Felsefenin 'soyut'luğu, felsefe yapan kişinin 'soyutlanma' gereksiniminden -ve zorunluğundan ileri gelir : Toplumuna, çevresine, yakınlarına; giderek, her türlü 'çevrelenmişliğe', 'ilişkililiğe',
'biraradalığa' yabancılaşması - en sonunda,
bütün 'dünya' dan soyutlanması - - giderek
daha yalnız; en sonunda da, yapayalnız,
tek başına kalması ...
İşte bu süreç, dolaysız olarak felsefenin yapısından çıkan bir zorunluğa dayanır: Felsefe yapan kişi, kendi üzerinde ("içinde") gittikçe daha derine giden
sorgulamalarını yürüttükçe, 'kendisi' de gittikçe yoğunlaşan, aynı zamanda da çevresi uçurumlaşan bir biçimde, düşünceleriyle düz oranhlı olarak,
derinleşir : 'kendi'nden uzaklaşır, 'kendi'ne yabancılaşır, 'kendi'nden soyutlanır - kendi kendisi için
anlaşılmaz hale gelir.
Felsefenin varabileceği son anlam noktası,
tam anlamsızlığın son noktasıdır.-
Felsefe, anlamsızlığın en sonuna ulaştığında,
tam anlamlılığa da ulaşmıştır.-
Felsefenin son anlamı,
anlamsızlığın sonudur ...