Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Birbiriyle Bağlantılı Kavramlar
( Düşünce-Frekans-Müzik-Burç-Bilim-Büyü-Tılsım-Nazar ) _ DÜŞÜNCE _ _Buda: Her şey düşüncedir. Ne düşünüyorsak o oluruz. Bize düşüncelerimiz şekil verir. Hepimiz düşüncelerimizden doğarız. Bu dünyayı yaratan, zihnimizdir. Bu dünyayı bir hava kabarcığı, bir serap gibi düşün. Dünyayı böyle gören kişiyi ölüm görmez. Biz, içselliğimizin meyvesiyiz.
·
1 artı 1'leme
·
743 görüntüleme
Onur okurunun profil resmi
_ BİLİM _ _Olguları ve iddiaları, akıl, gözlem ve deney aracılığıyla kanıtlara dayalı olarak sistematik bir şekilde inceleyen, gerçeği arayan ve bunlara ait yasalar çalışan yöntem. _İlim - Bilim_ _İlim kelimesi, bilim ile aynı anlama gelmektedir ancak bilimden daha kapsayıcıdır. Hatta bilimi de içine alır. Şöyle ki, bilim yalnızca maddi dünya ile ilgilenir. Ancak ilim manevi ve dünyevi bilgilerin tamamını içermektedir. İlimde metaya ek olarak maneviyat söz konusuyken bilimde yalnızca meta vardır. Arapça ilm'den gelen bu kelimenin Türkçe'deki karşılığı bilgidir. Bilim ise bil- kökünden türetilen Öz Türkçe bir sözcüktür. Vahiy, keramet, alamet, mucize terimleri bilimle değil ilimle açıklanabilir. _Sözdebilim - Sahte bilim - Sınır-bilim - Alternatif - Çöp_ _Bilimsel argümanlar kullanılarak ileri sürülen ancak bilimsel çalışmaların gerektirdiği materyal, yöntem, doğrulanabilirlik gibi standartları taşımayan iddia, inanç, bilgi ve uygulamalar bütününe verilen addır. Astroloji, ruhçuluk, büyücülük, _Kendi başına meşruiyet kazanamayacak olan ve bu sebeple bilim gibi tavır takınarak kendisine meşruiyet kazandırmaya çalışan herhangi bir yerleşmiş bilgi bütünü bilim olarak kabul edilmez; bunlara genellikle sınır bilim denmektedir. Bunların en büyük eksikliği, doğal bilimlerde olduğu gibi bilimlerin gelişimine katkıda bulunan, dikkatlice kontrol edilen ve etraflıca incelenip, yorumlanan deneylerden yoksun olmalarıdır. Bir başka terim de çöp bilimdir. _Çöp bilim, aslında meşru, doğru sayılabilecek çeşitli bilimsel teori ve verilerin, yanlış bir şekilde veya hataen karşıt bir tarafı, tutumu savunma amaçlı kullanımıdır. Terimin kullanımında genellikle ideolojik veya siyasi önyargı ve etkenler de söz konusudur. Ticari reklamların çok çeşitli bir kısmı da bu kategoriye düşmektedir. _Bilim - din_ _Dinsel doktrinler ve nedenler zaman zaman bilimin gelişimini etkilerken, bilimsel bilgiler de dinsel inanışları etkilemiştir. Din ve bilim, tarih boyunca birbirleriyle sürekli çatışma halinde olan iki düşünme biçimidir. Genel bir anlamda her ikisi de evreni açıklama amacı güder; fakat kullandıkları yöntemler ve bağlı oldukları dünya görüşleri çok farklıdır. Bilim, olguları saptama ve açıklamada gözlem ve gözleme dayalı mantıksal düşünmeyi kullanır. Oysa din, metafizikten pek farklı olmayarak, sevgi, inanç ve duygu ile karışık, olgulardan kopuk bir akıl yürütmeye dayanır. Dünya görüşü yönünden birine gerçekçi-rasyonalist, ötekisine mistik-rasyonalist diyebiliriz. Bu karşılaştırmayı daha somut yapmak için, dini oluşturan başlıca özellikleri belirtmeye ve bilimle çatışmaya düştüğü kesin noktayı bulmaya ihtiyaç vardır. Bütün büyük dinler incelendiğinde şu üç ögenin ya da işlevin yapılarında var olduğu görülür: _Din, inançlar sisteminde, bilimin tam tersine, düzeltme, gelişme veya herhangi bir değişiklik kabul etmez. Yanılma olasılığına yer vermediği için kendi kendini eleştiri yoluyla hatalardan arındırma olanağı yoktur. Dinsel her inanç kesin ve evrensel doğruluk iddiasına dayanır. Oysa bilimde hiçbir teori kesinlik iddiası gütmez; er geç bir gün değişikliğe uğrama, hatta tümden reddedilme olasılığını gözden uzak tutmaz. Dinle bilimin çatışması, dinin olgulara dayanmaksızın evreni açıklama yolunda ortaya attığı metafizik öğretilerden vazgeçmediği sürece sürüp gideceğe benzer. Çünkü bu tür inançları, giderek kapsamını geliştiren bilimsel bulgu ve doğrularla bağdaştırmanın yolu yoktur _Determinizm - Belirlenimcilik - Gerekircilik: _Evrendeki her kavramı ve olguyu neden - sonuç ilişkisine göre açıklayan felsefi bir görüştür. Her olayın, maddi veya manevi birtakım nedenlerin zorunlu sonucu olduğunu kabul eden felsefi görüştür. Başka bir söyleyişle felsefe bağlamında, ahlakın kapsamına giren seçimler de dâhil bütün olayları bir nedenler zincirinin zorunlu olarak belirlediğini savunan teoridir. Buna göre insan iradesinin söz konusu zorunlu nedenler zincirine etkisi olmadığından, olayların meydana gelişinde doğrudan doğruya bu nedenlerin gücü ve yönlendirmesi bulunmaktadır. Böylece nedensellik ilkesi determinizmde temel ilke olarak kabul edilmektedir. _Determinizme göre insanlar ahlaki eylemlerde bulunurken özgür değildir. Çünkü insan ahlaki eylemlerinde bulunurken bir takım etkenlerin (psikolojik, toplumsal, ahlaki, hukuksal vb.) zorunlu sonucu olarak o eylemi gerçekleştirir. Bu durumda kişisel bir seçim söz konusu değildir. İnsan, yapmış olduğu davranışlarda kendi özgür iradesini kullanamaz. Dolayısıyla bir ahlaki sorumluluktan bahsetmek de mümkün değildir. _Determinist anlayışa göre evrenin tümüyle ussal bir yapısı vardır; belirli bir durumun eksiksiz bilgisine sahip olmak, o durumun, geleceğine ilişkin yanılmaz bilgiyi de olanaklı kılar. Bu da belirli bir davranışın kötü sonuçlarının önceden görülebilir olduğunu ve bunun da insana ahlaki sorumluluk yüklediğini ve insan eylemlerini etkileyebilecek engelleyici bir dış neden oluşturduğunu ortaya koymaktadır. _Determinizm en kesin ifadesi olarak kabul edilen Spinoza’nın “dogmatik determinizm”i ise Tanrı’yı sonsuz, tek, mükemmel, zorunlu, basit, hareketsiz, ölümsüz ve bağımsız olarak tanımlayarak panteist bir anlayışa ulaşır ve bütün evrende kesin bir determinist düzenin bulunduğunu savunur. Ona göre düşüncelerimiz, eylemlerimiz, toplumsal davranışlarımız genel bir düzene, belli ölçüleri olan bir düzene uyarlar ki bu bakımdan yaşadığımız evrende özgürlük diye bir olgudan söz edilemez. Bu da sorumluluk anlayışını ortadan kaldırmaktadır. İnsan özgür olmadığı için, eylemlerinden sorumlu da değildir. _Determinizm geleceğin geçmiş tarafından şekillendirildiğini söyler; fakat kaderciliğe göre geçmiş ne olursa olsun, gelecek değiştirilemez. ************ _ TILSIM _ _Doğaüstü büyülü özelliklere sahip olduğuna inanılan şeyler. Objeler, sözler, müzikler… _Tılsım, Anadolu folklorunda “büyü etkisini sağlayan araçtır.” Define gibi gizli şeyleri bulmaya yarayan semboller, kötülüklerden korunmak için takılan takılar.” Tılsım yapmak için yıldızların yerini ve tabiatlarını bilmek, uygun zaman ve konumdaki yıldızı seçmek, tılsımla yapılmak istenen işin niteliğine uygun bir sembol edinmek gerekir. Bu semboller insanları koruduğuna veya uğur getirdiğine inanılan göz, el, saç, diş, tırnak, boynuz, kemik, taş gibi genelde hayvan ve insan vücudunun bazı kısımları ya da yüzük, madalyon, at nalı, mermi, muska ve yazı gibi insan yapımı objeler olabilir. Osmanlı padişahları düşmandan korunmak amacıyla savaşlarda üzerinde değişik duaların ve Kur’an’dan sûrelerin yazılı olduğu tılsımlı gömlekler giyerlerdi. Tılsımcılar tılsımın etkisinin insanlarla sınırlı kalmadığını, vahşi hayvanlar hatta tabiat hadiselerine de uzandığını iddia etmektedir. Kaynaklarda tılsım sebebiyle serçelerin Ezher Üniversitesi’nde yuva yapamadığı, çaylakların İskenderiye’ye giremediği şeklinde inançlar da yer alır. _Tılsım, animistik zihniyetin ürettiği sihrî bir anlayışın uzantısı biçiminde düşünülmektedir. Herhangi bir şeyi sembolize eden nesne onun orijinaline etki edecek sihrî bir benzerlik tesirine sahip olmaktadır. Büyüsel ve mistik zihniyetin egemen olduğu çağlarda ortaya çıkan bu gelenek, tarihî şartlar içinde yeniden düzenlenip şekillendirilmek günümüze kadar varlığını sürdürmüştür. Tılsımla ilgili ilk tarihsel referanslar Sumer uygarlığının III. Ur dönemine ait metinlerde ortaya çıkar. Bunlardan ilki Kral Gudea’nın oğlu Sukal’ın hastalıktan kurtulması için yapılan şifa tılsımıdır. Gerek Sumer gerekse Asur-Bâbil kültüründe tılsımların el veya ay figürü, yuvarlak şekiller olmak üzere taştan veya metalden yapıldığı, boyuna, kola ve evlere asıldığı bilinmektedir. Eski Mısır’da tılsım amacıyla kullanılan en yaygın nesneler taştan veya metalden yapılmış “horusun gözü”, pislik böceği figürleri ve İsis heykelcikleridir. Bu eşyalar gündelik hayatta bedende veya evlerde kullanıldığı gibi mumyaların yanına da konurdu. _Eski Ahid’de tılsım özelliği taşıyan nesnelere yönelik ilk referans Tesniye’de geçen koruyucu figürlerdir. Hâkimler’deki vücuda asılan hilâl şeklinde nesnelerle küpeler de büyük ihtimalle tılsım diye kullanılmaktaydı. Talmud’da tılsımı anlatan kelime bağlamak anlamındaki “kimie”dir. Muhtemelen kötü güçlerden gelen saldırıyı önlemeyi içeren bu kavram Talmud’da sıkça tekrar edilir. Bu bağlamda tılsım özelliği olan nesneler kola, boyuna, kulağa veya omuza asılabilmektedir. Antikçağ’lardan günümüze kadar gelen en yaygın yahudi tılsımı genellikle kapı üstlerine asılan Mezuza’dır. Tılsım Yahudiliğin mistik yaklaşımlara önem veren kabala ekolünde de yaygındır. Adı İslâm dünyasında Bulunyûs şeklinde geçen bu kişi (İbnü’n-Nedîm) Tyanalı Apollonios olup “sâhibü’t-tilesmât” lakabıyla anılmaktaydı. Kaynaklarda bu kişinin fırtına, yılan, akrep vb. şeylerden korunmak amacıyla çeşitli tılsımlar geliştirdiğine dair rivayetler yer almaktadır. Aristo ve Batlamyus’a nisbet edilen Kitâbü’l-Kenzi’l-aʿẓam adlı eserler büyüsel konuları içeren literatür içinde zikredilir. _Halife Mu‘tasım-Billâh Ammûriye Kalesi’ni fethettiğinde buradaki Antiokos Manastırı’nda bir sandık bulunmuş, Büyük İskender’e ait olduğu tahmin edilen bu sandıktan Grek ve Roma dilleriyle yazılmış bir kitap çıkmıştır. Hermes’e dayanan bu kitap Belinus tarafından Aristo’ya, onun vasıtasıyla da İskender’e ulaştırılmıştır. On bölümden oluşan kitabın 5-7. bölümleri tılsım konusuna ayrılmıştır. _Câhiliye Arapları’nda fal okları atmak, çeşitli anlamlara gelen taşlar dikmek, yıldızlara bakarak anlam çıkarmak, birtakım kareler içinde harf veya rakamlar yazarak tılsım yapmak yaygındı. İslâmiyet bu âdetlerin tamamını yasaklamıştır. Buna rağmen söz konusu uygulamalar, yerli geleneklerin ve kadim kültürlerin etkisiyle müslümanların arasında varlığını sürdürmür. Ebû Bekir er-Râzî’nin Risâle fî ṣanʿati’ṭ-ṭılesmât’ıdır. Mesleme b. Ahmed el-Mecrîtî’ye göre bu risâle insanlar arasında dostluk temini, dili bağlama, idareci ve yöneticilerin teveccühlerini kazanma gibi hususları içermektedir. Câbir b. Hayyân’ın Kitâbü’l-Baḥs̱’inde yıldızlar, gezegenler, bunların özellikleri, bunlarla irtibata geçerek tılsım yapma ve tılsım çeşitleri gibi konular ele alınmaktadır. İbnü’n-Nedîm, tılsımla ilgili Bâbil kaynaklı bilgilerin büyük bir kısmını toplamıştır. _Kâtib Çelebi, tılsımdan beklenen etkiyi sağlayacak olağanüstü işleri başarmak için tütsü, buhur vb. ruhaniyeti arttırıcı yollara başvurulduğunu, ilke ve sebepleri bilindiği için tılsımın kaynağının sihre göre daha belirgin, faydasının ise açık, ancak gerçekleştirilmesinin çok zor olduğunu kaydeder. Tılsımın gerçekliği, gök cisimlerinin canlı ve faal olduklarına ve yeryüzüne hükmettikleri telakkisine dayanır. Söz konusu literatürde çokça geçen bir isim de Metatron diye adlandırılan ve bazan Müşteri, bazan da Utârid gezegenini idare ettiği kabul edilen melektir. Bazıları ise Kur’an’da adları geçen Hârût ile Mârût’u tılsımla ilişkilendirmektedir. Büyü çeşitlerini haramdan mubaha doğru sıralayan Fahreddin er-Râzî ilk sıraya tılsımı koymuştur. Ona göre tılsım yıldız ve gezegenlere tapan, bunları müdebbir kabul eden toplulukların inançlarının ürünüdür. İbn Haldûn ise şa‘bezenin aksine sihir ve tılsımın bir gerçekliğinin olduğunu kaydetmekte, ancak bunları yapanların Allah’a göstermeleri gereken dua ve tâzimi yıldız ve gezegenlere gösterdikleri için küfre düştüklerini bildirmektedir. _Seyyid Şerîf el-Cürcânî’ye göre mıknatısın demiri, kehribarın saman çöpünü çekmesi, sirkenin taşı eritmesi ve Türkler arasında bilinen yağmur çeken taş örneklerinde görüldüğü gibi semavî kuvvetlerle yer güçleri arasındaki denge doğru biçimde kurulduğunda tılsım gibi garip hadiselerin meydana gelmesi muhtemeldir. İbn Haldûn’a göre beşerî nefisler semavî güçlerden (feleklerin mizacından), unsurlardan veya sayıların havassından yardım alarak yahut yardım almadan unsurlar âleminde etkili olabilir. Birincisine tılsım, ikincisine sihir denilir. Altın Şafak Hermetik Cemiyeti'ne göre tılsım, "amaçlanan güçle dolu büyülü bir figür" olarak tanımlanır. _Altın Şafak Hermetik Cemiyeti, 1888 yılında İngiltere'de kurulan okült, majikal, mistik ve ezoterik öğretileri içeren inisiyatik bir cemiyettir. Cemiyeti'nin üyeleri kabala, astroloji, Antik Mısır büyüleri ile uğraşırlar. Cemiyet içerisinde bilinen iki önemli isim Israel Regardie ve Telema kurucusu Aleister Crowley'dır. Telema , "istencini yap" fikri üzerine kurulu öğreti. Aleister Crowley tarafından geliştirilmiştir. Öğretinin en önemli kaynağı, Aiwass adında bir varlık tarafından Crowley'e yazdırılan The Book of the Law’dır. __ _Esrime_ _Kendinden geçme durumu. Mest olmak, sarhoş olmak, başı dumanlı, kafası iyi, kafası bir milyon olmak. Kişinin kendi varlığını aşıp yüce bir varlığa erişmişlik ya da kavuşmuşluk duygusundan kaynaklanan kendinden geçme durumu. Kişinin görünüşler dünyasının ötesine geçerek, “duyulur dünyanın dışına çıkarak”, “kendini Tanrı'yla birleşmiş sayması durumu”na karşılık gelir. __ _ BÜYÜ _ _Doğaüstü gizli güçlerin yardımı ile olaylara, diledikleri sonucu elde edecek şekilde yön vermek isteyenlerin başvurdukları birtakım işlemler. Sihir, tılsım, göz bağı, efsun: Bir şeyin insan üzerinde bıraktığı, onu şiddetle hükmü altına alacak kadar kuvvetli etki. Sihir kavramı, bir şeyi olduğundan başka türlü göstermek, aldatmak, oyalamak; birinin ilgisini çekmek, gönlünü çelmek" manalarında kullanılmaktadır. _Doğaüstü gizli güçlerle ilişki kurularak yahut kendilerinde gizli güçler bulunduğuna inanılan bazı nesneler kullanılarak bazı sonuçlar elde etmek için yapılan işler. Büyünün amacı; tabiat olaylarını ve güçlerini kontrol ederek şu veya bu kişi yahut kişilere iyilik ya da kötülük etmek amacıyla bir menfaat sağlamadır. _Eski Türk dilinde büyü; bügü şeklinde yazılmakta ve “sihirbaz, din adamı” anlamına gelmekteydi. Daha sonra “akıllı” anlamını kazanan kelime bilge ile anlamdaş olmuş gözükmektedir (Dîvânü lugāti’t-Türk Tercümesi). Farsça büyü, magu kelimesiyle karşılanmakta, eski İran’da tabiatüstü güçleri kullanabildiğine inanılan Med kabilesi mensubu rahipler sınıfına da maguş denilmekteydi. İslâm kaynaklarında mecûsî şeklinde geçen kelimelerin, tabiattaki bazı varlık ve olayları yönettiği, gaipten haber verdiği, büyücülükle bazı işleri gerçekleştirdiği kabul edilen bu sınıf için kullanıldığı söylenebilir. _Tylor, kitabında büyüyü sonradan Frazer’in de benimseyeceği şekilde “sahte bilim” olarak nitelendirip ilkel kabile mensuplarının büyü ile olaylar arasında kendilerine göre bir sebep-sonuç ilişkisi kurduklarını belirtti ve dinle büyünün aynı düşünce sisteminin ayrı parçaları olduğunu ileri sürdü. Frazer, Tylor’ın görüşlerini geliştirdi. Frazer büyünün din ve bilimle ilişkisi üzerinde durdu. Ona göre bütün dinlerin kaynağı büyüdür. İnsanlar tabiatı kontrol etme çabalarında büyünün yetersizliğini anlayınca bu kontrol gücüne sahip ruhanî varlıklar inancına yer veren din ortaya çıkmıştır. Bazı araştırmacılar Frazer’in görüşünün aksine büyünün dinden çıktığını ileri sürmüşlerdir. Durkheim büyünün müşterileri, dinin ise cemaati olduğunu, büyücünün kutsal nesnelere müşterileri için başvurduğunu belirtti. Büyü insanların bilgi ve gücünün yetmediği yerde güven, teknolojisi zayıf toplumlarda bir ümit kaynağıdır. Freud’ün ilkel, çocuk ve nevrozlunun düşünce şekilleri arasında benzerlik kuran iddiası bugün bir kenara itilmiş bulunmaktadır. Frazer büyünün ilkel bir bilim olduğu, bilimin ortaya çıkması ve gelişmesine yardım ettiğini ileri sürmüştür. Büyünün bilimlerdeki gelişmelerde ve insanların tabiata hükmetmesinde itici bir güç olduğu, simyanın kimyayı, astrolojinin astronomiyi hazırlaması gibi büyünün de bugünkü teknolojiyi hazırladığı düşünülmektedir. _Büyü çeşitleri: _1. Ak Büyü: Koruyucu büyü. _2. Kara Büyü. Ak büyünün aksine zarar vermek gayesiyle yapılır. _3. Aktif Büyü. Bu büyüyü yapan, tabiat olaylarını yönetim ve denetimi altına alarak güçlü iradesiyle onları dilediği gibi kullanabildiğini iddia eder. Özel bazı sözleri, tekerlemeleri, dua veya bedduaları ile büyüyü hazırlamak için elverişli bir durum meydana getirmek ister. Zulu kabilesi mensupları, kızgın kömür üzerine su dökülmesiyle yapılan büyünün fırtınayı önlediğine inanırlar. _4. Pasif Büyü. Genellikle savunma ve korunma için yapılır. Kutsal yazı, bıçak, makas, mavi boncuk ve çeşitli nazarlık eşyalar bulundurularak büyücülerin bazı faaliyetleriyle gebe ve lohusaların zararlı etkilere karşı korunması bu büyü içinde kabul edilir. _5. Temas Büyüsü. En çok yapılan büyü şekillerindendir. Frazer, birbiriyle ilişkisi bulunan şeylerin fizikî temas olmasa bile birbirlerini etkileyeceklerini belirtir. Ona göre büyü ile ilgili gücün temasla, yakınlıkla bir başkasına geçtiğine inanılmıştır. Temas büyüsünde temas esas olduğundan parça-bütün ilişkisi inancıyla bir kimsenin saçından alınan bir kıl, elbisesinden koparılan bir bez parçası, bir tırnak ucu, kopartılan bir iplik parçası gibi şeylerle bu büyü yapılır. _6. Taklit Büyüsü. Pek çok yerde uygulanmaktadır. Bir şeyin taklidini yapmakla o şeyin esasını etkileme, taklit yoluyla istenilen sonucu elde etme esasına dayanır. Bu büyünün temeli, Frazer’in benzerin benzeri meydana getirdiği şeklindeki ilkesine dayanır. Bu büyü şeklinde çocuk isteyenlerin bezden bebek, ev isteyenlerin de ufak taşlarla bir ev yapmaları benzerin benzer şeyler meydana getirebileceği inancından kaynaklanır. Yağmur yağdırmak için bir genç kızın yeşil dallarla donatılıp başından su dökülmesi de bir taklit büyüsüdür. _Frazer’e göre temas ve taklit büyüsü sempatik büyünün iki dalıdır. Frazer büyüyü nazarî ve pratik olarak ikiye ayırır, nazarî büyüye “sahte bilim”, pratik büyüye de “sahte sanat” der. _Büyü, Paleolitik devrede bile örnekleri bulunan çok eski bir uygulamadır. “Benzer benzeri meydana getirir” şeklindeki büyüsel anlayışla çizilmiş kargı saplı hayvan resimlerinin çok eski tarihli mağara duvarlarında tesbit edilmesi bunu göstermektedir. _Yahudiliğe göre büyünün etkisine inanma, Tanrı iradesinin beşerî maksatlara alet olması anlamına geleceğinden, tek bir Tanrı’nın dünyayı idare etmesi inancına ters düşer. Bu sebeple yahudi kutsal kitabında, “Afsuncu kadını yaşatmayacaksın” denilmiştir. Ayrıca, “Cincilere ve bakıcılara dönmeyin”; “Sihirbazlık etmeyeceksiniz ve müneccimlik etmeyeceksiniz”; “Ve cinci yahut bakıcı olan erkek veya kadın mutlaka öldürülecektir” _Cin çıkarma işini Îsâ’dan sonrakiler de yapıyordu. Nitekim Pavlus, bir defa falcı ruhuna sahip ve gaipten haber veren hizmetçi kızdaki ruha “çık” dedi; o da çıktı. Bir başka sefer Pavlus, beraberinde Barnabas varken yalancı peygamber olan bir büyücü yahudinin gözlerine gözlerini dikerek onun gözünü görmez etti. Yeni Ahid’de cinlere ve putlara secde edenler, katiller, zina veya hırsızlık vb. kötülükler yapanlar gibi büyücülükten tövbe etmeyenler de şiddetle kınanmaktadır. Aziz Augustinus dahil kilise babaları ve ilk önemli yazarlar büyüyü putperest kavimlerin bir âdeti olarak gördüler. _İslâm. Câhiliye devrinde büyü-sihir yaygındı. Cincilik, kehanet, fal okları, yıldızlara bakmak. Müşrikler, önceki ümmetlerde olduğu gibi Kur’an’ın, Hz. Peygamber’in ve İslâm’ın başarısını sihir diye nitelendirmişler, peygambere “sâhir” diyebilmişlerdi. ************ _ RUH ÇAĞIRMA _ _Ölümden sonraki hayatın varlığına ve ölen kimselerin yaşayanların işleriyle ilgilenmeye devam ettikleri gibi geleceğin bilgisine de sahip olduklarına inanmayı gerekli kılar. Bu yönüyle ruh çağırma karmaşık cenaze törenleriyle, cenaze töreni sonrası geleneklerle ve atalara tapınma ile ilişkilendirilmiştir. Gaipten haber vermeye hemen her kültürde rastlanırsa da ruh çağırma yöntemiyle gaipten haber verme belirli geleneklerde görülür. Meselâ eski Yunanlılar ölülerin gaipten haber verme gücüne sahip olduklarına, mezarları başında kurban sunmak veya yere şarap dökmek amacıyla onlardan bilgi alınabileceğine inanıyorlardı. Odysseus’un, talihsizliğinin sebebini öğrenmek için Tiresias’a danışmak üzere Hades’i ziyaret etmesi. Gılgamış’ın ölüler âlemiyle ilgili bilgi almak amacıyla ölen Enkidu’ya başvurması da birer ruh çağırma örneği olarak kabul edilmiştir. İskandinavyalılar ve Almanlar arasındaki ruh çağırma uygulamasına dair bilgilerin pek çoğunun efsanelere dayandığı bilinmektedir. Kitâb-ı Mukaddes’te çok sayıda gaipten haber verme tekniğinden bahsedilmiştir. Ruh çağırma ya da ölüye danışma gaipten haber vermeyle ilişkilendirilmiş ve yasaklanmıştır. Bununla beraber Saul’ün bir büyücü kadın vasıtasıyla Samuel’in ruhunu çağırtıp ne yapması gerektiğini sorması bir ruh çağırma örneği olarak kaydedilmiştir. Ruh çağırma Talmud’da da diğer gaipten haber verme teknikleri arasında zikredilmiş ve sert biçimde eleştirilmesine rağmen birçok ruh çağırma örneğinden bahsedilmiştir. ************ _ NAZAR _ _Nazar kavramı, daha çok kıskançlık dolu kötü niyetli bakışla ilişkilendirilse de iyi niyetli bakış ya da övgü sözleri de etkisi açısından nazar kapsamında görülmüştür. _Nazarın bilimsel tanımı: Gözdeki fotoreseptörlerin kasılması sonucu açığa çıkan neğatif ve pozitif göz akım dalga ışınımına nazar denir. Nazar’ın üç türlü ışınım etkisi vardır. Bu konu radyoloji ilmiyle bağdaştırılarak labaratuvarlarda ispatlanmıştır. Alfa (sarsıcı), Beta (kırıcı, yıkıcı), Gama (yakıcı). Nazar daha çok güzel insanlara, mala mülk şöhret sahiplerine, başarılı olan insanlara değer. Çünkü insana çekim ve istem oluşturan tüm güzel olan oluşumlara nazar değer. _Einstein ve Tesla’ya göre: Evren, enerjiyle dolu bir bütündür. Düşünce de bir enerjidir ve insanlar düşünce titreşimleriyle bilinmeyen uzaklıklarda elektriksel etki yaratabilir. _İnsan zihni, elektrokimyasal enerjiyle çalışır ve farklı dalga boylarında frekanslar yayar ve bu manyetik enerjiye Aura denir. Zihnimizin farklı modlara ani geçiş yapması, sersemlik hissine neden oluyor. Psikiyatrist Fromm’a göre de farklı her titreşim, duyguları değiştirir ve ani değişimler insanın bilincini şekillendirir. Jung’da frekansların gücünden bahseder ve aşırı tutku, büyü’dür ve olayları istediği yönde değiştirebilir, der. _Bazı toplumlarda kem gözün nesneleri bile çatlatabildiğine inanılır. Mavi boncuğun bu enerjiyi kendisine çekerek yok edeceği fikri yaygındır. Kelimenin köz “ateş parçası” ile bağlantısı da dikkat çekicidir. Bakışın yakıcı gücü olduğu düşünülür. _Zihnin ve ruhun dünyaya açılan penceresi olarak görülen gözün salt kötü etkiye sahip bulunduğu şeklindeki kadim inanıştan hareketle söz konusu eski toplumlarda kıskançlığın zarar verici etkisinin göz vasıtasıyla gerçekleştiği kabul edilmiştir. Buna göre güzel bir şeyi görünce oluşan haset duygusu gözden yayılan ışınlar vasıtasıyla atmosferi kötülükle doldurmakta ve yakında bulunan canlılara veya eşyaya geçmektedir. Bilhassa tek gözü kör veya kambur kişilerin, yılan, tilki, kedi, çekirge gibi iri gözlü hayvanların ve kuyruğunda göze benzer figürler bulunan tavus kuşunun nazar gücüne sahip olduğuna inanılmıştır. Nazara karşı alınan tedbirler kültürden kültüre farklılık göstermekle birlikte bu konuda uzmanlaşmış kişiler tarafından uygulanan ritüellerden başka bazı yaygın uygulamalar da söz konusudur. Bunların başında Tanrı’nın ismini veya koruyucu birtakım ibareleri zikretmek, belli dua cümlelerini okumak, nazara mâruz kalan kişiye veya şeye tükürmek ya da onu kötülemek, boncuk ve muska kullanmak gelir. Genellikle muskalar üçe ayrılmıştır: Dikkati kendi üzerine çekerek nazarın etkisini azaltma fonksiyonuna sahip olan ve elbise dışına takılan yahut evlerin görünen yerlerine asılan süslü ve abartılı objeler; nazarı tersine çevirme gücüne sahip olan ve elbise altına giyilen birtakım koruyucu semboller; kutsal metinlerden alınmış dua cümlelerini yahut kabalistik figür, rakam veya büyü formüllerini içeren, kaplanmış olarak boyna asılan, evlerin dışına nakşedilen yazılar. _Eski Sumer, Bâbil, Mısır, Grek ve Roma kültürlerinin yanı sıra Sâmî, Pers, Hint ve çeşitli Avrupa kavimlerini kapsayan geniş bir coğrafya üzerinde hem geçmişte hem günümüzde yer alan bu inanışın başlangıcı tam olarak bilinmemekle beraber milâttan önce 4000 yılına kadar gittiği kabul edilir. ************
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.