“Eğer o da beni severse…“ diye düşündü Seyfi. Bir odacık ve pencereden görünen birkaç ağaç… Bu kadarı yeterdi. Kuşlar da olabilirdi. Bir odacık… Geniş, aydınlık pencereler… Güllere, bülbüllere, en güzel koya vurmuş ay ışığına, çamlara hiç de gerek yoktu. Bir odacık yalnızca. Ama böyle bir odası yoktu Seyfi‘nin. İçinde Nurten’in oturduğu bir odası yoktu. Ve ağustos ayının insafsız güneşi gözlerini acıtıyordu.