın zorla gülmeye çalışması kadar acı gelmemiştir. Yaklaştığı masalardan birinde oturan genç ve sarhoş bir erkek yavaşça iskemlesinden kalkarak onu çıplak sırtından öptü. Kadının yüzünden, yılan sokmuş gibi bir buruşma ve vücudundan buz gibi bir ürperme geçti. Sonra doğrulup gülümseyerek erkeğe baktığını ve gözleriyle adeta: "Oh, ne iyi yaptınız!" demeye çalıştı. _İnsanlara olduklarından başka gözlerle bakmakta ısrar edişime içerliyordum. Resimde gördüğüm kadını her vaziyette, hatta kucaktan kucağa dolaşırken tasavvur etmek mümkündü. Fakat onu böyle göreceğimi aklıma getirmezdim. Bu halinde, zihnimde yaşattığım mağrur, müstağni* kuvvetli iradeli kadınla kıyas edilmeyecek kadar sarih bir zavallılık vardı. _(Kant felsefesi)_Sırf bunun için resim yaparak geçinmek istemiyorum. Çünkü o zaman kendi istediğimi değil, benden istenileni yapmaya mecbur olacağım. _Dibinde bir ejderhanın yaşadığı bilinen bir kuyuya inecek bir kahraman bulmak, muhakkak ki, dibinde ne olduğu hiç bilinmeyen bir kuyuya inmek cesaretini gösterecek bir insan bulmaktan daha kolaydır. _İnsanlara ne kadar çok muhtaç olursam onlardan kaçmak ihtiyacım da o kadar artıyordu. _Nedense, hayatta bir müddet beraber yürüdüğümüz insanların başına bir felaket geldiğini, herhangi bir sıkıntıya düştüklerini görünce bu belaları kendi başımızdan savmış gibi ferahlık duyar ve o zavallılara, sanki bize de gelebilecek belaları kendi üstlerine çektikleri için, alaka ve merhamet göstermek isteriz. _İnsanları, kendi cinslerinden biri üzerinde kudret ve salahiyetlerini denemek kadar tatlı sarhoş eden ne vardır? _Doğduğu andan beri mahkûm olduğu sebepsiz bir iç sıkıntısını aksettiriyordu. _Birbirlerini tanımıyorlar ve körler gibi yaşıyorlar. _Sizin gözünüzde herkes gibi o da bir hiç. _İnsanın muhakkak kendini boşaltması lazım. _Yalnız olduğu için yazıyor. Mahçup sessiz bir çocuktum. Resim yeteneğim vardı. Komşu kızını dağa kaçırdığını ve kahraman olduğunu düşünüyor. Okuduklarının tesirinde kalıp kolunu ateşte tutup yakıyor. _Kürk mantolu kadın resmini sanki tanıyordu, okuduğu kitaplardan, hayallerinden… Şimdiye kadar tesadüf ettiğim insanlardan bir tanesi benim üzerimde belki en büyük tesiri yapmıştır. _Derin düşüncelere dalmış gibi yere bakıyor, adeta bulamayacağından emin olduğu o şeyi son bir ümitle aramak istiyordu. _Bir kadın herhangi bir şekilde hoşuma gidince ilk yaptığım iş ondan kaçmak olurdu. Hiçbir zaman masum bir insan değildim: Yalnız kaldığım zamanlar, kafamda canlanan bu kadınlarla, en usta âşıkların bile aklına gelmeyecek sahneler yaşar, sıcak ve zonklayan dudakların sarhoş eden tazyikini ağzımda, hakikatte olabileceğinden birkaç kat daha kuvvetli olarak duyardım. _Kendisinin de ressam olduğunu anladığım genç bir kadın yanıma sokularak: "Bu resmi pek mi merak ettiniz?" dedi. "Her gün onu seyrediyorsunuz!" Hafif bir kahkaha attı. Gayet serbest bir tavırla yanıma oturdu. Bacaklarını birbirinin üstüne atınca eteği dizkapaklannm gerisine kadar açıldı ve ben yüzüme her zamanki gibi ateş bastığını fark ettim. Bu halim yanımdakini daha çok eğlendirmişe benziyordu. _Bir insanın diğer bir insanı, hemen hemen hiçbir şey yapmadan, bu kadar mesut etmesi nasıl mümkün oluyordu? _ Bu dalgınlığınızda garip bir cazibe vardı. _Bir erkek gibiyim belki de bunun için yalnızım "Sizde de biraz kadınlık var..." dedi. Belki de bunun için ilk gördüğüm andan itibaren sizde hoşuma giden bir şey bulduğuma hükmettim... Sizde genç kızlara mahsus bir hal var..." Bu kadının resmini gördüğüm andan beri geçen birkaç hafta içinde, ömrümün bütün senelerinden daha çok yaşadığımı hissediyordum. Demek beni beklemişti. Okşanmış bir küçük kedi gibi gözlerinin içine baktım. Biraz evvel zihnimden birbiri arkasına geçen ve her biri mühim ve alaka verici olmakta diğerine taş çıkartan o güzel fikirlerden bir tanesi bile meydanda yoktu. Kendimi zorladıkça kafamın büsbütün boşalıp daha zavallı bir hale geldiğini ve beynimin zonk zonk vuran bir et parçasından başka bir şey olmadığını hissediyordum. _İstemediği, hoşlanmadığı insanlar arasında yaşamaya, onlara zorla gülmeye mecbur olduğu için böyle derin bir infiale kapılıyor, herkesten şüphe ediyordu. Ben ise bütün ömrüm boyunca insanlardan uzak kaldığım ve onlar tarafından pek rahatsız edilmediğim için kimseye kızdığım yoktu. _Niçin daima biz teslim olacağız ve siz teslim alacaksınız? _Hayattaki tecrübelerinizin sizi böyle uzun bir izahat vermeye sevk ettiğini de görüyor ve bunu, ileride dostluğumuzu sarsabilecek şeylere mâni olmak için yaptığınızı düşünerek memnun oluyorum. _İnsanlar birbirine ancak muayyen bir hadde kadar yaklaşabiliyorlar ve ondan sonra, daha fazla sokulmak için atılan her adım daha çok uzaklaştırıyor. _Hep çocuksun, Raif!" dedi. "Önüne geçmek mümkün olmayan işlerde telaş ve heyecan göstermek çocukluktur. Ona niçin söyleyemediğime yanarak kafamda sakladığım bir sürü güzel laflar bunun yanında pek âciz ve renksizdi. Boğucu yaz günlerinde bana bir parça ferahlık veren onun mektupları ve ona mektup yazdığım saatlerdi. _Raif öldü. Rasim'e demişti ki: Dün akşam bana: "Seninle şöyle bir oturup konuşamadık!". Ben artık böyle düşünmüyordum. Dün akşam onunla uzun uzun konuşmuştum. ************ _Dr. Jekyll ve Mr. Hyde_ _”Dr. Jekyll ve Mr. Hyde’nin tuhaf vakası” insan ruhundaki iki farklı kişiliğin çatışmasını anlatmakta. _Kişilik bölünmesi üzerine bir roman olan "Dr. Jekyll ve Mr. Hyde"da Victoria devri İngilteresinde, kibar bir insan olan Dr. Henry Jekyll'in zaman zaman şehvet düşkünü bir canavara, yani Mr. Hyde'a dönüşmesi olayını anlatmaktadır. Mr.Utterson, Dr.Jekyll'ın yeni asistanı olan ama hiç doktor'la yan yana görmediği, şeytani görünüşlü yeni asistanı Mr.Hyde'ın esrarını aralamaya çalışır. En sonunda Doktor'un bıraktığı bir itiraf notundan Hyde'ın aslında Jekyll, daha doğrusu Jekyll'ın kötü yarısı olduğunu öğrenir. Roman zaten insanın doğasında bulunan kişilik farklılıklarının bir alegorisidir. _Dr. Jekyll son derece iyi, kibar, eğitimli, elit bir sınıfa ait, zengin bir karakter. Jekyll, iyi bir insan olmasına neden olan özelliklerinin karşıt bir yönü olduğunu da hissetmektedir. İçinde çok iyi tanımadığı fakat varlığını hissettiği bambaşka bir insanla yaşıyor gibidir. Jekyll bu gölgeler içinde gizlenmiş ‘bambaşka insanı’ yani içgüdüsel ve hayvani yönünü tam anlamıyla ortaya çıkartmadığı sürece ‘mükemmel bir insan’ olamayacağını düşünür. Hazırladığı ilaç ile ruhundan nefsi duygularını tamamen arındırabileceğine inanır. Fakat tahmin ettiğinin aksine bu süreç onun karanlık yönünü serbest bırakır ve bu yönü Hyde’ın biçimini alarak bir eşkıya, ırz düşmanı ve nihayet bir katile dönüşür. _Tesadüf eseri çalışmalarım beni mistiğe, doğaüstüne yönlendirdi. İnsanın aslında bir değil, iki olduğu şeklindeki o dehşet verici sonuca adım adım yaklaştım. Bilincimin iki tabiattan oluştuğunu gördüm. Mutluluk içinde, bu iki kimliği ayırma fikri üzerine düşünmeye başladım. Ama nasıl olacaktı bu? İki zıt kişinin bir hayat boyu tek bedende çekişip durması insanlığın lanetidir. Bunlar tek bir bedende değil de farklı iki beden içinde barınsa, kötü olan taraf kendi yoluna gidebilecektir. Böylece diğer taraf, kendisine yakışan iyilikleri yapacak, namuslu ve başarılı bir hayat sürme şansı yakalayacaktır. Artık kötü tarafın yaptıklarının pişmanlığını ve utancını duymak zorunda kalmayacaktır. _Dr. Jekyll deney masasının başına geçer ve çalışmaya başlar. İnsanın, üzerine geçirdiği etten kumaşın ardındaki iki zıt kardeşi ayırmanın peşindedir. Ve sonunda bunu sağlayacak karışımı elde etmeyi başarır. Başarısı ile sarhoş olan doktor, lanetli bir gecenin en karanlık saatinde, bu karşımı kendi üzerinde denemekten geri duramaz. Daha aldığı ilk nefeste bir değişim geçirdiğini hisseder. Artık başka biridir. Bu kişi genç, enerjik, pervasız ve zalim bir adamdır. Jeykll, ona Edward Hyde adını verir. Dr. Henry Jekyll’ın, kendiyle yaptığı mücadele başlar. Zihninin karanlık dehlizlerine iteklediği tüm rezillikleri büyük bir zevkle hayata geçiren adama, Hyde’a dönüşmesini sağlayacak karışımdan uzak durmaya çabalar. Doktor, o çok değer verdiği sosyal statüsünü kaybetme korkusu olmadan, iki ayrı hayat yaşamaya başlar. Geceleri sokaklarda (hades) sürtüp kurtlarını döktükten sonra, sabahları rezidansında (olimpos) rahatlamış bir beyefendi olarak uyanır. _Ah zavallı Jekyll, eğer şimdiye kadar bir insanın yüzünde şeytanın imzasını okuduysam, bunu senin yeni arkadaşının yüzünde okudum. _Bu yeni hayatın daha ilk anında, daha kötücül, on kat daha kötücül olduğumu özümde yatan kötülüğümün kölesi olup çıktığımı anlamıştım ve bu düşünce o anda şarap gibi neşe ve haz verdi bana _Aslında insanoğlunun bir değil iki benliği var. İki diyorsam bilgilerim şimdilik bu kadarına yettiği için. Benden sonrakiler bu alanda daha da ileri gidecekler; ben, insanoğlunun eninde sonunda türlü türlü, birbirleriyle bağdaşmaz, birbirinden bağımsız benlikler bütünüyle bilineceğini tahmin etme cüretinde bulunuyorum. _Yok, hafiflemiyor çekilen azap ancak, katılaşıyor ruhumuz, katlanıyor. _Söylediklerimle yaptıklarım farklı olsa da, hiç bir şekilde asla ikiyüzlü olmadım. İçimde barındırdığım iki kişilik de tamamıyla gerçekti. _Robert Louis Stevenson (1850-1894) _(Freud’un bilinç-bilinçaltı kavramı üzeribe: Tom ve Jerry, Temel Reis ve Kaba Sakal, Maske, Dorian Gray, Batman... ************* _Oblomov_ _Düşünceli olmak bazı insanların tabiatında yok. Üstelemeyin. _Oblomov, çalışan insanları hiç anlamıyordu. 'Ne zaman yaşayacaklar bunlar? diye düşünüyordu. Yaşamak dediği; hiçbir şey yapmadan uyumak, yemek yemek, tekrar uyumak ve rahatça, kayıtsızca hayal kurabilmekten ibaretti. _İnsan niçin yaşadığını bilmezse günü gününe yaşamakla kalıyor; günün geçmesini, gecenin gelmesini beklemekten başka zevki olmuyor. Bugün nasıl yaşadım, sorusuna cevap vermeden uykuya dalıyor, ertesi gün gene aynı hayat. _Odaya giren adam ne sarışın ne esmer ne güzel ne çirkindi. Tabiat ona ne iyi, ne kötü, göze çarpan hiçbir özellik vermemişti. Geldiği yerde bir şey değişmez, gittiği yerden bir şey eksilmezdi. Adıyla birlikte yüzü de, sözleri de hatırdan çıkardı. Doğduğunu herhalde annesinden başka kimse fark etmemiştir; yaşadığını da pek az kimse bilir; fakat ölümünü kimse fark etmeyecek, öldüğüne kimse sevinmeyecek, kimse acımayacaktır. Onun düşmanı, dostu yoktur. Yalnızca birçok tanıdıkları vardır. Belki bu silik kişinin yalnız cenazesi bir ilgi uyandıracak, yolda adamın biri saygı ile durup selamlayacak, belki başka bir meraklı da cenazenin önüne koşacak, ölenin adını soracak ve hemen unutacak. _Beni ağlatmak elinizdeydi ama gözyaşlarımı durdurmak artık elinizde değil. O kadar güçlü değilsiniz. _Kimse halinden memnun değil... Biri her gün işe gitmek zorunda olduğuna, saat beşe kadar oturmak zorunda olduğuna üzülüyor ama diğeri böyle bir mutluluğu olmadığından derin derin iç çekiyor. _ Peri masalları onun kafasında gerçekle öyle karışmıştı ki, bazen farkına varmadan niçin masalın hayat, hayatın da masal olmadığına üzülüyordu. _Kurnazlık bozuk para gibidir. Onunla pek bir şey alınmaz. Bozuk paranın insanı ancak bir iki saat idare edebilmesi gibi, kurnazlık da bazı şeyleri gizler, karşıdaki insanı aldatır ama uzak ufukları görmek, büyük bir olayı başından sonuna dek götürebilmek için yetmez. Kurnazlık uzağı göremez. Ancak burnunun dibindekileri görür, uzağı değil. Onun için de başkaları için hazırlanmış tuzağa düşürür insanı. _ Uzun zaman susarlardı. Fakat susmaları anlamlı ve zekice idi; sanki aralarında başkalarının bilmediği sırlar vardı. Onları bir arada görünce insan yalnız şunu düşünürdü: Bu iki insan bir arada bulunmaktan hoşlanıyorlar, işte o kadar. _İlk bakışta zeki adamlar sanırsın, yüzlerinde ciddilik okunur ama bütün söyledikleri şu biçim şeyler: "Falanca veya filanca, bilmem ne satın aldı, bilmem neresini kiraladı." Başka birisi: "Aa! olur şey değil; niçin acaba? İllallah bunlardan. Bunlar arasında insanlık nerede? _Zamanı saatlerle, dakikalarla değil, güneşin doğup batmasıyla değil, onunla ölçüyordum; onu gördüm görmedim, göreceğim görmeyeceğim, gelecek gelmeyecek. _Güçlü güçlüyü sevmez hiçbir zaman. Yan yana geldiklerinde, keçiler gibi toslaşmaya başlarlar! Ama bir güçlüyle bir güçsüz iyi geçinirler. Biri gücü için sever ötekini, öteki de yumuşak başlılığı, uysallığı ve onun isteklerine boyun eğdiği için… _Köylülere okuyup yazmayı öğretmek tehlikeli. Toprağı işlemez olurlar. _Düşünmek için, kalpsiz mi olmak gerekir sanıyorsunuz. Hayır, düşünmeyi besleyen sevgidir. Düşen insana el uzatın, mahvolan bir insanla alay etmeyin, onun haline ağlayın. Sevin onu! Onda kendinizi görün ve ona kendinizmiş gibi bakın. _Kayıtsız, yorgun, kalender.. Gözlerinde, gülüşünde, başının, ellerinin her hareketinde rahat, açık, temiz bir ruhun ifadesi parlıyordu. Bakanlar ona "İyi yürekli, kuzu gibi bir adamcağız olsa gerek" derdi. Uzanmak onun tabi haliydi. _Aynalar, eşyayı yansıtmaktan çok üzerlerindeki toza öteberi yazmaya yarayabilirdi. -Nasıl düzeltelim? Hiç evden çıktığınız yok ki! -Bazen tiyatroya, konukluğa gidiyorum ya! -Bir gün olsun çıkın, bakın nasıl temizlerim odanızı. Çıkayım, gideyim, ha? Böyle saçma şeyler söyleyeceğine haydi git odana. Ah yarabbi, hayat bir türlü yakamı bırakmıyor, nere ye gitsem peşimde! _Orada yalnız bir şeyden, sanatlardan söz edilir: Venedik resmi, Beethoven, Bach, Leo Hep aynı laflar, felaket! Bir sürü ukala desene. _Artık iki saat düğme ile uğraşmaya gerek yok. Şöyle bir çektin mi, tamam. _Arkadaşı kızlarla dolaşmak, çiçek toplamak istiyordu. Vah zavallı. Oblomov yattı. İyi ki böyle boş işleri olmadığı için şükretti. Oblo çalışmadığı için müthiş bir ferahlık duyuyordu. _İnsanları ayırmayalım, dinciyi sevelim, faizciyi, hırsızı sevelim öyle mi? Hayır onları cezalandıralım, toplumdan sürelim. _Hava size kapalı görünüyor. Çünkü pencereleriniz aylardır yıkanmamış. _Konuştuğu, hatta yemeğini yediği bir kimseye şeref veriyormuş gibi tavırlar takınırdı. _Oblomovluk, bilinçli bir tembellik, tükenmişlik ve kendini gerçekleştirememe halidir. Sosyal yaşamdan kopuş, topluma uyum sağlayamama, bilinçli bir vazgeçiştir. Ölüme eş bir uyuşukluk hali; bir başka deyişle yaşarken ölmektir. Sürekli düşünen ancak bir türlü harekete geçemeyen Hamlet gibidir Oblomov. Çünkü Oblomovluk hastalığının pençesine düşmüştür. Sınırsız hayal gücü, kurulu bir saat gibi işler ama hayaller hiçbir zaman gerçeğe dönüşmez; bir hayal denizinde boğulur. Sürekli bir düşünme ve plan yapma döngüsü içerisindedir. O düşünedururken zaman ve hayat azgın bir nehir gibi hızla akıp gider. Uyandığında, “Yarım kalmış bir adam olduğunu, ruh güçlerinin gelişmeden geri kaldığını, hayatına bir ağırlığın çöktüğünü düşündükçe içi parçalanır. Başkalarının zengin, hareketli hayatını kıskanır; kendi hayatını yolunu ağır bir kaya parçasıyla tıkanmış, daracık, zavallı bir keçi yolu gibi görür. İçinde hiç uyanmadan kalmış, biraz kurcalanmış fakat hiçbiri sonuna kadar işlenmemiş birçok yetenek olduğunu acı acı sezer. Onlar dünyada olup biten her şeye karşı ilgisizdirler, tam bir miskinlik içindedirler. Bir şey yapmaya alışmamışlardır dolayısıyla neyi yapıp neyi yapamayacaklarını tam olarak belirleyemezler. Yaptıkları hiçbir şey içlerinden gelerek değildir. Ne yapıyorlarsa dışsal zorunlulukların dayatmasıyla olur. Oblomovlar hayatta her şeyden şikayet ederler. Onlara şunu sorun: Bunların böyle olmaması için ne yapmalı? Karşılık veremeyeceklerdir. Çünkü ne yapılması gerektiğini dair en küçük bir fikirleri bile yoktur. _Oblomov, temiz yürekli, iyi niyetli, dürüst ve zeki bir kişiliktir. Duygusal ve saftır. İnançlı ve ahlaklıdır. Her şeyi yarına bırakmak, ertelemek, eyleme geçmemek "sorumsuzluğun" ürünü değil, tersine sorumluluk duygusuyla irkilmenin yarattığı donukluğun sonucudur. İçe dönmek, kendinden ibaret bir dünya kurarak yaşama havlu atmaktır. Gölge etmeyin başka ihsan istemem demektir. Varlıklı ve soylu bir aileden gelen Oblomov, çalışma ihtiyacı duymadan geçimini rahat sağlayabilen bir adamdır. Tek sorunu tembelliktir. Hayatıyla ilgili aldığı kararların hiçbirini tembelliğinin yüzünden hayata geçiremez. “Bu büyük romanın bir ay içinde yazılması belki de imkansız görünür. Ama unutmayın ki, bu eseri yıllarca kafamda taşıdım ve onu ancak kağıda geçirmek kalmıştı.” Rus bir soylu olan Oblomov, kitabın ana kahramanıdır. Sürekli hayatla ilgili yeni planlar yapmasına rağmen, tembelliğinden ötürü bu planlarını bir türlü uygulamaya koyamaz. Kendine bile bir faydası dokunmayan Oblomov, başka birinin sorumluluğunu almak istememektedir. _Önsöz_ Oblomov, yıkılmakta olan bir toplum düzeninin, Rus derebeyi sınıfının çocuğudur. Çiftliği vardır, köleleri vardır; ama kendisi, bütün köklerinden kopmuş derebeyleri gibi, onları bir kâhyaya bırakıp büyük şehre, devlet kapısına sığınmıştır. Hayatla arası her gün biraz daha açılarak, sonunda toplumdışı bir insan, kendini taşıyamayan bir yük olur. _Oblomov hiçbir zaman işe giremeyen, işsizlikten de zevk alamayan işsiz bir beyzadedir. Üstüne çöken, hayatını bir bataklığa çeviren bu durgunluğa acı acı isyan bile eder: "Yarım kalmış bir adam olduğunu, ruh güçlerinin gelişmeden kaldığını, hayatına bir ağırlığın çöktüğünü düşündükçe içi parçalanıyordu. Başkalarının zengin ve hareketli hayatını kıskanıyor; kendi hayatının yolunu ağır bir kaya parçasıyla tıkanmış, daracık zavallı bir patika gibi görüyordu. İçinde hiç uyanmadan kalmış, biraz kurcalanmış, fakat hiçbiri sonuna kadar işlenmemiş birçok imkânlar olduğunu acı acı seziyordu. Derebeyleri için mutluluk çalışmakta değil, işsizlikte; değer, çalışanda değil, çalışmayanda idi. _Annesinin rüyalarına büyük bir devlet adamı olarak giren Oblomov, küçük bir memur bile olamamıştır. Eski Rusya'nın yıkıntıları üzerine kurulmaya başlayan yeni hayatın mümessili Ştoltz'dur. Zenginleşen, büyük bir işadamı olan Ştoltz, Dostoyevski'nin, hele Tolstoy'un nefret ettiği insanlardan biridir. Gonçarov hiç gözünü kırpmadan Avrupa'nın tarafını tutuyor. Gogol, Dostoyevski, Tolstoy Avrupa'dan çekiniyorlar, Rusya'nın manevi büyüklüğünü kuran değerleri korumaya çalışıyorlar. Gonçarov, iki çocukluk arkadaşı Ştoltz-Oblomov karşıtlığında eski ve yeni Rusya'yı, Doğu'yla Batı'yı karşı karşıya koymuştur. Bu dramı anlatırken bir iç dökme acılığına, bir kötüleme ya da öğüt verme tatsızlığına düşmedi. Bu dram karşısında gülümseme, babacanlık sakinlik okumaya değer. Avrupa, hayallerini, gerçekleştirmek için kuran insanların ülkesidir. Orada gerçekleşemeyen hayal bir acı kaynağı, bir tragedya konusudur. Doğu'da ise hayal bir keyif, bir gerçekten kaçma vesilesidir. _Züğürt ağa oblomovdur. _Lenin: Oblamovları adam etmek için daha çok zaman yıkamak, temizlemek, sarsmak, dövmek gerekecektir." _İvan Gonçarov (1812-1891) Simbirsk'te doğmuştur. Zengin bir tüccar ailesinin çocuğu olan Gonçarov, Oblomov'unkine benzeyen bir çocukluk geçirmiş; asilzadelerle, geleceğin Oblomov'larıyla birlikte özel bi r pansiyonda okumuştur. *************
·
4.351 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.