Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Betimleme ve küçük ayrıntıların ustası
Ekinler başak vermişti. Memed sabah erkenden bir limonu, dalından koparmaya kıyamadan, dala ellerini uzatıp ovaladı, avuçlarını kokladı. Bahçeler, tepesinin üstünde asılı duran Gavur dağları, uzaktaki ekin tarlaları buğulanıyor, sabahın ışığı çökmüş dünya, karşıdaki denize doğru gittikçe aydınlanıyordu. Sırtlarına gün vurmuş, esen yelin kabarttığı buğusu yavaşça yükselen, göğsüne kadar gelen ekin tarlalarının içinden geçti, denizin kıyısına geldi, kıyıda bir an durdu, denizi hiç görmedi, üstündeki aydınlığı, uçuşan martıları, ince dalgaların üstüne yatmış, kıpırdamayan sabah bulutlarını da görmedi. Burnuna bir koku da gelmedi. Ayaklarının altındaki çakıltaşları da ses vermiyordu. Sel yatağındaki püren de kurumuş, çıtır çıtır olmuş, bakır rengine dönüşmüştü. Pürenin üstünde kanatları ıslak, bir kuş kadar büyük, yaldızları soluk mavi bir kelebek, bir yana sarkmış uyuyordu. Onu uyandırmaktan korkarak, usulca pürenin yanına çöktü. Pürene dokunamadı, elini süremedi. Elini uzatıyor uzatıyor, parmağı pürene değdi değecek, kızgın demire dokunmuşçasına irkilerek geriye çekiyordu. Pürenden karşıdaki çiçekleri kurumuş, yaprakları kıpkırmızı olmuş sığırkuyruğuna büyük, ince dokuma bir örümcek ağı gerilmiş ağ ıslanmıştı. Üstüne küçücük ak sinekler, bir de sırtı yeşil, mor, menevişli benekleri olan küçücük bir böcek takılmıştı. Örümcek ortada gözükmüyordu. Gözlerini ağın köşesine dikti, bir yerlerden çıkıp gelecek örümceği bekledi. Gün kuşluk oldu, örümcek, daldaki sarkmış yaldızlı kelebek uyanmadı. Deniz soludu, ince dalgalar kıyıyı dövdü, bir kuş öttü, cırcırböcekleri kuşlukla birlikte hep birden, bütün sesleri, kuş ötüşlerini, sıcağın çatırtısını, denizin soluklanışmı, sabah yelindeki başakların hışırtısını bastırarak ötmeye başladılar. Cırcırböceklerinin sesleri gün kızdırdıkça artıyordu, kulakları sağır edercesine. Memedin başının içinde bir uğultu. Sonra bütün bedeni uğultuya kesti. Cırcırböcekleri durup dinlenmeden, ıyıp kesmeden bastırıyordu. Kaskatı kesilmiş, uyuşmuş gitmişti. Öğle oldu, güneş geldi tepeye dikildi, gölgeler çekildi bir avuç kaldı, toprak yalım gibi kızardı, elini, ayağını üstünde bir an tutamazsın, kızgın demire döndü. Memed, gözlerini açıp yoğun ışığa bakmayı birkaç kez denedi, kamaşan gözlerini, bütün ağırlığıyla denize, sapsarı yanan, dalgalandıkça savrulan ekin tarlalarına çökmüş ipiltiler yaktı. Örümcek daha gelmiyor, gün kızdırdıkça yaldızları solan, mavisi menevişlenen kelebek yerinden kıpırdamıyordu. İkindi oldu, garbi yeli çıktı. Memedin sırtındaki ter kurudu, ak bulutlar denizden koparak göğe ağdı, deniz maviledi, ekinlerin hışırtısı, cırcırböceklerinin sesleri arasından denizin kıyısına geldi, büyümüş, kıyıya ak köpüklerini seren dalgaların gümbürtülerine karıştı. Gün ta aşağılara, denizin öteki ucuna indi, denizi, ovaya sapsarı çökmüş ekin tarlalarını önce turuncu, sonra kırmızı pembe, sonra mor pembe, ardından da turuncu mor, yeşil mor, pembe turuncu yeşil mor bir ışık bastırdı. Memedin eli kendiliğinden pürene değdi, çalı sallandı, sarkmış kelebek yere, ak çakıltaşlarının üstüne düştü. Bir çocuk ölüsü kederinde, kanatları sonuna kadar açılmış, ipiltisini, menevişini yitirmiş gözleri koskocaman öyle kalakaldı. Karanlık bastı örümcek gelmedi. Belki de onu, bir düşmanı çoktan yemiştir, diye düşündü Memed, hüzünlendi. Belki bir kırlangıç, belki bir serçe, belki de bir yılan, bir kertenkele... Belki, o yeşil, o kırmızı dilleri dışarda kertenkele, belki o pörtlek gözlü kurbağa yutmuştur onu. Oysa Memed onu ne kadar bekliyordu. Ayağa kalktı, ekinlerin içine daldı, sırtından bir ürperti geçti.
Yapı Kredi Yayınları
·
63 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.