Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

184 syf.
9/10 puan verdi
“Eğer bir cehennem varsa zaten içindeyiz...”
Mieko Kawakami'nin ”Memeler ve Yumurtalar” kitabını okuyup beğenmiştim. Uzun zamandır bu kitabını da okumak istiyordum. Çevrilmiş olduğunu görünce hemen okudum. “Suyu içtiğinde kaynağını düşün.” der bir Çin atasözü. O halde kitap hakkında konuşmadan önce Kawakami'nin hayatına bir göz atalım. Mieko Kawakami, 29 Ağustos 1976'da Osaka'da işçi sınıfı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş, kısa süreliğine kendisinin “başarısızlık” olarak nitelendirdiği bir şarkıcılık kariyerine sahip olmuştur. Onun öncesinde ise erkek kardeşine maddi açıdan destek olduğu barlarda ve kitapçılarda yarı zamanlı olarak çalışmış. Edebiyat kariyerine tam olarak kendisinin deyimiyle “Hiç kimse için yazmadığı sadece kendisi için bir şeyler "karaladığı” blog sayfasıyla adım atmış olsa da aslında edebiyat dünyasına şair olarak giriş yapmış. Aynı zamanda eserlerinde alışılmışın aksine Osaka lehçesini kullanmasıyla öne çıkmış. Hatta sırf bu yüzden eleştirildiği bile olmuş. Onun, özgürlüğüne önem veren açık fikirli bir yazar olduğunu söyleyebiliriz. Öyle ki bu korkusuzca yazma tutkusu tahmin edilebileceği gibi kendisine pek çok düşman kazandırmış gibi de görünüyor. Ölüm tehditlerine varıncaya kadar birçok tatsız olayla mücadele etmiş. Ve hatta birçok etkinliği siyasiler ve hükümet yetkilileri tarafından bile kısıtlanmaya çalışılmış. Buna rağmen Kawakami hiçbir baskıya boyun eğmeyerek yazım hayatını sürdürmüş ve sürdürmeye devam etmektedir. Mücadelesi ve azmi sonunda eserleri, başta Japonya olmak üzere yurtdışında da prestijli edebiyat ödülleriyle taçlandırılmış. Bu güzel kitabın kaynağından da bahsettikten sonra hikayenin konusuna geçelim. Cennet... Bu kelime ilk izlenim olarak bize güzeli, doğruyu, huzuru ve daha birçok hoş duyguyu çağrıştırsada Kawakami'nin “Cennet”i bu kavramların çok dışında yeni bir sözcüğü alıp hiç de yumuşak olmayan bir tavırla önümüze koyuyor. Zorbalık... Öncesinde bildiğimiz “Cennet”, daha ilk sayfalardan çok da yabancısı olmadığımız “Zorbalık” kelimesiyle iç içe geçiyor. Üzülerek söylüyorum ki hemen hemen hepimizin hayatında bir zorbalık hikayesi vardır. Kimimizin birebir tecrübe ettiği kimimizin ise yakın çevresinde tanık olduğu kötü ve rahatsız edici olaylar silsilesi... Hikaye, bir grup sınıf arkadaşı tarafından zorbalığa uğrayan 14 yaşındaki bir ortaokul öğrencisinin tıpkı kendisi gibi zorbalığa uğrayan aynı sınıftan Kojima adındaki bir kızla arkadaşlık geliştirmesini ve ikilinin başta uğradıkları zorbalık olmak üzere hayata dair pek çok konuda paylaşım yapmalarını ve tüm bu şeylere karşı birlikte nasıl bir yol izlediklerini konu alıyor. Özellikle akran zorbalığıyla ilgili pek çok kitap okudum, film izledim. Kitapların bazılarında karakterler, zorbalık yapanlar da dahil, sonunda kendilerine bazı dersler çıkarıp iyi yolu buluyor ve hikaye mutlu sona ulaşıyordu. Bazılarında ise zorbalığa uğrayan kişi açıkça yardım istese dahi sonuna kadar kimse tarafından anlaşılmayıp hikayenin sonunda kendi özkıyımını gerçekleştirip geride büyük bir burukluk bırakıyordu. Kimisinde de zorbalığa uğrayan kişi ona zorbalık yapan kim varsa sonunda hepsinden intikam alıyordu. İşte böyle çeşitli hikayeler... Bu yüzden okurken öncesinde tükettiğim şeylerle bu kitabın benzer bir yol izleyip izlemeyeceğini merak ettim. Kitapta öyle rahatsız edici kısımlar vardı ki daha fazla okumaya katlanamayacağımı düşündüm ne var ki kitabı kapatıp gitsem bile bu, dehşet saçan zorbalıkların sırf ben okumaktan vazgeçtim diye ortadan silinip gideceği anlamına gelmiyordu. Bir yerlerde benim sadece okumaya bile katlanamadığım bu şeyleri birebir yaşayan insanlar vardı. Böyle düşününce tekrar okumaya döndüm. Ana karakterin, mektuplar aracılığıyla bağ kurduğu diğer zorbalık mağduru Kojima'yla ilişkisi gerçekten güzel işlenmişti. Kojima'nın şimdisinde zengin bir hayatı olmasına rağmen neden hâlâ kirli ayakkabı ve kirli giysilerinden vazgeçmemesinin nedeninin açıklandığı yer, etkilendiğim kısımlardandı. Yaşına göre olgun düşünebilen Kojima karakterine sempati duydum. Kojima her şeyin, hatta çekilen acının bile, bir anlamı olduğuna inanıyordu. "Belki de gerçekten zayıfız. Ama bu kötü bir şey değil. Güçsüz olabiliriz ama bizim bu zayıflığımızın bir anlamı var. Güçsüzüz ama bunu biliyoruz. Neyin önemli olduğunu ve neyin yanlış olduğunu biliyoruz. Bu sınıftaki diğerleri için geçerli değil. Neler olup bittiğini bilmiyormuş gibi davranıyorlar. Sırf onların gözüne girmek ve aynı şeyin kendi başlarına gelmediğinden emin olmak için bize zarar verenlerle iyi geçiniyorlar. Elleri temizmiş gibi davranıyorlar ama değil. (...) Bize zarar verenlerden hiçbir farkları yok.” “Hep acı çektiğimiz için, başkasını incitmenin ne demek olduğunu çok iyi biliyoruz.” “Acı ve ıstırabın üstesinden gelmenin bir anlamı vardır.” Ne var ki zorbalık hakkındaki düşünceleri benim görüşlerime pek uymuyordu. Tuhaf ama benim düşüncelerimde, zorbalık yapan grubun üyesi Momose'nin argümanlarının daha ağır bastığını hissettim. Momose, bana göre Kojima'nın zıttı düşüncelere sahip bir karakterdi. Yaşanan olayların bir anlamı olmadığını ve her şeyin kökünün anlık düşüncelerden beslendiğini savunuyordu. Ana karakterin uğradığı zorbalığın, onun sandığının aksine gözündeki kusurdan kaynaklanmadığını, ona zorbalık yaparken gözüne dikkat bile etmediğini söylüyor. Yani zorbalığı anlık bir dürtüyle yapıyor. Anlamsızlık konusunda bir nihilist gibi hareket ediyor. Momose belki de bu yüzden bu kadar vurdumduymaz ve soğukkanlıydı. Kojima gibi her şeyin hatta acıların bile bir anlamla çevrelendiğine inanmıyordu. Ona göre hiçbir şeyin önemi yoktu. Her şey zaten olması gerektiği gibiydi. Sebepsiz sonuçsuz... Olduğu gibi. Momose, Kojima'nın aksine acı çekiyorsan acı çekmene sebep olan şeyi ortadan kaldırman gerektiğini düşünen türden birisiydi. “Herkes başkalarının yapmasını istemediği şeyleri yapar. Yırtıcı hayvanlar avlarını yerler ve okul, gerekli özelliklere sahip olan çocukları, olmayanlardan ayırmaktan başka bir amaca hizmet etmez. Bütün mesele de bu zaten. Nereye bakarsan bak, güçlüler zayıfları ezip geçiyor.” “Eğer bir cehennem varsa, zaten içindeyiz. Ve eğer bir cennet varsa, orası da zaten burası. İşte bu kadar. (...) Kendi kendini korumaktan başka yapabileceğin bir şey yok." “Sen, ben, hepimiz dünyayı istediğimiz gibi yorumlamakta özgürüz. Herkes dünyayı farklı görür. Bu kadar basit. Bu yüzden güçlü olmalısın. İnsanları alt etmelisin ki size düşünceleriyle, kurallarıyla ya da değerleriyle gelemesinler.” Momose, acıyı kabullenip bunun bir anlamı var öyleyse sonuna kadar sabretmeliyim demiyordu. Kojima'ya hak vermediğim kısım da tam olarak burasıydı. Kojima, acının da güzelliğine inanıyordu. Ve ona göre zayıflık bir tür güçtü. Sabretmek, olana razı gelmek ve zamanın akışına bırakmak savaşmaktı. Hikayenin sonunda tuhaf bir şekilde başta ayrı ayrı şeyleri savunan Kojima ve Momose'nin fikirleri birbirine karışıp birbirini tamamladı. Bu detay da güzeldi. Ana karakterin zorbalıktan dolayı intihar etmeyi düşündüğü bir kısım da vardı. Bu tür haberleri sıklıkla duymuşuzdur. Yetişkin veya çocuk olup olmadığı fark etmeksizin içinde yaşadığımız dünyada herkes her türden zorbalığa uğruyor. Sonunda Kojima ve ana karakterin intihar yolunu seçmemesine sevindim. Çektiğin acıdan dolayı bu dünyayı terk etsen bile insanlar ne olursa olsun kesinlikle unutuverecekleri için tek başına kendini öldürmek hiçbir işe yaramayacak. Öyleyse yaşamalıyız. Zorbalara rağmen yaşamalıyız. Tıpkı Camus'nün intiharı değil yaşamı savunduğu gibi bizler de yaşamın tarafında durmalıyız. Birçok şey tarafından incinen bizler...Tek teselliyi yaşamakta bulmalıyız. Yaşamak elbette çok daha fazla cesaret gerektiren bir şey. Ama hepimiz buradan sadece bir kez geçiyoruz o yüzden en iyi şekilde yaşamaya çalışalım. Son olarak sözde modern toplumuz ama şiddet konusunda eski toplumlardan ne farkımız var. Bunu söylemek istiyorum. Eminim hâlâ kitaptakine benzer şeyler yaşayanımız çoktur. Kendi adıma konuşursam kitabı okurken sık sık kendi anılarım aklıma geldi. Böyle durumda insan neden bir başına mücadele eder ki...Yaralarını başka birine göstermekten çekindiği için mi? Her ne kadar kitabı okurken ana karakterin zorbalık yapan gruba ses çıkarmayışı canımı sıkmış olsa da karşı koymanın göründüğü kadar kolay olmadığının da bilincindeyim. Gerçekten bir zorbalığa katlanmak kadar zor bir şey yok. Bir zamanlar bana zorbalık yapan öğretmene karşı durmayışım şimdi bile en çok pişmanlık duyduğum şeylerden biridir. O yüzden bu tür zorluklarla mücadele eden insanlara söylemek istediğim tek şey bu mücadeleyi yalnız başlarına vermemeleri. Çevrenizde sizi içinde bulunduğunuz durumdan çekip çıkaracak bir kişi mutlaka vardır. Tek bir kişi olsa bile o umuda tutunmak zorundasınız. Sizi inciten kişi bir akranınız da olsa öğretmeniniz de olsa karşı koymaktan çekinmemeniz gerekir. Fiziksel ya da zihinsel şiddeti sessizce kabullenmek bir anlamda o kişinin sizi incitmesine rıza göstermektir. Kendi hakkınıza girmenizdir. O yüzden lütfen böyle bir şeyde ailenizden ya da üçüncü bir kişiden yardım istemekten geri durmayın. Zorbalıkla geçen günler karanlıktır ama unutmayalım her gölge, ne kadar koyu olursa olsun sabah güneşi tarafından tehdit edilir. Zorbalığa karşı durmanın bilincine varırsak cılız ışıklar olarak bizler bir araya gelip kör edici ışıltımızla tüm o koyu ve silinemez gibi görünen gölgeleri ortadan kaldırabiliriz. Zorbalığın kasvetli zincirlerini böyle böyle kıracağız, inanıyorum.
Cennet
CennetMieko Kawakami · Doğan Kitap · 2023108 okunma
·
261 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.