Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

456 syf.
10/10 puan verdi
·
6 günde okudu
“Koruğ” veya “tabu” insan davranışlarının belli alanlara ya da belli normlarla ilişkili olarak kutsal veya dokunulmaz olarak tanımlanmış oldukça güçlü sosyal yasaklara denir. “Kutsal” nesnelerde olduğu gibi çelişkili bir yapısı vardır, iki karşıt anlamı da taşır. Hem "kutsal" hem "kirlenmiş" şeyler tabu olabilirler. Örneğin "kirlenen" kişiler, nesneler "kutsal” olandan ayrı tutulmalıdır. "Tabu" karşılığında birçok dilde kullanılan sözcükler iki zıt anlamı birden taşırlar. İkili bir dünya sistemi içinde elbette kutsal ile kirlelmiş iki ayrı kutupta duruyormuş gibi gelse de, birleştikleri tek nokta dokunulmaz olmalarıdır. Dokunulmaz oluşları da hangisinin kutsal ve dokunulmaz, hangisinin kirlenmiş ve dokunulmaz olduğunu bir süre sonra karıştırmamıza neden olur. Geleneği oluşturmak toplumsal kuralları oluşturmak için destanlara, mitolojiye, kahramanlara, hainlere ihtiyaç duyulur. Davranışa yansıyan pek çok sınır sözel veya bedensel dil ile nesilden nesile aktarılır. Yazılı kaynaklar ise çoğu zaman “devlet” ve “hukuk” ile ilgilidir. Okuma ve yazmayı öğrenmek ise geri dönüşsüz bir noktadır. İlerleme ise çizgisel bir gerçeklikte mümkündür. Çizgisel olmayan bir anlayış çoğu eğlemi bir rasyonalitenin gereği olarak görür ve dönemsel olduğunun farkındadır. Oysa ikili kurgu bize muasır medeniyet ile muasır olmayan medeniyet kavramlarını dayatır. Bu ilerlemeci çizgisel zaman akışı içinde okuma yazma öğretmek, bilgi sahibi olmak, erdem ve ahlak sahibi olmanın yolu gibi gösterilse de; koyun postu içindeki kurt misali bir olgudur. Tüm yapılanmalar, kesinlikle üreten düşünen ve sorgulayan beyin istemez. İstekleri bu yapının devamını sağlayacak bireyler yetiştirmektir. Gerçekliği buna göre oluştururlar. “Başka memleketleri bilmem, bizim memleketimizde gerçekçi olmadan namuslu olmak imkansız! Ve de hangi büyük fayda için olursa olsun, gerçeği görmezden gelmek, hele değiştirmeye yeltenmek en büyük namussuzluk!” Gerçeklik, erdem, namus ve ahlak gibi kavramlarda koruğlar, ihtiyaçlar, çıkarlar çerçevesinde oluşur veya oluşturulur. Oysa yaşamı idame ettirmek kurallara bağlı değildir. Vahşi bir varoluşu inkar etmeden yaşanan topraklarda erdem elleri bedeni kullanabilmektir. “İnsan bilimcilerin birtakımı, maymunundan insana atlarken, kafalarımızdan önce ellerimizin akıllandığını ileri sürer ki doğru bence... Eller bir yaşta kafadan daha akıllı olur. Sözgelimi, ağıza yemek götürmekte... Sonra, görmeyi de bazı gözlerden daha iyi beceriyor ellerimiz...” Anadolu bir sürü toplumsal yapının kurulduğu, yıkıldığı, sömürüldüğü kadim topraklar. Elbette bu topraklar sadece yıkım, sömürü, savaş ve acı üretmemiş. Bir çok felsefe, şehir, yaşama biçimi, sanat ve dilsel yapıda üretmiş. Bu topraklar çok çeşitli insanın “insanca” yani sömüren, öldüren, acı üreten, çıkarlar için savaş çıkaran, halkını veya tebaasını bir arada tutmak için yalanlar üretip buna inandıran liderle bir arada yaşamıştır. Dil üretimi ise belki de sömürmenin en bilinen etkili yoludur. Dilini dayatma süreci günümüz ulus devletlerinde de devam etmektedir. Egemen sınıf kendini dilini, kendi dinini, kendi örf ve adetini diğerine azınlığa dayatır. Ve buna karşı her türlü itirazı ise isyan sayar. 2. Dünya savaşının bitmiş tüm dünya kendi elleriyle oluşturduğu yıkımı ve yaraları sarma derdinde düşmüş. Bu tarihsel iklim içinde bir garip “bozkır” Anadolu. Cahil, bölük börçük kavimlerden, ailelerden, dinsel birliktelik sonucu bir araya gelmiş insanlardan mütevellit bir güruh. Toplum olma kavramından uzak bağımsız bir sürü küçük küçük kasaba ve köyler. Feodal düzenin hakim olduğu topraklar ve tıpkı bir zamanlar İstanbul’da olan gibi şimdi Ankara’da olan bir merkezi ‘hüküm’-et. Çıkarcı ve kendini düşünen ve fakat bunu koruğla, kendince ahlakla, erdemle rasyonalize ederek kendini üste çıkaran ağalar, dervişler, şıhlar, reisler tekmil akil insanlar. Sıkışmış bir halk, pinpon topu gibi bir oradan bir buradan dayak yiyen sömürülen halk. Yoksulluğu ve yokluğu bir erdem kabul etmesi sağlanmış susturulmuş sindirilmiş bir halkın mekanı ‘bozkır’. Dil ise bir dayatma aracı. “İlerleme” istese de istemese de gelecek halkın başına, buna itiraz etme şansı yok! İçine pek çok biat, feda ve istenilen erdem sıkıştırılmış bir paket program “ilerleme” ve pazarlama taktiği olarak bir alana öbürü bedava. Halk uyuşturulmaya devam edecek hem maddi hem manevi olarak. Kağnıya ve pisliğe mahkum bir erdemleşme etrafında yeni dünyasını kuracak. Kurduğu anda ise pisliği, yokluğu, yoksulluğu ve sömürüyü fark edip orada kalmak istemeyecek. Köy bir ‘geri’ kalmışlığın simgesi olacak. O zaman bu ilerlemeci tornadan veya başka bir tornadan geçmiş ‘aydın’ kişi pisliği kurutmak için bozkırın göbeğine gönderilecek ve ondan bir ‘çekirdek’ olması beklenecek. Bozkıra ekilen çekirdek büyüyüp bataklığı kurutacak. Oysa bu atılan ‘aydın’da sömürülecek, tacize ve tecavüze uğrayacak kaçırılacak ve bozkırın tozu toprağı uyuşturucu içinde kaybolacak. Merkezi hükümet ise bükemediği belki de bükmeyi hiç düşünmediği eli öpecek. Vergisini alıp, kendine asker seçtikten sonra sömürenle sömürüleni aynı tiyatro sahnesinde bırakıp seyredecek. Göstermelik üç beş çaba sergileyecek elbette sömürene dur yapma, sömürülene de bak oku yaz bilgilen ilerle ki seni kimse sömüremesin diyecek. Kurallarını ve gerçekliğini kendinin oluşturduğu sahnede gösteri devam edecek.
Bozkırdaki Çekirdek
Bozkırdaki ÇekirdekKemal Tahir · İthaki Yayınları · 20171,061 okunma
·
444 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.