Albertine’i hâlâ seviyordum gerçi, ama son dönemdeki gibi sevmiyordum artık; hayır, onunla bağlantılı yerlerin, insanların, her şeyin, bende, acıdan çok büyü içeren bir merak uyandırdığı daha eski dönemlerdeki gibi seviyordum. Hattâ onu tam olarak unutmak için, gittiği yoldan başlangıç noktasına geri dönen bir yolcu misali, baştaki kayıtsızlığa varmak için, aşkımın doruk noktasına ulaşıncaya kadar yaşadığım bütün duygulardan, ters yönde tekrar geçmem gerekeceğini gayet iyi hissediyordum. Ama geçmişin bu aşamaları, bu anları, sabit değildir; şimdi geçmişte kalmış olan bir zamana, ileriye doğru uzanan umudun korkunç gücünü, mutlu cehaletini korurlar ve biz anlık bir sanrıya kapılarak, gerideki o zamanı, gelecek olarak algılarız.