“Büyük bir dinsel zorbalık merdiveni vardır, çoktur basamakları; ama bunlardan üç tanesi
en önemlileridir. İnsan bir zamanlar tanrısına insanları, belki de en sevdiklerini kurban ederdi…
(…) Sonra insanlığın ahlaki döneminde, insan sahip olduğu en güçlü içgüdüyü, ‘doğasını’ kurban etti tanrısına…
(…) Nihayet: ne kaldı geriye kurban edecek? Sonunda her türlü avutucu, kutsal, iyileştirici olanı, her türlü umudu, gizli uyuma, gelecekteki mutluluklara ve adaletlere duyulan her türlü umudu, her türlü inancı kurban etmek gerekmez miydi? Tanrının kendisini kurban etmek ve kendi kendine zorbalıkla, taşa, aptallığa, ağırlığa, kadere, hiçliğe tapınmak gerekmez miydi?”
(s. 64)