Gönderi

Frodo hızla yaklaştıkça, büyük sütunlar onu karşılarcasına kuleler gibi yükseldi. Dev gibi gelmişlerdi ona; sessiz fakat tehditkâr iri kurşuni siluetler. Sonra sütunların gerçekten de elle biçimlendirilmiş olduğunu gördü: Eskinin hüneri ve gücü bunlar üzerinde çalışmıştı ve üzerlerine yontulmuş olan o fevkalade suretleri unutulmuş yılların güneşlerine, yağmurlanna rağmen bugüne kadar getirmişti sütunlar. Derin sulara oturtulmuş kocaman kaidelerin üzerinde taştan iki ulu kral duruyor, bulanık gözlerle, yank alınla hâlâ Kuzey’e doğru kaşlarını çatıyorlardı. Her ikisinin de sol eli, ayaları dışarı bakacak şekilde, uyarıda bulunurcasına havadaydı; sağ ellerinde birer balta, başlannda ufalanmaya başlamış birer miğfer ve taç vardı. Hâlâ büyük bir güç ve heybet taşıyordu çok önceleri yok olmuş krallığın bu sessiz bekçileri. Frodo’nun üzerine korku sindi, kayık yaklaştıkça b^maya cesaret edemeyerek gözlerini kapatıp iyice büzüştü. Kayıklar Numenor’un nöbetçilerinin ebedi gölgeleri altından zayıf ve gelip geçici minik birer yaprak gibi hızla geçerken, Boromir bile başım eğdi. Kapılar’ın karanlıkdar boğazına böylece girdiler. Her iki yanda dehşetengiz sarp kayalık duvarlar tahmin edilemeyecek yüksekliklere doğru dimdik yükselmekteydi. Karanlık gökyüzü çok uzaktaydı. Siyah sular gürlüyor, yankılanıyor, üzerlerinde rüzgâr çığlıklar atıyordu. Dizleri üzerine büzüşmüş olan Frodo önünde Sam’in mırıldanıp homurdandığım duydu: “Ne yer yahu! Ne korkunç bir yer! Ah şu kayıktan bir çıksam, bir daha nehir şöyle dursun, su birikintilerine bile sokmam ayaklarımı!” “Korkmayın!” dedi garip bir ses arkasından. Frodo dönünce Yolgezer’i gördü, ama gördüğü yine de Yolgezer değildi; çünkü yıpranmış Kolcu yoktu artık orada. Kayığın kıçında mağrur ve dik Arathorn oğlu Aragorn oturmuş, kayığı hünerli kürek darbeleriyle idare etmekteydi; geriye düşmüş kukuletasının altından çıkan kara saylan rüzgârda dalgalanıyordu, gözlerinde bir ışık vardı: Sürgünden kendi ülkesine dönen bir kral. “Korkmayın!” dedi. “Nicedir arzu ediyordum atalarım İsildur ile Anari-on’un suretlerine bakabilmeyi. Elendil’in varisi, İsildur’un oğlu Valandil’in Hanedanından Arathom’un oğlu Elftaşı Elessar’ın, onların gölgeleri altında hiçbir şeyden korkması gerekmez! “ Sonra gözlerinin feri söndü ve kendi kendine konuştu: “Gandalf da burada olabilseydi keşke! Gönlüm nasıl da Minas Amor’u ve kendi şehrimin surlanm özlüyor! Lâkin nereye gideceğim?” Dar boğaz uzun ve karanlıktı; rüzgarın, hızla akan suyun ve yankılanan kayaların sesiyle doluydu. Biraz batıya doğru kıvrıldığından ilk başlarda ilerisi karanlık duruyordu; fakat kısa bir süre sonra Frodo önünde gitgide büyüyen yüksek bir ışık aralığı gördü. Hızla yaklaştı aralık ve kayıklar bir anda buradan dışarı, engin berrak bir ışığa uğradılar. Öğleni çoktan devirmiş olan güneş, rüzgârlı bir gökyüzünde parlıyordu. Gücü nihayet tükenen sular uzun oval biçimli bir göl halinde yayılmıştı: Soluk Nen Hithoel’di bu; çevresini kapatan, yamaçları ağaçlık fakat başlan kel, dik kurşuni dağlar gün ışığında soğuk soğuk yanıp sönmekteydi. En güney ucunda üç sivri tepe yükseliyordu. Ortadaki sanki diğerlerinden biraz daha önde ve ayrıydı: Nehir’in soluk titrek kollarla iki yanından aktığı bir ada. Rüzgârda, çok ötelerden duyulan gök gürültüsü sesi gibi uzak ama derin, gümbürtülü bir ses vardı. “Tol Brandir’e bakın!” dedi Aragom güneydeki yüksek zirveyi göstererek. “Sol tarafta Amon Lhaw, sağ tarafta Amon Hen, Duyma ve Görme Tepeleri duruyor. Büyük krallar zamanında bunların üzerinde tahtlar varmış ve buralara gözcüler konurmuş. Fakat Tol Brandir’e hiçbir insanın veya hayvanın ayak basmamış olduğu söylenir. Gecenin gölgesi düşmeden onlara varmış olacağız. Rauros’un susmayan sesinin bizi çağırdığını duyuyorum.” Grup artık kayıklarını gölün ortasından güneye doğru sürüp giden akıntıya bırakarak bir süre dinlendi. Biraz bir şeyler yediler; sonra küreklerini alarak tekrar hızlandılar. Batıdaki tepelerin yamaçlan gölge içinde kaldı; güneş tostoparlak olup kızardı. Üç sivri tepe alacakaranlıkta kara kara büyüdü önlerinde. Rauros koca bir sesle kükriyordu. Yolcular sonunda tepelerin gölgesi altına girdiklerinde akan sulann üzerine gece düşmüştü bile. Yolculuklarının onuncu günü de bitmişti. Yabaneller’i geride bırakmışlardı. Şimdi doğu yoluyla batı yolu arasında bir seçim yapmadan yolculuğa devam edemezlerdi. Maceralarının son bölümü önlerindeydi artık.
83 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.