Ben küçükken aşılar okullarda yapılırdı.
Doktor ve hemşireler resmi bir araç ve elinde kocaman çantalarla okula geldikleri anda tüm okulu dilden dile büyüyen bir korku kaplardı.
Sınıflarda titreyerek, bir kısmımız da iğne korkusu ile avaz avaz ağlayarak aşı sıramızı beklerdik.
Birden sınıfa beyaz önlüklüler girdiğinde çocuklar köşe bucak kaçar, öğretmenler yakalayıp kolunu tutar, beyaz önlüklü iğneyi batırırdı.
Ben aşı sıramı beklerken başıma gelecek korkunç iğne felaketini kabullenmekten başka çare bulamamıştım.
Sonunda sıra bana geldi.
Beyaz önlüklü, iğneyi koluma batırdı.
Bir sinek çimdiklemesi hissinden başka bir şey hissetmedim.
-Bu kadar mı, diye sordum.
-Evet, bu kadar, dediler.
Üstelik iğne de hiç sandığım kadar büyük değilmiş.
Gerçeğin kendisi beynimin içinde yaşadığım, hayal gücümle büyüttüğüm korkulardan çok daha hafifmiş.
Aslında iğne yapılana kadar yaşadığım acılar, iğnenin gerçek acısından çok daha büyükmüş.