Bir de “Kara” diye bir kompozisyon var. Hayli çetin ve karanlık. Şimdilik altmış-yetmiş mısra kadar var. Her ikisini de iyice bitirmeden göndermek istemiyorum.
Perişan etmiş
Kara sütü, kara sevdayla seni. Ve kara memelerinde dişlerin âsi Karadır, upuzun yattığın gece.
Ve kan tadında bir konca
ezer şerbetini mısralarınca. De be, aslan karam,
De, yiğit karam.
Hangi kaderin yazısı Zorlu yazısı,
Belânda...
Vurmuş,
Demirlerin çapraz gölgesi,
Alnına, galip ve serin.
Künyen çizileli kaç yıldız uçtu,
Kaç ayva sarardı, kaç kız sevişti.
Gelmemiş kimselerin...
De be, aslan karam,
De, yiğit karam.
Hangi zehirin meltemi,
Saran meltemi Hülyanda...
Hakikatli dostun muydu,
Can koyduğun ustan mıydı,
Bir uyumaz hasmın mıydı?
Ooof de, bunlar olsun muydu.
De be, aslan karam De, yiğit karam.
Hangi kahpenin hançeri,
Saklı hançeri,
Yaranda..."
Affet, fazlaya kaçtım. Ama sen halden anlarsın. Şâir adam, ayrılıkta, o namussuz ayrılıkta, firaklı şiirler yazmaz da ne yapar. Benim aziz Leylâm, sevgili belâm. Ya sen olmasan, ben ne bok yerim, neye yararım? Mânâsız bir otomatisme’in, mânâsız bir fiziğin, kahrolası boşluğunda, ben garip, ben duyan, ben yirmi dört saatte, yirmi dört bin parça olan, ne yapardım?
Gözlerinden öperim. O güzel burnuna yıldızlarca öpücük... Bana yaz! Ben daha buradayım. Eğer Diyarbakır’a yazdıysan, annem alır, açmadan bana gönderir. Ben giderken sana yazarım. Kendine iyi bak. Bir daha hiçbir ana doğurmaz seni. Bir daha hiçbir cihan bulamaz seni. Tekrar öperim.
Senin.