Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

200 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
Bu iri iri kentlerde eksikliği hissedilen şey,o şey,acaba nedir? Ne?
Rasim Özdenören’in kent ilişkileri adlı bu kitabı çeşitli denemelerden oluşmaktadır. 48 tane denemenin oluşturduğu bu kitap yazarın kentle ilgili görüşlerini samimi bir dille anlattığı ve kanıtlamak için özel bir çabaya girmediği edebi metinlerden oluşmaktadır. Yazar kitabın ön sözünde bu kitabı yazma amacının hiçbir zaman sosyolojik ve ekonomik bir değerlendirmenin sonuçlarını sunmak olmadığını söylemiştir. Kitapta Özdenören’in sahip olduğu muhafazakâr düşüncenin izleri de mevcuttur. İş için gittiği Amerika ve Türkiye’de gözlemleme imkânı olduğu şehirleri Doğu-Batı kıyaslaması ile okuyucuya sunmuştur. Yazarın edebi kimliği dolayısıyla kente çoklu bir bakış açısıyla bakmamıza olanak sağlamıştır. Ayrıca yazar kenti uygarlık olarak ele almış ve insanların temel yönelimi olduğunu belirtmiştir. Yani insan nereye gitse orada bir kent kuracağı fikrini benimsemiştir. Bu cümleden de anlaşılacağı üzere yazar yaygın olan kır-kent ayrımında kırı değil kenti daha çok benimsemiş ve sevmiştir. Ona göre uygarlığın yozlaşması uygarlığı reddetmeyi gerektirmez ya da kıra yani doğaya dönmeyi. Yazar denemelerinde belli olgulara da özellikle değinmiştir. Mesela pencere olgusuna, yolcu ve yolculuk olgusuna, mabet olgusuna, ölüm olgusuna, kentlerin bir kokusu olduğuna değinmiştir. Ayrıca yazılarında dünya edebiyatından bazı kitaplara ve karakterlere de yer vermiş ve bunları kentle ilişkilendirmiştir. Konusunun merkezinde her zaman kent vardır. Kentin insanlar üzerinde nasıl bir etkisi olduğuna, kentin insana sağladığı yarar kadar verdiği zararlara, yapaylaşan ilişkilere, karşılaştırmalı bir tarih mukayesesiyle eski ve yeni kent yorumlarına yer vermiş ve ışık tutmuştur. Ayrıca yazara göre kenti kent yapanın binalar olduğu fikri çok açıktır. Kent yani şehir sanki nefes alıp veren kanlı canlı bir varlık gibi görünür yazılarında. Bir kokusu, sesi, rengi vardır. İnsan ne kadar kaçarsa kaçsın yanında kenti de götürür. Her şey özgürlük de dahil kentle bir ilişkisi vardır. Özdenören, ahşap pencerelere özel bir anlam yüklemiştir. Ahşap pencereleri on dokuzuncu yüzyıl İstanbul’unun ruhunu ve huzurunu yansıttığını düşünür. Yazarın bu bölümde eleştirdiği şey aslında eski kentlerin kaybolmaya başlaması ve artık hiçbir yerde ahşap pencereleri görememesi aslında modernleşme adı altında Batılı anlamda mimarinin hâkim olduğu kentlerimizi eleştirmektedir. Diğer bir bölümde doğduğu ve büyüdüğü şehir olan Kahramanmaraş’a uzun bir süreden sonra giden yazar şehrin nasıl değiştiğini ve artık tanıyamadığından bahsetmiştir. Gözlemlerine göre yeni şehrin hemen eski şehrin çevresinde oluştuğunu da eklemiştir. Her fırsatta eski kentlere olan özlemini de üstü kapalı da olsa dile getirmiştir. Ancak yeni kentleri her ne kadar eleştirse de kenti kıra tercih etmiştir. Kenti insanın nereye giderse gitsin yanında götüreceğini ve bir kent kurmanın insanın tabiatında olduğunu söylemiştir. Kır ise onun için görüntü kirliliği oluşturan ve bakmanın bile kötü hissettirdiği yerleşim yerleri olduğunu üstü kapalı da olsa okura hissettirmiştir. Kent-kır ayrımında kentin daha yozlaşmış olduğu tezini ileri sürenlere kırında aynı yozlaşmaları içerdiğini ancak kent kadar ön plana çıkarılmadığını söylemiştir. Kentli insanın doğaya kaçma isteğini de aslında kentten değil kendinden kaçış olduğunu söylemiştir. Kentli insan kıra geldiğinde hissettiği özgürlük duygusunu yaşatan da özgür olmak için kente kaçan kır insanına da bu duyguları yaşatan kenttir. Yazar kitabın bir bölümünde de Paris ve Amasya’yı karşılaştırmıştır. Paris’in huzuru olmayan bir kent olduğunu belirtmiştir. Çünkü insanların orada kitleselleştiklerini ve bireyselliklerini yitirmişlerdir. Amasya’da ise tam tersi insanların bireyselliklerini korumaya çalıştıklarını ve onları elmalara organik elmalara benzetmiştir. Hiç fabrikadan çıkan plastik elma ile dalından yeni koparılan elma aynı olur mu sorusu ile kıyaslamasına nokta koymuştur. Ankara kentini ise en kişiliksiz kentimiz olarak tanımlıyor. Bunu ise kavislerinin olmayışı ile ilişkilendiriyor. Kavislerden kastı nirengi noktalarıdır. Yani kentin ayırt edici mimarileri ve şehrin biçimlenmesini etkileyen yerlerin yokluğundan bahsediyor. Yazarın modern kentleri anlatmak için dünya edebiyatından iki önemli karakteri de denemelerinin konusu yapmıştır. Shakespeare’in Atinalı Timon’u
Atinalı Timon
Atinalı Timon
ve Dostoyevski’nin Raskolnikov’u
Suç ve Ceza
Suç ve Ceza
. İkisi de modern kentlerin birer yansımalarıdır. Atinalı Timon’un iflası sonrası dostlarından yardım göremeyince kaçtığı insanların yani kentin, gittiği ormanda da karşısına çıkması sonrası intihar etmesi yazara göre modern kentlerin ve dolayısıyla modern insanın yapacağı bir davranıştır. Özel bir neden ya da açıklama gerektirmez. Raskolnikov’da ise eli baltalı bir katilin tavan arasına saklanması geleneksel kentlerin ortadan çekilmesiyle ortaya çıkan modern insanın çirkin yüzüne benzetmektedir. Yazar “Bir gökdelenin penceresiz ve dolayısıyla ifadesiz yüzüyle, cinayet dönüşü tavan arasındaki meskenine sığınmaya giden ve kendini başkalarından gizleyen caninin yüzündeki ifadesizlik arasında kurulabilecek benzetmeler fantezi olarak yorumlanmamalıdır.” Der. Kentlerin bir kokusu olduğunu, bir rengi olduğunu yukarıda belirtmiştik. Yazar her kentin kendine ait bir kokusunun olduğunu savunmaktadır. Deniz kenarında ise yosunların kokusu ya da o kentin ayırt edici özelliği olan bir durumu varsa kokusunun da ona göre şekillendiğini söylemektedir. Şehirlerin rengi ise kurşuni renktir. Böyle olmasının sebebini ise hem binaların renginden hem de kurşuni rengin insan elinden çıkma bir renk olduğu için bu tanımlamayı daha uygun görmüştür. Kentte ölüm ve yalnızlık da denemelerine konu olmuştur yazarın. Artık kentte ölümün bile değiştiğini söylemiştir. Mesela cenaze arabalarına gerek olması ve çarşıdan geçen bu arabaların içinde kimlerin olduğunu artık bilemememiz bu değişime örnektir. Ölümü irdelerken yine şehrin değişen mimarisine laf atmayı unutmayıp darlaşan kapı ve pencerelerden dem vuruyor. Modern kentlerde o insan ilişkilerin yerinin paranın almasını da eleştiriyor yazar. Kaldığı otelde elinin altında bir broşürden nerelere gidebileceğini ya da ihtiyaçlarını nerede giderebileceğini çok kolay öğrendiğini ama bu rahatlığında temelinde paranın olduğunun bilincinde olduğunu söylüyor. Evet modern kent bizlere bir sürü kolaylık sağlayabilir ancak bunun da ötesinde ilişkilerin artık para temelli olması başkalarıyla kurduğumuz ilişkilerin yapay olduğu gerçeğini önümüze getirmektedir. Yinelemek gerekirse yazar tüm bu eleştirilerine rağmen kentin tarafını tutmaktadır.
Kent İlişkileri
Kent İlişkileriRasim Özdenören · İz Yayıncılık · 2018116 okunma
·
1 artı 1'leme
·
594 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.