Hayatım bir çıkmaza girdi, varoluştan iğreniyorum, tatsız tuzsuz
anlamsız bir şey. Pierrot’dan daha aç olsaydım, insanların sunacağı
açıklamaları yemeye yeltenmezdim. İnsan parmağını toprağa batırıp
kokusundan hangi diyarlarda olduğunu anlar -bu hiçbir şey kokmuyor.
Neredeyim ben? Dünya denen bu şey nedir? Bu kelimenin anlamı nedir? Beni
bunun
İnsanın, sanki kaderini değiştirecekmiş gibi, dünyada bağırıp çağırarak
bir şeyler elde edeceğine inanması için çok saf olması gerekir. Her şeyi
olduğu gibi kabul edip yaygara koparmamak daha iyi. Gençliğimde bir
lokantaya gittiğim zaman garsona,
“İyi bir parça, çok iyi bir parça,
filetodan, fazla da yağlı olmasın,
” derdim. Garson, isteğime dikkatini vermek
şöyle dursun belki de beni duymazdı bile ve sesimin mutfağa ulaşıp aşçıyı
etkileme ihtimali daha da zayıftı, tut ki ulaştı, belki rostonun tamamında iyi
bir parça yoktu. Artık hiç bağırmıyorum..
Işıklar gözümü alıyor, bu renkler ne? Kafamın üstünde uçsuz bucaksız görünen bana varlığımı sonsuz hissettiren. Nedir şuradaki su birikintisi. Kafam düşüyor, kaldıramıyorum. Dünya dönüyor, benim midem bulanıyor. Sinyaller gidip gidip geliyor. Uzaktan bulanık görünen bir varlık bana doğru koşuyor. Kendimi unutuyorum…