Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

112 syf.
·
Puan vermedi
·
3 saatte okudu
Bu incelemede hiçbir canlıya zarar verilmemiştir.
Mizah ve hicvi dil, Tanzimatın bir gerekliliği gibi görülür. Birbirinden tuhaf insanlık durumlarına el atan bu yapıtlar, yeni yazarlar için de inanılmaz bir ilham kaynağıdır çünkü içinde yaşadıkları, içten içe eleştirip susmak zorunda kaldıkları şeyleri en iyi bu romanlardan cesaret alarak yazarlar. Dönemin usta kalemi Ahmet Mithat, yaşanan baskı ve sansüre rağmen bu dilini çoğu zaman korumaya çalışmış ve kendinden sonrakileri etkilemek, yazın dünyasında geliştirmek için pek çok öğrenci yetiştirmeye gayret etmiştir. İşte bu şahıslardan biri, ilerleyen yıllarda kendi adını ve prestijini oluşturacak olan Hüseyin Rahmi'dir. İlk hikâyem ve çabam dediği Şık romanı, ilk taslağı ile birlikte Ahmet Mithat'a sunulduğunda, Gürpınar henüz gençliğinin baharında, heyecanlı; çevresine karşı vahim gördüğü durumları şimdiden eleştirmeye açık bir talebedir. O taslağı gönderdiği günün akşamında bu işe hangi cesaretle kalkıştığına kızar. Toyluğuna kızar, ki yıllar sonra bu hâline güleceği, onu geliştirdiğini ifade edecek olan toyluğuna. İlginçtir, aklımızı ve karakterimizi yetiştiren olayların bizi en başında hüsrana uğratmak sorumluluğunda, bilinçsiz bir çabada oluşu. Gürpınar da bu hâl ve sorumluluklardan, kimi zaman eziyet dolu günlerden nasibini fazlasıyla almıştır ki uykusuz kaldığı gecenin ertesi sabahında yepyeni bir dünyaya adım atar. Ahmet Mithat yazısını çok beğendiğini ve buna bir son yazmasını isteyerek ilerleyen zamanlarda yayımlanacağını bildirir. Ve bir son, ancak bu kadar hak edilir olacaktır. Şık, bir isimden ya da karakterden çok aslında değişmeye başlayan bir kültürün kendisidir bana göre. Batının sosyal, kültürel, teknolojik hulâsa yenilik adı altında her türlü keşfini başka topraklarla, özellikle ülkemizle, paylaştığı kimi zamansa dayattığı bir kültür aktarımının örneğidir. Bu aktarımın sağlıklı olması açısından da iki yolu mevcuttur: Doğru olanı alıp yanlış olanıysa geri dönüşü olmadan içine katmamak. Sebep sonuçlarını uzunca burada belirtmeye lüzum görmüyorum ki Şöhret Bey'in hikâyesini okuyanlar zaten sağduyunun ne kadar mühim olduğunu anlayacaklardır. Burada belirtmek istediğim temel konu alafranga âdetlerin, günümüzün anlayışıyla "özenti" kavramının bireyselden toplumsala kadar ulusal kültüre ne çeşit bir zehir buluştırdığı ihtimalidir. Modanın anlayışı bedenleri şekilden şekle sokarken, teknolojik faaliyetler doğayı kısırlaştırıp çeşitliliği azaltırken ve sanatsal, sportif aktivitelerin ticaretin kurbanı oluşunu izlerken insanın kanı donacak gibidir. Çıkarlar son bulmaz, kazanç temel amaç olarak görülür, eskinin kabule yakışır bir tarafı kalmadan bunlar 'tanzim' edilir. Kelimeye dikkat edelim lütfen; tanzim. Osmanlı Devleti'nin son çare olarak gördüğü ardından toplumu bu zamana kadar yepyeni ilkelerle birleştirdiği dönemi ifade eder. Ancak devletin politika, ekonomik vb. iyileşmesini esas alan bu düzenlemeler halk nezdinde kültürel bir yozlaşmanın da başlangıcı sayılır. Çünkü halk bununla nasıl mücadele edeceğini bilemez. Bilemediği için neyin doğru neyin yanlış olduğunu idrak edemez. Bir koşu müsabakasını izlerken hayranlıkla koşuculara bakan, ardından benim onlardan neyim eksik diye düşünüp bedensel engelliliğini bir kenara bırakarak düşlere dalan biçare insan gibidir bu bilinmezlik. Yeterli sabrı sebati gösterecek olsa belki içinde duyduğu tatmini giderecek ve sonrasında yeni şeyler denemekten korkmayacaktır. Ancak unuttuğu bir şey vardır bu insanın; ne kadar ilerlerse ilerlesin yarışı tamamlayanların gerisinde olmak durumunda kalacaktır. Gelişimi ardından yaşayacağı tökezleme kendi durumuna has bir biçimde olacaktır fakat belirsizlik dediğimiz olgu burada devreye girerek onu hep daha ilerisine götürmek isteyen bir arzusu olacak, doğru gördüğü yanlışları muhtevasına almakla biçimi bozulmaya başlayacaktır. Burada belirttiğimiz bedensel engelinden muzdarip olan şüphesiz ki Osmanlı'dır. Ülkenin dört bir yanından aldığı yaraları iyileştirme çabası olarak yukarıda saymış olduğumuz ve daha fazlasıyla birlikte alması Tanzimat adını alacaktır. Belirsizlik, yaratılması bir düş olarak görülen, yıkılmaya karşı direnç gösteren, temellerini yeniden kurmaya çalışan ancak sonuçları da kendisi gibi belirsiz kalan Osmanlı'nın yenilikleridir. Yarışa katılanlar diğer devletler iken bundan zararlı çıkacak olanlarsa hep halk olacaktır. Halkın oluşturduğu kendine has kültürü ne kadar korunabilirse ileriki kuşaklara o kadarı aktarılabilecektir. Bugün, bu belirsizliklerin sebep ve sonuçlarını daha net görebiliyoruz; daha parlak olması gerekirken yozlaşmış ve unutulmaya mahkum bırakılmış olarak. Folklor çalışmaları gösteriyor ki, bir toplumu ileriye götürecek ilkelerin başında ulusallığını korumanın müthiş bir payı var. Kendi mozaiğini, diğer ulusların parçalarına katma derdine girmeden, yalnızca bu değişim ve gelişimden gerektiği kadarını sunabilmek çabası mühimdir. Bu çaba aynı zamanda sahip olduğumuz parçaları yıkmamaya özen göstermek, onları koruyup sahip çıkabilme arzusunu da beraberinde getirir. Bu yüzden devletin ve onu içine alan halkın ciddi sorumlulukları bulunur. Şüphesiz ki gelişen dünyamız yeniliklere kapı aralamayı her zaman bildiği şekilde yapacaktır. Yüzyıllardır yenilik ve ardından gelen açıklık ilkeleri için türlü yaftalamalar, türlü yakıştırmalar hâlen yapılıyor ve yapılmaya devam edecektir. Belki de söylediğim bunca şey birer düşünceden ileriye gidemeyecek, bilinmeyen bir zamanda kaybolup unutulacaktır. Ancak kalben inanıyorum ki bireysel hayatlarımızda 'öz' dediğimiz ruhtan yoksun kalıp kendimizi kaybettiğimiz ne kadar aşikarsa yaşadığımız toplumun özünden kopması da o kadar aşikardır. Bu yüzden bunları söylemeyi kendime vazife görüyorum. Bilinen bir gerçek de şudur ki bireylerin, ailelerin veya sektörel faaliyetlerin dayatmaları ile "doğru olan" kalıpları her dönem değişime mahkumdur. Bu da kültürün, gelenek ve göreneklerin; teknolojik ve sanatsal faaliyetlerin kendi içinde değişime tabi olduğunu gözler önüne serer. Şüphesiz ki Tanzimat Dönemi, yeni nesil Türkiye'yi anlama ve anlamlandırma konusunda bizlere düşünmeye açık çok fazla belge sunar. Bu doğrultuda doğruyu yanlışı, gerekli ile gereksizi, zararından yararını bulacağımız envai çeşitte örnek bulacağız. Bulmaya devam etmeliyiz. Korunan özden yepyeni zihinlerin doğabildiğini görebilmeyiz. Bu yüzden Tanzimatı anlamak ve gerekliliklerini görme kanaatindeyim. Çünkü bir ağacın dallarına erişmemizi sağlayan şey, o ağacın temellerini saran köklerinde yatar.
Şık
ŞıkHüseyin Rahmi Gürpınar · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 20223,002 okunma
·
1 artı 1'leme
·
48 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.