Görünüşte her şeye gücü yeten bu yüce Devlet doktrini, * tüm
gücün yoğunlaştığı en yüksek hükümet mevkilerini işgal eden
kişilerce idare edilir. Seçilerek veya hayatın cilvesiyle bu mevkilerden
birine yerleşen her kim olursa olsun, o artık otoriteye boyun eğmez,
çünkü artık kendisi Devlet politikası olmuştur ve durumun sınırları
içinde keyfine göre bir yol tutabilir. Ondördüncü Louis’nin dediği
gibi “Devlet benim” (“Letat cest moi”) diyebilir. Bu kişi, eğer Devlet
doktrininden kendini ayırmayı bilebilirse, kendi bireyliğinden
yararlanabilecek olan yegane kişidir veya birkaç kişiden biridir. Oysa,
büyük olasılıkla, bu insan kendi hayali dünyasının kölesi haline
gelir., Böylesi bir tek-yönlülük daima bilindışının yıkıcı eğilimleri ile
kendini psikolojik olarak telafi eder. Kölelik ve başkaldırı birbirinden
ayrılmaz bir ikilidir. Dolayısıyla, iktidar çekişmesi ve aşırı güvensizlik
tepeden tırnağa tüm organizmaya yayılır. Dahası, kitleler içinde
bulundukları, biçimden yoksun, kaotik ortamı telafi etmek için
daima bir “Lider” üretirler ve tarihte birçok örneğini gördüğümüz
gibi, bu lider mutlaka sonunda kendi şişirilmiş ego-algısının kurbanı
olur.