Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

İstanbul hükümetinin dini Milli Mücadeleye karşı kullanması hakkında,
O sırada Kabinede Şeyh-ül-İslâm olarak Dürrüzâde Abdullah adında uşak ruhlu bir yaratık vardı. İlk fetvasını 11 Nisan'da yayınladı. Damat Ferit bu fetvaya dayanarak Mustafa Kemal ve Anadolu hareketi aleyhinde bir beyanname neşretti. Vahideddin'in milli kuvvetlere karşı kullandığı ve basit bir alaylı jandarma subayı olan Çerkez Anzavur'a aynı gün, Paşa'lık unvanı verildi. Tekrar Anadolu'ya saldırıldı. 13 Nisan'da bütün Anadolu isyanlarının en tehlikelisi ve yaygını olan Düzce-Bolu isyanı alevlendi. 18 Nisan'da Anadolu'da milli harekete karşı savaşacak olan Kuva-yı İnzibatiye, ya da "Hilâfet Ordusu"nun kurulması hakkındaki kararname çıkarıldı. Aynı gün, Ankara'nın burnu dibinde Beypazarı İsyanı patladı. İsyancılar Ayaş belinden Ankara'yı seyreder hale geldiler. 22 Nisan'da İtilâf Devletleri (galip devletler grubu) Osmanlı devleti murahhaslarını Paris'e sulh şartlarını tebliğ etmek için çağırdılar… Büyük Millet Meclisi bu şartlar ve olaylar arasında açılmıştı. Meclis bir ateş çemberi içindeydi. Dürrüzåde Abdullah'ın marifetiyle İstanbul hükümetinin ve Padişahın çıkarttığı bütün fetvaların hareket noktası birdi: Huruc-u Alessultan! Bu tâbir, Sultana, Padişaha karşı ayaklanma mânâsına gelir. Böyle çıkışlar, ayaklanmalar yapanların ise öldürülmesi lazımdı. Fetvalarda Kuva-yı Milliye, Şeyh-ül-İslâmın kaleminde Kuva-yı bâgıye, yani eşkiya kuvvetleri olarak adlandırılıyordu. Bu kuvvetler, Padişahın sadık tebaa sına zulüm ve işkence edip, halkın mallarını çalmaya, günahsız insanları kesmeye, memleketi nifak ve parçalanışa sürükleyen hareketlerle ortalığı fesada vermeye girişmiş eşkıya olarak vasıflandırılıyordu. Bunların katli lazım gelirdi. Padişah ve Halifeye sadık olan bütün Müslümanlar ve Padişahın bütün tebaası onlara karşı gelmeliydi… Gene fetvalardan birinde "makam-ı mualla-yı imâmet" yani yüksek halifeliğe karşı geleceklerin, imandan, dinden çıkacakları bildiriliyordu. Bunların şåki oldukları ve "Nass-ı Kerim mucibince katli ve kıtalleri meşru olduğu", yani Kur'an hükmünce öldürülmeleri meşru bulunduğu neticesine varılıyordu. Diğer bir fetvada, "Padişahın mülkünde bulunan bütün Müslümanların Sultan Vahideddin Han Hazretlerinin etrafında toplanıp bu eşkiya" ile mukatele emrolunuyordu. Diğer bir fetvada, "Eşkiya ile çarpışmaya sevk olunan askerler, mukateleden, çarpışmadan çekinir ve firar ederlerse günah-ı kebire ve åsım olup dünyada tâzir-i şedide ve âhirette âzab-ı elime müstahak olacakları" yazılıydı. Yani, Kuva-yı Milliye'ye karşı gönderilen askerler onları öldürmekten çekinir veya kaçarlarsa en büyük günahı işlemiş olacaklar, dünyada ve ahirette en büyük cezaya lâyık görüleceklerdi. Gene fetvaların birinde, Anadolu kuvvetleriyle savaşta, kalanların gazi, ölenlerin şehit olacakları bildiriliyordu. Hulasa, fetvalar birbirini kovalıyordu. Ama bunların Anadolu'ya yayılması, duyurulması bir meseleydi. O mesele de kolay çözümlendi. İngiliz uçakları, Yunan uçakları, Halifenin bu kutsal fetvalarını Anadolu göklerine serpiyorlardı! İngiliz torpidoları, İngiliz konsolosları, Rum, Ermeni teşkilâtı, Yunan kuvvetleri, Halifenin Müslümanları birbirlerinin aleyhine kışkırtan fetvalarını Anadolu'ya ulaştırıyorlardı. Halifenin başka yardımcıları da türemişti. Mesela "Teali-İslâm", yani Müslümanlığı yükseltme adını taşıyan bir hocalar teşkilâtı, yayınladıkları beyanname ve risalelerde, Yunan ordusunun, hilafet ordusu sayılması gerektiğini ilân ediyorlardı. Milli harekete karşı çıkarılan savaş kuvvetlerinin ve birliklerinin isimleri de düşündürücüydü: Kuva-yı Ahmediye, Kuva-yı Muhammediye (yani, Peygamberin orduları), Hilâfet Ordusu vs… Halbuki bu gözü dönmüş, azgın, fakat derme çatma hilâfet ya da güya şeriatçı birliklerin paralarını bile İngilizler veriyorlardı!
Sayfa 272 - Remzi KitabeviKitabı okudu
·
148 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.