Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Apaçilerin Sonu ve Geronimo
1872 aralığında, 5. Süvari Birliği’nden Binbaşı Brown kumandasındaki üç bölüğü, Rio Gila ve Salt River Apaçilerine karşı gönderdi. Özellikle, başında Tshunts isimli bir şefin bulunduğu, taşkın kabileyi etkisiz hâle getirmek istiyordu. İzlendiğini hisseden bu grup, kanyonun yamacındaki ulaşılması güç bir yere sığındı. Buraya açtıkları mağarayı sığınak yapıp güvenlik içinde olduklarına inandılar. Alayın yerli keşif yerlerini yani düşman tarafa geçen dönekleri hesaba katmayıp hiçbir şeyden kuşkulanmadılar. Bu nedenle 27 Kasım’da kanyonun bir çıkıntısı üzerinde gelip duran alay, o noktadan tüm kabileyi gördü. Gün ortasına doğru, kadınlar sakince yemek hazırlarken yaylım ateşi açıldı, altı yerli öldürüldü. Ne olduğunu anlayamayan kabileye, koşulsuz teslim olmasını buyuran bir ses duyuldu. Apaçiler buna, amansız mücadelenin başlayacağını işaret eden çığlıklarıyla yanıt verdi. Ancak askerlerin baskın yapması imkânsızdı, mağara dik bir kaya yüzeyine oyulmuştu. Oraya çıkan dar yolu kayalarla kapamışlardı. İyüce gizlenen yerliler artık ne yukarıdan ne de falezin eteğinden görünüyordu. Binbaşı Brown duraksamadı. Dolaylı yoldan da olsa düşmanlara ulaşabilmek için duvarın üstüne ateş açtırdı. Gelen çığlıklar bunun işe yaradığını gösteriyordu. Apaçi savaşçıları, çatışmadan ölmeye razı olamazdı. Hemen ortaya çıkıp karşılık verdiler ve çarpışma şiddetlendi. Kayaya sığınmış kadınlar silahları dolduruyordu. Amerikalılar, daha çok adam kaybetmelerine rağmen üstünlüklerini korudu. Brown ateşi kesip uyarısını yineledi, kadınlara ve çocuklara zarar vermeyeceğini açıkladı. Bir süre sessizlik oldu. Ateşkes mi ilan edilecekti? Ansızın, acıklı bir şarkı duyulmaya başladı. Amerikalı komutan, “Bu nedir?” diye sordu. Rehberlerinden biri cevapladı: “Ölüm şarkısı. Son ana dek savaşacakları anlamına geliyor...” Duygulanan askerler uçurumdan yükselen, sözleri günümüze kadar korunmuş şu vakur ezgiyi dinledi: Baba, biz ölmeye gidiyoruz! Bizi saran korku kendimiz için değil, Geride kalanlar adına! Baba, biz ölmeye gidiyoruz! Bir tanık, “Son nota kesildiğinde, görkemli yirmi savaşçı siperin yukarısında göründü.” diye anlatmıştı. Bunu, dikkati o yöne çekmek için yaptılar. O sırada, başka bir grup, kanattaki askerleri şaşırtmak amacıyla, daha önce kayayla kapattıkları yoldan sessizce çıktı. Ancak Pima kabilesinden olan keşif eri, manevrayı fark edip tehlike işareti verdi. Karşı saldırı Apaçileri mağaraya geri itti, iki taraftan da ölen ve yaralananlar oldu. Birkaç yerliyse, düşman saflarını aşmayı başardı ama orada olacağını hiç düşünmedikleri, korunmuş bölge birlikleriyle karşılaşıp hemen geri çekildiler. Kaçmayı kendine yakıştıramayan bir tanesi, savaş çığlığı atarak kahramanca koştu. Aynı tanık, “Yirmi kurşun onu aynı anda buldu ve ıslanmış makosen gibi olduğu yere yığıldı.” demişti. Üçüncü ve son uyarıya yanıt olarak ölüm şarkısı tekrar yükseldi. Bunun üzerine Binbaşı Brown, “Bu sefer işlerini bitirmeliyiz." dedi. Emrindekş tüm adamlar yaylım ateşine başladı. Ama bu, saldırganların istediği kadar öldürücü olmadı. Bir başka yönteme başvuruldu. Kayışlar ve bulunabilen diğer bağlarla uzun bir ip yapıldı. Tabancalarla silahlanmış gönüllüler bunlara bağlanıp mağaranın karşısına indirildi. Bu cesur manevra başarıya ulaştı. Uçurumun altına doğru sarkmış askerler, görünen yerlilere çok yakından ateş edebiliyordu. Ancak bu da yeterince hızlı gerçekleşmeyince komutan başka bir şey düşündü. Küçük kayaları, yuvarlayarak dik kaya duvarının kenarına getirmelerini istedi. Sonra askerler bunları mağaranın yukarısından aşağı ittiler. Sonuç, tüyler ürperticiydi. Büyük parçalar sekip mağaranın içine gülle gibi giriyor ve her şeyi eziyordu. Dışarı kaçmaya çalışanlar, ateş edilip öldürülüyordu. Apaçiler yine de direndi, sanki ölüleri tekrar hayata dönüyordu. Kanlar içinde yerlerde sürünen yaralılar bile savaşıyordu. Kıyafetlerinden, kabile büyücüsü olduğu anlaşılam biri meydana çıktı. Durmadan ateş ediyor, hedefi hiç sektirmiyordu. Sanki görünmez bir güç onu koruyormuş gibi, kurşunlar çevresinde uçuşuyor ama ona deymiyordu. Katliamın ortasında, kaybedenler arasındaki galipgalip, ölüler arasındaki canlı olarak ayakta duruyordu. Saatler geçti ama savaş durmadı. Bağırış çağırış azaldı, kesilmeyen ölüm şarkısı mırıltıya döndü ama kayalar yuvarlanmaya, kurşunlar yağmaya devam ediyordu. Bu noktada insan kendine, tüm bu güçlerin boşuna mı harcandığını, katliamın başarısız mı olduğunu sorabilirdi. Brown ateşin kesilmesini emretti. Askerler süngü takarak ilerledi çünkü mağarada artık onlara karşı koyabilecek tek bir düşman bile kalmamıştı. Mağaranın içine girdiklerinde en gözü dönmüşlerinin bile dehşetten kanı dondu. Her yerde ezilmiş, parçalanmış bedenler vardı. Tek bir savaşçı bile hayatta değildi. Tutsak almak için tüm kabileden sadece on sekiz kadın ve altı küçük çocuk buldular. Onlarda galipleri eşlik edecek kadar sağlam değildi. Bu korkunç katliam, Apaçilerin sonunun başlangıcı oldu. O dönem, Arizona ve New Mexico’da yirmi bin kadar Apaçi vardı. 1875’de en fazla yedi bin, 1890 yılındaysa sadece birkaç yüz kişiydiler. Hemen hemen tüm şefleri öldürülmüştü. Geronimo, yenilgiyi asla kabullenmeden tek başına direndi. “İki yüz seksen dokuz silahlı yoldaşım daha var!” diyordu gururla. İki yüz insanın ölümünden sorumlu tutulduğu zamansa, “Daha intikam alacağım düşmanlar var!” diyerek karşılık verdi. Tehdidini yerine getirme fırsatı bulamaması, onlar için büyük bir şans. Kısa süre sonra Geronimo, tüm insanları alt edebilecek tek rakibe, geçip giden zamana yenik düşerek öldü.
·
25 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.