Yıllardır sebebini bilmediği,
kendi tabiatına aslında hiç de uymayan, onu bir kurt
gibi içeriden kemirip duran, içini kurutan öfkenin kaynağını
bulmuştu sonunda. O tek suçlunun babası olduğunu sanıyordu.
Babasına bir şey diyemediği için öfkesini senelerdir
bastırıyor, bastırdıkça dişlerini sıkıyor, öz babasına duyduğu
nefreti omuzlarında korkunç bir ağırlık olarak taşıyordu. Kolay
değildi babadan, anadan nefret etmek. Nefret ettiği halde
yine de onlardan sevgi dilenen bir çocuk gibi, kırk beş yaşında,
evet, kırk beş yaşında bir çocuk gibi yanlarında yörelerinde
dolanmak, kendini beğendirmeye, sevdirmeye çalışmak,
yaptığı her şeyi içindeki öfke ve nefret duygusuyla hep
o küskün halle yapmak, büyüyememek, tam olamamak, kendini
ait hissedememek, güvensiz ve tedirgin baba evi ziyaretlerinde
susmak, susmak ve durmadan susmak kolay değildi.
Bunların hepsini Besim Usta bilirdi. Sırtını dayayabileceği
bir babaya öyle ihtiyacı vardı ki, yıllar boyu ördüğü bütün
duvarları kendine baba diye ördü. Her ördüğü duvarın
önüne çöküp yaslanır ve bir yorgunluk sigarası içerdi. Ben
yaptım, elimin emeği, alnınım teri der ve yaslanır; sırtındaki
o elin yokluğunu tuğlalarla, duvarlarla doldurmaya çalışırdı.
Ama ördüğü hiçbir duvan yanında taşıyamazdı.