Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Dünya Şiir Günümüz Kutlu Olsun
Tüm şiiristleri buraya davet ediyorum. En sevdiğiniz şairlerin en sevdiğiniz dizelerini yazabilir misiniz...🙏
·
1 artı 1'leme
·
548 görüntüleme
MELEKLER KATI okurunun profil resmi
Seni görünce : Bir "varmış" oldum. Öncesi , Bir “yokmuş” ‘um. Anladım ki , Sensizlik benim ilahi kusurum ! . Barış BİLEN - 2022
Pathos okurunun profil resmi
Türk Edebiyatının Okumanız Gereken En Güzel 20 Şiiri leblebitozu.com/turk-edebiyatin... 1. Turgut Uyar – Bir Gün Sabah Sabah “Bir gün sabah sabah kapıyı vursam, Kim o dersin uykulu sesinle içerden. Saçların dağınıkdır, mahmursundur. Kimbilir ne güzel görünürsün sevgilim, Bir sabah vakti kapıyı çalsam, Uykudan uyandırsam seni, Ki, daha sisler kalkmamıştır Haliç’ten. Fabrika düdükleri ötmektedir.” 2. Nazım Hikmet – Ben Senden Önce Ölmek İsterim “Ben senden önce ölmek isterim. Gidenin arkasından gelen gideni bulacak mı zannediyorsun? Ben zannetmiyorum bunu. İyisi mi, beni yaktırırsın, odanda ocağın üstüne korsun içinde bir kavanozun. Kavanoz camdan olsun, şeffaf, beyaz camdan olsun ki içinde beni görebilesin… Fedakarlığımı anlıyorsun : vazgeçtim toprak olmaktan, vazgeçtim çiçek olmaktan senin yanında kalabilmek için. Ve toz oluyorum yaşıyorum yanında senin.” 3. Cemal Süreya – Biliyorum Sana Giden “Biliyorum sana giden yollar kapalı Üstelik sen de hiç bir zaman sevmedin beni Ne kadar yakından ve arada uçurum; İnsanlar, evler, aramızda duvarlar gibi Uyandım uyandım, hep seni düşündüm Yalnız seni, yalnız senin gözlerini Sen Bayan Nihayet, sen ölümüm kalımım Ben artık adam olmam bu derde düşeli” 4. Orhan Veli Kanık – Ölüme Yakın “Ölürüz diye mi üzülüyoruz? Ne ettik, ne gördük su fani dünyada Kötülükten gayri? Ölünce kirlerimizden temizlenir, Ölünce biz de iyi adam oluruz; Şöhretmiş, kadınmış, para hırsıymış, Hepsini unuturuz.” 5. Edip Cansever – Flaş “Öyle bir yağmur ki bu, bilirsin Dam saçak demeyecek, yağacak Yağacak bir hışım gibi canevine kentin Kalplerimiz küle gömülmüş elmalar gibi Patladı patlayacak Alacak sonunda kendi rengini.” 6. Özdemir Asaf – Seni Saklayacağım “Seni saklayacağım inan Yazdıklarımda, çizdiklerimde, Şarkılarımda, sözlerimde. Sen kalacaksın kimse bilmeyecek Ve kimseler görmiyecek seni, Yaşayacaksın gözlerimde.” 7. İsmet Özel – Münacaat “Hata yapmak fırsatını Adem’e veren sendin bilmedim onun talihinden ne kadar düştü bana gençtim ve ben neden hata payı yok diyordum hayatımda gergin bedenim toprağa binlerce fışkını saplar idi haykırınca çeviklik katardım gökyüzüne bir düşü düşlere dalmaksızın kavrayarak bulutu kapsayarak açmadan buluta içtekini tanıdım Ademoğlu kimin nesiymiş ter döküp soru sormak nereye sürüklermiş kişiyi.” 8. Attila İlhan – Ölmek Yasak “Olur mu gecemi yeşile çalmak yıldız çivilemek parmakuçlarıma ölüm kadar çabuksa eğer yaşamak hiç doğmamayı isterdim ama bir kere doğmuşum ölmek yasak” 9. Nilgün Marmara – Kuş Koysunlar Yoluna “Bir karga bir kediyi öldüresiye bir oyuna davet ediyordu. Hep böyle mi bu? Bir şeyden kaçıyorum bir şeyden, kendimi bulamıyorum dönüp gelip kendime yerleşemiyorum, kendimi bir yer edinemiyorum, kendime bir yer. Kafatasımın içini, bir küçük huzur adına aynalarla kaplattım, ölü benim kendini izlesin her yandan, o tuhaf sır içinden! Paniğini kukla yapmış hasta bir çocuğum ben. Oyuncağı panik olan sayın yalnızlık kendi kendine nasıl da eğlenir. Niye izin vermiyorsun yoluna kuş konmasına niye izin vermiyorum yoluma kuş konmasına niye kimseler izin vermez yollarıma kuş konmasına? “Öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna” bir çocuk demiş.” 10. Necip Fazıl Kısakürek – Geçilmez “Bu kapıdan kol ve kanat kırılmadan geçilmez; Eşten, dosttan, sevgiliden ayrılmadan geçilmez. İçeride bir has oda, yeri samur döşeli; Bu odadan gelsin diye çağrılmadan geçilmez. Eti zehir, yağı zehir, balı zehir dünyada, Bütün fani lezzetlere darılmadan geçilmez.” 11. İlhan Berk – Ben Uyandım Bir Aşk Demektir Dünya “Ben uyandım bir aşk demekti bu dünyada -Sesin, bir gülü bırakmak gibi bir şeydi. Karaydım, kağıt gibiydim yaşamalarda Adım görseniz her gün o denizlerdeydi Bin yıl bir M sesiydim aşağı Mısır’da.” 12. Şükrü Erbaş – Kocaman Bir Çocuğu Öpüyorsun “Sen bende neleri öpüyorsun bir bilsen Herkesin perde perde çekildiği bir akşam Siyah bir su gibi yollara akan yalnızlığı öpüyorsun Ağzında eriklerin aceleci tadı Elleri bulut, gözleri ot bürümüş ekin tarlası Bir çocuğun düşlerine inen tokadı öpüyorsun.“ 13. Hasan Hüseyin Korkmazgil – Acılara Tutunmak “acı çekmek özgürlükse özgürdük ikimiz de o yuvasız çalıkuşu bense kafeste kanarya o dolaşmış daldan dala savurmuş yüreğini ben bölmüşüm yüreğimi başkaldıran dizelere” 14. Behçet Necatigil – Sevgilerde “Sevgileri yarınlara bıraktınız Çekingen, tutuk, saygılı. Bütün yakınlarınız Sizi yanlış tanıdı. Bitmeyen işler yüzünden (Siz böyle olsun istemezdiniz) Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi Kalbinizi dolduran duygular Kalbinizde kaldı.” 15. Haydar Ergülen – İdiller Gazeli “gözlerin yağmurdan yeni ayrılmış gibi çocuk, gibi büyük, gibi sımsıcak sen bir şehir olmalısın ya da nar belki granada, belki eylül, belki kırmızı gövden ruhunun yaz gecesi mi ne çok idil, çok deniz, çok rüzgar” 16. Metin Altıok – Sarıl Bana “Bu yaşa geldim içimde bir çocuk hala Sevgiler bekliyor sürekli senden. İnsanın bir yanı nedense hep eksik Ve o eksiği tamamlayayım derken, Var olan aşınıyor azar azar zamanla. Anamın bıraktığı yerden sarıl bana.” 17. Ahmed Arif – Kara “Çarpmış, Paramparça etmiş, Kara sütü, kara sevdayla seni… Ve kara memelerinde dişlerin asi, Karadır, upuzun yattığın gece, Felek, ah ettirir, boynun kıl ince… Cihanlar, çocuklar, kuşlar içinde Sızlar bir yerlerin Adsız ve kayıp Sızlar, usul-usul, dargın, Ve kan tadında bir konca, Damıtır kendini mısralarınca…” 18. Sezai Karakoç – İnci Dakikaları “Sen bana yeni yılsın her dakika Her dakika bir yaşıma daha giriyorum Sen benim üstüne titrediğim güzel ve yeni Saatim kadar saadetimin gözbebeği zamansın Ben bin parçaya bölündüm her parçasında Her parçasındayım kırkayak sesli boğuk arkadaşlığın” 19. Ataol Behramoğlu – On Ayrılık Şiiri 4 “Başka biri olacaksın istemesen de Tenine başka bir ten dokunduğunda Gövden buluştuğunda başka bir gövdeyle Başka bir nefesle karıştığında nefesin Başka biri olacaksın istemesen de Gece uykunda ya da gün ortasında İrkileceksin apansız bir duyguyla Bir uçurum kıyısında sendelemiş gibi” 20. Bedri Rahmi Eyüboğlu – Sitem “Yar yar!.. Seni kara saplı bir bıçak gibi sineme sapladılar Değirmen misali döner başım Sevda değil bu bir hışım Gel gör beni darmadağın Tel tel çözülüp kalmışım. Yar yar Canımın çekirdeğinde diken Gözümün bebeğinde sitem var”
Pathos okurunun profil resmi
Yazarların en sevdikleri AŞK şiirleri: kaynak: artfulliving.com.tr/edebiyat/yazarl... Ahmet Ümit: Üçüncü Şahsın Şiiri - Attila İLHAN Gözlerin gözlerime değince Felaketim olurdu, ağlardım Beni sevmiyordun, bilirdim Bir sevdiğin vardı, duyardım ​Çöp gibi bir oğlan ipince Hayırsızın biriydi fikrimce Ne vakit karşımda görsem Öldüreceğimden korkardım Felaketim olurdu, ağlardım Ne vakit Maçka'dan geçsem Limanda hep gemiler olurdu Ağaçlar kuş gibi gülerdi Bir rüzgâr aklımı alırdı Sessizce bir cigara yakardın Parmaklarımın ucunu yakardın Kirpiklerini eğerdin, bakardın Üşürdüm, içim ürperirdi Felaketim olurdu, ağlardım Akşamlar bir roman gibi biterdi Jezabel kan içinde yatardı Limandan bir gemi giderdi Sen kalkıp ona giderdin Benzin mum gibi giderdin Sabaha kadar kalırdın Hayırsızın biriydi fikrimce Güldü mü cenazeye benzerdi Hele seni kollarına aldı mı Felaketim olurdu, ağlardım Ali Lidar'ın en sevdiği aşk şiiri: Mona Rosa - Sezai KARAKOÇ Mona Rosa, siyah güller, ak güller. Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak. Kanadı kırık kuş merhamet ister. Ah, senin yüzünden kana batacak. Mona Rosa, siyah güller, ak güller. Ulur aya karşı kirli çakallar, Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa. Mona Rosa bugün bende bir hal var. Yağmur iri iri düşer toprağa, Ulur aya karşı kirli çakallar. Açma pencereni perdeleri çek, Mona Rosa seni görmemeliyim. Bir bakışın ölmem için yetecek. Anla Mona Rosa, ben bir deliyim. Açma pencereni perdeleri çek. Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi, Bende çıkar güneş aydınlığına. Bir nişan yüzüğü, bir kapı sesi. Seni hatırlatır her zaman bana. Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi. Zambaklar en ıssız yerlerde açar Ve vardır her vahşi çiçekte gurur. Bir mumun ardında bekleyen rüzgar, Işıksız ruhumu sallar da durur. Zambaklar en ıssız yerlerde açar. Ellerin, ellerin ve parmakların Bir nar çiçeğini eziyor gibi. Ellerinden belli olur bir kadın, Denizin dibinde geziyor gibi. Ellerin, ellerin ve parmakların. Zaman ne de çabuk geçiyor Mona. Saat onikidir söndü lambalar Uyu da turnalar girsin rüyana, Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar. Zaman ne de çabuk geçiyor Mona. Akşamları gelir incir kuşları, Konarlar bahçemin incirlerine. Kiminin rengi ak kiminin sarı. Ah, beni vursalar bir kuş yerine. Akşamları gelir incir kuşları. Ki ben Mona Rosa bulurum seni İncir kuşlarının bakışlarında. Hayatla doldurur bu boş yelkeni. O masum bakışların su kenarında. Ki ben Mona Rosa bulurum seni. Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa. Henüz dinlemedin benden türküler. Benim aşkım uymaz öyle her saza. En güzel şarkıyı bir kurşun söyler. Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa. Artık inan bana muhacir kızı, Dinle ve kabul et itirafımı. Bir soğuk, bir mavi, bir garip sızı Alev alev sardı her tarafımı. Artık inan bana muhacir kızı. Yağmurdan sonra büyürmüş başak, Meyvalar sabırla olgunlaşırmış. Bir gün gözlerimin ta içine bak Anlarsın ölüler niçin yaşarmış. Yağmurdan sonra büyürmüş başak. Altın bilezikler o kokulu ten Cevap versin bu kuş tüyüne. Bir tüy ki can verir gülümsesen, Bir tüy ki kapalı geceye güne. Altın bilezikler o kokulu ten. Mona Rosa, siyah güller, ak güller. Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak. Kanadı kırık kuş merhamet ister, Ah senin yüzünden kana batacak. Mona Rosa siyah güller, ak güller. Ece Temelkuran'ın en sevdiği aşk şiiri: Aşk - Cemal SÜREYA Şimdi sen kalkıp gidiyorsun. Git Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. Gitsinler. Oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin Oysa Allah bilir bugün iyi uyanmıştık Sevgideydi ilk açılışı gözlerimizin sırf onaydı Bir kuş konmuş parmaklarıma uzun uzun ötmüştü Bir sevişmek gelmiş bir daha gitmemişti Yoktu dünlerde evelsi günlerdeki yoksulluğumuz Sanki hiç olmamıştı Oysa kalbim işte şuracıkta çarpıyordu Şurda senin gözlerindeki bakımsız mavi, güzel laflı İstanbullar Şurda da etin çoğalıyordu dokundukça lafların dünyaların Öyle düzeltici öyle yerine getiriciydi sevmek Ki Karaköy köprüsüne yağmur yağarken Bıraksalar gökyüzü kendini ikiye bölecekti Çünkü iki kişiydik Oysa bir bardak su yetiyordu saçlarını ıslatmaya Bir dilim ekmeğin bir iki zeytinin başınaydı doymamız Seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu İki kere öpeyim desem üçün boynu bükük Yüzünün bitip vücudunun başladığı yerde Memelerin vardı memelerin kahramandı sonra Sonrası iyilik güzellik. Nermin Yıldırım'ın en sevdiği aşk şiiri: Çakıl - Bedri Rahmi EYÜBOĞLU Seni düşünürken Bir çakıl taşı ısınır içimde Bir kuş gelir yüreğimin ucuna konar Bir gelincik açılır ansızın Bir gelincik sinsi sinsi kanar Seni düşünürken Bir erik ağacı tepeden tırnağa donanır Deliler gibi dönmeğe başlar Döndükçe yumak yumak çözülür Çözüldükçe ufalır küçülür Çekirdeği henüz süt bağlamış Masmavi bir erik kesilir ağzımda Dokundukça yanar dudaklarım Seni düşünürken Bir çakıl taşı ısınır içimde.
Pathos okurunun profil resmi
Türk Edebiyatı’ndan En Güzel 14 Şiir leblebitozu.com/turk-edebiyati-... 1. Turgut Uyar – Vaiz Sokak No. 70 “Ben sana kürk alamam doğrusu Güzel bileklerine bilezik alamam Bir kap yemek, bir elbise Öyle bir tad var ki fakirliğimizde Başka hiçbir şeyde bulamam… Sokağımız arnavut kaldırımı, Evimiz ahşap iki oda. Daha iyisi de olabilirdi ya, Şükür buna da.” 2. Cemal Süreya – Sevgilim Ben Şimdi “Sevgilim ben şimdi büyük bir kentte seni düşünmekteyim Elimde uçuk mavi bir kalem cebimde iki paket sigara Hayatımız geçiyor gözlerimin önünden Çıkıp gitmelerimiz, su içmelerimiz, öpüştüklerimiz Ağlarım aklıma geldikçe gülüştüklerimiz. Çiçekler, çiçekler, su verdim bu sabah çiçeklere O gülün yüzü gülmüyor sensiz O köklensin diye pencerede suya koyduğun devetabanı Hepten hüzünlü bu günlerde” 3. Nazım Hikmet – Ne Güzel Şey Hatırlamak Seni “Ne güzel şey hatırlamak seni. Sana tahtadan birşeyler oymalıyım yine: bir çekmece bir yüzük, ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım. Ve hemen fırlayarak yerimden penceremde demirlere yapışarak hürriyetin sütbeyaz maviliğine sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım… Ne güzel şey hatırlamak seni: ölüm ve zafer haberleri içinde, hapiste ve yaşım kırkı geçmiş iken…” 4. Edip Cansever – Gül Kokuyorsun “Gül kokuyorsun bir de Amansız, acımasız kokuyorsun Gittikçe daha keskin kokuyorsun, daha yoğun Dayanılmaz bir şey oluyorsun, biliyorsun Hırçın hırçın, pembe pembe Öfkeli öfkeli gül Gül kokuyorsun nefes nefese.” 5. Can Yücel – Bir Sen Eksiktin Ay Işığı “Bileklerimizi morartmış yeni Alman kelepçeleri, Otobüsün kaloriferleri bozuldu Kaman’dan sonra Sekiz saat oluyor karbonatlı bir çay bile içemedik, Başımızda pirensip sahibi bir başçavuş. Niğde üzerinden Adana Cezaevine gidiyoruz… Bi sen eksiktin ayışığı Gümüş bir tüy dikmek için manzaraya!” 6. Ahmed Arif – Ay Karanlık “Maviye maviye çalar gözlerin, Yangın mavisine Rüzgarda asi, Körsem, Senden gayrısına yoksam, Bozuksam, Can benim, düş benim, Ellere nesi? Hadi gel, Ay karanlık…” 7. Attila İlhan – Yağmur Kaçağı “Elimden tut yoksa düşeceğim… yoksa bir bir yıldızlar düşecek… eğer şairsem beni tanırsan… yağmurdan korktuğumu bilirsen… gözlerim aklına gelirse… elimden tut yoksa düşeceğim… yağmur beni götürecek yoksa beni…” 8. Cahit Sıtkı Tarancı – Desem Ki “Desem ki vakitlerden bir Nisan akşamıdır, Rüzgarların en ferahlatıcısı senden esiyor, Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini, Ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim, Senden kopardım çiçeklerin en solmazını, Toprakların en bereketlisini sende sürdüm, Sende tattım yemişlerin cümlesini.” 9. Orhan Veli Kanık – Aşk Resmi Geçidi “Gelelim sonuncuya. ona bağlandığım kadar hiçbirine bağlanmadım. sade kadın değil, insan. ne kibarlık budalası, ne malda, mülkte gözü var. eşit olsak, der, hür olsak, der. insanları sevmesini de bilir, yaşamayı sevdiği kadar.” 10. Necip Fazıl Kısakürek – Serseri “Yeryüzünde yalnız benim serseri, Yeryüzünde yalnız ben derbederim. Herkesin dünyada varsa bir yeri, Ben de bütün dünya benimdir derim.” 11. Özdemir Asaf – Lavinia “Sana gitme demeyeceğim. Üşüyorsun ceketimi al. Günün en güzel saatleri bunlar. Yanımda kal. Sana gitme demeyeceğim. Gene de sen bilirsin. Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim, İncinirsin. Sana gitme demeyeceğim, Ama gitme, Lavinia. Adını gizleyeceğim Sen de bilme, Lavinia.” 12. İsmet Özel – İçimden Şu Zalim Şüpheyi Kaldır “Sen ol küçük bir kıvrımdan, bir heceden aşk için bir vaha değil aşka otağ yaratan sen ol zihnimde yüzen dağınık şarkıları bir harfin başlattığı yangın ile söndür beni bir ses sahibi kıl, kefarete hazırım öyle mahzun ki hüzün ciltlerinde adına rastlanmasın.” 13. Didem Madak – Siz Aşktan Ne Anlarsınız Bayım “kimi gün öylesine yalnızdım derdimi annemin fotoğrafına anlattım. annem ki beyaz bir kadındır. ölüsünü şiirle yıkadım. bir gölgeyi sevmek ne demektir bilmezsiniz siz bayım öldüğü gece terliklerindeki izleri okşadım. çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca acının ortasında acısız olmayı, kalbim ucu kararmış bir tahta kaşık gibiydi bayım. kendimin ucunu kenar mahallelere taşıdım. aşk diyorsunuz ya, işte orda durun bayım ıslak unutulmuş bir toz bezi gibi kalakaldım kendimin ucunda öyle ıslak, öyle kötü kokan, yırtık ve perişan.“ 14. Küçük İskender – Yağmura Çok Teşekkür Ederim “yağmura çok teşekkür ederim bu gece yalnızca cesedime yağdı bana bir şey olursa diye korktum seni birkaç saniye düşünürsem; düşünürken üşürsem diye korktum oturup siyah portakallar yedim oturup korkunç kitaplar okudum içimde bir sıkıntı gibi cinayet içimde bir sığıntı gibi telaş içimde felaket gibi bir merak hislerimin uzağına düştüm, şimdi çok üzgünüm şimdi çocukluğumun uzağına da düştüm daha da düşersem diye korktum”
ha okurunun profil resmi
“Ağustos böceği deyip hor gördüğümüz Minik göğsünde bir koskoca orkestra taşıyan Hiç yere hiç bir şey yaratmamış olanın Bize gönderdiği bir muştucu o yaratık Uyarıcı ve muştucu bir yaratık – Tanrı boş yere bir şey yaratmamıştır Anlayan için muştucu duyan için uyarıcı – Ateşle dans eder o güneşle dans eder Çırçıplak çıkar güneşin karşısına Belki yaşayamaz güneşi eksik kışta Fakat ardında unutulmaz bir yaz bırakır”
Sezai Karakoç
Sezai Karakoç
Pathos okurunun profil resmi
Sezai Karakoç'un son şiiriydi diye biliyorum. Çok iyi. Teşekkür ederim 🙏
1 sonraki yanıtı göster
Bu yorum görüntülenemiyor
Pathos okurunun profil resmi
Edebiyatın Güçlü Kalemlerinden En İyi 20 Şiir tamadres.com/blog/yazi/edebi... Edip Cansever – Yerçekimli Karanfil Sanki hiçbir şey uyaramaz İçimizdeki sessizliği Ne söz, ne kelime, ne hiçbir şey Gözleri getirin gözleri. Başka değil, anlaşıyoruz böylece Yaprağın daha bir yaprağa değdiği O kadar yakın, o kadar uysal Elleri getirin elleri Diyorum, bir şeye karşı komaktır günümüzde aşk Birleşip salıverelim iki tek gölgeyi. Nâzım Hikmet Ran – Memleketimden İnsan Manzaraları Haydarpaşa garında 1941 baharında saat on beş. Merdivenlerin üstünde güneş yorgunluk ve telâş Bir adam merdivenlerde duruyor bir şeyler düşünerek. Zayıf. Korkak. Burnu sivri ve uzun yanaklarının üstü çopur. Merdivenlerdeki adam - Galip Usta - tuhaf şeyler düşünmekle meşhurdur: ‘’ Kâat helvası yesem her gün ‘’ diye düşündü 5 yaşında. ‘’ Mektebe gitsem ‘’ diye düşündü 10 yaşında. ‘’ Babamın bıçakçı dükkânından Akşam ezanından önce çıksam ‘’ diye düşündü. … Turgut Uyar – Göğe Bakma Durağı İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar Şu aranıp duran korkak ellerimi tut Bu evleri atla bu evleri de bunları da Göğe bakalım … Ahmet Arif – Hasretinden Prangalar Eskittim Seni, anlatabilmek seni. İyi çocuklara, kahramanlara. Seni anlatabilmek seni, Namussuza, halden bilmeze, Kahpe yalana. Ard-arda kaç zemheri, Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu. Dışarda gürül-gürül akan bir dünya... Bir ben uyumadım, Kaç leylim bahar, Hasretinden prangalar eskittim. Saçlarına kan gülleri takayım, Bir o yana Bir bu yana... … Cemal Süreya – Üvercinka Şimdi sen kalkıp gidiyorsun. Git Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. Gitsinler. Oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin Oysa Allah bilir bugün iyi uyanmıştık Sevgideydi ilk açılışı gözlerimizin sırf onaydı Bir kuş konmuş parmaklarıma uzun uzun ötmüştü Bir sevişmek gelmiş bir daha gitmemişti Yoktu dünlerde evelsi günlerdeki yoksulluğumuz Sanki hiç olmamıştı Oysa kalbim işte şuracıkta çarpıyordu Şurda senin gözlerindeki bakımsız mavi, güzel laflı İstanbullar Şurda da etin çoğalıyordu dokundukça lafların dünyaların Öyle düzeltici öyle yerine getiriciydi sevmek Ki Karaköy köprüsüne yağmur yağarken Bıraksalar gökyüzü kendini ikiye bölecekti Çünkü iki kişiydik. Özdemir Asaf – Yalnızlık Paylaşılmaz Yalnızlık, yaşamda bir an, Hep yeniden başlayan.. Dışından anlaşılmaz. Ya da kocaman bir yalan, Kovdukça kovalayan.. Paylaşılmaz. Bir düşün'de beni sana ayıran Yalnızlık paylaşılmaz Paylaşılsa yalnızlık olmaz. Ataol Behramoğlu – Aşk İki Kişiliktir Değişir yönü rüzgârın Solar ansızın yapraklar; Şaşırır yolunu denizde gemi Boşuna bir liman arar; Gülüşü bir yabancının Çalmıştır senden sevdiğini; İçinde biriken zehir Sadece kendini öldürecektir; Ölümdür yaşanan tek başına, Aşk, iki kişiliktir. … Cahit Zarifoğlu – Yedi Güzel Adam Bu insanlar dev midir Yatak görmemiş gövde midir Bir yara açar boyunlarında Kolkola durup bağırdıklarında -Ya kurbanın olam Dağlar önüme durmuş Ki dağlanam Çekip pırıl pırıl mavzerler çıkardılar oyluk etlerinden Durdular ite çakala karşı yarin kapısında İsmet Özel – Evet, İsyan Demirden sağnaklar altında uyur sevdiğim göğsünde hazin ayak izleri eski Şubatların onu yaralar kıpırdatıyor ve o sertelmektedir yaralardan kasıklarına boşalmaktadır nal sesleri saçları bukleli bir çocuğu öperek uyandıran içimize güneşler bırakan nal sesleri. Keserle yontulmuş bir ağzı var sabahın varınca bayrakları, marşları duyuyorum başım çılgınca sarsılan dallarla uğraşıyor durup dineliyorum bütün taframla bütün taframla, bütün yumruklarım, bütün hantal yüreklerin olduğu orda. … Cemal Süreya – Beni Öp Sonra Doğur Beni Şimdi utançtır tanelenen sarışın çocukların başaklarında. Ovadan gözü bağlı bir leylak kokusu ovadan çeviriyor o küçücük güneşimizi. Taşarak evlerden taraçalardan gelip sesime yerleşiyor. Sesimin esnek baldıranı sesimin alaca baldıranı. Ve kuşlara doğru fildişi: rüzgârın tavrı. Dağ: güneş iskeleti. Tahta heykeller arasında denizin yavrusu kocaman. Kan görüyorum taş görüyorum bütün heykeller arasında karabasan ılık acemi “uykusuzluğun sütlü inciri” kovanlara sızmıyor. Annem çok küçükken öldü beni öp, sonra doğur beni. Attilâ İlhan – Ben Sana Mecburum Ben sana mecburum bilemezsin Adını mıh gibi aklımda tutuyorum Büyüdükçe büyüyor gözlerin Ben sana mecburum bilemezsin İçimi seninle ısıtıyorum. Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor Bu şehir o eski İstanbul mudur Karanlıkta bulutlar parçalanıyor Sokak lambaları birden yanıyor Kaldırımlarda yağmur kokusu Ben sana mecburum sen yoksun. Cahit Sıtkı Tarancı – Otuz Beş Yaş Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder. Dante gibi ortasındayız ömrün. Delikanlı çağımızdaki cevher, Yalvarmak, yakarmak nafile bugün, Gözünün yaşına bakmadan gider. Şakaklarıma kar mı yağdı ne var? Benim mi Allahım bu çizgili yüz? Ya gözler altındaki mor halkalar? Neden böyle düşman görünürsünüz; Yıllar yılı dost bildiğim aynalar? Sabahattin Ali – Dağlar ve Rüzgâr … Bu dağların bir rakibi varsa rüzgârdır. Rüzgâr burda tek başına bir hükümdardır. Burda insan duman gibi genişler, büyür. Bu dağlarda ıstıraplar, sevinçler büyür. Buralarda her düşünce sona yakındır, Burda her şey bizden uzak, ‘O’ na yakındır. Burda yoktur insanların düşündükleri, Rüzgâr siler kafalardan küçüklükleri. Yanağıma çarpar geniş kanatlarını, Ve anlatır mabutların hayatlarını. Ara sıra kulağını bana verdi mi, Ben de ona anlatırım kendi derdimi. … Edip Cansever – Ben Ruhi Bey Nasılım? Gördün mü hiç suyun yanmasını tuzda Gördüm ben bu yaşam boyu iniltiyi Büyük bahçelerin küçük içinde Saksılardan birinde Gördüm de Uyurken uyandırılmış gibi Beni bir sardunya büyüttü belki. O ben ki Bir kadında bir çocuk hayaleti mi Bir çocukta bir kadın hayaleti mi Yalnızca bir hayalet mi yoksa. … Nâzım Hikmet Ran – Henüz Vakit Varken Gülüm Henüz vakit varken, gülüm, Paris yanıp yıkılmadan, henüz vakit varken, gülüm, yüreğim dalındayken henüz, ben bir gece, şu Mayıs gecelerinden biri Volter Rıhtımı’nda dayayıp seni duvara öpmeliyim ağzından sonra dönüp yüzümüzü Notrdam’a çiçeğini seyretmeliyiz onun, birden bana sarılmalısın, gülüm, korkudan, hayretten, sevinçten ve de sessiz sessiz ağlamalısın, yıldızlar da çiselemeli incecikten bir yağmurla karışarak. … Can Yücel – Sevgi Duvarı Sen miydin o, yalnızlığın mıydı yoksa Kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi Dilimizde akşamdan kalma bir küfür Salonlar piyasalar sanat-sevicileri Derdim günüm insan arasına çıkarmaktı seni Yakanda bir amonyak çiçeği Yalnızlığım benim sidikli kontesim Ne kadar rezil olursak o kadar iyi … Gülten Akın - Deli Kızın Türküsü Sabahleyin Karayı kaldırın mavi koyun umudumu yitirmedim Beni çağırın gülümserken uykunun bir yerinde Eliniz beyazken uzatın isterim Karayı kaldırın sevgi koyun umudumu yitirmedim Ben ışıklar konfetler bayramlar istemem Uzanmışım gölgeliğe bir başıma Şu uzaktan tükenmez yalnızlıktan İçten içe ürküyorum ama Böyle de iyiyim Turgut Uyar – Büyük Saat ‘’ Uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum ‘’... ya da: ‘’ Sizin alınız al inandım Morunuz mor inandım Tanrınız büyük amenna Şiriniz adamakıllı şiir Dumanı da caba Ama sizin adınız ne Benim dengemi bozmayınız ‘’ Orhan Veli Kanık – Altın Dişlim Gel benim canımın içi, gel yanıma; İpek çoraplar alayım sana; Taksilere bindireyim, Çalgılara götüreyim seni. Gel, Gel benim altın dişlim; Sürmelim, ondüle saçlım, yosmam: Mantar topuklum, bopsitilim, gel. Ahmet Haşim - Gelmeden Evvel Kalbim Benim bir ormandı, İsimsiz, asude, Bir büyük orman; Ve gölgelerinde revan Olan hafi suların aks-i şevk-i müttaridi Dağıtırken sükutu bihude, Düşünürdüm ki, hangi gün, ne zaman, Ne zaman Girecektin o kalb-i mes'ude? Etmeden zehr-bad-ı fasl-ı elem Reng-i eşcar ü abı fersude, Dolacak mıydı seslerin, bilmem O tehi saye zar-ı mesdude? Sanki hicrana bir teselliydi Şeceristan-ı kalb içinde revan Olan hafi suların musiki-i nevmidi. Nilgün Marmara – Kuğu Ezgisi Kuğuların ölüm öncesi ezgileri şiirlerim, Yalpalayan hayatımın kara çarşaflı bekçi gizleri. Ne zamandır ertelediğim her acı, Çıt çıkarıyor artık, başlıyor yeni bir ezgi, -bu şiir - Sendelerken yaşamım ve bilinmez yönlerim, Dost kalmak zorunda bana ve sizlere! Çünkü saldırgan olandan kopmuştur o, uykusunu bölen derin arzudan. Büyüsünü bir içtenlikten alırsa Kendi saf şiddetini yaşar artık, -bu şiir - Kuramadığım güzelliklerin sessiz görünümü, ulaşılamayanın boyun eğen yansısı, Sevda ile seslenir sizlere! Nilgün Marmara’nın En İyi Şiirleri için buraya tıklayabilirsiniz. Sezai Karakoç – Monna Rosa Mona Rosa. Siyah güller, ak güller. Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak. Kanadı kırık kuş merhamet ister. Ah senin yüzünden kana batacak. Mona Rosa. Siyah güller, ak güller. Ulur aya karşı kirli çakallar, Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa. Mona Rosa bugün bende bir hal var. Yağmur iri iri düşer toprağa, Ulur aya karşı kirli çakallar. Açma pencereni perdeleri çek, Mona Rosa seni görmemeliyim. Bir bakışın ölmem için yetecek. Anla Mona Rosa ben bir deliyim. Açma pencereni perdeleri çek. Yahya Kemal Beyatlı – Sessiz Gemi Artık demir almak günü gelmişse zamandan Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan. Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol; Sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol. Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli, Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli, Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu! Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu. Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler; Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler. Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden, Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden. Orhan Veli Kanık – Anlatamıyorum Ağlasam sesimi duyar mısınız, Mısralarımda; Dokunabilir misiniz, Gözyaşlarıma, ellerinizle? Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel, Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu Bu derde düşmeden önce. Bir yer var, biliyorum; Her şeyi söylemek mümkün; Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum; Anlatamıyorum.
Pathos okurunun profil resmi
Antoloji.com TOP 10 ŞAİR VE EN POPÜLER ŞİİRİ (okunma, beğenilme ve yorum yazılma sayıları) Necip Fazıl Kısakürek - Beklenen "Ne hasta bekler sabahı, Ne taze ölüyü mezar. Ne de şeytan, bir günahı, Seni beklediğim kadar. Geçti istemem gelmeni, Yokluğunda buldum seni; Bırak vehmimde gölgeni Gelme, artık neye yarar?" Attila İlhan- Ben Sana Mecburum "Ben sana mecburum bilemezsin Adını mıh gibi aklımda tutuyorum Büyüdükçe büyüyor gözlerin Ben sana mecburum bilemezsin İçimi seninle ısıtıyorum. Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor Bu şehir o eski İstanbul mudur Karanlıkta bulutlar parçalanıyor Sokak lambaları birden yanıyor Kaldırımlarda yağmur kokusu Ben sana mecburum sen yoksun." Orhan Veli Kanık – Anlatamıyorum "Ağlasam sesimi duyar mısınız, Mısralarımda; Dokunabilir misiniz, Göz yaşlarıma, ellerinizle? Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel, Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu Bu derde düşmeden önce. Bir yer var, biliyorum; Her şeyi söylemek mümkün; Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum; Anlatamıyorum." Nazım Hikmet Ran – Bence Sen de Şimdi Herkes Gibisin "Gözlerim gözünde aşkı seçmiyor Onlardan kalbime sevda geçmiyor Ben yordum ruhumu biraz da sen yor Çünkü bence şimdi herkes gibisin Yolunu beklerken daha dün gece Kaçıyorum bugün senden gizlice Kalbime baktım da işte iyice Anladım ki sen de herkes gibisin Büsbütün unuttum seni eminim Maziye karıştı şimdi yeminim Kalbimde senin için yok bile kinim Bence sen de şimdi herkes gibisin" Ahmed Arif – Hasretinden Prangalar Eskittim "Seni, anlatabilmek seni. İyi çocuklara, kahramanlara. Seni anlatabilmek seni, Namussuza, halden bilmeze, Kahpe yalana. Ard-arda kaç zemheri, Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu. Dışarda gürül-gürül akan bir dünya... Bir ben uyumadım, Kaç leylim bahar, Hasretinden prangalar eskittim. Saçlarına kan gülleri takayım, Bir o yana Bir bu yana... Seni bağırabilsem seni, Dipsiz kuyulara, Akan yıldıza, Bir kibrit çöpüne varana, Okyanusun en ıssız dalgasına Düşmüş bir kibrit çöpüne. Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin, Yitirmiş öpücükleri, Payı yok, apansız inen akşamdan, Bir kadeh, bir cigara, dalıp gidene, Seni anlatabilsem seni... Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır Üşüyorum, kapama gözlerini..." Özdemir Asaf – Aşk "Sen kocaman çöllerde bir kalabalık gibisin, Kocaman denizlerde ender bir balık gibisin. Bir ısıtır, bir üşütür, bir ağlatır bir güldürür; Sen hem bir hastalık hem de sağlık gibisin." Can Yücel – Eğer "o kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler, arkalarında doldurulması mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer. utanılacak bir şey değildir ağlamak, yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer… belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla, öylesine derince bakmasalardı eğer… çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı belki de, kalp, göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi eğer… düşlere bile kar yağmazdı hiçbir zaman meydan savaşlarında korkular aşkı ağır yaralamasaydı eğer… rengi bile solardı düşlerdeki saçların zamanla, tanımsız kokuları yastıklara yapışıp kalmasaydı eğer… uykusuzluklar yıkıp geçmezdi kısacık kestirmelerin ardından, dokunulası ipek ten bir o kadar uzakta olmasaydı eğer… gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar, ihanetinden de onlar payını almasaydı eğer… ıssızlığa teslim olmazdı sahiller, kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle avunmaya kalkmamış olsaydın eğer… sen gittikten sonra yalnız kalacağım yalnız kalmaktan korkmuyorum da, ya canım ellerini tutmak isterse? evet sevgili, kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu, kim uzanmak isterdi ince parmaklarına, mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık etmiş olmasalardı eğer…" Özdemir Asaf – Aşk İki Kişiliktir "Değişir rüzgarın yönü Solar ansızın yapraklar; Şaşırır yolunu denizde gemi Boşuna bir liman arar; Gülüşü bir yabancının Çalmıştır senden sevdiğini; İçinde biriken zehir Sadece kendini öldürecektir; Ölümdür yaşanan tek başına Aşk iki kişiliktir. Bir anı bile kalmamıştır Geceler boyu sevişmelerden; Binlerce yıl uzaklardadır Binlerce kez dokunduğun ten; Yazabileceğin şiirler Çoktan yazılıp bitmiştir; Ölümdür yaşanan tek başına, Aşk iki kişiliktir. Avutamaz olur artık Seni bildiğin şarkılar; Boşanır keder zincirlerinden Sular tersin tersin akar; Bir hançer gibi çeksen de sevgini Onu ancak öldürmeye yarar: Uçarı kuşu sevdanın Alıp başını gitmiştir; Ölümdür yaşanan tek başına, Aşk iki kişiliktir. Yitik bir ezgisin sadece, Tüketilmiş ve düşmüş, gözden. Düşlerinde bir çocuk hıçkırır Gece camlara sürtünürken; Çünkü hiç bir kelebek Tek başına yaşayamaz sevdasını, Severken hiçbir böcek Hiç bir kuş yalnız değildir; Ölümdür yaşanan tek başına, Aşk iki kişiliktir." Mehmet Akif Ersoy - Çanakkale Şehitlerine "Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi? En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi, -Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya- Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya. Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı! Nerde -gösterdiği vahşetle- "bu: bir Avrupalı!" Dedirir -yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi, Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi! Eski Dünyâ, Yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer, Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer. Yedi iklîmi cihânın duruyor karşına da, Ostralya'yla berâber bakıyorsun: Kanada! Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk; Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk. Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ... Hani, tâ'ûna da züldür bu rezîl istîlâ! Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asîl, Ne kadar gözdesi mevcûd ise, hakkıyle sefîl, Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına; Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına. Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz... Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz. Sonra mel'undaki tahrîbe müvekkel esbâb, Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb. Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı; Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı; Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin; Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin. Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam, Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam. Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer; O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer... Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak, Boşanır sırtlara, vâdîlere, sağnak sağnak. Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller, Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller. Veriyor yangını, durmuş da açık sînelere, Sürü hâlinde gezerken sayısız tayyâre. Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermîler... Kahraman orduyu seyret ki bu tehdîde güler! Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından; Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat îman? Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm? Çünkü te'sis-i İlâhî o metîn istihkâm. Sarılır, indirilir mevki'-i müstahkemler, Beşerin azmini tevkîf edemez sun'-i beşer; Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedî serhaddi; "O benim sun'-i bedî'im, onu çiğnetme" dedi. Âsım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek: İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek. Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar... O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar, Yaralanmış tertemiz alnından, uzanmış yatıyor, Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor! Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker! Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer. Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd'i... Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi. Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? "Gömelim gel seni târîhe" desem, sığmazsın. Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb... Seni ancak ebediyyetler eder istîâb. "Bu, taşındır" diyerek Kâ'be'yi diksem başına; Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına; Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle, Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle; Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan, Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan; Sen bu âvîzenin altında, bürünmüş kanına, Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına, Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem; Gündüzün fecr ile âvîzeni lebriz etsem; Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana... Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana. Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini, Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddîn'i, Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran... Sen ki, İslâm'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran, O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın; Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın; Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât, Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât... Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber, Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber. Cahit Sıtkı Tarancı – Yaş Otuz Beş "Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder. Dante gibi ortasındayız ömrün. Delikanlı çağımızdaki cevher, Yalvarmak, yakarmak nafile bugün, Gözünün yaşına bakmadan gider. Şakaklarıma kar mı yağdı ne var? Benim mi Allahım bu çizgili yüz? Ya gözler altındaki mor halkalar? Neden böyle düşman görünürsünüz; Yıllar yılı dost bildiğim aynalar? Zamanla nasıl değişiyor insan! Hangi resmime baksam ben değilim: Nerde o günler, o şevk, o heyecan? Bu güler yüzlü adam ben değilim Yalandır kaygısız olduğum yalan. Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız; Hatırası bile yabancı gelir. Hayata beraber başladığımız Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir; Gittikçe artıyor yalnızlığımız. Gökyüzünün başka rengi de varmış! Geç farkettim taşın sert olduğunu. Su insanı boğar, ateş yakarmış! Her doğan günün bir dert olduğunu, İnsan bu yaşa gelince anlarmış. Ayva sarı nar kırmızı sonbahar! Her yıl biraz daha benimsediğim. Ne dönüp duruyor havada kuşlar? Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim? Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar. N'eylersin ölüm herkesin başında. Uyudun uyanamadın olacak Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında? Bir namazlık saltanatın olacak. Taht misali o musalla taşında." Sezai Karakoç – Mona Rosa
Pathos okurunun profil resmi
Türk Ve Dünya Edebiyatı’nın 10 Altın Şiiri bkmkitap.com/blog/turk-ve-du... Pablo Neruda – Güz Çiçeklerinden Nazıma Bir Çelenk “Niçin öldün Nazım? Ne yaparız şimdi biz Şarkılarından yoksun? Nerde buluruz başka bir pınar ki Orda bizi karşıladığın gülümseme olsun? Seninki gibi ateşle su karışık Acıyla sevinç dolu Gerçeğe çağıran bakışı nerde Bulalım? Kardeşim, Öyle yeni duygular, düşünceler yarattın ki Bende, Denizden esen acı rüzgâr Kapacak olsa bunları Bulut gibi, yaprak gibi sürüklenir Yaşarken seçtiğin Ve ölümünden sonra sana barınak olan Oraya, uzak toprağa düşerler. Al sana bir demet Şili kasımpatıları Al güney denizleri üstündeki ayın soğuk parlaklığını, Halkların savaşını, kendi dövüşümü Ve yurdumun kederli davullarının boğuk Gürültüsünü Kardeşim benim, dünyada nasıl yalnızım sensiz, Çiçek açmış kiraz ağacının altınına benzeyen Yüzüne hasret, Benim için ekmek olan, susuzluğumu gideren, kanıma Güç veren Dostluğundan yoksun. Hapisten çıktığında karşılaşmıştık seninle, Zorbalık ve acı kuyusu gibi loş hapisten, Zulmün izlerini görmüştüm ellerinde, Kinin oklarını aramıştım gözlerinde, Ama parlak bir yüreğin vardı, Yara ve ışık dolu bir yürek. Ne yapayım ben şimdi? Tasarlanabilir mi dünya Her yanına ektiğin çiçekler olmadan Nasıl yaşamalı seni örnek almadan, Senin halk zekanı, ozanlık gücünü duymadan? Böyle olduğun için teşekkürler, Teşekkürler türkülerinle yaktığın ateş için.” Nazım Hikmet – Yaşamaya Dair “Yaşamak şakaya gelmez, Büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın Bir sincap gibi mesela, Yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, Yani bütün işin gücün yaşamak olacak. Yaşamayı ciddiye alacaksın, Yani o derecede, öylesine ki, Mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda, Yahut kocaman gözlüklerin, Beyaz gömleğinle bir laboratuarda İnsanlar için ölebileceksin, Hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, Hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, Hem de en güzel en gerçek şeyin Yaşamak olduğunu bildiğin halde. Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, Yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, Hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, Ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, Yaşamak yanı ağır bastığından. Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız, Yani, beyaz masadan, Bir daha kalkmamak ihtimali de var. Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini Biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına, Hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden, Yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz En son ajans haberlerini. Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için, Diyelim ki, cephedeyiz. Daha orda ilk hücumda, daha o gün Yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün. Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu, Fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz Belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu. Diyelim ki hapisteyiz, Yaşımız da elliye yakın, Daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının. Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız, İnsanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla Yani, duvarın ardındaki dışarıyla. Yani, nasıl ve nerede olursak olalım Hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak... Bu dünya soğuyacak, Yıldızların arasında bir yıldız, Hem de en ufacıklarından, Mavi kadifede bir yaldız zerresi yani, Yani bu koskocaman dünyamız. Bu dünya soğuyacak günün birinde, Hatta bir buz yığını Yahut ölü bir bulut gibi de değil, Boş bir ceviz gibi yuvarlanacak Zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız. Şimdiden çekilecek acısı bunun, Duyulacak mahzunluğu şimdiden. Böylesine sevilecek bu dünya 'Yaşadım' diyebilmen için...” Hasan Hüseyin Korkmazgil – Haziranda Ölmek Zor “İşten çıktım Sokaktayım Elim yüzüm üstümbaşım gazete Sokakta tank paleti Sokakta düdük sesi Sokakta tomson Sokağa çıkmak yasak Sokaktayım Gece leylâk Ve tomurcuk kokuyor Yaralı bir şahin olmuş yüreğim Uy anam anam Haziranda ölmek zor! Havada tüy Havada kuş Havada kuş soluğu kokusu Hava leylâk Ve tomurcuk kokuyor Ne anlar acılardan/güzel haziran Ne anlar güzel bahar! Kopuk bir kol sokakta Çırpınıp durur Çalışmışım onbeş saat Tükenmişim onbeş saat Acıkmışım yorulmuşum uykusamışım Anama sövmüş patron Ter döktüğüm gazetede Sıkmışım dişlerimi Islıkla söylemişim umutlarımı Susarak söylemişim Sıcak bir ev özlemişim Sıcak bir yemek Ve sıcacık bir yatakta Unutturan öpücükler Çıkmışım bir kavgadan Vurmuşum sokaklara Sokakta tank paleti Sokakta düdük sesi Sarı sarı yapraklarla birlikte sanki Dallarda insan iskeletleri Asacaklar aydemir'i Asacaklar gürcan'ı Belki başkalarını Pis bir ota değmiş gibi sızlıyor genzim Dökülüyor etlerim Sarı yapraklar gibi Asmak neyi kurtarır Sarı sarı yaprakları kuru dallara? Yolunmuş yaprakları Kırılmış dallarıyla Ne anlatır bir ağaç Hani rüzgâr Hani kuş Hani nerde rüzgârlı kuş sesleri? Asılmak sorun değil Asılmamak da değil Kimin kimi astığı Kimin kimi neden niçin astığı Budur işte asıl sorun! Sevdim gelin morunu Sevdim şiir morunu Moru sevdim tomurcukta Moru sevdim memede Ve öptüğüm dudakta Ama sevmedim, hayır İğrendim insanoğlunun Yağlı ipte sallanan morluğundan! Neden böyle acılıyım Neden böyle ağrılı Neden niçin bu sokaklar böyle boş Niçin neden bu evler böyle dolu? Sokaklarla solur evler Sokaklarla atar nabzı Kentlerin Sokaksız kent Kentsiz ülke Kahkahanın yanıbaşı gözyaşı İşten çıktım Elim yüzüm üstümbaşım gazete Karanlıkta akan bir su Gibi vurdum kendimi caddelere Hava leylâk Ve tomurcuk kokusu Havada köryoluna Havada suçsuz günahsız Gitme korkusu Ah desem Eriyecek demirleri bu korkuluğun Oh desem Tutuşacak soluğum Asmak neyi kurtarır Öldürmek neyi Yaşatmaktır önemlisi Güzel yaşatmak Abeceden geçirmek kıracın çekirgesini Ekmeksiz yuvasız hekimsiz bırakmamak Ah yavrum Ah güzelim Canım benim / sevdiceğim Bitanem Kısa sürdü bu yolculuk N'eylersin ki sonu yok! Gece leylâk Ve tomurcuk kokuyor Uy anam anam Haziranda ölmek zor! Nerdeyim ben Nerdeyim ben Nerdeyim? Kimsiniz siz Kimsiniz siz Kimsiniz? Ne söyler bu radyolar Gazeteler ne yazar Kim ölmüş uzaklarda Göçen kim dünyamızdan? Asmak neyi kurtarır Öldürmek neyi? Yolunmuş yaprakları Ve kırılmış dallarıyla bir ağaç Söyler hangi güzelliği? Kökü burda Yüreğimde Yaprakları uzaklarda bir çınar Islık çala çala göçtü bir çınar Göçtü memet diye diye Şafak vakti bir çınar Silkeledi kuşlarını Güneşlerini: «oğlum sana sesleniyorum işitiyor musun, memet, memet! » Gece leylâk Ve tomurcuk kokuyor Üstümbaşım elim yüzüm gazete Vurmuşum sokaklara Vurmuşum karanlığa Uy anam anam Haziranda ölmek zor! Bu acılar Bu ağrılar Bu yürek Neyi kimden esirgiyor bu buz gibi sokaklar Bu ağaçlar niçin böyle yapraksız Bu geceler niçin böyle insansız Bu insanlar niçin böyle yarınsız Bu niçinler niçin böyle yanıtsız? Kim bu korku Kim bu umut Ne adına Kim için? «uyarına gelirse tepemde bir de çınar» Demişti on yıl önce Demek ki on yıl sonra Demek ki sabah sabah Demek ki «manda gönü» Demek ki «şile bezi» Demek ki «yeşil biber» Bir de memet'in yüzü Bir de güzel istanbul Bir de «saman sarısı» Bir de özlem kırmızısı Demek ki göçtü usta Kaldı yürek sızısı Geride kalanlara Nerdeyim ben Nerdeyim? Kimsiniz siz Kimsiniz? Yıllar var ki ter içinde Taşıdım ben bu yükü Bıraktım acının alkışlarına 3 haziran '63'ü Bir kırmızı gül dalı Şimdi uzakta Bir kırmızı gül dalı İğilmiş üzerine Yatıyor oralarda Bir eski gömütlükte Yatıyor usta Bir kırmızı gül dalı İğilmiş üzerine Okşar yanan alnını Bir kırmızı gül dalı Nâzım ustanın Gece leylâk Ve tomurcuk kokuyor Bir basın işçisiyim Elim yüzüm üstümbaşım gazete Geçsem de gölgesinden tankların tomsonların Şuramda bir çalıkuşu ötüyor Uy anam anam Haziranda ölmek zor!” Edip Cansever – Mendilimde Kan Sesleri “Her yere yetişilir Hiçbir şeye geç kalınmaz ama Çocuğum beni bağışla Ahmet Abi sen de bağışla Boynu bükük duruyorsam eğer İçimden öyle geldiği için değil Ama hiç değil Ah güzel Ahmet abim benim İnsan yaşadığı yere benzer O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer Suyunda yüzen balığa Toprağını iten çiçeğe Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine Konyanın beyaz Antebin kırmızı düzlüğüne benzer Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir Denize benzer ki dalgalıdır bakışları Evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına Öylesine benzer ki Ve avlularına (Bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi) Ve sözlerine (Yani bir cep aynası alım-satımına belki) Ve bir gün birinin adres sormasına benzer Sorarken sorarken üzünçlü bir görüntüsüne Camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına Öyle bir cıgara yakımına, birinin gazoz açmasına Minibüslerine, gecekondularına Hasretine, yalanına benzer Anısı işsizliktir Acısı bilincidir Bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan Gülemiyorsun ya, gülmek Bir halk gülüyorsa gülmektir Ne kadar benziyoruz Türkiye'ye Ahmet Abi. Bir güzel kadeh tutuşun vardı eskiden Dirseğin iskemleye dayalı -- Bir vakitler gökyüzüne dayalı, derdim ben -- Cıgara paketinde yazılar resimler Resimler: cezaevleri Resimler: özlem Resimler: eskidenberi Ve bir kaşın yukarı kalkık Sevmen acele Dostluğun çabuk Bakıyorum da simdi O kadeh bir küfür gibi duruyor elinde. Ve zaman dediğimiz nedir ki Ahmet Abi Biz eskiden seninle İstasyonları dolaşırdık bir bir O zamanlar Malatya kokardı istasyonlar Nazilli kokardı Ve yağmurdan ıslandıkça Edirne postası Kıl gibi ince İstanbul yağmurunun altında Esmer bir kadın sevmiş gibi olurdun sen Kadının ütülü patiskalardan bir teni Upuzun boynu Kirpikleri Ve sana Ahmet Abi Uzaktan uzaktan domates peynir keserdi sanki Sofranı kurardı Elini bir suya koyar gibi kalbinden akana koyardı Cezaevlerine düşsen cıgaranı getirirdi Çocuklar doğururdu Ve o çocukların dünyayı düzeltecek ellerini işlerdi bir dantel gibi O çocuklar büyüyecek O çocuklar büyüyecek O çocuklar... Bilmezlikten gelme Ahmet Abi Umudu dürt Umutsuzluğu yatıştır Diyeceğim şu ki Yok olan bir şeylere benzerdi o zaman trenler Oysa o kadar kullanışlı ki şimdi Hayalsiz yaşıyoruz nerdeyse Çocuklar, kadınlar, erkekler Trenler tıklım tıklım Trenler cepheye giden trenler gibi İşçiler Almanya yolcusu işçiler Kadınlar Kimi yolcu, kimi gurbet bekçisi Ellerinde bavullar, fileler Kolonyalar, su şişeleri, paketler Onlar ki, hepsi Bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlere büyüyenler Ah güzel Ahmet Abim benim Gördün mü bak Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar Ve dağılmış pazar yerlerine memleket Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile Gelse de Öyle sürekli değil Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün O kadar çabuk O kadar kısa İşte o kadar. Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar Mendilimde kan sesleri.” Jorge Luis Borges - Anlar “Eğer, yeniden başlayabilseydim yaşamaya, İkincisinde daha çok hata yapardım. Kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım. Neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar, Çok az şeyi Ciddiyetle yapardım. Temizlik sorun bile olmazdı asla. Daha çok riske girerdim. Seyahat ederdim daha fazla. Daha çok güneş doğuşu izler, Daha çok dağa tırmanır, daha çok nehirde yüzerdim. Görmediğim bir çok yere giderdim. Dondurma yerdim doyasıya ve daha az bezelye. Gerçek sorunlarım olurdu hayali olanların yerine. Yaşamın her anını gerçek ve verimli kılan insanlardandım. Yeniden başlayabilseydim eğer, yalnız mutlu anlarım olurdu. Farkında mısınız bilmem. Yaşam budur zaten. Anlar, sadece anlar. Siz de anı yaşayın. Hiçbir yere yanında su, şemsiye ve paraşüt almadan, Gitmeyen insanlardandım ben. Yeniden başlayabilseydim eğer, hiçbir şey taşımazdım. Eğer yeniden başlayabilseydim, İlkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım. Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla. Bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır, Çocuklarla oynardım, bir şansım olsaydı eğer. Ama işte 85'indeyim ve biliyorum... Ölüyorum....” William Shakespeare – 18. Sone “Seni bir yaz gününe benzetmek mi, ne gezer? Çok daha güzelsin sen, çok daha cana yakın: Taze tomurcukları sert rüzgârlar örseler, Kısacıktır süresi yeryüzünde bir yazın: Işıldar göğün gözü, yakacak kadar sıcak, Ve sık sık kararı da yaldız düşer yüzünden; Her güzel, güzellikten er geç yoksun kalacak Kader ya da varlığın bozulması yüzünden; Ama hiç solmayacak sendeki ölümsüz yaz, Güzelliğin yitmez ki asla olmaz ki hurda; Gölgesindesin diye ecel caka satamaz Sen çağları aşarken bu ölmez satırlarda: İnsanlar nefes alsın, gözler görsün elverir, Yaşadıkça şiirim, sana da hayat verir.” Louis Aragon – Mutlu Aşk Yoktur “İnsan her şeyi elinde tutamaz hiç bir zaman Ne gücünü ne güçsüzlüğünü ne de yüreğini Ve açtım derken kollarını bir haç olur gölgesi Ve sarıldım derken mutluluğuna parçalar o şeyi Hayatı garip ve acı dolu bir ayrılıktır her an Mutlu aşk yoktur Hayatı Bu silahsız askerlere benzer Bir başka kader için giyinip kuşanan Ne yarar var onlara sabah erken kalkmaktan Onlar ki akşamları aylak kararsız insan Söyle bunları Hayatım Ve bunca gözyaşı yeter Mutlu aşk yoktur Güzel aşkım tatlı aşkım kanayan yaram benim İçimde taşırım seni yaralı bir kuş gibi Ve onlar bilmeden izler geçiyorken bizleri Ardımdan tekrarlayıp ördüğüm sözcükleri Ve hemen can verdiler iri gözlerin için Mutlu aşk yoktur Vakit çok geç artık hayatı öğrenmeye Yüreklerimiz birlikte ağlasın sabaha dek En küçük şarkı için nice mutsuzluk gerek Bir ürperişi nice pişmanlıkla ödemek Nice hıçkırık gerek bir gitar ezgisine Mutlu aşk yoktur Bir tek aşk yoktur acıya garketmesin Bir tek aşk yoktur kalpte açmasın yara Bir tek aşk yoktur iz bırakmasın insanda Ve senden daha fazla değil vatan aşkı da Bir tek aşk yok yaşayan gözyaşı dökmeksizin Mutlu aşk yoktur ama Böyledir ikimizin aşkı da” Andrey Voznesenski – Oza’dan “Selam Oza, evde, geceleyin Ya da uzakta bir yerde, neresi olursa olsun, havlarken köpekler,yalarken kendi göz yaşlarını Senin soluğundur duyduğum ses. Selam Oza! Nasıl bilebilirdim, sinik ve gülünç Bir kişi gibi, ürkerek giren bir göle, Gerçekte korku olduğunu aşkın, söyle? Selam Oza! Ne korkunç, bir başına düşünmek şimdi seni? Daha da korkunç,bir başına değilsen oysa: Şeytan öylesine doyumsuz bir güzellik vermiş ki sana. Selam Oza! Ey - insanlar, lokomotifler, mikroplar Gerin kanatlarınızı elinizden geldiğince ona. Harcatmam onun, dokundurtmam kılına. Selam Oza! Yaşam bir bitki değilse aslında, Neden dilimliyor, parçalıyor insanlar onu Selam Oza! Ne acı bu denli geç rastlamak sana Ve böylesine erken ayrı kalmak sonunda. Karşıtlar getiriliyor bir araya Bırak çekeyim kahrını ve acını kendime Çünkü acılı kutbuyum mıknatısın ben, Sense sevinçli. Dilerim sonuna dek kalırsın öyle. Dilerim hiç bilmezsin ne denli hüzünlüyüm. İnan, kendimle üzmeyeceğim seni. İnan, ders olamayacak sana ölümüm. İnan, yük olmayacağım sana yaşamımla. Selam Oza, dilerim ışıl ışıl kalırsın hep Bir sokak fenerinden sızan bir ışık gibi. Suçlayamam bırakıp gittiğin için beni. Şükür ki girdin yaşamıma. Selam Oza!” Turgut Uyar – Denge “Sizin alınız al inandım Sizin morunuz mor inandım Tanrınız büyük amenna Şiiriniz adamakıllı şiir Dumanı da caba Bütün ağaçlarla uyuşmuşum Kalabalık ha olmuş ha olmamış Sokaklarda yitirmiş cebimde bulmuşum Ama sokaklar şöyleymiş Ağaçlar böyleymiş Ama sizin adınız ne Benim dengemi bozmayınız Aşkım da değişebilir gerçeklerim de Pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı Yangelmişim diz boyu sulara Hepinize iyiniyetle gülümsüyorum Hiçbirinizle dövüşemem Benim bir gizli bildiğim var Sizin alınız al inandım Morunuz mor inandım Ben tam kendime göre Ben tam dünyaya göre Ama sizin adınız ne Benim dengemi bozmayınız Aşkım da değişebilir gerçeklerim de Pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı Yangelmişim diz boyu sulara Hepinize iyiniyetle gülümsüyorum Hiçbirinizle dövüşemem Benim bir gizli bildiğim var Sizin alınız al inandım Morunuz mor inandım Ben tam kendime göre Ben tam dünyaya göre Ama sizin adınız ne Benim dengemi bozmayınız”
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.