Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

576 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
42 günde okudu
Hassas Ruhlara!
PARMA MANASTIRI Stendhal'ın kaleminden çıkan ve Tolstoyu bile etkileyen bir kitap Parma Manastırı. Fransız ruhunun yazmakta zorlandığı bir kitap olduğunu ve kitapta geçen olayları kesinlikle takdir etmediğini her cümlesinde vurguluyor. Fransız ve İtalyan kültürlerini karşılaştırıp İtalyan tavırları sineye çekmeyi de unutmuyor: “Fransız ruhlu değildi; çektiği acıları unutmayı bilmiyordu. Başucunda bir diken varsa, onu kırmak, titreyen ellerini batıra batıra aşındırmak zorundaydı.” 4 Kasım-26 Aralık 1838 tarihleri arasında 52 günde yazılmış bir eser.. Ayrıca Stendhal'a göre çok kısaltılmış bir eser bu nedenle bu durumdan pek hoşnut olmamış. Kitap yaklaşık 1000 sayfa iken 592 sayfaya kadar kısaltılmış..(yayıncılar yüzünden kısaltılmıştır.) Aslında kısaltmaları bu bilgiyi öğrendiğim gün fark ettim ,kısaltma olarak görmeye başladım, çünkü kitapta yaşanılan kopukluklar yazar tarafından tatlı bir dille belirtilmişti. Meğerse “Okurumuzunda hatırlayacağı üzere/ O büyük coşkuyla neler dediğini tahmin edersiniz!/ Burda geçen diyalogları anlatmak zaman kaybı olacağından biz karakterimize geri dönelim” gibi tabirleri ile hem hikâyeyi kısaltmış hem de bizimle olan bağını koparmamış. İşte bu kitap iki büyük yazarı etkilemiş: Balzac, Parma Manastırı’nı üst üste 3 kez okumuş ve olağanüstü diye nitelemiştir. Mektubunda da 50 yıldan bu yana yayımlanmış kitapların en güzeli diye belirtmiştir bu hayranlığını Stendhal'a. Kaynağını tam doğrulayamasamda Tolstoy’un Savaş Ve Barış kitabını bu kitaptan esinlenerek yazdığı da söyleniyor. “Artan vahşeti, saldırıların, geri çekilmelerin ve yeni saldırıların kaçınılmaz kaosunu, kahramanlığı, zayıflığı, siperlerdeki kan havuzlarını, yaralıların iniltilerini boğan top mermisinin kükremesini, yani büyük bir savaşta yaşananları... mitolojik kaplama olmadan, bu tür olayların basitleştirilmiş ve anlaşılır bir görüntüsünü oluşturan bir efsane yaratır. Bu anlamda bir selefi vardı: Parma Manastırı'nda Waterloo Savaşını, savaşta ilk kez bulunan genç bir adamın gözünden gören Stendhal, Hem Stendhal hem de Tolstoy askeri subaylardı ve onları gerçekliğin cehaletiyle suçlamak zordu ve bu nedenle her ikisi de taraflılık ve önyargıyla suçlandı.” ~İsmail Serdar- Savaş Ve Barış’ın Tarihsel Gerçekliğinden Kurmacaya Stendhal kalemini ne kadar siyasete yaklaştırmaktan kaçınsa da tarihin gerçekleri bu durumu zorunlu kılıyor. Ama bu sözler kırılgan noktalara gelince bölümleri yarıda kesip bizlere uyarıda bulunmayı ihmal etmiyo: “Bir edebiyat yapıtına siyaset karıştırmak, bir dinleti sırasında patlayan, dikkat etmeden duramayacağınız bir tabanca gibidir.” Kitabın konusuna gelinince; babasından farklı olarak Napolyon hayranı Stendhal, İtalyan olan Dongo ailesinden Fabrizio’nun Napolyon aşığı olmasından dolayı savaşa katılmak istemesiyle başlatıyor eserini. Uzun boylu ve güzel bir simaya sahip genç kahramanımızın bu tutkusu halası Düşes tarafından takdir edilir ve onu savaşa yollar.Lakin bu ayrılık Düşes’e acı gelir ve ona olan tutkusunu anlar. Kitap boyunca Fabrizio'nun çapkın, kararsız ve aşkın algısını anlamaya çalışan yapısını görmekteyiz. Aşkı, elde etme arzusundan daha ileriye götüremeye Fabrizio kendisini şu sözlerle açıklıyor: ‘insanların aşk adını verdikleri o her şeyi bastıran tutkulu kaygıya hiç yatkın olmayışım garip değil mi?’ Düşes’in ise bir tutkudur giden sevdası yüzünden ,ona aşık olan Kont Masco’yu zorluklara iten saray hayatını -entrikalarını- anlatıyor. Bu hikâyede en çok beni kendisine çeken ve en çok üzüldüğüm karakter Kont Masco oldu. Kont Masco:“Zaten burada bile terzo incomodo'yum! (Hey gidi güzelim İtalyan dili, tam da aşk için yaratılmış.) Tera incomodo*! Akıllı bir insanın bu iğrenç rolü üstlenmesi kalkıp gitmeyi başaracak gücü bulamaması ne büyük acı! *Rahatsız eden üçüncü kişi “ (sayfa156) Oysa çok aşık olmuştu kendisinden 10 yaş küçük Düşes’e ve onun kendisine göstermiş olduğu ilgiye… Maalesef Düşes yeğenini unutamıyor ve onun için adam öldürmeyi bile göze alan adama yanaşmıyordu bile! Zamanla Fabrizio'nun çocuksu tavrı onu köşeye sıkıştırdığı zaman Kont Masco Fabrizio'yu çoktan kendi 'yeğeni’ olarak görüyordu ( sevdiği kadının en değer verdiği insan, onun da en değer verdiği insan olmalıydı sonuçta !) Kont’un Fabrizio'yu kurtarma planlarını bile sineye çeken Düşes: “Ah, ah! Sevgiliye yeğlediğiniz kişinin soğukluğu yüreğinizi delik deşik ediyorsa, saygı duyulan bir sevgilinin hâlâ size bağlı kalması neye yarardı?” demeye devam ediyordu… Tabiki de kör aşıklar mutsuz olmaya mahkumdurlar! Sonuçta başkası için atan bir kalbi kendi lehinde kullanmak olanaksızdır. Ve yazarımız, kahramanlarımızın hayatlarındaki aşk acılarını, hatalarını, tek cümleyle özetliyor: “Karşılıksız bir aşk insana öyle acı verir ki kişiden dikkat ve eylem bekleyen her şey korkunç angaryaya dönüşür.” Stendhal'ın bu romanı aslında her sevginin bir önceki insanı öldürdüğünü anlatır. Her gelen gideni yok eder... Anlatılması, analizi çok güç bir eser ve bir bakıma da sırf bundan dolayı okumaya değer!
Stendhal
Stendhal
Parma Manastırı
Parma Manastırı
Parma Manastırı
Parma ManastırıStendhal · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 20191,641 okunma
·
64 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.