Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Türklerin dönemin dinleri ile ilişkisi hakkında,
Göktürk Devleti'ni kuran Bumin Kağan'ın küçük oğlu Taspar Kağan (572-581), Çin'de inançları yasaklanan Budacı rahipleri kendi ülkesinde konduruyor ve himaye ediyor. Bunu Budacılığa geçiş olarak görmek zor olabilir ama niyet temelinde görmemek daha zordur. Devletin daha birinci kuşağında böyle bir meyil göze çarpıyor. Bilge Kağan'ın iyi bilinen, Tonyukuk'un muhalefetiyle vazgeçtiği şehir ve tapınaklar kurma hülyasında da bunu görebiliriz.Aynı şekilde, aynen Taspar gibi, bu kez Uygurların üçüncü kağanı olan Bögü (758-779), 762 senesindeki "resmi" Çin ziyareti esnasında tanıştığı Manihey rahiplerini ülkesine davet ediyor ve dinlerini benimsiyor. Devlet kurulduktan sadece 15 yıl sonra bu gerçekleşiyor. 840 senesinde Ötüken havzasındaki devletlerini kaybedip Doğu Türkistan'a göç eden Uygurlar, zamanı tam belirgin olmamakla birlikte, burada da erken bir dönemde Budacılığa geçtiler ve bu din, toplum katında Maniheycilikten fazla kabul gördü. Bu geçişlerde, kaynaklardan bize yansıdığı kadarıyla, fikir münakaşası dışında bir rahatsızlık gözükmüyor. Üstelik bu dinler millî yapıya hiçbir şekilde uygun değildir. Çok basit bir örnek: Uygurcaya Sanskritçeden çevrilmiş bir Budacı metinde asamvara türü 12 günah sayılır: 1. Koyun öldürücüsü kasap olmak, 2. Tavuk besleyicisi olmak, 3. Domuzcu olmak, 4. Balıkçı olmak, 5. Avcı ve tuzakçı olmak…⁴²³ Etten başka yiyecek bir şeyi olmayan insanlara bunları öğütleyip bu inancı kabul ettirmek büyük başarı olsa gerektir. Hristiyanlığa geçişler hep sıkıntılıdır. Bizans kaynaklarına göre "Bosphoros" Hunlarının (Azak'ın doğusunda yaşıyor olmalılar) önderi Gordas/Grod 528 yılında İstanbul'a giderek Hristiyan olur ama memleketine döndüğünde öldürülerek yerine kardeşi geçirilir. Bugünkü Dağıstan sahilinde, Derbent'in hemen kuzeyinde, dolayısıyla Müslüman arazisinin komşuluğunda, Hazar idaresinde özerk bir yönetim altında yaşayan Hunların ilteber unvanlı önderi, Hazar bahsinde geçtiği gibi, 680'lerde Albanya'dan gelen bir piskoposun telkiniyle vaftiz olur ama gerek kendi halkının gerekse Hazarların tepkisi serttir. Tuna Bulgar'ın Hristiyanlığı ise, işaretleri önceden görülmekle birlikte, âdeta şapkadan çıkmıştır. 850'lerde Moravya Devleti (kabaca şimdiki Slovakya ve Macaristan'ı kaplayan bir Slav devleti) Rastislav önderliğinde yükselip güneyindeki Bulgar devletine de tehdit oluşturunca Bulgarlar onların düşmanı Franklar ile ittifak kurdular. Arada kalan Moravyalılar da Hristiyanlık vaadi ile Bulgar'ın kanlısı Bizans'tan yardım istediler ve ünlü Konstantinos Kiril ve Methodius kardeşler böylece 862'de Moravya'ya gitti. Moravyalılar için Roma'dan alınacak Hristiyanlık, düşman Franklara tâbiyet anlamına geliyordu. Bulgarlar ise düşmanları Bizans'ın dinine de şiddetli düşmanlık sergiliyorlardı ve özellikle Omurtak Han (814- 831) dönemi Hristiyanlaşan Slav tebaanın üzerindeki baskı ile nitelendirilir. Ama Frankların fırsatı kaçırmayıp sunduğu Katolik Hristiyanlığa çıkarları icabı göz kırptılar. O günlerde İstanbul ve Roma arasındaki ilişkiler de iyice gerilmişti ve yeni papa olan I. Nicolas ile İstanbul'daki başpatrik Photius karşılıklı olarak birbirlerini aforoz ettiler. Fakat Bizans ile Moravyalılar arasında kalmışken beklenmedik bir şekilde Bizans kurmacasıyla doğudan Macar saldırısına uğrayan ve Franklardan yardım da alamayan Boris Han (852-889), ülkesinin içlerine ilerleyen Bizans ordusunu durdurabilmek için Doğu Hristiyanlığını kabul etmek zorunda kaldı (864). Buna isyan eden beyler sınıfı ise neredeyse yok edildi. Boris'e isyan çok şiddetliydi ve hayatını zor kurtarmıştı. 1000 senesinde Katolik inancını kabul eden Macar kralı Vajk da çok şiddetli bir tepkiyle karşılaşmıştı ancak o sonraki dalgayı temsil ettiği için burada ayrıntıya girmeyeceğiz. Sonuçta gördüğümüz şey, Türklerin Hristiyanlaşmaya sert tepki gösterdikleri, buna mecbur kaldıkları veya çıkarlarının öyle gerektirdiği durumlarda bile toplumun önemli bir kesiminin muhalefet ettiğidir. Bunu itikat temelli olarak mı ele almalıyız? Hristiyanlığın Türk millî bünyesine uymaması gibi bir sav geliştirilebilir mi? Kanaatimizce hayır. Siyasi saikler öndeydi ve açıkça inanç yoluyla başka bir güce tabi olmak istemiyorlardı. Üzerlerinde şu veya bu şekilde başka bir egemenliğe idi itirazları. Öbür türlü, daha devletlerinin ilk kuşağı içinde, hayat tarzlarına hiç uymayan Budacılık ve Maniheycilik gibi dinleri benimsemişlerdi çünkü siyasi gücü bulunmayan uzak Hindistan'dan gelmiş zavallı Budacı rahipler veya merkezleri Semerkant'ı Araplara kaptırmış kopuntudaki Maniheyciler hiçbir şekilde siyasi tehdit oluşturmuyorlardı ve bir üst egemenlik sunmuyorlardı. Aynısını Hazar örneğinde de gözlemlemek mümkün. Çağdaş Hazar çalışmalarının en başından beri çok ilgi çeken Musevîliğin tercihi konusunu Müslüman Şam/Bağdat veya Ortodoks İstanbul arasındaki bağımsızlık anlamına gelen üçüncü yol olan Musevílikle açıklamakta bilim dünyasının ittifakı bu gerçeğe parmak basıyor gözükmekte. Daha önce çok ayrıntılı çalıştığımız Hazarların Müslümanlarla ve Hristiyanlarla münasebetleri ve nihayet Musevilikte karar 427 kılmaları konusunu, bu kitabın içeriğinde beklenmesine rağmen uzun olarak anlatamayacağız ama birkaç cümle ile özetlersek: Sasanî Devleti'nin çöküşü Arap ordularını Dağıstan'ın güneyindeki Derbent üzerinden Hazarlarla komşu hâle getiriyor. Coğrafyayı ama illa da Hazar'ın gücünü iyi bilmeden yapılan ilk Arap saldırıları bir başarı getirmiyor ve ardından 95 yıl sürecek bitirici bir savaş dönemi başlıyor. Bu savaşlar da aynen Orta Asya'daki gibi 737 yılında sona eriyor. Son Emevî halifesi olacak olan, o zamanların Azerbaycan ve "Arminiyye" valisi Mervan, Kağan Bulan'ı yenerek barış imzalıyor. Bunun ardından Mervan'ın bıraktığı fakihlerden İslam'ı dinleyen kağan, aynı anda Hristiyan ve Musevî temsilcilere de kulak verdikten sonra, bizce meçhul sebeplerle bu üçüncü dinde karar kılıyor. Bunda da Budacılık ve Maniheycilikte görüldüğü gibi, bir üst egemenlik ön şartıyla gelerek siyasi tehdit oluşturmayan "zavallı" Yahudilerin inancını benimsediklerini söyleyemez miyiz? Bu kapsamda görülmesi gereken diğer bir gerçek ise, Orta Asya'daki Hristiyan Türklere ait yazıt ve buluntuların 9. yy. ortası ile 14. yy. ortası arasındaki zaman dilimine tarihlenmesidir. Bu aralık, Türkler arasında İslam'ın en hızlı yayıldığı dönemdir ve nihayetinde İslam, Hristiyan Türkleri de kendine celbedecektir. Bir kısım Türkler âdeta İslam'dan önce Nestûrîliği denemiş gözüküyorlar. Burada da arkasında hiçbir siyasi gücün bulunmadığı bir inancın, onu anlatan "zavallı" rahipler eliyle sunularak kabul görmesi örneğine sahip gözüküyoruz.
Sayfa 131 - Kripto YayınlarıKitabı okudu
85 görüntüleme
Poyraz Ayrıç okurunun profil resmi
423 - Arat, "Uygurlarda Istılahlara Dair", s.369. Buna karşılık Barthold, bazı misaller vererek Maniheycilik ve Budacılığın Türklerin savaşçı ruhunu mahvettiği fikrine itiraz eder (Barthold, Orta-Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, s.42-43). 10. yy. ortasında Türk hükümdarlarının en güçlüsü olarak Doğu Türkistan'daki Kuça Uygurlarının hâkimini gösteren Mesûdi, onu "Yırtıcıların ve atların hükümdarı olarak bilinir çünkü dünyada onun adamlarından daha zorlusu, kan dökmeye aşırı isteklisi yoktur." diye tarif eder (Mesûdi, Murüc ez-Zeheb, s.61). Bundan Maniheycilik ve Budacılığın Uygurların Bozkır hayatı döneminden kalan savaşçı kimliklerini çok etkilemediği algısı ortaya çıkıyor.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.