Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

672 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
"YALAN"DAN KALANLAR
Tahsin Yücel
Tahsin Yücel
Son zamanlarda okuduğum en iyi romanlardan biri olan Yalan, 2002’de Can Yayınları tarafından yayımlanmış. Tahsin Yücel’in bu romanı, 2003’te Yunus Nadi ve Ömer Asım Aksoy Roman Ödüllerini almış. Aynı yılda iki ödül birden… İronik niteliğiyle ön plana çıkan romanın kahramanlarından Yusuf Aksu, büyük bir tutkuyla bağlandığı çocukluk arkadaşı Yunus’un intiharından sonra tamamen içine kapanır ve Maçka’daki evinde insanlardan uzak yaşamaya başlar. Uluslararası Dilbilim Günlerinde Yunus Aksu’ya ait bir dil kuramını sunmasının ardından yaşanan polemikten sonra, onu bir kuramcı olarak efsaneleştiren bir grup aydın tarafından ulusal kahraman ilan edilir ve giderek aydınlarla çıkar gruplarının elinde bir oyuncak haline gelir. Bütün bilgisi ansiklopedilerden gelen, dille ilgili bütün bildiği on yedi yaşında karşılıksız aşk yüzünden hayatına kıyan Yunus Aksu’nun sıra dışı kuramı olan, kendi halinde yaşamaya çalışırken çevresindekiler tarafından kuşatılan bir adam Yusuf Aksu. Hayatı bilmez, araba kullanamaz, para harcayamaz, insanları tanımaz, davetli olduğu bir gecede elma ağacı karşısında şaşkına döner. Yusuf Aksu, ansiklopedik bilgiden başka bir bilgisi olmayan bir hayat acemisi. Hayatı boyunca kendini bulamamış bir insan… Hafızasından başka hiçbir şey kendinin değil. Oturduğu ev, kullandığı soyadı, ona atfedilen dil kuramı hepsi başkasına ait. Annesi Refika Hanım tarafından hayattan kopuk biri olarak yetiştirilmesi, Yusuf Aksu’nun hayatı sadece ansiklopedi sayfalarındaki bilgiler olarak algılamasına neden oluyor. Bence çocuk yetiştirilmesi hakkında önemli bir eleştiri bu. Bir başka tespit daha: gerçekte, hayat ile ansiklopedik bilgi örtüşmüyor. Romanın başından sonuna işlenen ana tema bu. Yalan’ı okurken bir hayat ustası olarak gördüğüm Zorba, Yusuf Aksu’nun tam zıddı bir karakter olarak hep aklımdaydı. Yazar, Dostoyevski’nin Budala’sına kitap sonunda bir gönderme yapıyor zaten ama bununla birlikte Elias Canetti’nin Körleşme’si de derinlerden kendisini hissettirdi. Tabii bir de Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü de unutmamak gerek. Yusuf Aksu Yunus Aksu’nun, Bayram Beyaz da Yusuf Aksu’nun arkadaşı, hayranı ve çömezidir. Kendi kişiliğini bulamayan, gerçeğin tam anlamıyla farkına varamayan ama buna özlem duyan karakterler bunlar ve ikisi de bu durumlarının az çok farkındalar. İkisinin de sorunu kendi kendisi olamamaktır. Yunus Aksu, düşüncesiyle, davranışıyla sıra dışı. Ona göre toplumların bölünmesinin nedeni, ayrı ayrı dillerin doğmasıdır ve tüm bu yapay diller, gerçek bildirişimi engelleyen tuzaklardır. Yunus, dili, insanları yetersiz bir söz dağarcının içine kapatarak aralarında gerçek bir iletişim kurmalarını önleyen yapay bir dizge olarak tanımlıyor. Yazar Thorndike’in “daha az çaba” ilkesinden de söz ediyor. Yunus Aksu’nun bir arkadaşı bu ilkeye karşılık, kekemeliğin konuşma çabasını birkaç katına çıkardığını söyleyerek onunla alay ediyor. Yunus Aksu’ya göre kekemelik bir sakatlık değildir, tam tersine insanların yapay dili karşısında içgüdüsel bir direnmenin izidir. (Sy.54) Yani kekemeler, bir üstün tür oluşturmaktadırlar. Kuşların Oğlu Yunus, her hayvanın, her böceğin kendi dili olduğu ve tüm hayvanların birbirlerinin, en azından türdeşlerinin dilini anladıkları ama insanların dilinin evrensel olmadığı ve bu nedenle birbirlerini anlamadıkları düşüncesindedir. Yabana atılacak bir düşünce değil aslında. Yeryüzünde beş binden fazla dil var ve bu dillerden birini konuşan bir insanın diğer dilleri konuşanları anlaması mümkün değil. Yunus Aksu’nun bana ilginç gelen düşüncelerinden biri de adılların adların yerini değil, adların adılların yerini tuttuğu düşüncesidir. Biraz düşününce bu düşüncenin saçma olmadığını anlıyor insan. (Sy.57) Türkçe öğretmeniyle bu konuyu tartışırken “Adlar, adılların yerini tutuyor, yani geçici olarak onların yerine kullanılıyor: o dedik mi sizden ve benden başka herkes girer işin içine ama Veli dedik mi bu Veli sayısı o’lardan biridir, yani o’nun yerini tutar.” Yunus Aksu, Ferdinand de Lessep’i dayanak gösteriyor bu düşüncesine. İşin biraz felsefesi de giriyor işin içine. Şöyle ki, Veli geçicidir, fanidir ama o, onlar hep vardır. Okulda Canan adında bir köylü kıza delicesine aşık oluyor Yunus Aksu. Bir sabah, sevgilisinin kırmızı kazağıyla okula gelince bu olay o kadar dallanıp budaklanıyor ki Canan, ilişkilerinin bir geleceği olmadığı kararını Yunus’a bildiriyor. Çünkü Mersinli Canan’ın en çok korktuğu iki şey dile düşmek ve göze gelmektir. Yunus’ta bu potansiyel fazlasıyla vardır ve bu nedenle onunla ilişkisini kesin bir şekilde bitirir. Bu karşılıksız aşk, Yunus’un sonudur artık. Yusuf Aksu ve Yunus Aksu aynı kişi midir yoksa okulda öğretmenlerinin bir keresinde seslendiği gibi ikiz midir? Bu konu muallakta kalıyor. Yazar bilinçli bir şekilde okuyucunun böyle düşünmesini istiyor diye düşünüyorum. Kitapta babası, Yusuf daha çok küçükken evi terk ediyor. Daha sonra Yusuf’un annesi ile Yunus’un babası evleniyorlar zaten. Ama Refika Hanım ve Enis Bey’in önceden tanıştıklarına dair hiçbir bilgi yok. Bu nedenle, ben Yunus ve Yusuf’un aynı kişi olduklarına inanıyorum ya da inanmak istiyorum. Bu kanımı Yusuf’un bir davette karşılaştığı eski bir okul arkadaşının söyledikleri de güçlendiriyor. Arkadaşı Yusuf’a “Yunus” diye hitap ediyor ve Yusuf’un “Ben Yunus değilim.” demesine karşın Yunus olduğunda ısrar ediyor. (Sy.577) Yusuf Aksu, hayatı boyunca hiç yalan söylememesine karşın, başkalarına boyun eğdiği için yaşamı baştan sona yalandır. Tüm yaşamı boyunca susmuş, boyun eğmiş, ses çıkarmamıştır. Yusuf Aksu, bunun farkına varır, düzeltmeye kalkar fakat bu kez de çevresindekilerin engeliyle karşılaşır. Yaşamını, kuramını, geçmişini kuramaz. Belki de bu yüzden geçmişi karanlıkta kalıyor. Beşinci Murat’ın kendisine limuzinin şoförüyle gönderdiği nottaki “Durumunuzdan hoşnut bir sürgünsünüz, gene de sürgünsünüz.” sözleri kafasında dönüp durmaya başlar. İşte yine tam o günlerde ilişkilerin iğretiliğine, yaşamın yalan oluşuna bir sözcük, bir tümce bulabilmek için Jean Jacques Rousseau’nun “Yalnız Gezenin Düşlemleri”ni gözden geçirir. Ve kitaptaki “Başkasına karşı dürüst olmamız gerekirse, kendi kendimize karşı da doğru olmamız gerekir.” cümlesi, Yusuf Aksu’yu kendiyle ve içinde bulunduğu yalanla hesaplaşmaya yöneltir. Ve yaşamını değiştirmesi gerektiği kanısına varır. İşin garibi nicelerinin kendisinden yaşamın anlamını öğrenmeye çalıştığı Yusuf Aksu, yaşamının son evresinde dünyaya yeni gelmiş gibidir. (Sy 493) Özellikle aşk karşısındaki acemiliği yalın bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor. Genç bir delikanlı duyarlılığıyla tutulduğu Cazibe Çelebi onun bu tavırları karşısında Yusuf Aksu’dan uzaklaşıyor. Yusuf Aksu’ya göre aşk, sevgililerin birlikte çektikleri bir hastalıktır. La Rochefoucauld “Aşkta ilk iyileşen her zaman en sağlam iyileşendir.” Dediğine göre, hastalık aynı zamanda başlamış olsa bile aynı zamanda bitmez. Birisi daha erken iyileşir ve bu iyileşen, ilk terk edendir. Cazibe Çelebi ilk terk edendir. Yusuf Aksu’nun iyileşmesi biraz zordur. Çevresindekiler, Yusuf Aksu’nun iyileşmesini hızlandırmak amacıyla onu başka bir Pervin Hanım’la tanıştırırlar. Bu iki insan arasında çok ortak nokta olsa da Yusuf Aksu bu ilişkinin içinde olmak istemez. Erkek Cemile’nin Yusuf Aksu hakkındaki tespitler en doğru tespitler aslında. “Allah’ın garibi!” diyor Cemile Yusuf için. “Her şeyi en iyi o bilir diyorlar ama bir teypi çalıştırmayı bile bilmiyor, bir kadına sarılmayı bile bilmiyor.” Yalan’ı bitirdikten sonra uzun süre etkisinden sıyrılamadım. Maçka Çarşambaları, Bayram Beyaz’ı, Karabatak Beşinci Murad’ı, Yunus Aksu’su, Yusuf Aksu’su ile hepsi bir masaldı, hüzünlü bir masal… Ben de bir masalın içinden çıkmıştım sanki. Biraz gerçek, çoğu yalan bir masalın içinden. Hem gerçek dediğin de koca bir yalan, bir masal değil mi?
Yalan
Yalan
Yalan
YalanTahsin Yücel · Can Yayınları · 2018615 okunma
·
65 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.