Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

“Denize düşen üç kardeşin bir Hawaii adasına sürüklendiği bir hikâye okumuştum. Bir söylence aslında, eski zamanlardan. Çocuktum okuduğumda, detayları tam olarak hatırlayamasam da şöyle bir şeydi: Üç erkek kardeş tekneyle balığa çıkıyor, fırtınaya yakalanıp sürükleniyorlar, tekneleri batınca uzun bir süre denizde yüzüp sonunda ıssız bir sahile varıyorlar. Burası çok güzel bir ada, hindistancevizi ağaçlarının, bolca meyvenin yetiştiği, ortasında yüksek bir dağın olduğu bir yer. O gece, Tanrı üçünün de rüyasına girip şöyle diyor: Sahilin az ilerisinde, üç iri, yuvarlak kaya parçası bulacaksınız. O üç kaya parçasını istediğiniz yere kadar yuvarlayarak götürün. Artık kayayı daha fazla itemediğiniz yer, her birinizin yaşaması gereken yer olacak. Ne kadar yükseğe çıkarsanız dünyayı da o kadar fazla görebileceksiniz. Ne kadar gideceğiniz size kalmış.” Genç adam anlatmasına ara verip su içiyor. Mari, suratında ilgi göstermiyormuş gibi bir ifade olsa da, dikkatlice dinliyor. “Buraya kadarı anlaşıldı mı?” Mari başım hafifçe öne doğru eğerek onu onaylıyor. “Devamını dinlemek istiyor musun? İlgini çekmediyse burada kesebilirim.” “Uzun değilse devam et.” ''Pek uzun değil. Oldukça da basit bir hikâye.” Genç adam sudan bir yudum daha içtikten sonra anlatmaya devam ediyor: "Tanrı'nın dediği gibi, üç kardeş sahilde üç iri kaya parçası buluyorlar. Sonra da onlara dendiği gibi, o kayaları yuvarlıyorlar. Çok iri, ağır kayalar bunlar, yuvarlaması güç, tepeye doğru itmek de fazlasıyla yorucu. En küçük kardeş ilk seslenen oluyor: ‘Abilerim, bana bu kadarı yeter. Burası sahile de yakın, hem balık da avlanabilir. Rahatça yaşarım burada. Dünyayı o kadar fazla görmesem de olur.’ Daha büyük iki kardeş ilerlemeye devam ediyorlar. Ancak dağın yarısına geldiklerinde, ortanca kardeş sesleniyor bu kez: 'Abicim, bana bu kadarı yeter. Burada bolca meyve yetişiyor, rahatça bir yaşam sürebilirim. Dünyayı o kadar fazla görmesem de olur.' En büyük kardeş dağa tırmanmaya devam ediyor. Yol giderek daralıp dikleşiyor ama o vazgeçmiyor. Sabırlı biri ve dünyayı da olabildiğince ötelere dek görmek istiyor. Gücü yettiğince kaya parçasını itiyor. Aylar boyu neredeyse hiçbir şey yemeden ve içmeden itiyor ve sonunda o kaya parçasını dağın tepesine taşımayı başarıyor. Sonra zirvede durup dünyaya bakıyor. Şimdi dünyayı herkesten daha fazla görebiliyor. Orası onun yaşadığı yer oluyor. Ancak orada ne bir ot yetişiyor, ne bir kuş uçuyor. Susayınca buz ve çiy yalamaktan, acıkınca yosun kemirmekten başka yapabileceği bir şey yok. Ama pişmanlık duymuyor. Çünkü tüm dünyayı görebiliyor. Bugün bile o Hawaii adasındaki dağın tepesinde tek bir iri, yuvarlak kaya parçası durmaktaymış. Böyle bir hikâye işte.” Sessizlik. Mari, soruyor: "Bu hikâyeden alınacak bir ders mi var?” "Sanırım iki tane var. İlki” derken bir parmağını kaldırıyor genç adam, "herkesin birbirinden farklı olduğu. Kardeş olunsa bile. İkincisi” derken ikinci parmağını kaldırıyor, “bir şeyi gerçekten bilmek istiyorsan, bunun bedelini ödersin.” “Bana, o ilk iki kardeşin seçtiği yaşam tarzları daha doğru geliyor” diye düşüncesini belirtiyor Mari. “Öyle tabii” diye onaylıyor genç adam. “Hawaii’ye kadar gidip de çiy yalayıp yosun kemirerek yaşamayı kim ister ki? Ama tabii ki en büyük kardeşin dünyayı olabildiğince ötelere dek görme merakı vardı ve bu merakını bastıramadı. Bunun için ödemesi gereken bedel ne kadar büyük olsa da.” “Entelektüel merak.” “Tam anlamıyla.”
Doğan KitapKitabı okudu
49 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.