Önce Sovyet bloğunun sonra da Sovyetler Birliği'nin çökmesi, Sovyet tesirinin gerilemesi belki de yok oluşu ve bunların arkasında Komünist sistemin bariz başarısızlığı ve onun vaatlerini yerine getiremeyen kati yetersizliği, işte bütün bunların hepsi hem bölgesel hem de uluslararası güç dengelerinin değişmesinde doğrudan ve kesin etkili oldu. Daha da önemlisi bunlar, bazı arzuların ve ihtimallerin tekrardan temel olarak değerlendirilmesini kışkırttı. Buna benzer başka dürtüler, tabii ki daha büyük bir ölçekte, 1905 yılında Japonların Ruslara karşı kazandığı zafer sonrasında, 1918'de İtilaf Devlederi'nin kazandığı zafer sonrasında, iki dünya savaşı arasında faşizmin ve Nazizm'in yükseldiği dönem ve Sovyetlerin 1945 yılında elde ettiği zafer sonrasında ortaya çıkmıştı. Bu sefer, soğuk savaşın bitişi ve Batı'nın zaferi ile şu Batılı fikirler arasında bağ kurulmuştu; açık toplum, piyasa ekonomisi ve insan haklarının korunması bu kez nihayet ulusal ölçekte değil birey düzeyindeki tanımıyla. Son yıllarda, Doğu Avrupa'da olduğu gibi Ortadoğu'da da, "demokrasi" ve "demokratik" kelimeleri ne yazık ki kötüye kullanıldı ve bu terimleri gasp eden rejimler altında yaşayan insanların nazarında, tiranlık siyasetinin dayattığı yoksulluk ekonomisini ifade etmeye başladı.