Hayatım bir çıkmaza girdi, varoluştan iğreniyorum, tatsız tuzsuz
anlamsız bir şey. Pierrot’dan daha aç olsaydım, insanların sunacağı
açıklamaları yemeye yeltenmezdim. İnsan parmağını toprağa batırıp
kokusundan hangi diyarlarda olduğunu anlar -bu hiçbir şey kokmuyor.
Neredeyim ben? Dünya denen bu şey nedir? Bu kelimenin anlamı nedir? Beni
bunun içine kim çekti de şimdi orada bırakıp gidiyor? Ben kimim? Dünyaya
nasıl geldim? Bana neden sorulmadı, neden yolu yordamı öğretilmeden sanki
bir “ruh satıcısından alınmış gibi bir kenara itildim? Gerçeklik dedikleri bu
büyük müesseseye ilgim nasıl doğdu? Neden ona ilgim olsun ki? Bu içten
gelecek bir ilgi değil mi? Eğer bu işte zorla yer alacaksam, yönetici kim?
Ona bir şey söylemek isterim. Yönetici yok mu? Şikâyetimi kime
bildireceğim? Varoluş hiç kuşkusuz bir müzakere -görüşümün dikkate
alınmasını rica edebilir miyim? Eğer insan dünyayı olduğu gibi kabul etmek
zorundaysa, o zaman bunun ne olduğunu öğrenmemek daha iyi olmaz
mıydı? Sahtekâr nedir? Sahtekârın ne olduğunun cui bono [kimin yararına]
sorusu sorularak bulunacağını söylemiyor mu Cicero? Herkesin sormasına
izin veriyorum ve herkese soruyorum kendimi ve bir kızı mutsuz yapmakla
ne kârım oldu? Suçluluk -bu ne demektir? Büyücülük mü? Bir insanın nasıl
suçlu olacağı belli değil midir? Biri cevap verebilir mi? Bu şeye karışmış
beyefendiler için en büyük önemi haiz olduğu doğru değil mi?
Zihnim bir duraklama noktasında, daha doğrusu ondan sıyrılıyorum.
Kâh yorgun ve bitkinim, evet sırf kayıtsızlıktan ölü gibiyim: kâh çılgın gibi
gazabımı üzerine yönelteceğim birini bulmak için şaşkın şaşkın dünyanın bir
ucundan öteki ucuna seyahat ediyorum. Varlığımın bütün özü kendisiyle
çelişerek çığlık çığlığa feryat ediyor. Nasıl oldu da ben suçlu oldum? Yoksa
suçsuz muyum? O zaman neden bütün dünya dillerinde öyle anılıyorum?
İnsan dili ne rezil bir icat: Bir şey söylüyor, başka bir şey kastediyor!
Başıma gelen bir şeyden ibaret değil mi, bütün bunlar bir kaza değil mi?
Bütün mizacımın bir değişikliğe uğrayacağını, başka bir adam olacağımı
önceden bilebilir miydim? Belki de ruhumda gizli yatan şey fırlayıp çıktı.
Fakat orada fark edilmeden yatıyorduysa, onu nasıl önceden görebilirdim?
Madem önceden göremiyorum, o zaman suçlu değilim. Eğer felç geçirmiş
olsaydım da yine suçlu mu olacaktım? Dil dedikleri insan konuşması nedir,
sadece bir kliğin anladığı sefil bir jargondan başka nedir? Dilsiz hayvanlar
böyle şeyleri konuşmadıkları için daha akıllı değil midirler? -Ben sadakatsiz
miyim? Beni sevmeye devam etmesi ve başka kimseyi sevmemesi durumunda
bana sadık kalırdı. Eğer sadece onu sevmeyi dilemeye devam edersem,
sadakatsiz mi oluyorum? Aslında ikimiz de aynı şeyi yaptık; o zaman neden
ben sadakatimi aldatarak gösteriyorsam aldatan oluyorum? Neden o haklı
oluyor da, ben haksız oluyorum? İkimiz de doğruysak o zaman neden insan
dilinde onun sadık benim de aldatan olduğum ifade ediliyor?
Bütün dünya üstüme gelse, bütün skolastikler benimle tartışsa, hayatım tehlikede olsa yine de haklı olduğumu iddia ederim. Bu inancı benden kimse
zorla alamaz, ama bunu dile getirebileceğim hiçbir dil yok. Ben doğru
hareket ettim. Benim aşkım kendini bir evlilikte ifade edemez. Eğer onunla
evlenseydim mahvolurdu. Belki evlilik olasılığı onu çekmiştir. Elimden bir
şey gelmez -beni de çekmişti. Gerçeğin söz konusu olduğu daha ilk anda, her
şey kayboldu, ama artık çok geç. Onun anlam kazanacağı gerçeklik benimiçin, tinsel gerçekliğimle yan yana giden bir gölgeden ibaretti, kâh beni
güldüren kâh davetsiz bir şekilde varlığımı rahatsız eden bir gölge. Sonunda
ona dokunmayı isterdim, el yordamıyla, adeta bir gölgeyi kavrar gibi, ya da
elimi bir gölgeye uzatır gibi. Hayatı mahvolmaz mıydı? Aslında o benim için
ölmüş gibi, gerçekten de ruhumda ölümünü dilemem için bir ayartmayı
uyandırabilir. Onu mahvedecek olsaydım, onu bir gerçekliğe kavuşturur
kavuşturmaz uçup giderdi -oysa öteki türlü onu hakiki bir gerçeklik olarak
tutuyorum, ama başka bir anlamda dehşet dolu bir gerçeklik. Ne olacak o
zaman? O zaman dil benim suçlu olduğumu söylüyor, çünkü bunu önceden
görmeliydim. Onurumu ve gururumu benden alacak ne tür bir güç bu, hemde böyle saçma bir şekilde? O halde ben bir kader kurbanı mıyım? O zaman
her ne yaparsam yapayım suçlu ve sahtekâr mıyım, hiçbir şey yapmasambile mi? -Yoksa deli miyim? O zaman en iyisi beni susturmak; çünkü
insanlar özellikle delilerin ve ölmek üzere olanların söylediklerinden
korkarlar. Deli -ne demek’? Halkın saygısına mazhar olmak ve akıllı biri
olarak görülmek için ne yapmam gerekiyor? Neden hiç cevap yok? Yeni bir
kelime bulana makul bir douceur [armağan] vereceğim. Alternatifleri ifade
ettim. İkiden fazlasını bilecek kadar zeki kimse var mı? Eğer biliyorsa, o
zaman benim deli, sadakatsiz ve sahtekâr olduğum, kızın da sadakatli, aklı
başında olduğu ve herkesçe sayıldığı saçma. Yoksa ilişkimizin ilk dönemini o
kadar güzel kılmış olmam mı kabahat? İltifatınıza teşekkürler! Sevildiği
zamanki coşkusunu gördüğüm zaman, kendimi ve onun gösterdiği her şeyi
aşkın büyüsünün sihirli gücü altına koyuyordum. Bunu” yapabilmem ya da
yapmam hata mıydı? Eğer kızın kendinde ve kimsenin tanımadığı, sihirli
çubuğuyla bana dokunup değiştiren üçüncü şahısta değilse, hata kimde o
zaman? Benim yaptıklarımı başkalarında övüyorlar. -Şair olmam mı benimtazminatım? Her tür tazminatı reddediyorum, ben haklarımı istiyorum, yani
onurumu. Ben şair olmak için dua etmedim, üstelik bu hediyeyi o bedele
almazdım. -Yok eğer suçluysam o zaman kesinlikle nedamet getirip telafi
etmeliyim. Nasıl olacak onu söyleyin? Belki hayatın, bir çocuğun
bokböceğiyle oynaması gibi keyfine göre benimle oynamasından da
pişmanlık duymalıyım. -Yoksa en iyisi hepsini unutmak mı? Unut! Eğer bunu
unutursam varlığım sona erer. Ya da, sevdiğimle birlikte onurumu ve
gururumu da kaybettiğim hayat neye benzerdi -hem de kimsenin, telafi
edemeyeceğim bu şeyin nasıl meydana geldiğini bilmediği bir şekilde
kaybettim. O zaman dışarıya mı atılmalıyım? Ama o zaman neden içeriye
atılmıştım? Ben istemedim ki?
Sadece ekmek ve suyla beslenenlerin durumu benimkinden daha iyi.
Düşüncelerim, insanca ölçülerde söylersek, hayal edilebilecek en az gıdayla
besleniyor; ama yine de, mikrokozmik oranlarıma rağmen mümkün
olduğunca makrokozmik biçimde davranmaktan memnuniyet duyuyorum.
Kimseyle konuşmuyorum; ama insanlarla iletişimi tümden kesmemek
için, ya da paralarına karşılık bir şeyler vermek için, şiirlerden, özlü
deyişlerden, atasözlerinden ve her devirde hayran olunmuş ölümsüz Eski
Yunan ve Latin yazarların kısa parçalarından hatırı sayılır bir derleme
yaptım. Bu antolojiye Yetimler Yurdu’nun desteğiyle basılmış Balle’ın Ders
Kitabı’ndan bazı mükemmel alıntılar ekledim. Yani bana kim bir soru sorsa
cevabı hazır. Klasikler’den ben de Peer Deacon kadar alıntılar sunabilirim,
buna ilaveten Balle’ın Ders Kitabı’ndan da alıntılar söyleyebilirim. “İnsanın
isteyebileceği en büyük onura ulaşsak da, kendimizi gurura ve kibre
kaptırmamalıyız.” Kimseyi kandırmam. Şunun şurasında doğruyu konuşacak
ya da doğru dürüst bir söz edecek kaç kişi var? “‘Dünya’ kelimesi, yeryüzü,
gökyüzü ve onların arasındaki her şeyi tamamen içine alır.”
Bir şey söylesem ne yararı olurdu ki? Beni anlayabilecek kimse olmazdı.
Çektiğim acının ve ıstırabın adı yok, benim gibi -ben ki ismim olmasa da,
yine de senin için belki bir şeyler ifade edecek şekilde kalırım, her halükârda
kalırım.