Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

430 syf.
9/10 puan verdi
·
3 günde okudu
Düşün- Ağla- Yaşa
Ne zamandır önüme çıkıp duran, kendisini bana bu mecrada sanırım her gün hatırlatan bir kitaptı. Popüler kitaplara genel itibariyle bir önyargım olmasına rağmen bu kitaba başlamadan evvel olumsuz bir düşünce beslemiyordum. Hatta nice zamandır felsefe içerikli eserleri okumaya niyetlensem de vaktini kestiremiyordum. Bu kitabın Nietzsche’nin düşüncelerini romanize ederek aktardığını öğrenince kitaba karşı duyduğum istek de arttı elbette. Kitabı incelemeye kitapta geçen bir kavramla başlayalım o halde; Amor Fati. Kader sevgisi. Ne zamandır kitabı okumak istesem de sipariş etmedim kitabı. O kadar meşguliyetimin arasında kitapçıların yanından geçerken görsem de elimi uzatıp da bakmadım içine dahi. Ama yine de sevdiğim kader beni Konya’dan Mersin’e, kitabı İstanbul’dan Tarsus’a getirdi de buluştum. İki şehrin hikayesini ite kaka, tökezleyerek, çok defa başa sararak bir yıldan daha fazla bir sürede bitirdiğim göz önüne alınırsa 400 sayfalık bu kitabı üç günde bitirmem sadece benim kitaba duyduğum ilgiyi değil kitabın akıcılığının da gayet yerinde olduğunu gösterir. Kitabın
Oğuz Aktürk
Oğuz Aktürk
'deki incelemesi önüme çıkıyordu kitabın sonlarına yaklaşırken. İncelemesinin başlığında 100 kişisel gelişim kitabına bedel gibi bir ifade yer alıyordu. Doğrusu Oğuz’un bu yorumunu kendisi kitaplardan bir mesaj çıkarmak niyetiyle okuduğu için böyle bir başlık yeğlediğini düşünmüştüm. Fakat kitabı okurken kendi içimde de bazı anlamlarda ferahlık hissettim. Bazı düşünüşlerde yalnız olmadığımı. Her düşünüşün hayra alamet olmadığını mesela. Ne düşünüşü? Düşünüş kavramı ile kapsamlı bir çalışma yapmadım kendi nezdimde. (Denilebilir ki yapsan bize ne, e haklısınız benimki yaramın üstündeki kabuğu kaldırıp acımı paylaşmak. Veya baca temizliği.) Ciddi bir çalışma yapmasam da geçtiğimiz iki hafta da benden filozof olmayacağı kanaatimi katileştirdim. Benim dayandığım, asıl bellediğim doğrularım var. Ahlak’a inanırım mesela. Etik’e inandığımdan şüphesiz daha kuvvetli bir inançla. Hangi ahlaka sorusu bu zamanın sorusu esasında. Bu zamandan kastım geçtiğimiz iki veya üç yüzyıl öncesine kadar. Zira evvelinde bütün toplumlarda din kavramı ahlakı belirleyen etkendi. Günümüzde insanlar hoşgörü ile mantık ayrımını sağlıklı bir biçimde ele alamadığından, ahlak’ın sınırlarını çizemiyorlar. Çizemezler de zaten. Bir doğruya (kime göre?) veya bir kültürel birikime dayanmadan araştırması düşünmesi gerekir bir filozofun. Bu sözleri sarf etmek belki kolay geliyor olabilir ancak eminim ki çok zordur.
Dücane Cündioğlu
Dücane Cündioğlu
'nu ele alalım mesela. Gayet başarılı, çalışkan ve düşünüp düşündüren birisi. Kitaplarından veya yazdığı köşe yazılarından düşünüş devingenliğini görebilirsiniz. Bu adam kesinlikle bir filozoftur. Çünkü bir raddeden sonra belli bir döneme kadar kültürün önemsettiğini yüceltme üzerine çalışmalar yapmış. (Bu ifadeleri kendisi kullandığından yer verebiliyorum.) “Çalışmalarım öz kendimin ürünü mü acaba?” gibi bir soru sorduğunu çıkarabiliriz belki de. Bu düşünceyle yaptığı çalışmaları göz ardı mı etmeliyiz? Elbette hayır. Çok kıymetli çalışmalar. Ama kendisinin bir konuşmada, eskiden yazdığı kitapları şimdiki kendisine ait olmadığı gibi bir ifadeye yer vermişti. Yani düşünüşünde devingen. Ve çileli de bir yol. Kendisi de diyordu ki “Değer mi?” İşte, ben bu soruyu tecrübe etmek istemiyorum. Çok fazla düşünmek de istemiyorum. Lakin zannedilmesin ki düşünmüyorum. Hayır! Kesinlikle ben de düşünüyorum ama bir amaca yönelik. Bütün fiiliyatımı, isteklerimi uğruna bir potada erittiğim bir amacım var. Ben başı boş bırakılmadığım, sırf heves ve heva peşinde koşturmamam gerektiği bilincindeyim. En azından bu bilince sahip olmam gerektiğini biliyorum. Kitabın akıcı olduğundan bahsetmiştim. Kitap akıcı ve kurgusu da çok güzelmiş diyordum okurken. Kitabın sonunda yazarın notu kısmını okuduğumda fark ettim ki aslında büyük bır kısmı gerçekmiş zaten. Böylelikle bitirdikten sonra “Bana ne kattı bu kitap?” Sorusunu havada bırakmayan bir eser. Bu arada bu sorum direkt olarak bir kitap değerlendirme kıstasım değildir lakin genele yönelik bir inceleme yazma gayretimden bu sorulara da yanıt arıyorum okuduğum kitaplarda. Nitekim bir “şey” katmasa ama hissettirse. Zaten asıl meşakkat hissettirmekte değil midir. Yoksa ne diye roman, hikaye okuyayım ki ben? Dizi izlemekten bir farkı olsun.
André Gide
André Gide
de “Yazarken asıl zorluk samimiyeti hissettirmekte” demiş. Ben samimiyeti de geçtim, hissettirin kardeşim. Kitapta ben hissettim. Breuer’de kendimi gördüm. Birden fazla kişiden Breuer’i sevmediğini de işittim. Kitabın bir yerinde aldığı “Toplum ahlakına aykırı” kararlardan kaynaklanıyor olabilir bu mesafeli tutum. Kitabı bitirdiğimde bazı sıkıntılarım esas sıkıntı mı yoksa beni oyalaması için uydurduğum bahaneler mi diye düşündüm. Bunlara cevap bulabildim mi? Muamma. Hatta bu satırları yazmış olmak için yazmış olabilirim. Kendimi nasıl açığa vurayım? Kitapta Nietzsche’nin bir kısımda anlaşılmaktan korktuğu geçiyordu. O satırı okurken aklıma -sanırım iki ay önceydi- yazdığım bir yazı gelmişti. “Anlaşılmamaktan korkmamıştım anlaşılmaktan korktuğum kadar.” Velhasıl mükemmel bir kitap. Psikoloji veya psikiyatri ile ilgilenen arkadaşların okumasını kesinkes tavsiye ederim. Başka arkadaşlar da mutlaka okusunlar. Dediğim gibi romanize edilmesi okuyucuya kolaylık sağlıyor. Düşünce yazılarıyla haşır neşir olduğum şu günlerde düşünmenin üzerine düşen bir roman okumak harika bir deneyimdi. Tadın derim. Buraya kadar okuduysanız da teşekkürler.
Nietzsche Ağladığında
Nietzsche AğladığındaIrvin D. Yalom · Ayrıntı Yayınları · 202352bin okunma
·
88 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.