_ÖNSÖZ_ Aziz Yardımlı
_Tinin Gorungubilimi okurun, hic kuşkusuz iyi eğitimli ve felsefi ilgisi derin okurun mantık duygusunu alt ust eden ve giderek onu umutsuzluğa duşuren bir calışmadır. Ama bunun nedeni yalnızca okurun dosdoğru kurgul felsefenin başdondurucu akışına cekilmesi değildir. Oyle gorunmektedir ki Gorungubilim’ı yazan Hegel anlaşılabilir olma kaygısını butunuyle bir yana atmış, calışmanın “ okunabileceğini,” insanların eline geçebileceğini duşunmeyi unutmuştu. Kendi cağma yazmıyordu, ne de geleceğe. Karşısında şu ya da bu ozelliği ile belirli bir okur turu duşunmediği acıktır. Belli bir ulusa, sınıfa, ozel bir bireyler kümesine ya da belirgin felsefi konumları ile universite profesörlerine yazmıyordu.
_Tinin Gorungubilimi her ne kadar Hegel’in kendi deyişi ile bir “buluş yolculuğu” olma niteliğini gizlemiyor ve bu yuzden henüz duzenli bir sunuş bicimini değil ama insan düşüncesinin ona dek el dokunulmamış yuksekliklerindeki bir calışmanın, bir arayış ve ortaya cıkarış cabasının ilk duzensizliğini yansıtıyor olsa da, gercek gucluk kaynağı yapıtın ozunde yatmaktadır.
_Hegel’i cağının ve kendi gençlik duşuncelerinin terimlerinde anlamaya calışmak, onu tum tarihsellikten olduğu gibi kendi duşunsel evriminden de bağımsız kılan donuşumu gormemek, onu anlamayı kolaylaştırmayacaktır.
_Tinin Gorungubilimi ‘saltık bilgi’ noktasından yazılmıştır, artık daha ote yorumlanamıyacak bir yorumlama noktasından, ve bu anlamda tarihselliği aşmış gercek bilginin bakış acısından.
_Gorunurde salt tarihsel bir ardışıklık olan felsefe tarihini felsefenin kurgul ozunun bir acınımı olarak mantıksal surekliliği icinde saptamıştır. Ve dahası, ondan once hic kimsenin duşunmediği gibi, tarihsel olarak gerçekleşmiş tum insan deneyimini felsefesinin kapsamı icerisine almış ve bunu yine bu gercekteki kavramsal birlik ilkesinin temelinde, dizgesel, ayrımlaşmış bir bilgi olarak sunmuştur. Ve Gorungubilim Gerceğe giden bilincin yoludur. Tinin kaotik gorunuşlu evrimi dizgeselleştirilmiştir, ama getirilen cozum sağlam sağduyuyu ciğnemektedir: dizge kendi bileşenleri ya da kıpıları bilinmeden bilinemez, ama bu sonuncular ise ancak dizgesel butun icersindeki yerleri ile bilinebilirler. Ya da her şekil ancak geride onun uretiminde yer almış olan ve ileride kendisinin uretimlerinde yer alacağı tum basamaklar ile bağıntıları icerisinde biliniyorsa gercekten bilinmektedir. Boylece her evre kendisinden oncekileri olduğu gibi onu izleyenleri de ortuk olarak kapsamaktadır.
_Hegel’i bir önyargının bakış acısından anlamaya calışmak ancak kendisi cozumlenme gereksiniminde olan bir tutum olabilir.
_Tinin Gorungubilimi başlangıc için felsefenin oğrencisinden yalın bir ussallığı, Evrenin, İnsanın ve Tarihinin ussal olduklarına ve ancak bu ussalığa ozdeş bir düşünsel caba ile kavranabileceklerine duyulan bir on inancı, en azından bir on sezgiyi beklemektedir. Bu hic kuşkusuz insan düşüncesinin sınırsız bir bilme gucu olduğuna, karşısındaki nesnelliği ozumseyebileceğine, tum yabancılaşmayı yenebileceğine duyulan bir inanc anlamına gelmektedir—bir ozgurluk isteği. Ve başlangıcta bir inanctan, bir istekten otesini istemek olanaksızdır. Felsefenin bu isteği bilincin kendinde ussallığında, bu ortuk ussallığın yaşamın her kesiminde acığa vurulan doyumsuzluğunda daha şimdiden karşılanmıştır—ve bu ise felsefenin on ustunluğudur. Gercek bir tanıtlamadan, olgunun zorunluğunun görülmesinden daha azı ile yetinemeyen bilinc, hicbir kuşku taşımayan eksiksiz bir pekinliği isteyen duşunce—gercek felsefi başlangıcın onkoşulu bunlardır.
_Felsefenin gudusu insan varoluşuna ozunlu ozgurluk olanağı ile tarihsel durum arasındaki eşitsizliktir, gerilimdir. Ama felsefe, bir bilim, ya da daha doğrusu Gercek Bilim olarak, bu ic guduye bilinc vermeli, onu koşulsuz, ozgur duşunce zemininde ussal bir etkinliğe donuşturmelidir. Başka hicbir bilimin yapamadığı gibi varsayımları, sayıltıları, belitleri vb. ortadan kaldırmalı, onyargılardan kurtulmalı, tanıtlamalarını arı mantık alanında kurmalı, Kavramın devimini izleyerek Gerceği oluşturmalıdır. Başka bir deyişle, felsefi calışma yalnızca sonucları almayı değil, ama bu sonucların oluş sureclerini de uretmeyi, bilincin butun bir evrimini bir de kendi bilincinde kurmayı gerektirir. Oysa burada yatan doyumsuzluk varoluşun insana bir de duşunsel varlığında yaptığı bir haksızlık olarak gorunmektedir.—
_Tinin görüngübilimi yoluna ancak o yolun içinden gecerek varılabilir, bir yol ki orada şimdi ussal olanı, edimsel olanı kendi ic eytişimi cozmekte, usdışı kılmaktadır,
_Erek, felsefe icin, saltık bilgidir, bilimdir. Ama aynı erek, gorgul olarak, ya da yaşayan, somut Tin olarak insanlık icin, ozgurluktur—tum gecici oğelerinden, usdışı olma olanağına acık tum şekillenişinden sıyrılmış arı bir insan dunyası, eksiksiz ussallığı icinde yitmiş bir ussallık, bilme etkinliğine son vermiş bir bilgelik.
_Hegel Tarih Felsefesi’nde Doğu uluslarında yalnızca ‘bir’in, Yunanlılar arasında ise ‘kimileri’nin ozgur olduğunun bilindiğini soylemektedir. Ve ancak cağdaş dunyadadır ki tum insanların saltık olarak ozgur olduklarının bilinci doğmuştur. Ama felsefe salt dar anlamı icinde kalan ve politik olarak sınırlanması gerekmiş olan bu ilkenin sınırsız ussallık ile ilgisini gormuştur.
_Özgürlük, gudulmektedir ve kendi icinden, ona ortuk ussallığı tarafından. Tarih bu anlamda Usun ozbilincinin ya da ozgurluğun yokluğunu, kendi ussallığını kavramamış ussallığı imler— kendinde usdışım.
_felsefe yalnızca “olanın”, bir “ gorungu” olarak onunde bulunanın kavramsal duzeyde yeniden uretilişi, olgunun zorunluluğunun ve boylece gercek olgunun ya da olgunun gercekliğinin tanıtlanışıdır. Eksik bir nesne eksik bir felsefedir. Ve bu yuzden Hegel’in ‘Gercek butundur’ onermesi.— Tinin Gorungubilimi bu ‘butun’ olan surec uzerine kurulmuştur. Ama ‘butun’ kendisini yalnızca ilkede gostermiştir, henuz ozune felsefenin inmesi gereken bir gorungudur.
_Felsefe, artık onunde butunluğu icinde yatan tarihe dönebilir ve onun kapsadığı olayları, olguları, evreleri, bilincin gorungusel şekilleri olarak, butun ile enson ozunlu bağıntıları icerisinde, ve boylece eksiksiz anlaşılırlıkları icerisinde ortaya serebilir. Tinin Gorungubilimi bunu yapmıştır.
_Öznel bir konumdan tarihe nasıl olması gerektiğini bildirmek olsa olsa o coktandır yadsınan Tanrının yerine goz dikmekle birdir ve bildiğimiz gibi yonetme tutkusu salt bir tutkudur, insana yabancıdır, ve dayattığı ise ozgurlukten başka herşeydir.
_Bilme kendinde ya da ortuk olarak oznel kavramsal etkinliğin nesne olarak dış dünya ile bu kavramsal boyutta girdiği ilişkidir.
_Tinin Gorungubiliminin izlediği butun bir surec, bu kuşkuculuğun tersine, bilginin nesnesi ile oznel pekinlik arasındaki kopukluğun ortadan kaldırılmasına goturmektedir. Bilmenin butun gizi, Varlığın butun gizemi bu erekte cozulmektedir.
_Hegel’in deyişiyle, yapıt oluş sureci icindeki bilgiyi sunmaktadır. Tarihsel sahne genel olarak Eski Dunyadır, saltık bilgiye, Hegel’in bilincine goturen surec zorunlu halkalarını Yunan, Orta-Doğu ve Avrupa uygarlıklarında tamamlamaktadır. Surecin kendisi kendi Kavramının devimidir ve Kavram ise surekli donuşum, devim ve etkileşimin kendisidir. Orneğin her bir evre kendi Kavramının ozunlu devimi yoluyla kendisini cozmekte, karşıtına gecmektedir. Bu olumsuzlama aşamasıdır, cok iyi bilindiği gibi eytişimin sonucudur, yanlış olarak Hegel’in felsefesinin yöntemi olarak bilinmektedir. Eytişim, dahacok, Platon’un diyaloglarından da anımsanacağı gibi, kendi başına sonucsuzdur, olumsuzdur. Sonuc acıkca goruleceği gibi salt kendisi değil, ama o denli de karşıtıdır. Bu kurgul kıpı ortaya cıkan ‘olumlu’ sonucun ilk iki kıpının birliği olduğunu, daha yuksek bir bireşim olduğunu göstermektedir. Tinin Gorungubilimf nde bilincin devimi bu kipte gosterilmiştir.
_Hegel kendi zamanının erişebildiği bilgi duzeyi ile sınırlı idi. Yapıtta bilincin şekilleri arasındaki bu surekliliğin arkasında buyuk bir gorgul gerecler varsıllığı yatıyor olsa da. Kimi bolumlerin uzunluğu bugun bize oransız gorunebilen ama Hegel ’in cağı icin gerekli olduğunu düşünebileceğimiz boyutlara varmaktadır. bugun bu surecin hic kuşkusuz oldukca değişik bir yolda sunulabileceği gibi duşuncelerin, ne denli haklı olsalar da, pek de onemsenmeleri gerekmemektedir. Sonuc onu uretmiş olan sureci yeterince aklamaktadır—yol ilk kez salt bir kez alınır. (Her şey zamanın şartlarına göre değerlendirilmelidir. Tarih, din, kültür…)
_Hegel’in felsefesi curutulmesi_
_Yorumlama coşkusu buyuk olcude onun felsefesini “ salt olduğu bicimiyle” anlamanın gucluğunden bir kacışa bağlıdır. Onun anlıksal cabasına denk bir tutuma ulaşabilmeyi gerekli gormemiş olan goruşler—ki boylelikle felsefi erdemi hice saymışlardır— coğu kez onu anlamadaki yetersizliklerini onu “yorumlayarak” ortmeyi istemişler, yorumlama tutumunun kapsadığı “anlamışlık” gorunuşunde doyum aramışlardır. Ve Hegel’in felsefesi curutulmuştur—onu hecelemeyi bile başaramayanlar ya da hic okumayanlar tarafından. Butun bunlar salt gercek adına davranılması gereken bir konumda, nesnel olmanın, yansız olmanın doğal olarak beklendiği bir konumda bile kişisellikten, oznellikten, tutkulardan, onyargılardan bağımsızlığın ne denli guc kazanılabilir olduğunu, ya da daha doğrusu nasıl kazamlamadığını, usun nasıl yokedildiğini gostermektedir. Bununla birlikte, Hegel’in felsefesinin ussallığı henuz us tarafından curutulmuş değildir, ve ussallığın curutmesi, bildiğimiz gibi, usun yokedilişi değil ama yeni bir ussallıktır. Ve ussallığın bir yana atılışı (ki doğal bilimlerin de cokuşu demektir) gorulduğu gibi felsefede bir cozuluşten başka birşey değildir. Hegel butun bir tarihsel insan deneyiminin ozsel birikimini kapsayan bir noktadan, “bilimsel” olduğuna kuşku duymadığı kavramsal bakış acısından yazıyordu. Calışmalarının yazılış nedeni, işlev ve yeri onun kişisel ozgunluklerinden, torel bir saflıktan bağımsızdır. Dış gudulerin etkisi altında değil. Zamansal koşullanmışlığın dışında olduğunu biliyordu. O, kendinden onceki tum filozoflara, Platon’a, Aristoteles’e, Spinoza’ya, Kant’a ve başkalarına eşlik eden dramatik ironinin otesinde idi.
_Felsefi bilgi karşısavın eksiksiz bir ozumlenişini, saltık özdeşliğin elde edilmesini imler. Ve ancak bu saltık celişkisizlik ya da kurgul bireşim gercek bilginin oğesidir—‘başka’nın ‘kendi’ ile birliği. Boylece felsefi bilgi tum ‘başka’nın ‘ben’ kategorilerinde, ulamlarında saydamlaştırılması, ansallaştırılması, anlaşılmasıdır. Bu etkinlikten kacabileceği duşunulen birşey, bir ‘kendinde şey’, ya da giderek bir ‘bilinc-altı’ bile kuramsal ve kılgısal alanların gerceğini gizler, bilmeyi carpıtır ve guvensizlik icinde bırakır. Ve bu yabancı oğeler ile felsefeye girmek daha baştan umutsuzluk ile yukludur. Ve, Hegel’in konumundan, arı ussallığın gercekleşmiş gucu Kantcı kuşkuculuğun otesinde olduğu gibi aynı zamanda ruhcozumlemenin derin kuramsal yapısını da kapsamaktadır. Bu acıdan da Tinin Gorungubilimi butun bir toplumsal bilincaltının, tarihsel uygarlığa henuz duzgu ve ilkelerini vermekte olan “unutulmuş” olaylar dizisinin acığa serilişi ve cozumlenişidir. Bu genel anlamda, filozofun erdemi kendi kişisel doğasının cizgilerini, arı insan varoluşunun ve duşunsel ozgurluğunun ancak sınırları olan bu ozellikleri felsefeden uzak tutmaktır.
_Doğada herşey yasaldır; evrensel ve zorunlu ilkeler temelinde herşey nedensellik belirlenimi altındadır. Ve Tarih, gerci insan bilinci bunun acık bir bilgisini taşımasa da, ereği ozgurluk olan ussal bir surectir. Mantıksal İdea, ki ozdeş anlatımı arı insan Usundan başka birşey değildir, bu süreçte devinmekte, acınmakta ve somut bilinc şekilleri olarak zamansal gorungulerinin zincirini kurmaktadır. Tum tarihsel olgusallık boylece bu mantığın ya da ussallığın edimselleşmesidir, yasal, torel ahlaksal ilkeler, kurumlar, vb. olarak, genelde insan
eylemi olarak, yuryuzunun somutluğu icinde belirişidir, ta ki bu ussallık her ulus, her birey icin eksiksiz butunluğunu kazanıp aşılıncaya dek. Bu surecin anlaşılması, kokeninden oturu, insan Usunun ozbilgisini ya da saltık bilgiyi ongerektirir. Ve ancak kendini bilen Us kendini tarihsel acınımı icinde tanıyabilir. Ama gene de, eğer Gorungubilim bir cıkarsama, bilginin duşunce tarafından bir uretilişi olarak gorulecekse, bunun gorgul zemininin butun bir tarih olduğu anımsanmalıdır.
_Hegel, yöntemin ve bilginin nasıl ozdeş olduklarını, sağın olarak mantıksal bir gelişim yerine oznel kanılara ve duz uslamlamalara dayanarak ilerlemenin bilimsellikten, gerceklikten nasıl uzak olduğunu gostermişti.
_Sanki Hegel zamanından once doğmuş ve anlaşılmayı bekleyen bir bilgeliği simgelemektedir.—Tersine, onunla duygudaşlığımız, ona duyduğumuz duşunsel yakınlık ve sevgi dahacok onun felsefesinin bize bildirdiği sonuclardan ve insan varoluşunun bu sonucların ışığında sergilediği yalın ve iyimser anlamdan doğuyor. Ve ozgurluk, salt ruhbilimsel bir itki olarak bile Hegel’in felsefesine goturuyorsa, orada gercekliğinin tanıtlanışını, insanın kılgısal olduğu gibi kuramsal varlığında da aklanışını bulacaktır.
___
_Arka kapak_
_Bu cilt, bilginin oluş sürecini sunmaktadır. Tinin Görüngübilimi, bilginin temeli üzerine ruhbilimsel açıklamaların ve ayrıca daha soyut tartışmaların yerini alacaktır. Bilim için hazırlığı onu yeni, ilginç ve ilk felsefe bilimi yapan bir bakış açısından irdelemektedir.
Tinin değişik şekillerini onun an bilgi ya da saltık Tin olmasını sağlayan yoldaki duraklar olarak kapsamaktadır. Bu bilimin ana bölümlerinde, ki bunlar da yine alt bölümlere ayrılmaktadır, Bilinç, Ozbilinç, gözlemci ve etkin Us. Tinin kendisi, (törel, ekinsel ve ahlaksal Tin olarak, ve sonunda değişik biçimlerindeki dinsel Tin olarak) irdelenmektedir. Tinin görüngülerinin ilk bakışta kendisini bir kaos olarak sunan varsıllığı, bilimsel bir düzen içersine getirilmiştir. Burada o görüngüler [mantıksal] zorunluklarına göre sunulmakta, öyle ki eksik olanlar çözülmekte ve sonraki gerçekliklerini oluşturan daha vüksek görüngülere geçmektedirler. Son gerçekliklerini ilk kez dinde ve daha sonra bütünün sonucu olarak bilimde bulmaktadırlar. Önsözde yazar kendisine felsefenin şimdiki duruş noktasındaki gereksinimi olarak görünenlerler açısından görüşlerini açıklamaktadır; gene, bugün felsefeyi değersizleştirmekte olan felsefi formüllerin kofluk ve uygunsuzlukları ve felsefe ve öğreniminde önemli olan yanlar üzerine görüşlerini bildirmektedir. Bir ikinci cilt kurgul felsefe olarak Mantık dizgesini ve felsefenin geri kalan iki bölümünü. Doğa ve Tin Bilimlerini, kapsayacaktır.
*********
_Önsöz_ Hegel
_Bilimsel Bilgilenme Üzerine:
_Bir bakış acısı, genel icerik ve sonucları ilgilendiren [mantıksal değil ama] oykusel bir bildiri, gercek uzerine birbirini tutmaz savlardan ve inancalardan bir bileşim—, bunlar felsefi gercekliğin acımlanacağı yol ve yordam olarak gorulemezler.
_Gene felsefi bir calışmanın aynı konu uzerindeki oteki cabalar ile girmiş olduğuna inandığı ilişkileri belirleme girişimi yabancı bir ilginin yaratılmasına neden olur ve boylece gerçeğin bilinmesindeki ozsel noktalar karartılır.
_Tomurcuk, ciceğin acmasıyla yiter, ve denebilir ki birincisi İkincisi tarafından curutulmektedir; gene, meyvanın gorunmesiyle birlikte cicek bitkinin yanlış bir dışvarlığı [Dasein] olarak anlatılabilir, ve bitkinin gerceği olarak meyva ciceğin yerini alır. Bu bicimler yalnızca ayrı olmakla kalmaz, ama ayrıca aralarında gecimsiz olarak birbirlerinin yerlerini de alırlar. Gene de akışkan doğaları onları aynı zamanda örgensel bir birliğin kıpıları [Moment] yapar—bir birlik ki, bunda yalnızca catışmamakla kalmazlar, tersine biri oteki denli zorunludur,
ve ancak bu eşit zorunluk butunun yaşamını oluşturur. Oysa felsefi bir dizge ile celişen [yeni filozof] genellikle bu yolda ne yapmakta olduğunu kavramaz.
_Felsefi bir yapıtın ici onun amac ve sonuclarından daha cok nerede anlatılabilecektir, ve bunlar cağın aynı alanda urettiği başka herşeyden ayırdedilmeleri dışında daha belirgin olarak nasıl tanınabileceklerdir? Ama eğer boyle bir etkinlik bilgilenmenin başlangıcı olmaktan daha otesi olarak alınacaksa, eğer edimsel bilgilenme olarak sayılacaksa, o zaman bu aslında olgunun kendisinden kacınmak icin, onun uzerinde ağırbaşlılıkla cabalıyor izlenimini yaratarak gerçekte ise onu butunuyle boşlamak icin bir buluş sayılmalıdır.— Cunku olgu amacında değil, ama ortaya cıkarılışında tuketilir; salt sonuc değil, ama oluş sureci ile birlikteki sonuc edimsel butundur; amac kendi başına dirimsiz evrenseldir, tıpkı yönsemenin henuz edimselliğinden yoksun olan salt itki, ve çıplak sonucun ise o yonsemeyi arkasında bırakan ceset olması gibi.— Olgu ile uğraşmak yerine, boyle bir etkinlik her zaman onun dışında ve otesindedir; onun uzerinde durmak ve kendini onda unutmak yerine, boyle bir bilme her zaman bir başkasını yakalamakta ve olguda olmaktan ve kendini ona bırakmaktan cok kendi kendisinde kalmakt En kolayı ic-değer ve sağlamlık taşıyan uzerine yargıda bulunmak, daha zoru onu anlamak, en zoru ise bu ikisini birleştirerek onun dizgesel betimlenişini uretmektir.
_Ekinin ve tozsel yaşama ozgu dolaysızlıktan emeğe dayalı yukselişinin başlangıcı her zaman genel ilkeler ve goruş acıları ile tanışıklık kurarak, caba ile ilkin genelde olgunun duşuncesine yukselerek, gene o denli de onu nedenleriyle destekleyerek ya da curuterek, yaşamdaki somut ve varsıl doluluğu belirlenimleri icinde anlayarak ve onun uzerine duzenli bilgilere dayalı ciddi yargılarda bulunarak yapılmalıdır. Ansal ekinin ya da eğitimin bu başlangıcı ise ilk olarak doluluğu icindeki yaşamın ciddiliği icin yer acacak ve bu da olgunun kendisinin gorgulenimine goturecektir; ve Kavramın ciddiliği olgunun derinliklerine işlediğinde bile, boyle bir bilme ve yargılama yolu kendine uygun duşen konumu gundelik konuşmada bulacaktır.
_İcinde gerceğin varolduğu gercek şekil ancak onun bilimsel dizgesi olabilir. Felsefeyi bilim bicimine, onun bilme sevgisi adını bir yana bırakarak edimsel bilme olabileceği hedefe yakınlaştırmaya katkıda bulunmak—işte onume koyduğum amac budur. Bilmenin Bilim olmasının ic zorunluğu onun doğasında yatar ve bunun doyurucu acıklaması ancak felsefenin dizgesel betimlenişinin kendisidir.
_Saltığın kavranmaması gerekir, tersine duyulmalı ve sezilmelidir; Saltığın Kavramı değil, tersine duygusu ve sezgisi sozu gutmeli ve anlatılmalıdır. Eğer Gercek ancak Saltığın, Dinin, Varlığın—tanrısal sevginin ozeğindeki varlık değil, ama tanrısal sevginin kendisinin varlığı—kimi kez sezgisi, ve kimi kez de dolaysız bilgisi olarak adlandırılanda ya da daha doğrusu adlandırılan olarak varoluyorsa, o zaman bu goruş acısından felsefenin betimlenişi icin de daha cok Kavram biciminin karşıtı istenecektir.
_Özbilincli Tini şimdi durduğu basamakta gozlersek, acıktır ki artık Tin daha once duşunce oğesinde guttuğu tozsel yaşamın otesine gecmiştir,—inancın bu dolaysızlığının otesindedir. Yalnızca tum bunların otesine, bir başka uca, kendisinin kendi icine tozsel-olmayan yansımasına değil, ama bunun da otesine gecmiştir. Ozsel yaşamı onun icin salt yitmekle kalmamıştır; bu yitişin ve onun kendi içeriği olan sonluluğun da bilincindedir. Oyleyse felsefe bu gereksinimi tozun kapanmışlığını acarak ve bunu ozbilince yukselterek değil, kaotik bilinci duşunceye dayalı bir duzene ve Kavramın yalınlığına geri getirerek değil, ama daha cok duşuncenin ayırdıklarım birleştirerek, ayrımlaşmış Kavramı bastırarak ve ozsel varlığın duygusunu yeniden kazanarak karşılayacaktır—kısaca, icgoru ile olmaktan cok yuceltme ile doyuracaktır.
_”Guzel’,‘kutsal’, ‘bengi’, ‘din’ ve ‘sevgi’ ısırma isteğini uyandırmak için gereken olta yemleridirler; Kavram değil ama esrime, olgudaki zorunluğun soğuk ilerleyişi değil ama mayalanan coşkunluk— işte tozun varsıllığını destekleyen ve surekli olarak genişletenler bunlar olmalıdırlar.
_Bu istem yorucu ve neredeyse ateşli ve taşkın bir cabaya, insanları duygusal, sıradan ve bireysel sorunlara gömülmekten cekip cıkaracak ve bakışlarını yıldızlara cevirecek olan bir uğraşa karşılık duşer; sanki tanrısalı butunuyle unutmuşlar, ve tıpkı solucanlar gibi kendilerini camur ve su ile doyurma noktasında durmaktadırlar. Onceleri duşunceler ve imgelerin geniş varsıllığı
ile bezenmiş bir gokleri vardı. Var olan herşeyin anlamı onun goğe bağlanmış olduğu ışık telinde yatıyordu; bakışlar o telde bunun otesine, tanrısal bir varlığa, eğer deyim yerindeyse, ote-dunyasal bir şimdiye kayıyordu. Tinin gozu zorla dunyasala cevrilmeli ve onda sıkıca tutulmalı idi;
_Tin kendini oyle yoksul gosteriyor ki, colde salt bir yudum su ardındaki gezgin gibi, canlanmak icin genelde tanrısaldan bir damla duygunun ozlemini cekiyor gibi gorunmektedir. Tine bunun bile yetmesinden onun yitirdiğinin buyukluğunu olcebiliriz.
_Almadaki bu tok gozluluk ya da vermedeki eli sıkılık Bilime yakışmaz. Kim ki salt icsel yucelme aramaktadır, kim ki dışvarlığının
ve duşuncesinin dunyasal turluluğunu sis icine bürümekte ve bu belirsiz tanrısallığın belirsiz hazzını istemektedir, tum bunları bulmak icin dilediği yere bakabilir; coşku icinde kendinden gecmek ve şişinmek icin gerekeni kolayca bulacaktır.
_Bilimi yadsıyan bu tok gozluluk boyle bir coşkunluk ve bulanıklığın Bilime ustun olduğunu ileri surmemelidir. Bu peygamberce konuşma tam orta noktada ve derinde durduğunu sanmakta, belirliliğe (Horos) kucumseyerek bakmakta, ve kendini Kavram ve zorunluktan bile bile uzak tutmaktadır, tıpkı yalnızca sonlulukta evinde olan o derin düşünmeden [Reflexion] olduğu gibi. Ama nasıl boş bir genişlik varsa, oyle boş bir derinlik vardır; nasıl sonsuz bir turluluğe bu turluluğu birarada tutan kuvvet olmaksızın dokulen tozun bir uzamı varsa, gene oyle icerikten yoksun bir yeğinlik vardır ki, yayılmaksızın kendini tutan katıksız kuvvet olarak, yuzeysellik ile aynıdır. Tinin kuvveti ancak belirişi denli buyuktur; derinliği ancak kendi acınımında kendini yayarak yitirmeyi goze alacağı denli derindir. —Bu kafalar kendilerini tozun başıboş mayalanışına bıraktıklarında, sanırlar ki ozbilinci orterek ve anlaktan vazgecerek Tanrının sevdiklerinden olmuşlardır—sevgili kullar ki, Tanrı bilgeliği onlara uykuda verir; boylece gercekte uykuda aldıkları ve doğurdukları da düşlerden başka birşey değildir.
_Nasıl cocukta uzun dingin bir beslenmeden sonraki ilk soluk o salt nicel gelişimin dereceliliğini kırıyorsa—nitel bir sıcrama ve çocuk doğmuştur—, oluşumu icindeki Tin de oyle yavaş ve usulca yeni şekline doğru olgunlaşır, onceki dunyasının yapısını parca parça cozer, ve bunun sarsıntısı tek tuk belirtilerde sezilir; kurulu düzende yayılan kayıtsızlık ve can sıkıntısı, bir bilinmeyenin belirsiz onsezisi,—bunlar yaklaşan değişimin mujdeleridir. Ama bu yeni dunya tıpkı yeni doğmuş bir cocuk gibi eksiksiz bir edimsellikten yoksundur;
_Bir yapı temeli atıldığında nasıl bitmemişse, butunun erişilen Kavramı da gene oyle butunun kendisi değildir. Bir meşeyi govdesinin gucunde ve dallarının yayılımı ile yapraklanışının kutlesinde gormeyi isterken, bize bunun yerine bir palamut tanesi gosterildiği zaman, bundan pek hoşnut kalamayız. Gene boyle, Bilim, bir Tin dunyasının tacı, başlangıcında eksiksiz değildir. Yeni tinin başlangıcı ceşitli ekin bicimlerindeki yaygın bir devrimin urunu, dolambaclı ve capraşık bir yolun ve o denli karışık caba ve uğraşın oduludur. [Zamansal] ardışıklığından olduğu gibi uzamından da kendi icine geri donmuş olan butun, ve bu butunun oluşma surecini tamamlamış yalın Kavramıdır. Bu yalın butunun edimselliği ise kıpılara donuşmuş şekillenmelerin kendilerini yeni baştan, ama bu kez yeni oğelerinde, ortaya cıkmış olan yeni anlamda, geliştirmelerinden ve şekillendirmelerinden oluşur.
_Bilimin anlaşılır bicimi herkese sunulan ve herkes icin eşit kılınmış olan yoldur, ve anlama yoluyla ussal bilgiye erişmek Bilime yaklaşan bilincin haklı istemidir; cunku anlama duşunmedir, genel olarak arı ‘Ben’dir; ve anlaşılabilir olan onceden tanıdık olandır, Bilimde ve bilimsel olmayan bilincte ortak olandır, ve İkincinin birinciye dolaysız girişinin aracısıdır.
_Daha başlangıcında olan Bilim henuz ne ayrıntıların tamamlanışına ne de bicim eksiksizliğine ulaştığı icin eleştiriye acıktır. Ama bu eleştiri eğer Bilimin ozune vurmaya yöneliyorsa haksız olacaktır, tıpkı o daha ileri gelişme istemini tanımamayı istemenin onaylanamaz olması gibi. Bu [on ve gelişmiş evreler arasındaki] karşıtlık bilimsel ekinin şimdi cozmeye calıştığı ve henuz gerektiği gibi anlamadığı başlıca duğum olarak gorunmektedir. Bir yan gereclerinin varsıllığı ve anlaşılabilirliği ile ovunurken, ote yan en azından bunları kucumsemekte ve dolaysız ussallığı ve tanrısallığı ile ovunmektedir. İlk yan yalnızca_ gerçeğin gucu ile ya da otekinin gurultuculuğu ile suskunluğa getirilmiş Suskunluğunun yarısı karşıtının utkusuna, oteki yarısı da çoğunlukla yerine getirilmeyen sozlerle biteviye uyandırılan bir bekleyişin sonucundaki can sıkıntısı ve ilgisizliğe bağlıdır.
_Oteki yan2 icerik acısından buyuk bir genişlik bulmayı hic kuşkusuz kendisi icin zaman zaman yeterince kolaylaştırmaktadır. Bu yandakiler topraklarına onceden tanıdıkları ve düzenlenmiş bir yığın gereci cekerler, ve ozellikle tuhaflık ve ilginclik uzerinde yoğunlaştıkları icin, bilimsel bilginin önceden kapsamına almış olduğu geri kalan herşeye iye, ve aynı zamanda da henuz duzensiz olana egemen oldukları izlenimini verirler. Boylece herşey saltık İdeaya boyun eğmiş gibi, ve o da bu yüzden herşeyde tanınmış, ve genişlemiş bir Bilime olgunlaşmış gibi gorunur. Oysa daha yakından bakıldığında bu genişlemenin bir ve aynı ilkenin kendiliğinden değişik şekiller almasıyla ortaya cıkmadığı, tersine yalnızca turlu gereclere dışsal olarak uygulanan ve boylece cansıkıcı bir turluluk gorunuşunu kazanan bir ve aynı formulun şekilsiz yinelenişi olduğu gorulur.
_Gene de bu bicimcilik bu tekduzeliğin ve soyut evrenselliğin Saltık olduklarını ileri surmektedir; ve diretir ki, kendisi ile doyum bulmamış olmak saltık goruş acısına egemen olmaya ve ona sıkıca sarılmaya yeteneksizliktir. Bir zamanlar bir tasarımı curutmek icin birşeyi başka bir yolda tasarımlamak gibi boş bir olanak yeterli idi. Benzer olarak, bugunlerde bu edimsel olmayan bicimdeki evrensel İdeaya tum değerin yuklendiğini, ve ayrımlı ve belirli herşeyin cozulmesinin, ya da daha doğrusu onları daha oteye gelişmeksizin ve kendilerinde kendilerini aklamaksızın dipsiz bir boşluğa atmanın kurgul irdeleme yolu diye alındığını gormekteyiz.
_Benzer olarak, bugunlerde bu edimsel olmayan bicimdeki evrensel İdeaya tum değerin yuklendiğini, ve ayrımlı ve belirli herşeyin cozulmesinin, ya da daha doğrusu onları daha oteye gelişmeksizin ve kendilerinde kendilerini aklamaksızın dipsiz bir boşluğa atmanın kurgul irdeleme yolu diye alındığını gormekteyiz. Herhangi bir dışvarlığı Saltık ta olduğu gibi irdelemek, bu goruşe gore, ondan şimdi hic kuşkusuz belirli birşey gibi sozedilmiş olmasına karşın, gene de Saltıkta, A = A da, onun olmadığını, cunku orada herşeyin bir olduğunu soylemekten otesi değildir. Bu bir parca bilgiyi, yani Saltıkta herşeyin aynı olduğunu, ayrımlaşmış ve tumlenmiş ya da bu tumlenişi arayan ve isteyen bilginin karşısına koymak, ya da kendi Saltığını, söylenegeldiği gibi, icinde tum ineklerin kara olduğu gece diye yutturmak—bu, bilgideki boşluktan gelen saflıktır.
_Benim goruşume gore—ki ancak dizgenin kendisinin acımlanışı ile aklanabilir—herşey Gerceği yalnızca Toz olarak değil, ama o denli de Ozne olarak kavramaya ve anlatmaya dayanır. Aynı zamanda belirtmek gerek ki, tozselİik evrenseli ya da bilmenin dolaysızlığının kendisini de tıpkı bilme icin varlık ya da dolaysızlık olan gibi kendi icinde kapsar.—Tanrıyı biricik Toz olarak kavrayış3 bu belirlemenin acığa vurulmuş olduğu cağı sarstığı zaman, bunun nedeni bir yandan bu tanımda ozbilincin yalnızca yitip gitmiş ve saklanmamış olduğunun icgudusel bilinişi idi. Ote yandan duşunme olarak duşunmeye, e.d. genelde evrenselliğe sarılan karşıt goruş aynı yalınlık ya da ayrımlaşmamış, devinmemiş tozselliktir4. Ve, ucuncu olarak, duşunce kendisini Tozun varlığı ile birleştiriyor ve dolaysızlığı ya da sezgiyi düşünme olarak goruyorsa, soru henuz bu anlıksal sezgi acaba yine durgun yalınlığa geri duşmiyecek midir ve edimselliğin kendisini edimsel olmayan bir kipte betimlemiyecek midir biçiminde kalır.
_Kendini yeniden kuran özdeşlik ya da başkalıkta kendi icine yansıma—kokensel ya da dolaysız genelde birlik değil—Gercektir. Gercek kendi kendisinin oluş surecidir, cemberdir ki ereğini amacı olarak ongerektirir ve başlangıcı olarak taşır ve salt yoğrumu ve ereği yoluyla edimseldir
_duşunce; ağırbaşlılık, acı, dayanc ve olumsuzun emeğinden yoksun ise, yuceltmeye, giderek yavanlığa dek duşer.
_Eğer bicimin oz ile aynı olduğu soyleniyorsa, o zaman bilmenin ‘kendinde’ ya da oz ile yetindiğini ve bicimi ise bir yana bırakabileceğini sanmak, saltık ilkenin ya da saltık sezginin birincinin [bicimsel] yoğrumunu ya da İkincinin [dizgesel] acınımını gereksiz kıldığını sanmak, acıkca bir yanlış anlama olacaktır. İşte bicimin oze ozun kendine olduğu olcude ozsel olması nedeniyle tanrısal oz yalnızca oz olarak, e.d. dolaysız toz ya da tanrısalın arı oz-sezgisi olarak değil, ama o denli de bicim olarak, ve acınmış bicimin butun bir varsıllığı icinde kavranılacak ve anlatılacaktır. O ancak bu yolda bir edimsel olarak kavranılır ve anlatılır.
_Gercek butundur. Butun ise ancak kendi gelişimi yoluyla kendini tumleyen ozdur. Saltık uzerine soylenmesi gereken onun ozsel olarak sonuc olduğu, gercekte ne ise ancak erek te o olduğudur; ve doğası, e.d. edimsel, ozne, ve kendisinin kendiliğinden oluş sureci olmak, işte bunda yatar. Saltığın ozde bir sonuç olarak kavranması gerektiği ne denli celişkili gorunse de, biraz duşunup taşınmak bu celişki gorunuşunu doğru bir yere oturtmaya yetecektir. Başlangıc, ilke ya da Saltık, ilk olarak ve dolaysızca bildirildiğinde, yalnızca bir evrenseldir. Tıpkı ‘tum hayvanlar’ dediğimde bu sozun bir zooloji yerine gecemiyor olması gibi, ‘Tanrısal’, ‘Saltık’, ‘Bengi’ vb. gibi sozcuklerin de onlarda kapsananları anlatmadıkları eşit olcude acıktır; ve gerçekte ancak boyle sozcukler sezgiyi dolaysız birşey olarak anlatırlar. Boyle bir sozcukten daha ote olan birşey, salt bir onermeye geçiş bile, geri alınması gereken bir başkalaşmayı kapsar, ve bir dolaylılıktır. Oysa işte tiksintiyle yadsınan da budur, sanki dolaylılıktan yalnızca onun saltık birşey olmadığını ve Saltıkta hic bulunmadığını soylemekten daha coğu yapıldığında saltık bilgilenme bir yana atılıyormuş gibi.
_Tiksinti gercekte dolaylılığın ve saltık bilginin kendisinin doğalarını tanımamaktan kaynaklanmaktadır. Cunku dolaylılık oz-devimli kendine-ozdeşlikten başka birşey değildir, ya da kendi icine yansıma, kendi-icin-varolan Ben kıpısı, arı olumsuzluk ya da, arı soyutluğuna indirgeniyorsa, yalın oluştur. Ben ya da oluş olarak oluş, bu dolaylılık, yalınlığı yuzunden, sozcuğun tam anlamıyla, oluş surecindeki dolaysızlık ve dolaysızlığın kendisidir.—Bu yuzden, eğer yansıma [Reflexion] Gercekten dışlanıyor ve Saltığın olumlu bir kıpısı olarak kavranmıyorsa, Us yanlış anlaşılmaktadır. Gerceği sonuc yapan, ama onun oluş sureci ile sonuc arasındaki karşıtlığı da ortadan kaldıran yansımadır, cunku bu oluş da eşit olcude yalındır ve bu yuzden Gerceğin kendini sonucta yalın olarak gosteren biciminden ayrı değildir; oluş daha cok yalınlığa tam bu geri-donmuşluktur.— Embriyo kendinde hic kuşkusuz bir insan iken, gene de kendi için boyle değildir; ancak kendini kendinde ne ise o yapmış olan eğitilmiş Us olarak kendi icin insandır. Salt bu onun edimselliğidir. Oysa bu sonucun kendisi yalın dolaysızlıktır, cunku o ozbilincli ozgurluktur ki kendi icinde dingindir ve karşıtlığı bir yana koyup orada bırakmamış, tersine onunla uzlaşmıştır.
_Soylenmiş olanlar Usun amaclı etkinlik olduğu söylenerek de anlatılabilir. Sozde bir Doğanın yanlış tanınmış bir düşünme [Denken] uzerine yukseltilmesi, ve ozellikle dışsal erekbilimin yadsınması, genelde amac biciminin saygınlığına golge duşurmuştur. Gene de, Aristoteles’in de Doğayı amaclı etkinlik diye tanımladığı anlamda, amac dolaysız ve dingin olandır, devimsizdir ki oz-devimlidir, ve boylece Oznedir. Onun devinme kuvveti, soyut olarak alındığında, kendi-icin-varhk ya da arı olumsuzluktur. Sonuc başlangıc olan ile aynıdır, cunku başlangıc amactır; başka bir deyişle, edimsel olan kendi Kavramı ile aynıdır, cunku dolaysız olan, amac olarak, ‘kendi’yi [Selbst] ya da arı edimselliği icersinde taşımaktadır. Yerine getirilmiş amac ya da varolan edimsel ise devim ve acınmış ‘oluş’tur; işte bu dinginsizlik ise ‘kendi’dir; ve ‘kendi’ başlangıcın o dolaysızlık ve yalınlığı gibidir, cunku sonuctur, kendi icine geri donmuş olandır,—kendi icine geri donmuş olan ise yalnızca ‘kendi’dir, ve ‘kendi’ kendi kendisi ile ilişkideki ozdeşlik ve yalınlıktır.
_Saltığı Ozne olarak tasarımlama gereksinimi şu önermelerde anlatım bulur: Tanrı bengi olandır, ya da ahlaksal dunya duzenidir, ya da sevgidir vb. Bu tur onermelerde Gercek yalnızca dolaysızca Ozne olarak koyulmakta, ama kendini kendi içine yansıtma devimi olarak sunulmamaktadır. Boyle bir önermede “Tanrı” sozcuğu ile başlanır. Bu kendi başına anlamsız bir ses, salt bir addır; Onun ne olduğunu ancak yuklem soylemekte, Ona icerik ve anlam vermektedir; boş başlangıc salt bu sonda edimsel bilme olmaktadır. Bu boyleyken nicin yalnızca bengiden, ahlaksal dunya duzeninden vb., ya da eskilerin yaptıkları gibi, ‘Varlık’, ‘Bir’ ve benzeri arı Kavramlardan, kısaca, anlamsız sesi eklemeksizin de anlam verenden soz edilmesin? Oysa tam da bu sozcuk ile imlenmektedir ki, koyulan bir varlık, bir oz, genelde bir evrensel değil, ama daha cok kendi icine yansımış birşey, bir Oznedir. Ama aynı zamanda bu yalnızca ongorulmektedir. Saltık Oznedir biçimindeki ongoru [Antizipation], oyleyse, bu Kavramın yalnızca edimselliği olmamakla kalmaz, ama giderek edimselliği olanaksız kılar; cunku ongoru Ozneyi dingin kalan bir nokta olarak koymaktadır, oysa edimsellik oz-devimdir.
*********************