Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

_UYUYORSUN! Rüyadasın. Gece gündüz demeden rüya görüyorsun. Bazen açık bazen de kapalı gözlerle. Hakikat değilsin. Rüya gören bir zihin, hakikati göremez ve hakikati de bir hayale dönüştürür. Gerçekle yüzleşirsen gerçek, hakikate dönüşür; kaçarsan yalanlar içerisinde yaşarsın. Uyan! Uyanık ol. Uyanık olmak hedeftir. Sessizlik içinde düşünerek uyanırsın ve her şeyin farkına varıp arınırsın. Bu bir eylem değil, oluştur. Elindeki elmas’ın değersiz bir taş olduğunu fark ettiğinde o, kendiliğinden düşüverir ve gerçek hazineleri ararsın ve o hazineler burada, “şimdi”dedir. Gürültü ise uyuyakaldığın yerdir. Sessizlik, kişinin uyandığı yerdir ve gürültülü zihin ise kişinin uyuyakaldığı yerdir. Eğer zihnin gevezelik etmeye devam ederse uyuyorsun. Sessizce otururken zihin kaybolursa ve sen kuşların gevezeliklerini duyabilirsen ve içerde zihinsizsen; bir sessizlik, kuşun bu ıslığı, ötüşü ve zihinsizlik kafanda işliyor, tam sessizlik. O zaman farkındalık içinde yükselir. O dışardan gelmez, içinden yükselir, içinde gelişir. Aksi halde unutma: Uyuyorsun. _Uyanıkken tek bir ortak dünya vardır; uyuyanlarınsa her birinin kendi özel dünyası vardır. Rüyalar özeldir, hakikat özel değildir. Bu dünya gerçek dünya değil. Var olmadığından değil —vardır— ama sen onu bir hayal ekranı aracılığıyla görüyorsun. Arada bir bilinçsizlik var; ona bakıp kendi tarzında yorumluyorsun; tıpkı bir ayyaş gibisin. İnsanlar rüyada, uykuda, arzuları tarafından tamamıyla zehirlenmiş bir biçimde yaşadılar ve var oluşa arzularının içinden baktılar. O zaman da o gerçek var oluş değildi; kendi uykularını onun üzerine yansıttılar. Tüm var oluşu bir ekran gibi alıp kendi zihnini onun üzerine yansıtıyorsun. Orada olmayan şeyleri görüyor ve orada olan şeyleri de görmüyorsun. Tüm yanlış şeyler yanlıştır, kendisi yüzünden değil, sen karanlıkta yaşadığın için. Farkında olduğunda her şeyi kullanabilirsin. Hatta zehir bile sen farkında olduğunda iksire dönüşür. Ve sen uykudayken iksir bile bir zehir halini alır; çünkü her şey senin uyanık olup olmamana bağlıdır. Eylemlerin bir anlamı yoktur. Önemli olan sensin, senin farkındalığın, senin bilinçli, dikkatli olmandır. Yapıp ettiğinle bir alakası yok. *** _Düşünmeden var olduğunda o bir iletişimdir. Düşünmeden şimdiki anın içerisinde olduğunda ilk kez maneviyatınla temas kurdun demektir. Yeni bir boyut açılır; bu boyut farkındalıktır. _İnsanlar uyanık anlarında da en az uyurken ki kadar bilinçsizdirler. Bu uyku sarhoşluk gibidir. Neden olduğunu bilmeden âşık oluyorsun; neden olduğunu bilmeden kızıyorsun. Bahaneler buluyorsun elbette; yaptığın her şeyi mantıklı hale sokuyorsun ama mantıklı olmak farkındalık değildir. Farkındalık, anda olan her şeyin tam bir bilinçlilikle gerçekleşiyor olması anlamına gelir. _O kadar öfkeliydiler ki nefretleri onları ele geçirdi. Ve sen öfkeliyken bedenin sarhoş edici zehirler salgılar, kanın zehirlenir. Öfke içinde olmak geçici deliliktir. Ve kişi o anı tamamıyla unutacaktır çünkü farkında dahi değildi. Ve insanlar böyle âşık oluyorlar, birbirlerini öldürüyorlar, intihar ediyorlar ve her türlü şeyi yapıyorlar. _Sadece zihin yokken bilirsin, asla önce değil. Sen neredeysen orası tam olarak mevcut olmadığın yerdir. Belki başka bir yerdesin ama orada, olduğun yerde değilsin. Neredeysen orada değilsin. _Düşünceler çok ince nesnelerdir, onlar maddidir. Düşünceler manevi değildir çünkü maneviyat boyutu ancak düşünceler yoksa başlar. Düşünceler maddi şeylerdir, çok incedir ve tüm maddi şeylerin bir alana ihtiyacı vardır. _Beden bir ev gibidir ama zihin hep seyahattedir; sahip hep başka diyarlarda geziyor ve ev hep boş kalıyor. *** _Farkındalığın mucizesi farkında olmak dışında hiçbir şey yapmana gerek olmamasıdır. İzliyor olman gerçeği, onu değiştirir. Sıradan yiyecekler dahi farkında olursan lezzetli olur; farkında değilsen en lezzetli yiyeceği bile yesen tadı olmayacaktır. Yavaşça ye, farkında olarak; her ısırığın tadına varılmalı, çiğnenmeli. Kokla, dokun, meltemi ve güneş ışınlarını hisset. Aya bak ve farkındalığın dingin havuzu ol ve ay muhteşem güzelliğiyle üzerinde yansıyacaktır. Ve izlediğinde bir berraklık ortaya çıkar. Niçin berraklık izlemekten doğar? Daha çok farkında oldukça tüm telaşın giderek yavaşlar. Daha zarif hale gelirsin. İzledikçe geveze zihnin daha az gevezelik yapar çünkü gevezelik haline gelen enerjin dönüşür ve farkındalık halini alır; o aynı enerjidir! Artık giderek daha fazla enerji farkındalığa dönüşür ve zihin besinini elde edemez. Düşünceler giderek incelmeye başlayacaktır, kilo kaybedecektir. Yavaş yavaş ölmeye başlayacaklar. Ve düşünceler ölmeye başladıkça berraklık ortaya çıkar. Artık zihnin bir ayna haline geldi. _Beden zevki bilir, zihin hoşnutluğu bilir, kalp coşkuyu bilir ve dördüncüyse sonsuz mutluluğu bilir. Sonsuz mutluluk amaçtır ve farkındalık da ona doğru giden yoldur. _Sevinç içinde hayatın, sevginin, meditasyonun, dünyanın güzelliklerinin, var oluşun sonsuz mutluluğunun tadını çıkart diyorum; her şeyin tadını çıkart. Dünyevi olanı kutsala dönüştür. Yeryüzünü cennete dönüştür. Farkındalık ölümsüzdür. *** _Din, çok ilkel bir uyuşturucudur. Yalnızca uyuşturucular ve alkol değil; sözde dinler de afyon olarak işlev görmüştür. Bu yüzden de tüm dinler uyuşturuculara karşıdır. Sebep onların gerçekten uyuşturucuya karşı olmaları değildir. Sebep uyuşturucuların rakip olmasıdır. Elbette insanların uyuşturucu kullanmaları engellenebilirse, onlar eninde sonunda rahiplerin tuzağına düşeceklerdir çünkü bu elde kalan tek şeydir. Bana göre tek gerçek din, meditasyondur. Tüm diğerleri hokus-pokustur. Ve afyonun farklı markaları vardır —Hıristiyanlık, Hinduizm, Müslümanlık, Jainizm, Budizm— ama bunlar sadece farklı markalardır. Kutusu ayrıdır ama içindeki aynıdır; hepsi de bir şekilde senin ıstırabına kendini uydurmana yardım eder. _Rahipler çok başarılı çünkü özgürlüğü hapishaneye çevirdiler, hakikati dogmaya çevirdiler; farkındalığın düzlemindeki her şeyi uykunun düzlemine dönüştürdüler. _Tanrıların senden farklı olamaz. Onları sen yaratıyorsun. Seninki gibi gözleri ve zihinleri var! Ve sen rüyalarından dinler, tanrılar, dualar, ibadetler yarattın; tanrıların da diğer tüm şeyler gibi rüyalarının bir parçası. *** _Sadece nefes aldığın için canlı sayılmazsın. Bitkisel olarak yaşamak hayat değildir. Uyanmış olanlar haricinde hiç kimse gerçekten yaşamıyor. Sen cesetsin —yürüyen, konuşan, bir şeyler yapan— robotsun. _Aslında birisine sahip olduğunda ondan nefret edersin, onu yok edersin, onu öldürürsün: Aşk özgürlük vermelidir; aşk özgürlüktür. ****** ****** _UYKU_ _İnsan, uykudadır. O, kendisinin uyanık olduğunu düşünse bile öyle değildir. Doğumdan ölüme dek uyku alışkanlığını değiştirir durursun; geceleyin uyursun, gündüzleri uyursun ama sahiden hiç uyanmazsın. Sadece gözlerini açıp da uyanıkmışsın gibi kendini kandırma. Ruhsal gözler açılmadan —için tamamen ışıkla dolmadan, kim olduğunu, kendini görmeden— uyanık olduğunu düşünme. Bu insanın yaşadığı en büyük yanılsamadır. Ve bir kez zaten uyanık olduğunu kabul edersen, o zaman uyanmak için bir çabaya girmek söz konusu olmaz. _Gece demeden, gündüz demeden rüya görüyorsun. Bazen açık, bazen de kapalı gözlerle ama rüya görüyorsun; sen bir rüyasın. Henüz bir hakikat değilsin. Elbette rüyada ne yaparsan yap anlamsızdır. Ne düşünürsen düşün bir şey ifade etmez, ne tasarlarsan tasarla hayallerinin bir parçası olur ve senin var olanı görmene hiçbir zaman izin vermez. Bu nedenle tüm Budalar tek bir şey üzerinde ısrarcı oldular: Uyan! Yüzyıllardır sürekli verdikleri öğretiler tek bir söze sığdırılabilir: Uyanık ol. Ve onlar, içinde uyanabilmen için şoklara maruz kalacağın ortamlar, enerji alanları ve mekânlar yaratmakta; yöntemler, stratejiler geliştirmektedir. Evet şoka uğramazsan, temellerine kadar sarsılmazsan uyanmayacaksın. Uyku o kadar uzun süredir var ki, varlığının merkezinin ta içine kadar ulaşmış durumda; içine batmış durumdasın. Bedeninin her hücresi ve zihninin her köşesi uykuyla dolmuş durumda. Bu küçümsenecek bir olay değil. Dolayısıyla uyanık olmak, dikkatli olmak, tanık olmak için görkemli bir çaba gerekmekte. Tıpkı denizin tuzlu olması gibi Budalığın tadı uyanıklıktır. Zerdüşt, Lao Tzu, İsa, Buda; tüm uyanmış olanlar tek bir şey öğretmekteler. Farklı dillerde, farklı mecazlarla ama şarkıları aynı. _Ve sen rüyalarından dinler, tanrılar, dualar, ibadetler yarattın; tanrıların da diğer tüm şeyler gibi rüyalarının bir parçası. Politikan rüyalarının bir parçası, dinlerin rüyalarının bir parçası, şiirlerin, resimlerin, sanatın; her ne yapıyorsan. Çünkü sen uykudasın. Yaptıklarını kendi zihinsel durumuna uygun olarak yapıyorsun. _Tanrıların senden farklı olamaz. Onları sen yaratıyorsun. Seninki gibi gözleri ve zihinleri var! Eski Ahit'te Tanrı der ki, "Ben çok kıskanç bir Tanrıyım!" Şimdi bu kıskanç Tanrıyı kim yarattı? Tanrı kıskanç olamaz ve eğer Tanrı kıskançsa o halde kıskanç olmanın neresi yanlış olabilir? Tanrı bile kıskançsa neden kıskanç olduğunda yanlış bir şey yaptığın sana öğretilsin ki? Kıskançlık ilahi bir şey! Eski Ahit'te Tanrı diyor ki, "Ben çok kızgın bir Tanrıyım! Benim emirlerime itaat etmezsen seni yok edeceğim. Sonsuza kadar cehennem ateşinde yanacaksın. Ve çok kıskanç olduğum için başka kimseye ibadet etme. Buna katlanamam." Kim böyle bir Tanrıyı yarattı? Bunu sen kendi kıskançlığından, kendi kızgınlığından yaratmış olmalısın. Bu senin tasarımın, senin gölgen. Bu seni yankılandırıyor, başka kimseyi değil. Ve bu tüm dinlerin tüm tanrıları için geçerli. Bu nedenledir ki Buda hiçbir zaman Tanrı hakkında konuşmamıştır. "Tanrı hakkında uykudaki insanlara konuşmanın ne anlamı var? Uykularında dinleyecekler. Onlara ne söylesem rüyasını görecekler ve kendi tanrılarını yaratacaklar; bu da kesinkes sahte olacak. Böyle tanrılara sahip olmamak en iyisi" demiştir. Onun tek ilgilendiği seni uyandırmaktır. _Normal insanlık tamamen uykuda. Hayvanlar bile o kadar uykuda değil. Hiç bir kuşu ağaçta otururken gördün mü; etrafında olup bitenleri öylesine zekice gözlemeye devam eder ki? Kuşa doğru yürürsün; izin verdiği belli bir alan vardır. Onun ötesine bir adım daha at ve uçup gider. Onun kendi alanıyla ilgili belli bir farkındalığı vardır. _Sadece farkında olduğun oranda canlısın. Yaşamla ölüm arasındaki ayrım farkındalıktır. Sadece nefes aldığın için canlı sayılmazsın, sadece kalbin attığı için canlı sayılmazsın. Bitkisel olarak da yaşayabilirsin ama bitkisel olarak yaşamak hayat değildir. Uyanmış olanlar haricinde hiç kimse gerçekten yaşamıyor. Sen cesetsin —yürüyen, konuşan, bir şeyler yapan— robotsun. Uyanıklık hayata giden yoldur diyor Buda. Daha uyanık hale gel ve daha fazla canlanacaksın. Ve hayat Tanrıdır; başka bir Tanrı yoktur. Bu yüzden Buda hayat ve farkındalık hakkında konuşur. Hayat amaçtır ve onu elde etme tekniği, yöntemi de farkındalıktır. _Ahmak uyur. Herkes uyur, yani herkes aptaldır. Hakarete uğramış hissetme. Gerçekler olduğu gibi ortaya konulmalıdır. Uykuda yaşıyorsun; o yüzden tökezliyorsun, yapmak istemediğin şeyleri yapıp duruyorsun. Yapmamaya karar verdiğin şeyleri yapıp duruyorsun. Doğru olmadığını bildiğin şeyleri yapmaya devam ediyorsun ve doğru olduğunu bildiğin şeyleri yapmıyorsun. Bu nasıl mümkün olabilir? Neden dosdoğru yürüyemiyorsun? Neden sürekli yan yolların tuzağına düşüyorsun? Neden sürekli yanlış yola sapıyorsun? Olan şey bu. Yaşamını izle; yaptığın her şey o kadar kafa karıştırıcı ki, kafanı karıştırıyor ki. Hiç netliğin yok, hiçbir algılaman yok. Uyanık halde değilsin. Göremezsin, duyamazsın; elbette ki duyabilecek kulakların var ama içerde onu anlayacak kimse yok. Kesinlikle gözlerin var ve görebilirsin ama içerde kimse mevcut değil. O yüzden gözlerin görmeye, kulakların duymaya devam ediyor ama hiçbir şey anlaşılmıyor. Ve her adımda tökezliyorsun, her adımınla yanlış bir şey yapıyorsun. Ve hâlâ farkında olduğuna inanmaya devam ediyorsun. Bu fikri tamamen bırak. Onu bırakmak çok büyük bir sıçramadır, çok büyük bir adımdır çünkü bir kez "Ben farkındayım" fikrini bırakırsan farkında olmak için araçlar ve yöntemler aramaya başlayacaksın. Bu durumda içinde yer etmesi gereken ilk şey uykuda, tamamen uykuda olduğundur. _Buda diyor ki: "Ahmak zaten ölüymüşçesine uyur ama usta uyanıktır ve sonsuza dek yaşar." Farkındalık ölümsüzdür, ölümü hiç bilmez. Sadece farkında olmamak ölür. Demek ki bilinçsiz olarak, uykuda kalırsan yeniden ölmen gerekecek. Tüm bu tekrar tekrar ölmek ve doğmak perişanlığından kurtulmak istersen tamamen uyanık hale gelmen gerekecek. Bilinçte yükseklere daha yükseklere ulaşman gerekecek. _Ancak entelektüel haritalar sende bir arzu uyandırabilir, bir istek yaratabilir. Potansiyelin, mümkün olanın farkına varmanı sağlayabilir; senin göründüğün şey olamadığın, çok daha fazlası olduğunu fark etmeni sağlayabilir. *** _TADINI ÇIKARMAK VE VAZGEÇMEK_ _Ben hiç vazgeçme sözcüğünü kullanmam. Ben, sevinç içinde hayatın, sevginin, meditasyonun, dünyanın güzelliklerinin, var oluşun sonsuz mutluluğunun tadını çıkart diyorum; her şeyin tadını çıkart. Dünyevi olanı kutsala dönüştür. Yeryüzünü cennete dönüştür. Ve sonrasında dolaylı olarak bir nevi vazgeçiş gerçekleşir. Ama bu olur, sen yapmazsın. Bu bir eylem değil, oluştur. Aptallığından vazgeçmeye başlarsın; pislikten vazgeçmeye başlarsın. Anlamsız ilişkilerden vazgeçersin. Varlığını doyurmayan işlerden vazgeçmeye başlarsın. Gelişmenin mümkün olmadığı yerlerden vazgeçersin. Fakat ben onu vazgeçiş olarak adlandırmıyorum, ben ona anlayış, farkındalık diyorum. Şayet elinde elmas olduğunu düşündüğün taşları taşıyorsan sana taşlardan vazgeç demeyeceğim. Ben sadece, "Dikkat kesil ve tekrar bak!"diyeceğim. Sen kendi kendine onların elmas olmadığını görürsen onlardan vazgeçmene gerek var mı? Onlar kendiliğinden ellerinden düşüverecektir. Hâlâ onları taşımak istersen büyük bir irade göstermen gerekecek. Fakat bir kez onların değersiz, anlamsız olduğunu gördükten sonra onları fazla uzun süre taşıyamayacaksın; onları fırlatıp atacaksın. Ve bir kez ellerin boş kaldığında, gerçek hazineleri arayabilirsin. Ve gerçek hazineler gelecekte değildir. Gerçek hazineler tam şimdi, buradadır. *** _FARELER VE İNSANLAR_ _Yapmakta olduğumuz şeyleri yapmakta o kadar yetkinleştik ki, onu yapmak için hiçbir farkındalığa ihtiyaç kalmadı. Mekanik, otomatik hale geldi. Robotlar gibi işliyoruz. Henüz insan olmadık; makineyiz. Rus fizyolog Pavlov ve Amerikalı psikolog Skinner insanlar hakkında yüzde 99.9 oranında haklılar: Onlar insanın güzel bir makine olduğuna inanıyorlar, hepsi bu! Onun içinde ruh yok. Onlar yüzde 99.9 haklı diyorum; küçük bir farkla tutturamıyorlar sadece. Bu küçük farkj Budalardır, uyanmış olanlardır. _Skınner bir Buda'yı nereden bulsun? Hatta bir Buda'yı bulsa bile onun önceden belirlenmiş önyargıları, düşünceleri görmesini engelleyecekti. O farelerini görmeyi sürdürecekti. Farelerin anlayamadığı hiçbir şeyi anlayamaz o. Ve o insanı bir farenin büyütülmüş hali olarak tahayyül ediyor. Ve ben yine de onun insanlığın çok büyük bir kısmı hakkında haklı olduğunu söylüyorum; onun çıkarımları yanlış değil ve Budalar onunla sözde normal insanlar konusunda aynı fikirde olacaktır. *** _ZİHİN VE BİLİNÇ_ _İnsan düşmüş bir haldedir. Aslında Hristiyanların Adem'in düşüşü, kovulması meselinin anlamı budur. Neden Adem ve Havva cennetten kovuldular? Kovuldular çünkü bilgi meyvesini yediler. Kovuldular çünkü zihinlere dönüştüler ve bilinçlerini kaybettiler. Zihin haline gelirsen bilincini yitirirsin; zihin uykudur, zihin gürültüdür, zihin mekanikliktir. Zihin olursan bilinç kaybedersin. Öyleyse yapılması gereken tüm şey tekrar bilinçli olmak ve zihni kaybetmektir. Sisteminde bilgi olarak topladığın şeyleri çöpe atmak zorundasın. _Seni uykuda tutan şey bilgidir; dolayısıyla bir insan ne kadar çok bilgiliyse o kadar çok uykudadır. Bu benim de gözlemlediğim şeydir. Masum köylüler profesörlerden ve tapınaklardaki punditlerden çok daha fazla uyanık ve tetiktedir. Üniversitelerdeki akademisyenler kutsal inek pisliğinden başka bir şey değillerdir. Hiçbir anlamı olmayan gürültüyle dolu zihinler ve hiç bilinç yok. Doğayla uğraşan insanlar —çiftçiler, bahçıvanlar, oduncular, marangozlar, boyacılar— üniversitelerdeki dekanlardan, rektör yardımcılarından, rektörlerden çok daha fazla uyanıktırlar. Çünkü doğayla uğraştığında, doğa uyanıktır. Ağaçlar uyanıktır; onların uyanık olma tarzları kesinlikle farklıdır ama onlar çok uyanıklardır. Artık onların uyanıklıklarının bilimsel kanıtları da mevcuttur. Eğer bir ormancı ağacı kesme maksadıyla elinde baltasıyla gelecek olursa onun geldiğini gören tüm ağaçlar korkudan titrerler. Artık ağacın mutlu mu, mutsuz mu; korkmuş mu, korkmamış mı; üzgün mü, sevinç içinde mi olduğunu ölçecek aygıtlar var. Eğer bir ormancı bir ağaç kesme maksadı olmadan sadece oradan geçiyorsa hiçbir ağaç korkmaz. Titreşimlerin ağaçlar tarafından çözülebildiği anlamına geliyor bu. Ormana gidip bir hayvanı öldürürsen sadece hayvanlar alemi sarsılmaz, ağaçlar da sarsılır. Papağanlar etkilenir, kaplanlar etkilenir, yeşilliklerin yaprakları etkilenir. Katliam olmuştur, yok etme gerçekleşmiştir, ölüm gerçekleşmiştir; etraftaki her şey etkilenir. Anlaşılan o ki, en fazla uykuya dalmış olan insandır *** _FREUD VE KOZMİK BİLİNÇ_ _Freud çok büyük bir öncüdür; elbette ki bir Buda değildir ama hâlâ çok önemli bir adamdır çünkü insanın içinde çok büyük bir bilinçaltının gizli olduğu fikrinin insanlığın çoğunluğunca kabul edilmesini sağlamış ilk kişidir. Bilinçli zihin yalnızca onda birdir ve bilinçaltı zihin bilinçten dokuz kat daha büyüktür. Sonra onun takipçisi olan Jung daha da ileriye gitti, biraz daha derine indi ve kolektif bilinçaltını keşfetti. Bireysel bilinçaltının ötesinde kolektif bir bilinçaltı mevcuttur. Artık, mevcut olan bir şeyi daha keşfedecek birilerine de ihtiyaç var ve umut ediyorum ki er ya da geç sürmekte olan psikolojik araştırmalar onu; kozmik bilinçaltını keşfedecektir. Budalar ondan hep bahsetmiştir. _Bu durumda biz son derece kırılgan bir şey olan, varlığının çok küçük bir parçası olan bilinçli zihin üzerine konuşabiliriz. Bilinçli zihnin arkasında bilinçaltı zihin vardır; belirsizdir. Onun fısıltılarını duyabilirsin ama ne olduğunu çıkaramazsın. O her zaman bilincin ardında durup onun iplerini çekmektedir. Üçüncüsü ise sadece rüyalarında yahut uyuşturucu kullandığında karşına çıkan bilinçsiz zihindir. Sonra kolektif bilinçaltı gelir. Onunla sadece kendi bilinçaltı zihnin içinde çok derin araştırmalara girecek olursan karşılaşırsın; ancak o zaman kolektif bilinçaltıyla karşılaşırsın. Ve hatta daha da ileri gidersen, daha derine inersen kozmik bilinçaltına geleceksin. Kozmik bilinçaltı doğadır. Kozmik bilinçaltı bugüne kadar yaşamış olan tüm insanlıktır; o senin bir parçandır. Bilinçaltı, toplumun sende bastırdığı, ifade etmene izin vermediği senin bireysel bilinçaltındır. Dolayısıyla geceleyin arka kapıdan rüyalarına girer. _Ve bilinçli zihin. Ben onu sözde bilinçli zihin olarak adlandıracağım çünkü lafta kalır. O kadar zayıftır ki, sadece yanıp sönen bir ışık gibidir ama sadece yanıp sönmesine rağmen yine de önemlidir çünkü tohuma sahiptir; tohumlar da her zaman küçüktür. Muhteşem bir potansiyeli vardır. Artık yepyeni bir boyut açılmakta. Nasıl Freud bilincin altında bir boyut açtıysa, Sri Aurobindo da bilincin üzerindeki boyutları açmıştır. Freud ve Sri Aurobindo bu çağın en önemli iki kişisidir. Her ikisi de entelektüeldir; ikisi de uyanmış kişiler değildir ama insanlığa muhteşem hizmetleri dokunmuştur. Bizlerin yüzeyde göründüğümüz kadar küçük olmadığımızı ve bu yüzeyin muhteşem derinlikler ve yükseklikler sakladığını entelektüel olarak anlamamızı sağlamışlardır. _Freud derinliklere gitti, Sri Aurobindo yüksekliklere ulaşmaya çalıştı. Sözde bilinçli zihnimizin üzerinde gerçek bilinçli zihnimiz vardır: Bu sadece meditasyonla elde edilebilir. Sıradan bilinçli zihne meditasyona eklendiğinde, sıradan bilinçli zihin artı meditasyon olduğunda gerçek bilinçli zihin halini alır. Gerçek bilinçli zihnin ötesinde süperbilinçli zihin vardır. Meditasyon yaptığında sadece bir anlığına onu yaşarsın. Meditasyon karanlıkta el yordamıyla ilerlemektir. Evet, bazı pencereler açılır ancak tekrar ve tekrar olduğun yere geri dönersin. Süperbilinçli zihin samadhi demektir; kristal berraklığında bir algılamaya sahip olmuşsundur, tümleşik bir farkındalığa ulaşmışsın demektir. Artık onun altına düşemezsin; o senindir. Uykuda bile seninle kalacaktır. Süperbilincin ötesinde kolektif süperbilinç vardır; kolektif süperbilinç dinlerde "Tanrı" olarak bilinen şeydir. Ve kolektif süperbilincin ötesinde tanrıların dahi ötesine geçen kozmik süperbilinç vardır. Buda onu Nirvana olarak adlandırır. Mahavira onu kaivalya olarak adlandırır, Hindu mistikler ona moksha demişlerdir; sen ona hakikat diyebilirsin. _Bunlar varlığının dokuz halidir. Ve sen varlığının sadece çok küçük bir köşesinde yaşıyorsun; küçücük bilinçli zihninde. Bu sanki birisinin bir sarayı varken onu tamamen unutup sundurmada yaşamaya başlaması ve bunun hepsi olduğunu düşünmesi gibi bir şey. _Neden varlığının yüksekliklerini keşfetmiyorsun? *** _İZLEMEK VE FARKINDALIK_ _Öğrenilmesi gereken tek şey izleyiciliktir. İzle! Yaptığın tüm eylemleri izle. Zihninden geçen her düşünceyi izle. Seni ele geçiren tüm arzuları izle. Küçücük hareketlerini bile; yürümeyi, konuşmayı, yemeyi, duş almayı izle. Her şeyi izlemeyi sürdür. Her şeyin izlemek için bir fırsat olmasını sağla. _Mekanik bir şekilde yeme, kendini tıka basa doldurmaya devam etme; çok farkında ol. Çok iyi çiğne ve fark et ve bu ana kadar ne kadar çok şeyi kaçırmış olduğuna şaşıracaksın çünkü her ısırık sana müthiş bir tatmin verecek. Farkında olarak yiyecek olursan yiyecekler daha bir lezzetli hale gelecek. Sıradan yiyecekler dahi farkında olursan lezzetli olur; farkında değilsen en lezzetli yiyeceği bile yesen tadı olmayacaktır çünkü fark edecek kimse yoktur. Kendini sadece tıkayıp durursun. Yavaşça ye, farkında olarak; her ısırığın tadına varılmalı, çiğnenmeli. Kokla, dokun, meltemi ve güneş ışınlarını hisset. Aya bak ve farkındalığın dingin havuzu ol ve ay muhteşem güzelliğiyle üzerinde yansıyacaktır. _Bir şeyi aklından çıkarma: İzlemeyi unuttuğunu anımsadığında üzülme, pişmanlık duyma yoksa yeniden vakit kaybediyorsun. Kendini harap etme: "Yine kaçırdım." "Ben bir günahkârım" diye hissetme. Kendini lanetlemeye başlama çünkü bu yalnızca vakit kaybıdır. Geçmiş için hiçbir zaman pişmanlık duyma! Anda yaşa. Unutmuşsan ne olmuş? Doğaldı bu; bu bir alışkanlık halini almıştı ve alışkanlıklar çok zor ölür. Ve bu alışkanlıklar bir tek hayatta özümsenmedi; bu alışkanlıklar milyonlarca hayatta özümsendi. Dolayısıyla birkaç anlığına dahi farkında kalabilirsen şükran duy. Bu çok az anlar dahi beklenenden çok daha fazlasıdır. _Ve izlediğinde bir berraklık ortaya çıkar. Niçin berraklık izlemekten doğar? Daha çok farkında oldukça tüm telaşın giderek yavaşlar. Daha zarif hale gelirsin. İzledikçe geveze zihnin daha az gevezelik yapar çünkü gevezelik haline gelen enerjin dönüşür ve farkındalık halini alır; o aynı enerjidir! Artık giderek daha fazla enerji farkındalığa dönüşür ve zihin besinini elde edemez. Düşünceler giderek incelmeye başlayacaktır, kilo kaybedecektir. Yavaş yavaş ölmeye başlayacaklar. Ve düşünceler ölmeye başladıkça berraklık ortaya çıkar. Artık zihnin bir ayna haline geldi. Ne mutlu ona! Ve bir kimsede berraklık varsa o kişi mutludur. Kafa karışıklığı sefaletin kökündeki nedendir; mutluluğun temelleri ise berraklıktadır. Ve artık o bilir ki ölüm yoktur çünkü uyanık olmak hiçbir zaman yok edilemez. Ölüm geldiğinde onu da izleyeceksin, izleyerek öleceksin; izlemek ölmeyecek. Bedenin kaybolacak, toza toprağa karışacak ama farkındalığın kalacak; kozmik bütünün bir parçası olacak. Kozmik bilinç haline gelecek. Bu yükseklikler senin doğuştan sahip olduğun haklardır. Şayet onları elde edemezsen sadece sen sorumlusun başka hiç kimse değil. Ne mutlu ona! Uyanık olmanın hayat olduğunu gördüğü için. Ne mutlu ona ki uyanmışların yolunu takip eder Mutluluk ve özgürlük arayışında büyük bir sebatla meditasyon yapar. ****** _BEDEN VE ZİHNİN FARKINA VARMAK_ _Farkındalığın ilk adımı bedenini izlemektir. Yavaş yavaş kişi her harekete, her mimiğe dikkat kesilir. Ve farkında oldukça bir mucize gerçekleşir; eskiden yapmakta olduğun pek çok şey kayboluverir. Bedenin daha gevşek hale gelir, bedenin daha uyumlu hale gelir, bedenini bile derin bir huzur kaplar, derinden bir müzik çalmaya başlar bedeninde. Sonra düşüncelerinin farkına varmaya başla; aynı şey düşüncelerinle de yapılmak zorundadır. Onlar bedeninden daha zor fark edilir ve elbette daha da tehlikelidirler. _Düşüncelerinin farkına vardığında içinde olup biten şeylere şaşırıp kalacaksın. Herhangi bir andaki düşüncelerini yazacak olursan büyük bir şaşkınlığa düşersin. İnanamayacaksın; "Bu mu içimden geçen şeyler?" Yalnızca on dakika yazmaya devam et. Kapıları kapat ve kapı ve pencereleri kilitle ki kimse içeri giremesin. Böylece dürüst olabilirsin. Ve bir ateş yak — bu sayede hemen ateşe atabilirsin— ki senin dışında kimse bilemesin. Ve sonra da samimi bir şekilde dürüst ol; zihninden her ne geçiyorsa yazmaya devam et. Yorumlamadan, düzeltmeden, değiştirmeden. Sadece olduğu haliyle, çıplak bir şekilde kağıdın üzerine dök. Ve on dakika sonra oku; içerde delirmiş bir zihin göreceksin! Bu deliliğin alttan alta akıp gitmeye devam ettiğinin farkında değiliz. Hayatındaki tüm önemli şeyleri etkiler. Ve tüm bunların genel toplamı da senin hayatın olacak! Öyleyse bu delirmiş adam değişmek zorunda. Ve farkındalığın mucizesi farkında olmak dışında hiçbir şey yapmana gerek olmamasıdır. İzliyor olman gerçeği, onu değiştirir. Yavaş yavaş delirmiş adam yok olur. Yavaş yavaş düşünceler belli şekiller almaya başlar: Artık kaotik değillerdir, artık daha bir kozmos haline gelmiştir. Ve tekrardan, daha da derin bir huzur yayılır. Ve, bedenin ve zihnin huzurlu olduğunda onların birbirleriyle uyum içerisinde olduğunu göreceksin; bir köprü vardır. Artık farklı yönlerde koşmuyorlar, başka atlara binmiyorlar. İlk kez arada anlaşma vardır ve bu anlaşma üçüncü adım üzerinde çalışmada son kertede yardımcı olur; bu da duygularının, hislerinin, ruh hallerinin farkına varmaktır. Bu en ince katmandır ve en zorudur ancak, şayet düşüncelerinin farkına varabilirsen yalnızca bir adım sonrasındadır. Duygularını, hislerini ve ruh hallerini fark etmeye başlamak için biraz daha yoğun bir farkındalığa ihtiyaç vardır. Bir kez bu üçünün farkına vardın mı hepsi tek bir olguda birleşir. Ve bu üçü bir olduğunda, mükemmel bir şekilde işlediğinde, beraberce titreştiğinde üçünün de müziğini hissedebilirsin —bir orkestra haline geldiler— ve dördüncü gerçekleşir. Onu sen yapamazsın; o kendiliğinden olur, o bütünden gelen bir armağandır. O, bu üçünü yapanlara verilen bir ödüldür. Ve dördüncüsü, bir kimseyi uyanmış yapacak olan nihai farkındalıktır. Kişi kendi farkındalığının farkına varır; dördüncü budur. Bu insanı bir Buda, uyanmış kişi yapar. Ve sadece bu uyanışta kişi sonsuz mutluluğun ne olduğunu bilir. Beden zevki bilir, zihin hoşnutluğu bilir, kalp coşkuyu bilir ve dördüncüyse sonsuz mutluluğu bilir. Sonsuz mutluluk amaçtır ve farkındalık da ona doğru giden yoldur. ****** _DÖNÜŞMEK_ _Dönüşmek sadece sen tüm enerjini ona verdiğinde gerçekleşir. Yüz santigrat derecede kaynadığın zaman buharlaşırsın, o zaman simyasal değişiklik gerçekleşir. O zaman yükselmeye başlarsın. Hiç gözlemlemedin mi? Su aşağı doğru akar ama buhar yukarı doğru yükselir. Tamamen aynı şey olur: Bilinçsizlik aşağı doğru gider, bilinç yukarı doğru. Ve bir şey daha: Yukarı doğru içe doğru ile eşanlamlıdır ve aşağı doğru da dışa doğruyla eşanlamlı. Bilinç içeri doğru gider, bilinçsizlik dışa doğru gider. Bilinçsizlik senin başkalarıyla; şeylerle, insanlarla ilgilenmeni sağlar ama her zaman başkalarıdır ilgilendiğin. Bilinçsizlik seni tamamen karanlıkta tutar; gözlerin her zaman başkalarına odaklanır. O bir çeşit dışsal alan yaratır, seni dışadönük yapar. Bilinç içsel alan yaratır. O seni içedönük yapar, seni içeriye doğru, derine daha derine götürür. Derine ve daha derine aynı zamanda yükseğe ve daha yükseğe demektir; ikisi eşzamanlı olarak gelişir, tıpkı bir ağacın gelişmesi gibi. Sen sadece onun yükseğe doğru gittiğini görürsün, köklerin aşağı doğru gittiğini görmezsin. Ama öncelikle köklerin aşağı doğru gitmesi gerekir, ancak o zaman ağaç yukarı doğru yükselir. Şayet bir ağaç göğe ulaşmak isterse en alta köklerini göndermek zorunda kalacaktır, mümkün olan en alttaki derinliklere. Ağaç her iki yönde de eşzamanlı olarak büyür. Tamamıyla aynı şekilde bilinç de yukarı doğru yükselir. Aşağı doğru köklerini senin varlığının içine gönderir. ****** _ISTIRABIN KÖKENLERİ – UYUŞTURUCU VE DİN_ _Sefalet bir bilinçsizlik halidir. Sefil durumdayız çünkü ne yaptığımızın, ne düşündüğümüzün, ne hissettiğimizin farkında değiliz; bu yüzden her an kendimizle çatışma halindeyiz. Eylem bir yönde giderken düşünce diğerinde gider, hisler ise bambaşka bir yere. Sürekli bölünüyoruz ve giderek daha çok parçalara ayrılıyoruz. Sefalet budur; bütünlüğümüzü, birlikteliğimizi yitiriyoruz. Tamamıyla merkezsiz kalıyoruz; sadece çeper. Ve doğal olarak da ahenksiz bir hayat perişan bir hal alacak, trajik olacak, bir şekilde taşınması gereken bir yük haline gelecek, ıstırap dolu olacak. En iyi ihtimalle kişi bu ıstırabı daha az sancılı yapabilir. Ve bin bir çeşit ağrı kesici mevcuttur. _Yalnızca uyuşturucular ve alkol değil; sözde dinler de afyon olarak işlev görmüştür. İnsanları uyuşturur. Ve doğaldır ki tüm dinler uyuşturuculara karşıdır çünkü bizzat kendileri bu pazarda mal satıyor; onlar rakiplerine karşı çıkıyor. İnsanlar afyon kullanırsa dindar olmayabilirler; dindar olmaları için bir nedenleri kalmayabilir. Onlar afyonlarını buldular neden dini önemsesinler ki? Ve afyon daha ucuzdur, daha az uğraşmaları gerekir. İnsanlar şayet esrar, LSD ve daha da rafine uyuşturucular kullanacak olursa dindar olmamaları çok normaldir çünkü din çok ilkel bir uyuşturucudur. Bu yüzden de tüm dinler uyuşturuculara karşıdır. Sebep onların gerçekten uyuşturucuya karşı olmaları değildir. Sebep uyuşturucuların rakip olmasıdır. Elbette insanların uyuşturucu kullanmaları engellenebilirse, onlar eninde sonunda rahiplerin tuzağına düşeceklerdir çünkü bu elde kalan tek şeydir. Bu yüzden tekelleşme var. Bu sayede kendi afyonları piyasada tek kalır ve onun dışındakilerin hepsi yasadışı hale gelir. _İnsanlar ıstırap içinde yaşıyor. Bundan kurtuluşun iki yolu var: Meditasyoncu haline gelebilirler; uyanık, farkında, bilinçli. Bu, çetin bir şeydir. Cesaret ister. Ya da, daha ucuz olan yol ise, seni daha da çok bilinçsiz hale getirecek bir şey bulmaktır, böylece ıstırabı hissetmezsin. Kendini tamamen duyarsızlaştıracak, sarhoş edecek, ağrı kesecek bir şey bul. Bu şeyler seni öylesine bilinçsiz hale getirsin ki tüm huzursuzluğundan, mutsuzluğundan ve anlamsızlığından, bilinçsizliğinin içine seni kaçırsın. _Dönüşüm sadece meditasyonla gerçekleşir çünkü meditasyon seni farkında yapan yegâne yöntemdir. Bana göre tek gerçek din, meditasyondur. Tüm diğerleri hokus-pokustur. Ve afyonun farklı markaları vardır —Hıristiyanlık, Hinduizm, Müslümanlık, Jainizm, Budizm— ama bunlar sadece farklı markalardır. Kutusu ayrıdır ama içindeki aynıdır; hepsi de bir şekilde senin ıstırabına kendini uydurmana yardım eder. ****** _ÖZEL DÜNYALAR_ _Heraklit der ki: İnsanlar uyanık anlarında da uyurkenki kadar etrafında olup bitenlere karşı dikkatsiz ve unutkandır. Ahmaklar duymalarına karşın sağır gibilerdir; onlar için 'ne zaman burada olsalar mevcut değiller' deyimi uygun düşer. Uyanıkken tek bir ortak dünya vardır; uyuyanlarınsa her birinin kendi özel dünyası vardır. Uyanıkken her gördüğümüz ölümdür, uyurken ise, hayaller. _Heraklit insanın en derin sorununa parmak basar; bu da, onun uyanıkken bile derin uykuda olduğudur. Uyurken uyursun ama uyanıkken de uyursun. Şu an dahi içinde rüya görmektesin. Bin bir tane düşünce akıp gitmekte ve sen ne olduğunun bilincinde bile değilsin, ne yaptığının farkında değilsin, kim olduğunun farkında değilsin. İnsanların uykusunda yaptığı şekilde davranıyorsun. Uykusunda dolanıp, şunu-bunu yapıp tekrar uykusuna dönen birilerini duymuş olmalısın. _Uyurgezerlik denilen hastalık vardır. Bazı insanlar gece yataklarından kalkarlar; gözleri açıktır, hareket edebilirler. Dolaşabilirler, kapıyı bulabilirler. Mutfağa gidip bir şey yiyecekler; geri dönüp yatağa girecekler. Ve sabah onlara sorarsan gece hakkında hiçbir şey bilmezler. En fazla hatırlamaya çalıştıklarında, o gece uyanıp mutfağa gittiklerini rüyada gördüklerini söyleyeceklerdir. Ama her şeyden önce o bir rüyaydı; onu bile hatırlamak çok zordur. _Pek çok suç işlemiş insan; pek çok katil, mahkeme esnasında böyle bir şeyi yaptıklarını hatırlamadıklarını ve hatta neden bahsedildiğini dahi bilmediklerini söyler. Mahkemeyi kandırmaya çalışmamaktalar, hayır. Artık psikanalistler onların kandırmaya çalışmadıklarını bulguladılar, onlar yalan söylemiyor, tamamen doğru söylüyorlar. Cinayeti işlediler — çok derin uykudayken işlediler— rüyadaymış gibi. Bu uyku sarhoşluk gibidir. Neden olduğunu bilmeden âşık oluyorsun; neden olduğunu bilmeden kızıyorsun. Bahaneler buluyorsun elbette; yaptığın her şeyi mantıklı hale sokuyorsun ama mantıklı olmak farkındalık değildir. Farkındalık, anda olan her şeyin tam bir bilinçlilikle gerçekleşiyor olması anlamına gelir; sen orada mevcutsun. Kızgınlık gerçekleşirken sen orada mevcut olursan kızgınlık oluşamaz. O sadece sen derin uykudayken gerçekleşebilir. Sen orada olursan varlığında hemen bir dönüşüm olmaya başlar çünkü sen oradaysan, farkındaysan pek çok şey mümkün değildir. Günah denilen tüm şeyler sen farkındaysan mümkün değildir. Dolayısıyla, gerçekte sadece tek bir günah vardır o da farkında olmamaktır. _Unutma, pişmanlık duyarken dahi orada değilsin, pişmanlık da günahın parçası. ****** _AŞK_ _Dikkatli olursan pek çok şey senin onları bırakmana gerek kalmadan gider. Farkındalıkta belli şeyler mümkün olmaz. Ve bu benim tanımlamamdır, başka bir kriter de yoktur. Eğer farkındaysan aşka düşemezsin; bu durumda aşka düşmek bir günahtır. Aşık olursun ama bu düşüş gibi olmaz, yükseliş gibi olur. Neden aşka düşmek terimini kullanırız? O düşmektir; yükselmezsin, düşersin. Farkında olursan düşmek mümkün olmaz, âşıkken bile. İmkânsızdır; yalnızca imkânsız. Ve aşkta yükselmek aşka düşmekten tamamıyla farklı bir olgudur. Aşka düşmek bir rüya halidir. Bu nedenle âşık insanlar diğerlerine nazaran daha fazla uykudadır, sarhoştur, rüya âlemindedir; bunu gözlerinden anlayabilirsin. Bunu gözlerinden anlayabilirsin çünkü gözleri uykuludur. Aşkta yükselen insanlar tamamen farklıdır. Onların artık rüyada olmadıklarını görebilirsin, onlar hakikatle yüzleşirler ve onun aracılığıyla gelişirler. Aşka düşerek bir çocuk olarak kalırsın; aşkta yükselerek olgunlaşırsın. Ve yavaş yavaş aşk bir ilişki olmaktansa varlığının bir parçası haline gelir. O zaman onu sevmek ve bunu sevmemek yoktur, hayır; sevgisin sadece. Yakınına gelenler kim olursa olsun onlarla paylaşırsın. Ne olursa olsun sevgini veririsin ona. Bir taşa dokunursun ve ona sanki sevdiğinin bedenini okşar gibi dokunursun. Ağaca bakarsın ve sanki sevgilinin yüzüne bakıyormuşsun gibi bakarsın. Bu bir var oluş şekli haline gelir. Sevmiyorsun; artık sen sevgisin. Bu yükselmektir, düşmek değil. Onun aracılığıyla yükselirsen aşk güzeldir ve aşk onun aracılığıyla düşersen kirli ve çirkin hale gelir. Ve er ya da geç onun zehirli olduğunun kanıtlarını göreceksin. Kölelik haline gelir. Ona yakalanmış durumdasın, özgürlüğün ezilmiş durumda. Kanatların kesilmiştir; artık özgür değilsindir. Aşka düşerek bir mülkiyete dönüşürüsün; sahip olursun ve birisinin de sana sahip olmasına izin verirsin. Bir nesneye dönüşürsün ve aşka düştüğün diğer kişiyi de bir nesneye dönüştürmeye çalışırsın. Bir karı-kocaya bak: Her ikisi de birer nesneye benzemişlerdir, artık birer kişi değillerdir. Her ikisi de birbirine sahip olmaya çalışıyorlar. Sadece nesnelere sahip olunabilir, kişilere asla! Bir kimseye nasıl sahip olabilirsin? Nasıl bir insanı baskılarsın? Nasıl bir kimseyi bir mülkiyete dönüştürebilirsin? İmkânsız! Ama koca, karısına sahip olmaya çalışıyor; karısı da aynı şey için uğraşıyor. O zaman çarpışma vardır, birbirlerine düşman oluverirler. O zaman birbirleri için ölümcül hale gelirler. _Nasreddin Hoca mezarlığın müdürlüğüne gitti ve müdüre şikâyette bulundu: "Çok iyi biliyorum ki eşimin mezarı bu mezarlıkta ama bir türlü bulamıyorum." Müdür kayıtları açtı ve "Eşinizin ismi neydi?" diye sordu. Nasreddin Hoca da: "Bayan Nasreddin Hoca" dedi. Müdür kayıtlarına baktı ve "Bayan Nasreddin Hoca yok ama bir Nasreddin Hoca var. Özür dileriz galiba kayıtlarda bir karışıklık olmuş" dedi. Nasreddin Hoca: "Yanlışlık falan yok. Nasreddin Hoca'nın mezarı nerede? Çünkü her şey benim adıma yapılmıştır." Karısının mezarı bile! Sahiplenmek. Herkes sevdiğine, sevgilisine sahip olmaya çalışıyor. Artık bu aşk değildir. Aslında birisine sahip olduğunda ondan nefret edersin, onu yok edersin, onu öldürürsün: Aşk özgürlük vermelidir; aşk özgürlüktür. Aşk sevileni çok, daha çok özgürleştirecektir, aşk kanatlar takacaktır ve aşk sonsuz gökyüzünü açacaktır. O bir hapishane, hücre haline gelemez. Ama bu aşkı sen bilmiyorsun çünkü sadece sen farkındaysan gerçekleşir; aşkın bu niteliği sadece sen farkında olduğunda gelir. Sen günah olan bir aşkı biliyorsun çünkü uykudan çıkmadır o. _Bir üçkâğıt öğrenmişler: Birini eline geçirmek istersen ona iyilik yap. Bu numarayı öğrendiklerinin dahi bilincinde değiller. Ama zarar vereceklerdir çünkü ne olursa olsun —ne olursa olsun— birisine sahip olmaya çalışmak, adı ya da şeklinin ne olduğu önemli değil, dindışıdır, günahtır. ****** _AMAÇSIZ ZEVK_ _Motive olmuş bir hareket, uyku demektir. Motive olmamış bir hareket farkındalık demektir; hareket edersin çünkü hareket etmek saf sevinçtir, hareket edersin çünkü hareket etmek hayattır, hareket edersin çünkü hareket enerjidir ve enerji de harekettir. Hareket edersin çünkü enerji keyiftir. Başka bir şey için değil. Onun için bir amaç yoktur, bir şey başarmanın peşinde değilsin. Aslında hiçbir yere gitmiyorsun; sadece enerjinin tadını çıkarıyorsun. Hareketin kendisinden başka bir motivasyon yok; hareketin kendine içkin bir değeri vardır, dışsal bir değeri yoktur. Bir Buda da yaşar —bir Heraklit yaşar; ben burada yaşıyor, nefes alıyorum— ancak motivasyonsuz, bambaşka türden bir hareketle. _Birisi bana birkaç gün önce soruyordu, "Neden insanlara meditasyonda yardımcı oluyorsun?" Ona dedim ki, "Bu benim zevkim, bir nedeni yok; sadece hoşuma gidiyor." Tıpkı bir insanın bahçeye tohumlar serpip çiçekleri beklemesi gibi. Şayet çiçek açmazsan bu da iyidir çünkü çiçek açma zorlanamaz. Bir goncayı kaba kuvvetle açamazsın; yapabilirsin ama o zaman da onu öldürürsün. Çiçek açma gibi gözükse de bir çiçek açma değildir. ****** _ŞİMDİKİ ZAMAN VE DÜŞÜNMEK_ _Zihin her zaman ya geçmişte ya da gelecektedir. O şimdiki zamanda bulunamaz, zihin için şimdiki zamanda bulunmak kesinlikle imkânsızdır. Sen şimdiki anda olursan zihnin orada değildir çünkü zihin düşünmek demektir. Şimdiki andayken nasıl düşünebilirsin ki? Geçmiş hakkında düşünebilirsin; o halihazırda hafızanın bir parçası haline gelmiştir, zihin onun üzerinde çalışabilir. Gelecek hakkında düşünebilirsin; henüz ortada yoktur, zihin onu hayal edebilir Zihin iki şey yapabilir. Ya geçmişin içinde dolanabilir —hareket edecek yeterince alan vardır; geçmişin engin boşluğu, sürekli devam edip durabilirsin— ya da geleceğin içinde dolanabilir; yine engin bir boşluk, sonu yoktur, hayal kurabilir, kurabilir ve rüyalara dalabilirsin. Ancak zihin nasıl olur da şimdiki zamanda çalışabilir? Onun zihnin hareket etmesi için yeterli alanı yoktur. Şimdiki an sadece bir bölme çizgisidir. Yer kaplamaz. O geçmiş ve geleceği böler; yalnızca bir bölme çizgisidir. Şimdiki anda bulunabilirsin ama düşünemezsin; düşünmek için alana ihtiyaç vardır. Düşüncelerin tıpkı nesneler gibi alana ihtiyacı vardır. Şunu unutma; düşünceler çok ince nesnelerdir, onlar maddidir. Düşünceler manevi değildir çünkü maneviyat boyutu ancak düşünceler yoksa başlar. Düşünceler maddi şeylerdir, çok incedir ve tüm maddi şeylerin bir alana ihtiyacı vardır. Şimdiki anda düşünemezsin. Düşünmeye başladığın anda o artık geçmiş olur. Güneşin doğuşunu izliyorsun; gördüğünde diyorsun ki: "Ne güzel bir gündoğumu." Geçmiş oldu bile. _Bahçede güzel bir çiçek ve sen "Güzel bir gül" diyorsun; o anda artık sen gülle beraber değilsin, şimdiden bir anıya dönüştü. Çiçek oradayken ve sen de oradayken, birbiriniz için orada mevcut durumdayken nasıl düşünebilirsin? Ne düşünebilirsin? Düşünmek nasıl mümkün olabilir? Onun için yer yoktur. Yer o kadar dardır ki —aslında hiç yer yoktur— aslında sen ve çiçek aynı anda var olamazsınız çünkü iki için yer yoktur, sadece bir var olabilir. Bu yüzdendir ki çok derin bir mevcudiyette sen çiçek ve çiçek de sen olmuştur. Düşünme olmadığı zaman çiçek kimdir ve gözleyen kimdir? Gözleyen gözlenene dönüştü. Aniden sınırlar kayboldu. Aniden sen nüfuz ettin, çiçeğin içine nüfuz ettin ve çiçek de senin içine nüfuz etti. Aniden iki değilsiniz; bir vardır. Düşünmeye başlarsan yeniden iki haline gelmiş olursun. Düşünmezsen ikilik nerededir? Çiçekle beraber, düşünmeden var olduğunda o bir iletişimdir; ikileşim değil. Sevgilinle birlikte olduğunda bu bir iletişimdir, ikileşim değil çünkü iki orada yoktur. Sevgilinin yanında otururken, sevdiğinin elini tutarken sadece var olursun. Geçip gitmiş günleri düşünmezsin; gelmekte olan geleceği düşünmezsin; şimdi, buradasın. Ve şimdi ve burada olmak çok güzeldir ve çok yoğundur; hiçbir düşünce bu yoğunluğun içine sızamaz. _Düşünmeden şimdiki anın içerisinde olduğunda ilk kez maneviyatınla temas kurdun demektir. Yeni bir boyut açılır; bu boyut farkındalıktır. Bu boyutu önceden bilmemiş olduğun için Heraklit senin uykuda olduğunu, farkında olmadığını söyleyecektir. Farkındalık şimdiki anın içinde öylesine tam olarak bulunmak demektir ki, ne geçmişe ne de geleceğe doğru bir hareket etme söz konusudur; tüm hareket durur. Düşünme durduğunda yeni hareket başlar. Artık derine, uçurum gibi bir şeyin içine düşersin. Derin meditasyon yapan insanlar er ya da geç bu noktaya gelirler; o zaman da korkarlar çünkü dipsiz bir uçurum açılmış gibi hissederler. Başın döner, korkarsın. Eski hareketine tutunup kalmak istersin çünkü o biliniyordu; bu ölüm gibi gelir sana. İsa'nın çarmıhının anlamı budur: O bir ölümdür. Yataydan dikeye gitmek ölümdür; bu gerçek ölümdür. Ancak bu sadece bir taraftan ölümdür; diğer taraftan o bir diriliştir. O doğmak için ölmektir; bir boyutta ölüp diğer boyutta doğmaktır. Yatayken sen İsa'sın. Dikeysen Mesih olursun. _Geçmiş artık yoktur, neden onun hakkında endişeleniyorsun? Neden onu tekrar ve tekrar ve tekrar çiğneyip duruyorsun? Delirdin mi? Artık yok; o senin zihninde, yalnızca bir anı. Gelecek henüz ortada yok; gelecek hakkında düşünerek ne yapıyorsun? Henüz var olmayan bir şey hakkında nasıl düşünebilirsin? Onunla ilgili nasıl planlar yaparsın? Onunla ilgili ne yaparsan yap gerçekleşmeyecek ve sen kendini başarısız hissedeceksin çünkü bütünün kendi planı vardır. Neden ona karşı kendi planlarına sahip olmaya çalışıyorsun? Var oluşun kendi planları var, o senden daha bilge; bütün parçadan daha bilge olmak zorundadır. _Yarın hiç gelmez. O zaman sürekli kaçırırsın ve bu günahtır. Sin (günah) sözcüğünün İbranca'daki kökünün anlamı budur. Gelecek girdiği anda, zaman girer. Var oluşa karşı günah işledin, kaçırdın. Ve bu artık sabitlenmiş bir biçim aldı: Robot gibi kaçırıp duruyorsun. Dün, bugün hakkında düşünüyordun çünkü o zaman o yarındı; artık o bugün ve sen yarın hakkında düşünüyorsun. Ve yarın geldiğinde bugün olacak çünkü var olan her şey şimdi ve burada var olur, başka türlü var olması mümkün değildir. Ve zihninin sürekli yarına bakmasında olduğu gibi sabitlenmiş bir biçimde işliyorsan, o halde ne zaman yaşayacaksın? _Zaman, dünyadır ve sonsuzluk da Tanrı; yatay olan dünyadır, dikey olan Tanrı. Bu ikisi bir noktada birleşir ve burası İsa'nın çarmıha gerildiği yerdir. _Suçluluk hissetme. Günahı anla ama suçluluk hissetme. Ve, bu çok narin bir şeydir. Suçluluk hissedersen esas şeyi kaçırırsın. Artık eski kalıp yeni bir tarzda tekrardan başlar. Bu sefer şimdiyi kaçırdın diye suçluluk duyarsın. Artık geçmişi düşünüyorsun çünkü şimdiki an artık şimdiki an değildir; o geçti ve sen onun hakkında suçluluk duyuyorsun. Hâlâ kaçırıyorsun. Ne zaman kaçırdığını hissedersen geri gel, hepsi bu! Kendini suçlama, bu zihnin bir numarasıdır, yeniden bir oyunu oynuyor. Şimdi burada olmadığını fark ettiğin anda basitçe, masum bir şekilde geri gel. Suçluluk yaratma. Suçluluk duyarsan konunun özünü kaçırırsın. ****** _RÜYA, ALGI, GERÇEK_ _Bu dünya gerçek dünya değil. Var olmadığından değil —vardır— ama sen onu bir hayal ekranı aracılığıyla görüyorsun. Arada bir bilinçsizlik var; ona bakıp kendi tarzında yorumluyorsun; tıpkı bir ayyaş gibisin. _İnsanlar rüyada, uykuda, arzuları tarafından tamamıyla zehirlenmiş bir biçimde yaşadılar ve var oluşa arzularının içinden baktılar. O zaman da o gerçek var oluş değildi; kendi uykularını onun üzerine yansıttılar. Tüm var oluşu bir ekran gibi alıp kendi zihnini onun üzerine yansıtıyorsun. Orada olmayan şeyleri görüyor ve orada olan şeyleri de görmüyorsun. Rüya gören bir zihin hakikati göremez. Rüya gören bir zihin hakikati de bir hayale dönüştürür. _Zihin, sana gelen mesajların % 98’ine hiçbir zaman izin vermez; % 98. Sadece % 2'ye izin verir ve bu % 2'yi de ayrıca yorumlar. Ben bir şey söylüyorum, sen başka bir şey anlıyorsun. Ben başka bir şey söylüyorum, sen ise onu senin uykunu rahatsız etmeyecek bir şekilde yorumluyorsun. _Uyanıkken tek bir ortak dünya vardır; uyuyanlarınsa her birinin kendi özel dünyası vardır. Rüyalar özeldir. Rüyana kimse giremez. Bu yüzden —uyuyanlar yüzünden— pek çok dünya vardır. Senin kendi dünyan var; uyuyakalmışsan kendi düşüncelerinle, kavramlarınla, hayallerinle ve arzularınla çevrilmişsin. _Rüyalar özeldir, hakikat özel değildir. Hakikat özel olamaz; hakikat benim ya da senin olamaz, hakikat Hristiyan veya Hindu olamaz. Hakikat özel olamaz. Rüyalar özeldir. Özel olan ne varsa, unutma, rüya âlemine aittir. Hakikat açık bir gökyüzüdür; herkes içindir, o tektir. Bu nedenledir ki Lao Tzu konuştuğunda dili farklı olabilir; Buda konuştuğunda dili farklıdır; Heraklit konuştuğunda dili farklıdır; ancak aynı şeyi ifade ederler, aynı şeyi işaret ederler. Onlar özel dünyalarda yaşamazlar. Özel dünyaları rüyalarıyla, arzularıyla; zihinleriyle birlikte ortadan kalktı. Zihnin özel dünyaları vardır ama bilincin özel dünyaları yoktur. Uyanmanın ortak tek bir dünyası vardır. Tüm uyananların ortak tek bir dünyası vardır; bu var oluştur. Ve tüm uyuyan ve rüya görenlerinse kendi dünyaları vardır. Terk edilmesi gereken gerçek dünya zihindir, özel rüya âlemidir. Eğer onu bırakabilirsen çarşıda otururken bile Himalayalarda olursun. Eğer onu bırakamazsan, Himalayalarda da etrafında kendi özel dünyanı yaratacaksın. _Kendinden nasıl kaçabilirsin? Nereye gidersen git kendinle birlikte olacaksın. Nereye gidersen git aynı şekilde davranacaksın. Durumlar farklı olabilir ama sen nasıl farklı olacaksın? Himalayalarda uyuyor olacaksın. Pune'da, veya Boston'da uyuman ya da Londra'da veya Himalayalarda uyuman ne fark eder? Nerede olursan ol rüya görüyor olacaksın. Rüya görmeyi bırak! Daha uyanık hale geç. Ansızın rüyalar kaybolur ve rüyalarla tüm ıstıraplar yok olur. __ _Ve zihnin her şey için bir açıklaması vardır. İçinde bir kuşku yükselirse zihin açıklama yapar. Sırf her şeyin yolunda olduğu konusunda rahat hissedebilmek için kuramlar, felsefeler, sistemler oluşturur. Tüm felsefeler yaşamı daha münasip bir hale getirmek için yaratılmıştır. Bu sayede her şey iyi görünür, her şey yolundadır. Ama sen uykudayken her şey yanlış. Tüm felsefeler bundan ibarettir; şeylerin bir takım açıklamaları, açıklanamayan şeylerin bir takım açıklamaları, bilinmeyen şeyler hakkında bir şeyler biliyormuş gibi davranmak. Ama onlar hayatı kolaylaştırır. Daha rahat uyursun, yatıştırıcı gibidirler. _Felsefe ve dindarlık arasındaki fark budur: Felsefe yatıştırıcıdır, dindarlık ise bir şoktur; felsefe rahat uyumana yardım eder, dindarlık seni uykundan çekip çıkartır. Dindarlık bir felsefe değildir; o seni bilinçsizliğinden çıkartacak bir tekniktir. Ve tüm felsefeler seni rahatça uyutacak tekniklerdir; sana hayaller, ütopyalar verir. Dindarlık ise senden tüm hayalleri ve ütopyaları alır. Dindarlık seni hakikate götürür ve hakikat sadece sen rüya görmediğinde mümkündür. _Rüya görmek güvendir, inançtır. Rüyada şüphe duyamazsın. Bir kez bir rüyada kuşku duyarsan kurallar çiğnenmiştir. Bir kez şüphe duyarsan rüya ortadan kalkmaya başlar. Sadece bir kez dahi bunun bir rüya olduğunu anımsayabilirsen ansızın bir şoka dönüşecek ve rüya darmadağın olacaktır ve sen tamamen uyanık olacaksın. __ _Lao Tzu dedi ki: "Benim dışımdaki herkes çok bilge görünüyor. Benim dışımdaki herkes çok zeki görünüyor; ben bir aptalım!" Lao Tzu gelmiş geçmiş en yüce, en bilge kişilerden birisidir ancak sizlerin ortasında kendisini bir aptal gibi hissediyor. Aristo'nun Heraklit için söylediklerini Lao Tzu kendisi için söylüyor. Lao Tzu der ki, "Bir kimse benim söylediklerimi zihinsiz olarak dinlerse aydınlanır. Eğer birisi söylediklerimi zihni aracılığıyla anlarsa, o zaman benimle hiçbir ilgisi olmayan kendi açıklamalarını bulur. Ve birisi pek de dinlemeden dinlerse —dinlemeden dinleyen insanlar vardır— dinlemeden dinliyormuş gibi yaparak birisi beni dinlediğinde, aptallığıma güler." Ve üçüncü tipteki zihin çoğunluktur. Lao Tzu der ki: "Eğer çoğunluk sana gülmezse, dikkatli ol yanlış bir şey söylüyor olabilirsin. Şayet çoğunluk gülüyorsa, ancak o zaman gerçek bir şey söylüyorsundur. Ne zaman ki çoğunluk senin bir aptal olduğunu düşünür, ancak o zaman bilge bir adam olma olasılığın biraz vardır; aksi takdirde hiçbir olasılık yoktur. Heraklit Aristo'ya biraz kalın kafalı görünür. Sana da öyle görünecektir çünkü Aristo bütün dünyadaki tüm kolejleri, tüm üniversiteleri ele geçirmiştir. Artık her yerde sana mantık öğretiliyor, gizem değil. Her yerde sana mistik değil rasyonel olmak öğretiliyor. _Güvenin anlamı budur: Uçuruma düşersin, uçurumu yaşarsın, basitçe içinde kaybolursun ve bilirsin. Sadece zihin yokken bilirsin, asla önce değil. Sen neredeysen orası tam olarak mevcut olmadığın yerdir. Belki başka bir yerdesin ama orada, olduğun yerde değilsin. Neredeysen orada değilsin. _Heraklit dinleyen ama duymayan, bakan ama göremeyen pek çok insan bulmuş olmalı çünkü onların evleri tamamen boş. Sahip evde değil. Gözler bakıyor, kulaklar duyuyor ama sahip içerde mevcut değil. Gözler sadece penceredir; sen onların içinden bakmazsan onlar göremezler. Bir pencere nasıl görebilir? Senin pencere kenarında durman gerekir, ancak o zaman görebilirsin. Nasıl? O sadece bir pencere, o hissedemez. Sen oradaysan, o zaman tamamıyla başka bir şeye dönüşür. Tüm beden bir ev gibidir ama zihin hep seyahattedir; sahip hep başka diyarlarda geziyor ve ev hep boş kalıyor. Ve hayat kapını çalar —onu Tanrı olarak ya da nasıl istersen öyle adlandırabilirsin, isim önemli değildir; var oluş de— o kapını çalar, aslında sürekli kapını çalmakta ama sen hiç orada bulunmadın. Uyku budur. __ ÖLÜM _Uyanıkken her gördüğümüz ölümdür, uyurken ise Hayaller. Bu gerçekten güzel. Ne zaman uyuya kalırsan rüyalar, yanılsamalar, seraplar; kendi yaratımını, kendi özel dünyanı görürsün. Uyanıkken ne görüyorsun? Heraklit diyor ki: "Uyanıkken her yerde ölüm görüyorsun." Belki de bu yüzden görmek istemiyorsun. Belki bu yüzden rüya görüyor, etrafında bir rüya bulutu yaratıyorsun, bu sayede ölüm gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalmıyorsun. Ama şunu unutma: Bir insan yalnızca ölümle karşılaştığında dindar olur, öncesindeyse asla. Ölümle karşılaştığında, onu yüz yüze gördüğünde, kaçınmadığında, elinden kurtulmaya çalışmadığında, ondan kaçmadığında —ölüm gerçeğiyle yüzleştiğinde, onunla karşılaştığında— ansızın ölümün yaşam olduğunun farkına varacaksın. Ölümün derinliklerine gittikçe, hayatın da daha derinine ineceksin çünkü Heraklit zıtlıkların buluştuğunu ve karıştığını söylüyor; onlar tektir. Şayet ölümden kaçmaya çalışıyorsan, unutma, hayattan da kaçıyor olacaksın. Bu yüzden çok ölü gibi görünüyorsun. Paradoks budur: Ölümden kaç ve ölü olarak kalacaksın; ölümle karşılaş, yüzleş ve canlanacaksın. Ölümle o kadar derinden, öylesine yoğun bir şekilde yüzleştiğin o anda öldüğünü hissetmeye başlarsın —sadece etrafında değil içinde de ölümü hisseder ve ona dokunursun— ve kriz gelir. İsa'nın çarmıhı, ölümün krizi budur. O anda bir dünyada ölürken — yatayın dünyasında, zihnin dünyasında— diğer dünyada dirilirsin. İsa'nın dirilişi fiziksel bir olay değildir. O bu bedenin dirilişi değildir; o başka bir boyutun hiç ölmeyen bedenin içerisinde dirilmektir. Zamanda öl, böylelikle ölümsüzlükte dirilirsin. Zihinde öl, böylece bilincin içinde canlanırsın. Düşünmede öl, bu sayede farkındalıkta doğarsın. _"Uyanıkken her gördüğümüz ölümdür" diyor Heraklit. Bu yüzden rüyalarda, yatıştırıcılarda, uyuşturucularda, keyif vericilerde yaşıyoruz; gerçekle yüzleşmemek için. Ama gerçekle yüzleşmek zorunluluğu vardır. Onunla yüzleşirsen gerçek hakikate dönüşür; kaçarsan yalanlar içerisinde yaşarsın. Gerçeklerle yüzleşirsen, gerçek hakikate açılan kapıya dönüşür. Ölüm gerçektir; bununla yüzleşmek zorunluluğu vardır. Hayat ise hakikat olacaktır, ölümsüz hayat, bereket dolu hayat, hiç bitmeyen hayat. ****** _FARKINDALIK_ _Tam farkındalıkla davran, konuş ve sonrasında kendinde inanılmaz değişiklikler bulacaksın. Farkında olduğun gerçeğinin ta kendisi davranışlarını değiştirir. O zaman günah işleyemezsin. Kendini kontrol etmek zorunda kalmazsın, hayır! Kontrol farkındalığın gariban yedeğidir, çok yoksuldur; fazla yararı dokunmaz. Farkında olursan kızgınlığını kontrol etmene gerek kalmaz; farkındalıkta kızgınlık hiç ortaya çıkmaz. Beraber var olamazlar; onlar için birlikte var oluş yoktur. Farkındalıkta kıskançlık hiç ortaya çıkmaz. Farkındalıkta pek çok şey kolayca ortadan kalkar; tüm negatif şeyler. Tıpkı ışık gibidir. Evinde ışık varken, karanlık nasıl orada var olur? Hemencecik kaçar. Evin aydınlıkken, nasıl olur da tökezlersin? Nasıl olur da duvara çarparsın? Işık vardır, kapının nerede olduğunu biliyorsun; kolayca kapıya ulaşır ve dışarı çıkar ya da içeri girersin. Karanlık varken tökezlersin, el yordamıyla dolaşırsın, düşersin. Kızgınlık tökezlemek dışında bir şey değildir, kıskançlık el yordamıyla ilerlemektir. ****** _Hakikat her zaman basit ve güzeldir. _Karısı "sevgilim" der ama bu sevgilim sözcüğünün ardında elbiseler vardır; onları düşünmektedir. "Sevgilim" sözlüklerde yazıldığı anlama gelmez çünkü bir kadın her "sevgilim" dediğinde artık başka bir anlam ifade ediyordur ve adam endişelenir. _Tanrı bir gizemdir, mantıksal bir çıkarım değil. Tanrı için kanıtlar sunanlar sadece imkânsız olanı yaparlar; Tanrı için hiçbir kanıt sunulamaz. ****** ****** Devamı Yorumda
·
1.155 görüntüleme
Onur okurunun profil resmi
_HİKAYELER_ _Nehrin kenarında oturup suyun sesinin ve ağaçlar arasından geçmekte olan rüzgârın fısıltılarının tadını çıkarmakta olan bir Budist ermişi ustaya bir adamın gelip "Dininizin özünü bana tek bir sözcükle ifade edebilir misiniz?" diye sorduğu anlatılır. Usta sanki soruyu hiç duymamışçasına sessiz kalmış, tamamen sessiz. Soruyu soran, "Sağır falan mısınız?" demiş. Usta da, "Sorunu duydum ve cevabını da verdim! Cevap sessizliktir. Sessiz kaldım; bu boşluk, bu ara benim cevabımdı" demiş. Adam, "Ben bu kadar gizemli bir cevabı anlayamıyorum. Biraz daha açık olamaz mısınız?" diye sormuş. Bunun üzerine usta kumların üzerine parmaklarıyla küçük harflerle "meditasyon" yazmış. Adam, "Şimdi okuyabiliyorum. Başlangıçtan birazcık daha iyi. En azından üzerinde düşünüp taşınacağım bir sözcüğe sahibim. Ama biraz daha netleştiremez misiniz?" diye sormuş. Usta tekrar "MEDİTASYON" yazmış. Elbette bu sefer daha büyük harflerle yazmış. Adam biraz utanç, şaşkınlık, hakarete uğramışlık, kızgınlık hissetmiş. "Yeniden meditasyon yazdınız. Benim için biraz daha açık olamaz mısınız?" Ve usta büyük harflerle, kocaman harflerle "M E D i T A S Y O N" yazmış Adam, "Siz çıldırmış olmalısınız" demiş. Usta, "Şu halde bile fazlasıyla aşağı inmiş durumdayım. İlk yanıt doğru cevaptı, ikincisi pek değildi, üçüncüsü daha da yanlıştı, dördüncüyse çok yanlıştı" demiş. Çünkü büyük harflerle MEDİTASYON yazdığında ondan bir tanrı yaratmış olursun. _Sessizlik kişinin uyandığı yerdir ve gürültülü zihin ise kişinin uyuya kaldığı yerdir. Eğer zihnin gevezelik etmeye devam ederse uyuyorsun. Sessizce otururken zihin kaybolursa ve sen kuşların gevezeliklerini duyabilirsen ve içerde zihinsizsen; bir sessizlik. kuşun bu ıslığı, ötüşü ve zihinsizlik kafanda işliyor, tam sessizlik. O zaman farkındalık içinde yükselir. O dışardan gelmez, içinden yükselir, içinde gelişir. Aksi halde unutma: Uyuyorsun. _Adamın biri bir hahama sordu, "Neden İsa yirminci yüzyıl Amerika'sında doğmayı seçmedi?" Haham omzunu silkti ve dedi ki, "Amerika'da mı? Bu mümkün olmazdı. Her şeyden önce bir bakireyi nerden bulacaksın? İkincisi, üç tane aklı başında adamı nereden bulacaksın?" _Kadının biri şık bir genelevin eşyalarının satıldığı bir müzayededen bir papağan satın alır ve kuşun kafesinin üzerini küfürbaz dilini unutacağını umut ederek iki hafta boyunca kapatır. Kafesin üzerindeki örtü sonunda kaldırıldığında papağan etrafa bakınır ve, "Aurrk! Yeni ev. Yeni madam" der. Kadının kızları odaya girdiğinde ekler, "Aurrk! Yeni kızlar." Kocası akşam eve geldiğindeyse papağan der ki, "Aurrk! Aurrk! Hep aynı eski müşteriler!" _Bedenin ve onunla ne yaptığının farkında olmalısın. Bir gün Buda sabah konuşmasını yapıyordu ve bir kral da onu dinlemeye gelmişti. Buda'nın tam önünde oturuyordu ve ayak başparmağını sürekli olarak hareket ettiriyordu. Buda konuşmasını durdurup kralın ayak başparmağına baktı. Buda adamın ayak başparmağına baktığında elbette kral da onları oynatmayı durdurdu. Buda tekrar konuşmasına başladı ve kral tekrar başparmağını oynatmaya başladı. Buda sordu: "Neden böyle yapıyorsun?" Kral: "Sadece sen konuşmayı kesip ayak başparmağıma baktığında ne yaptığımın farkına vardım. Aksi taktirde bilincinde bile değildim." Buda şöyle dedi: "Bu senin başparmağın ve sen bilincinde bile değilsin. O zaman sen birisini dahi öldürebilirsin ve farkında bile olmayabilirsin!" Ve tam da bu şekilde insanlar öldürüldü. Ve katil bilincinde değildi. Pek çok kere dava sırasında katiller cinayet işlediklerini kesin bir dille reddettiler. Başlangıçta yanıltmaya çalıştıkları düşünüldü ama son bulgular kandırmaya çalışmadıklarını gösterdi; tamamen bilinçsiz bir halde yapmışlardı. O an, o kadar nefret içerisinde, o kadar öfkeliydiler ki nefretleri onları ele geçirdi. Ve sen öfkeliyken bedenin sarhoş edici zehirler salgılar, kanın zehirlenir. Öfke içinde olmak geçici deliliktir. Ve kişi o anı tamamıyla unutacaktır çünkü farkında dahi değildi. Ve insanlar böyle âşık oluyorlar, birbirlerini öldürüyorlar, intihar ediyorlar ve her türlü şeyi yapıyorlar. _Şeytan bir gün çok üzgün bir şekilde bir ağacın altında oturuyordu. Bir aziz geçiyordu ve şeytana bakıp dedi ki: "Duyduğumuza göre sen hiç dinlenmezmişsin, sürekli bir takım kötülükler yaparmışsın. Burada ağacın altında oturmuş ne yapıyorsun?" Şeytan gerçekten depresyondaydı. Dedi ki: "Görünen o ki benim işimi papazlar ele geçirmiş ve ben hiçbir şey yapamıyorum; ben tamamen işsiz kaldım. Bazen intihar etmeyi bile düşünüyorum çünkü bu papazlar işini o kadar iyi yapıyorlar ki!" Rahipler çok başarılı çünkü özgürlüğü hapishaneye çevirdiler, hakikati dogmaya çevirdiler; farkındalığın düzlemindeki her şeyi uykunun düzlemine dönüştürdüler. Kiliselerin, tapınakların, camilerin, hepsi sana karşı günaha girdiler çünkü hepsi sahip oldular, baskıcı hale geldiler. Tüm kiliseler dine karşıdır çünkü din özgürlüktür! Peki bu neden olur? İsa sana özgürlük vermeye, kanatlar takmaya çalışır. Öyleyse ne olur, bu kilise nasıl araya girer? Bu olur çünkü İsa tamamıyla farklı bir var oluş düzleminde yaşar, farkındalık düzleminde ve onu dinleyenler, onu izleyenlerse uyku düzleminde yaşar. Duydukları, anladıkları her ne ise, kendi rüyaları aracılığıyla yorumlarlar. Ve onlar ne yaratırlarsa yaratsınlar bir günah olacaktır. İsa sana bir din verir ve derin uykuda olan insanlar da onu bir kiliseye çevirir. _Adamın biri bana geldi. Endişeliydi; güzel bir kızın babasıydı. Çok endişeliydi, dedi ki: "Her sabah biraz rahatsız hissediyor ve ben tüm doktorlara başvurdum hiçbir şeyi yok diyorlar. Bu durumda ne yapmalı?" Ben de ona dedim ki: "Nasreddin Hocaya git; o buralardaki bilge kişidir ve her şeyi bilir çünkü onun 'bilmiyorum' dediğini hiç duymadım. Sen git ona" Gitti. Sırf Nasreddin'in ne diyeceğini görmek için onu izledim. Nasreddin gözlerini kapattı, sorun üzerinde düşünüp taşındı, sonra da gözlerini açıp dedi ki: "Ona geceleri yatmadan önce süt veriyor musun?" Adam da "Evet" dedi. "Şimdi meseleyi anladım: Çocuğa süt verirsen çocuk da sağdan sola, soldan sağa yer değiştirip durur ve çalkalama yüzünden de süt kesilip katılaşır. Sonra da kesilip katılaşmış süt peynir olur, ondan sonra da peynir tereyağı haline gelir, sonra tereyağından yağ oluşur, yağ şekere dönüşür, sonra da şeker alkol halini alır; elbette sabahleyin de kız akşamdan kalma olur." _Nasreddin Hoca bir kahvede oturmuş cömertliğinden bahsediyordu. Ve o konuştuğunda herkes gibi aşırıya kaçar çünkü ne söylediğini unutur. Bunun üzerine biri dedi ki, "Hoca madem bu kadar cömertsin neden bizi hiç evine davet etmiyorsun? Bir tek yemeğe dahi bizi davet etmedin. Buna ne diyorsun bakalım?" Nasreddin çok heyecanlanıp karısını tamamen unuttu. "Hemen şimdi gelin!" deyiverdi. Eve yaklaştıkça aklı başına geldi. O zaman karısı aklına geldi ve korkmaya başladı; otuz kişi geliyordu. Tam kapının dışında, "Siz burada bekleyin! Hepiniz biliyor ki bir karım var. Sizin de karılarınız var, yani biliyorsunuz. Sadece bekleyin. Önce girip onu ikna edeyim, sonra sizi içeri çağırırım" dedi. Sonra da içeri girip kayboldu. Beklediler, beklediler, beklediler ve o gelmedi, gelmedi, onlar da kapıyı çaldı. Nasreddin olan her şeyi, cömertlik hakkında çok fazla konuştuğunu ve yakalandığını karısına olduğu gibi anlatmış. Karısı dedi ki: "Ama bizim otuz insana verecek şeyimiz yok ve gecenin bu geç vaktinde hiçbir şey mümkün değil." Bunun üzerine Nasreddin dedi ki: "Sadece şunu yap: Kapı çaldığında git ve onlara Nasreddin'in evde olmadığını söyle." Bunun üzerine kapı çaldığında karısı gelip, "Nasreddin evde yok" dedi. Onlar da, "Bu şaşırtıcı çünkü onunla beraber geldik ve o içeri girdi ve biz onun dışarı çıktığını görmedik. Merdivende otuz kişi bekliyoruz, içerde olması gerek. İçeri gidip onu bulun. Bir yerde saklanıyor olmalı" dedi. Karısı içeri girdi. "Ne yapacağız?" diye sordu. Nasreddin heyecanlandı. “Bekle” dedi. Dışarı çıkıp, “Ne demek istiyorsunuz? Arka kapıdan çıkmış olabilirdi!” dedi. Bu mümkün, bu her gün senin başına geliyor. Nasreddin kendisini tamamen unuttu; olan budur —mantığın içinde kendini kaybetti. Mantık doğru, iddiası doğru ama.. "Ne demek istiyorsunuz? Siz ön kapıda bekliyorsunuz; o arka kapıdan gitmiş olabilir"— mantık doğru ama Nasreddin kendinin bunu söylediğini tamamen unuttu. Sen hazır değilsin. Sen ne dünya için hazırsın, ne de kendin için. Uyku budur. O zaman nasıl duyabilirsin? O zaman nasıl görebilirsin? O zaman nasıl hissedebilirsin? Şayet şimdi burada hazır olmazsan o zaman tüm kapılar kapalıdır. Sen ölü bir insansın, canlı değilsin. Bu nedenle İsa kendisini duyanlara, dinleyenlere tekrar ve tekrar "Kulaklarınız varsa beni duyun; gözleriniz varsa beni görün!" diyor. _Nasreddin Hoca'nın karısı ona, "Ne oldu? Son zamanlarda ağlayıp sızlanıyorum, gözyaşları yanaklarımdan süzülüyor ve sen 'Niçin ağlıyorsun' diye sormuyorsun bile" demiş. Nasreddin, "Bu kadarı yeter! Sormak çok pahalıya mal oluyor. Ve ben bu hatayı geçmişte çok kez yaptım. Çünkü bu gözyaşları sadece gözyaşları değil; elbiseler, yeni bir ev, yeni mobilyalar, yeni bir araba, bu gözyaşlarının ardında pek çok şey gizli. Bu gözyaşları sadece başlangıç" diye cevap vermiş. *** _Arzuları tarafından zehirlenmek
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.