Kimi hikayeler vardır, damarlarındaki kanın çekildiğini hissedersin okurken. Sen artık onu okumuyor, yaşıyorsundur. O gerçekliğin bir parçası, bir kahramanı, üstelik acıdan, zorluktan payına düşeni fazlasıyla almış bir kahramanı olarak. Özdeşleşmek bu olsa gerek!
Ahmet Kutsi Tecer'in bir şiiri, bestelenmiş halini hepimiz biliriz: "Orada bir köy var uzakta, o köy bizim köyümüzdür. Gezmesek de tozmasak da..." İşte Çukurova da öyle oldu bizim için, Yaşar Kemal sayesinde gitmesek de adım adım biliyoruz artık her yerini, yalnızca fiziken de değil, portakal çiçeklerinin kokusuna, sineklerin getirdiği sıtmasına kadar.
İddia ediyorum, bir coğrafyayı onun kadar iyi anlatabilen dünya üzerinde başka bir yazar daha yoktur. O coğrafyanın insanını, düşünce yapısını, çektikleri zorlukları, kaderini... Eğer Nobel almadıysa kimliğinden ötürüdür kuşkusuz! Zira yalnızca anlatmak değil öyle bir dille anlatmak ki sayfaların elinin altından nasıl kayıp gittiğini anlamıyorsun... Yalnızca romanları için değil, hikâyeleri için de geçerli bu. Her biri bir roman olacak derinlikte ama hacim olarak oldukça az hikâyeleri için...
"Haberin var mı ne haldesin? Hiç kendinden haberin var mı?" (s. 22)
Anadolu insanı...
Canım Anadolu insanı...
Yaşama telaşına kapılıp giden, ne çocuk yaşta çocukluğunu yaşayabilen ne gençliğinden bir şey anlayabilen ne de yaşlandığında rahat edebilen Anadolu insanı...
Açlıkla imtihan olan, hastalıkla sınanan birbirinden başka tutunacak dalı olmamasına rağmen yine en çok birbiriyle savaşan Anadolu insanı...
Hayata tutunma çabası onlarınki... Hayatta kalma mücadelesi. Küçük dünyalarında, küçük umutlarla, büyük bir direnişle...
"Kocaman şehrin ortasında yalnız, yapayalnızım. Sarılacak bir dalım da yok! içerimde dayanılmaz bir keder, bir hınç..." (s. 44)
O kadar sade ve içtendi ki hikâyeler verilen bütün duyguları yüreğimin en derininde hissettim. Süsten, abartıdan uzak, "ne gördüysem onu yazdım," hissini uyandıran anlatılar. Öyle acılar yaşıyor ki kahramanlar onları okumak dahi zor geliyor insanın yüreğine. Öyle kayıpları metanetle karşılayabiliyor ki okurken sen kaldıramıyorsun. "Ben ne acılar gördüm," diyor adeta "Senin bu gördüğün ne ki." En sevdiklerimi yitirdim birer birer. Hayatımdan çıkıp gittiler ertesi gün yine çalışmaya gittim. Evlatlarımı gömdüm, akşam ocağa yemeği koydum. Varımı yoğumu aldılar elimden, yeniden, en başından başladım. Boğaz tokluğuna geçti ömrüm, o sofradan hiç tok kalkmadım. Daha neler neler...
"Bana gelince, ben bir umutsuzluk içinde yuvarlanıyordum." (s. 44)
Zor kitaptı vesselam.
Köyü, köylüyü, köy çocuklarını, yeri geldiğinde nasıl bir araya gelip yeri geldiğinde birbirlerine nasıl kıydıklarını anlatan bir kitaptı. Bir solukta okunacakken durup durup düşündüren, düşürüp düşürüp kaldıran bir kitaptı.
Yirmi iki hikaye vardı içinde, yirmi iki ayrı hayat mücadelesi. Unutulmaya yüz tutmuş dünyalarda var oluş savaşı... Öyle uzak gelmesin, var bir çoğuyla bağımız. Zira bizler de nice zorluklar aşmış dedelerin, ninelerin aynı hayatın çamurlu yollarında düşmeden yürümeye çalışan evlatlarıyız. Zaman değişse de acılar dinmiyor, boyut değiştirerek devam ediyor. Eksik olan tek şey, acıları