Gönderi

Dediler ki Kur'an, "ka-re-e" (okunan) kökünden değil; "ka-re-ne"(komşu/yoldaş) kökünden türemiştir. Amaç Kur'an'ın "okumak" değil; "yanında bulundurmak", "kendine yapıştırmak" anlamına geldiğini ifade etmek. Derler ki: Bir kimse sadece Bismillah'ın "B" sinde saklı manaları tefsir etmeye kalksa, ona bir ömür yetmez. Yine derler ki Kur'an'ın yetmiş "batın"ı (içsel anlam) vardır, onların da her birinin yetmiş "batın”ı ve bu böylece akıp gider... Tüm bunlar doğrudur. Ancak onlar meseleyi şu noktaya getirmek istiyorlar: Hiç kimse onu anlamaya çalışmamalı. Amaç Kur'an'ı açıp okuyan, anlamaya çalışan, düşünen, ondan bir ders çıkaran herkesi mahkûm etmek, anladığı şeyi de reddetmek ve şüpheli olduğunu lanse etmek. Dediler ki Kur'an'ın gerçek anlamı, imamların yanında özel bir kitapta gizlidir. Ondan hiç kimsenin haberi yok. O kitap Peygamber'in evindeydi, sonra gizli bir şekilde elden ele imamlara geçti. Şu anda da kayıp imamın yanındadır. Bu şu anlamda doğrudur: İmamlar, kitabı diğer insanlardan daha iyi anlar ve anlamlandırırlar. Bu da doğal ve mantıklı bir şeydir. Oysa onlar bundan şu neticeyi çıkardılar: Kur'an, içi muamma dolu sırlar dünyasına benzer ve insanın onu anlaması mümkün değil. Dediler ki: "Kur'an'ı akılla tefsir eden herkes, cehennemdeki yerini hazırlamış olur." Hâlbuki Peygamber'in hadisi şu şekildedir: "Kur'an'ı kendi düşüncesine göre tefsir eden herkes cehennemdeki yerini hazırlasın." Yani "kendi görüşü, kendi düşüncesi ve kendi değer yargısı"na göre tefsir eden kimse...
·
34 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.