Orhan Gencebay’ı o yıllarda ilk dinlediğimde, bu şarkıların sözleri kadar bu inleyen, sızlanan, ah çeken erkek sesi de bana neredeyse müstehcen gelmişti. Kederli bir içerikli oynak ritimleri ,ağıt tonuyla melodiyi yaydıkça yayan yaylıları, iyileşmez bir aşk yarasıyla bu yarayı deşmekten duyulan keyfi apaçık biçimde bir araya getiren bu garip şarkılar o yıllarda yalnız bende değil, aydınlanmış bir bilinci önemseyen bir çok insanda da utançla akraba bir duygu uyandırmış olmalı. Arzu’nun böyle ulu orta dile getirilişinde, kendini dilenciye ya da idam mahkumğuna benzeten bu acıyla yıkılmış erkek figürde, yıkılmışlığın kendisinden bir onur çıkartmaya çalışan bu aleni yakarışta sanırım kontrolsüz bir arzunun, bir ölçüsüzlüğün, bir taşkınlığın izini görmüştüm.