Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Kaybolduğumuzu hissettiğimiz zamanlar olur. Herkes de anlayamaz bunu, bu çağda insanlar kaybolduğunun farkında bile değil. Duino Ağıtları'nı hatırlayın: "Hiçbir yerde, sevgili, dünya hiçbir yerde, sadece içimizde." Kaybolduğumuzu hissettiğimizde döneceğimiz tek yer kendimiziz sevgili okur. Bu zamanda insanı ancak kendi kurtarır. Var olun.
Rainer Maria Rilke
Rainer Maria Rilke
-
Beyaz Mutluluk
Beyaz Mutluluk
Çevirmen:
Kamuran Şipal
Kamuran Şipal
, Cem Yayınları, s.89-91 Küçük bir kente bahar geldi mi, şenlik düzenlenir. Dar hücrelerinden fışkıran tomurcuklar gibi altın sarısı başçıklarıyla çocuklar kışı geçirdikleri bunaltıcı odalardan dışarı fırlar, dalga dalga kırların, bayırların yolunu tutarlar, sanki saçlarını ve giysilerini çekip çekiştiren ve kirazların ilk açan çiçeklerini kulaklarına uçurup getiren ılık rüzgar önüne katmış götürür kendilerini. Uzun bir hastalıktan sonra bir çocuğun hanidir eksikliğini çektiği bir oyuncağı sevincinden uçarak karşılaması gibi, mutlulukla her şeyi yeniden görüp tanır, her ağacı, her çalılığı neşeyle selamlar, coşkuyla akan ırmağa bütün zaman neler yaptığını anlattırıp dinlerler. Çıplak, ürkek ayakçıkları hafifçecik gıdıklayan ilk yeşil otlar içinde koşmak, çaresizlik içinde geniş yaylar çizip kıt mürverler üstünden geçerek sonsuz ve solgun maviliklerde yitip giden bir kelebeğin peşine düşmek ne büyük bir hazdır. Dört bir taraf yaşamla kaynayıp coşar. Çatı altları, kırmızı kırmızı parıldayan telgraf direklerinin, hatta kilise kulesinin üzeri, homurtulu emektar çanın yanı başları kırlangıçların buluşma yeridir. Çocuklar eski yuvalarını arayan o sevimli göçmen kuşlar gibi gözlerini iri iri açarak bakıp durur, öte yanda babaları gül fidanlarına hasır giysilerini giydirir. Anneleri ise sabırsız küçüklerin sırtından kalın fanilalarını çıkarmaya koyulur. Yaşlılar da ürkek adımlarla kapı eşiğinden dışarı çıkarlar, ellerini kavuşturup ovar, sel gibi akan ışığa bakarak gözlerini kırpıştırırlar: birbirlerini “moruk” diye çağırır, mutluluklarını ve duygulanmışlıklarını açığa vurmak istemezler. Ama gözleri doluksar, bir ilkbahar daha yaşadıkları için Tanrı'ya şükrederler, annenin de, babanın da içlerinde bir şükran duygusu uyanır. Böyle bir günde elde bir çiçek olmadan sokakta dolaşmak günahtır diye geçirirdi içinden Karsky. Dolayısıyla, sanki ilkbaharın reklamını yapmak ister gibi sağ elinde burcu burcu kokan bir dalı sallamaya başladı. Evlerin ağızlarını açmış kara kara esneyen küflü kapılarından bir an önce kaçıp kurtulmak için, üçgen çatılı eski ve gri evlerin yer aldığı sokaklardan geçti, her zaman gittiği meyhanenin patronunu eliyle selamladı. Adam meyhanenin geniş kapısının altında durmuş kurumlanır bir edayla geniş geniş gülümsüyordu. Daha sonra Karsky, öğle zilinin çalmasıyla daracık okullarından fırtına gibi dışarı fırlayan çocuklara el etti. İlkin uslu akıllı ikili sıralar halinde yürüyen çocuklar okul kapısından yirmi adım kadar uzaklaşır uzaklaşmaz dağılıyor, çok sayıda topluluklar oluşturuyordu. Bunu gören Karsky, havada, yüksek mavilikler içinde ışıl ışıl minik yıldızlara ve küreciklere bölünen maytapları düşünmekten kendini alamadı. Dudaklarında bir gülümseme, ruhunda bir ezgi küçük kentin en dış semtine doğru seğirtti; burada biraz köy manzarasıyla bir huzur havasını soluyan çiftlikler ve kısmen küçük bahçecikler ortasında villalar gülen yüzlerle insanı karşılıyordu. Yolun sonundaki evlerin birinin önünde hafifçe kıvrılıp bükülmüş dallar üstünde şimdiden yeşil bir soluğun gelecekteki bir görkemi müjdeleyerek parıldadığı ağaçlıklı bahçe yollarını görmek keyiflendirdi Karsky’yi. Evin girişinde iki kiraz ağacı çiçeğe durmuştu; bu da bir zafer kapısı olarak kurulup çatıldığı gibi bir görünümle donatıyordu kapıyı, sanki soluk pembe çiçekler kapının üzerine ışıl ışıl bir “hoş geldin” yazısı kondurmaktaydı. Ansızın irkildi Karsky. Çiçeklenmeler ortasında koyu mavi iki göz görmüştü; sakin, höpürdetile höpürdetile içe çekilen bir mutlulukla düşlere dalmış, uzaklara bakıyorlardı. İlkin yalnızca bu iki gözü fark eden Karsky öyle sanmıştı ki, âdeta gökyüzünün kendisi çiçek açmış ağaçlardan ona bakıyordu. Biraz yaklaşınca şaşıp kaldı. Solgun yüzlü sarışın bir kız, donuk renkli çiçeklerle bezenmiş bir şezlongda büzülmüş oturmaktaydı; âdeta görülmez bir şeye uzanmış elleri dizleriyle ayaklarını saran koyu yeşil battaniyelerden parlaklık ve saydamlığıyla ayrılıyordu. Dudakları henüz açmış çiçekler gibi narin kırmızıydı, hafif bir gülümsemenin güneşiyle çevresi kuşatılmıştı. Noel gecesi kollarında yeni tahta atıyla uyuyakalmış bir çocuk böyle gülümserdi ancak. Solgun ve nurlu yüzü öylesine güzel, öylesine nazlıydı ki, birden öğrenci Karsky’nin uzun, çok uzun süredir düşünmediği eski masallar geldi. Farkına varmadan durdu olduğu yerde; bugün, dua etmeyi unutmuş kişilerin bazen üzerine çullanan o büyük güneşe yürekten bir şükran duygusuyla yoldaki bir Meryem tasviri önünde de durakalmıştı öyle. Derken kızla göz göze geldiler, mutlu bir anlayışla birbirlerinin gözlerinin içine baktılar. Ve Karsky, ne yaptığını pek bilmeden elindeki çiçekli dalı çit üzerinden kaldırıp bahçeye attı; havada hafifçe sallanarak giden dal kızın kucağına düştü. Kızın beyaz ve ince elleri de nazlı bir aceleyle, bir mermi gibi gelip kendisini bulan burcu burcu dala uzandı; Karsky haz dolu bir ürpertiyle kızın masalsı gözlerinde parıldayan şükran duygusunun keyfini çıkardı. Ardından kırlar ve bayırlar ortasından vurup gitti. Ancak açık arazide epey ilerleyip başının üstünde görkemli sessizliğiyle gökyüzünü görmüştü ki, durmadan şarkılar söylediğini fark etti. Küçük, eski, mutluluk taşan bir şarkıydı.
··
151 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.