Gönderi

Sanatta her zaman bir özne ile bir nesne, bir düşünen ile düşünülen bir şey vardır. Gelgelelim öznenin etkinliğinin, nesnenin doğasının ve bunlar arasındaki ilişkinin niteliğinin sanat konusunu diğer konulardan ayıran kendilerine has birtakım özellikleri vardır. öznenin yaptığı şey tahayyül etmektir: Nesne, hayali bir nesnedir ve bunlar arasındaki ilişki öyle bir ilişkidir ki, bireysel ya da deneyimsel tahayyül etme edimi nesneyi yaratır. Beri taraftan bilgide nesne gerçektir ve bunlar arasındaki ilişki öyle bir ilişkidir ki, deneyimsel bilme edimi nesneyi varsaysa da onu yaratamaz. Bu durum önyargıdan uzak bir şekilde bünyesinde bilmenin kendi nesnesini yarattığı mutlak ya da transandantat bir anlamın olduğu idealist görüş için söylenebilir; zira hiçbir idealist, bilgiyi imgelemle karıştıracak kadar, hatta genel olarak bilme dediğimiz şeyin sadece tahayyül etmek olduğunu farz edecek kadar safdil değildir. Sanat durumunda nesne, hayali bir nesnedir; gerçek bir nesne değildir. Shakespeare'in basılı metni gerçek bir nesnedir ve gerçekten de önümde durmaktadır; fakat Hamfet trajedisi üzerine düşünüp taşınmak önümdeki bu basılı kitabı idrak etmek değildir; Hamlet'in kendisini Shakespeare'in onu "gördüğü" gibi "görmek" demektir. Bu "görme" bir insan karakteri, insan sözleri, insan eylemleri üzerine düşünmektir; ama hayali bir insanın karakteri, sözleri ve eylemleri üzerine düşünmektir. Şüphe yok ki, Haınlet'in hikayesi Olaf Cuaran hikayesinden türetilmiştir; ancak Hamlet'in kendisi Olaf Cuaran değildir, Olaf Cuaran vasıtasıyla akla getirilen hayali bir kişidir. Sonuç olarak Hamlet'e karşı takındığımız tavır, onu tanımadığımızdan dolayı, onu tahayyül etmekten öte bir şey değildir. Hamlet'in amcasını öldürdüğünü söylersek kastettiğimiz. şey aslında ya onu amcasını öldürürken hayal ettiğimizdir ki, bu doğrudur ya da Shakespeare'in onun amcasını öldürdüğünü hayal ettiğini bilmemizdir ki, bu da doğrudur veyahut da Hamlet'in gerçekten amcasını öldüren gerçek bir kişi olduğudur ki, bu doğru değildir. Dahası tahayyül ettiğimiz Hamlet hayalimizde yarattığımız bir şeydir; Shakespeare'in tahayyül ettiği Hamlet ise Shakespeare'in hayalinde yaratılan bir şeydir ve birbirlerine benzeme ihtimalleri olsa da bu iki Hamlet birbiriyle aynı değildir. Oysa benim bildiğim Londra ile sizin bildiğiniz Londra aynı Londra'dır; hatta bu Londra, varlığını sizin ya da benim onu bilip bilmememize borçlu değildir. Ola ki, Olaf Cuaran aynı biçimde bir insan olsaydı ve tam da Shakespeare'in Hamlet'in varlığını, konuşmasını ve eylediğini tahayyül ettiği gibi hayal etseydi, Hamlet ne daha az ne daha çok önemli bir trajedi olacaktı. Bu durumda nesne gerçek bir şey olurdu ve tahayyülümüz yerini açıkça bilmeye bırakırdı. Peki, sanat hayal etmekse buradan sonucun sanat olmayabileceği görüşü çıkmaz mı? Hayali olan ile gerçek olan birbirini dışarıda bıraksaydı, sonuç bu olurdu; ayrıca biz aslında hayali sözcüğünü gerçek olmamayı tamtamına içerecek şekilde kullanıyoruz. Gelgelelim, Kubilay Han'ın Xanadu'daki sarayını tahayyül edersem, bu edim yine de bir hayal etme edimi olur; çünkü Şantu, Çin'de gerçek bir kasabadır; gerçek Kubilay Han böyle bir sarayı orada gerçekten inşa etmiş olduğunda dahi yaptığımız şey bir hayal ediminden ibarettir.* Bir nesneyi hayal etmek kendimizi onun gerçek olmadığı düşüncesine kaptırmak değildir; onun gerçekliğine tamamen kayıtsız kalmaktır. Bu nedenle hayali bir nesne, gerçek olmayan bir nesne değildir; lakin hakkında gerçek ya da gerçek dışı bir nesne olup olmadığını sorma zahmetine girmediğimiz bir nesnedir. Hayali olan bir şey, gerçek bir şeyin karşıtı değildir, ancak gerçek olan şey ile karşıtının kayıtsız özdeşliğidir. Böylelikle Shakespeare bazı oyunlarında kurmaca ve tarihi yan yana getirir; ama oyunları tarih ve sanatın, hakikat ve güzelliğin karışımları değildir. Onun oyunları baştan sona sanattır;· çünkü tarih ile kurmaca eşit şartlarda buluşurlar ve oyunun arnaçlarına yönelik olarak aralarında ayrım yoktur.
·
82 görüntüleme
Welat Boran okurunun profil resmi
• Xanadu, Kubilay Han tarafından yaphrılmış görkemli bir eğlence sarayıdır. Pelcin'in kuzeyinde yer alan bu sarayın diğer adıysa Şantu'dur. Collingwood bu örneği, Samuel Taylor Coleridge'ın gördüğü etkili bir rüya üzerine kaleme aldığı ve "Şantu'da Kubilay Han yaptırdı/görkemli bir eğlence sarayı" diye başlayan "Kubilay Han" şiirinde gerçek ve hayali olanı birbirine karıştırmasına gönderme yapmak için kııllanmaktadır. (y.h.n.)
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.