Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Firuze Olkay ️

Firuze Olkay ️
@Kikyo
Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik
Lisans
Nürnberg
Hof
45 kütüphaneci puanı
294 okur puanı
Aralık 2021 tarihinde katıldı
Sabitlenmiş gönderi
“Güzel bir gün ve ben yaşıyorum.”
Sayfa 33 - TurgutKitabı yarım bıraktı
Reklam
“Sen benim içtiğimi ne zaman gördün?” “İzmir kurtarıldığı zaman.” “Gene kurtarın da, kurtardığınız akşam gelin! Hem de rakı paraları benden... Neye apıştın? Turp sıkayım senin gazeteciliğine! Yunan’dan demedim bu kez, Serbestçilerden kurtaracaksınız... Dur hele sakın baltayı taşa mı vurduk?” “Değil... Ben de sizdenim!” “Ne kadar güzel! Haydi eğlenceniz bol olsun!”
“Deminden beri sana bakıyorum. Ağlıyorsun da ağladığının hiç farkında değilsin! Bana da olur arada bir... Bakarım ağlamışım. İyidir. Ferahlar insan.”

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
“Ne dedi Faytoncu Osman?”
“Faytoncu Osman pezevengi, benim Ramiz amcama ne zamandan beri öğüt verir oldu? Sen ne zamandan beri kapılandın Osman abinin kerhanesine?” Tango Ömer, can havliyle, kolunu sıkan elin bileğine yapıştı. Bir an kafa atıp atmamayı tasarladı. Murat bunu anlayarak kötü kötü güldü. Ünlü kabadayılardan birkaçının bıçaklarını ellerinden aldıktan sonra, suratlarını dağıttığından beri gözünün pekliği de, yumrukçuluğu da, İstanbul kopuklarının arasında nam salmıştı.Allah Allah... Bunlar orospu sandığı mı? Benim bildiğim faytoncu, kerhanecilerimizin iyicelerindendir? Nerden bulmuşlar semtin Serbestçileri Osman abini? Hanımları mı sağlık vermiş?”
“İster inan, ister inanma! Bizim dümbüklük birinciye, geçim durumu zorlaması dümbüklük olmadığından, keyif dümbüklüğüdür, kökü pislikte olma dümbüklüğüdür açıkçası, yatkınlık dümbüklüğüdür! Yahu bizde böyle yaman bir yatkınlık varmış da biz şimdiye dek... Vah başıma! ‘Kara kaplı kitaplarla neden boğuştun bunca zaman bre kodoş?’ desene... Evet, geçim durumu zorlaması olsa canım yanmaz! ‘Ulan teres!’ demeli! Sen bankadaki paranın hesabını bilir misin? Hayır, bilmezsin! Arsaların sayısını bilir misin? Hayır, bilmezsin! Ülserli bir dürzü olup sabahtan akşama kadar iki kuruşluk yavan gevrek kemirirsin! Onurlu insana mahsus bütün yemeklere perhizsin! Göbekli olduğundan bir urbayı beş yıl giysen kimse fark etmez! Yarına çıkacağına elinde senedin de yok! Peki, nedir öyleyse? Bir herif dümbüklüğe sıvandı mı, evet, birinciye cibilliyeti boklu olduğundan sıvanmıştır. İkinciye, dede sürmesi zanaatı olduğundan sıvanmıştır.”
Reklam
Biz neye sıvanmaktan gelmekteyiz Farmason? (Dümbüklük)
Koca Tanrı yeni zanaatta ihvanlara karşı utandırıp yere baktırmasın, biz bugün resmen dümbüklüğe sıvandık ve de bismillah dedik giriştik!” “Hay Allah belanı versin! ‘Bu deli ne diyecek?’ diye...” “Vay! Dümbük nedir bilemedin öyleyse... Yazıklar olsun senin doktorluğuna, hemi de Farmason doktorluğuna! Oğlum Doktor Farmason, dümbük demek, resmen pezevenk demektir. Ama, şükür Allah’a, pezevengin baldırı çıplak soyu değil! Yazıhane sahibi, yüksekokullardan diplomalı, toplumda büyük saygılı yeri olan pezevenklere ‘dümbük’ denir.” “Bulmuşsun layığını... Demedim mi ben sana, bu körpe kız illeti gayet tehlikelidir senin yaşlarda, çünkü sonu budur. Hiç şaşmam! Hayır, dermanı filan da var sanma! Bittin bil! Demek eve gidince seni ben, İttihatçıların komitacı defterinden, İstanbul Barosu’nun avukat kütüğünden silip...” “Evet! Dümbük defterinin başına yazacaksın ve de hiç korkma, şuncacık günahımı almayacaksın! Dümbük defterine hoplamamızın nedenine geldi mi? Hayır, yanılmaktasın kardeşim Farmason, körpe kızlara güç yetiremeyip alta düşmek yüzünden değildir. Sen bu zamana kadar boşuna bekâr yaşadın, körpe kız işinden ürküp... Şunu bilesin ki, körpe kızdan, ille de senin benim gibi kart heriflere dünya kurulalı beri hiçbir zarar erişmemiştir, belki körpe kızlar, kart zamparalardan zarar görmüşse görmüştür.”
“Saraylar da öteki devlet yapıları gibi, bağımsız devletin ayrılmaz parçalarıdır. Bizi tarihimize bağlayan halkalardır. Milli onurun gözle görünür eserleridir. Dün padişahınsa, yarın halkın malı olur. Bence bugün Edirne şehri sınırlarımızın içindeyse, biz bunu Enver Paşa’ya değil, hatta Lozan Sulhu’na değil, Sinan’ın Selimiye’sine borçluyuz. Selimiye orada durdukça, Edirne de bizim sınırlarımızın içinde durur, hepimiz toptan ölmedikçe... Çünkü hiç kimse, Selimiye’yi hiçbir yerine sokamaz. Onu artık hiçbir barbar da yıkamaz. Saraylar kardeşim, ancak içi sanat eserlerimizle dolu müzelerimiz olabilir. Ötesi demagojidir. Bize hiç yaraşmaz.”
Osmanlı Imparatorluğun borcu!
Borçları altınla ödemek fikrinden vazgeç,’ denilmiyor, ‘Bunu halktan sakla,’ deniliyor. Ne demek? En zengin devletlerin borçlarını ödemeyeceklerini söyledikleri bir dönemde... İktisat buhranı dünyayı altüst ederken... Her gün yüzlerce banka, yüzlerce şirket iflas ediyor. Fabrikalar, madenler, işçilerini dışarı atarak kapılarını kapattılar. Dünya
Demek biz 1928’den beri altın mı ödüyoruz heriflere?”
“Bir taksit ödedik. Fakat ikinci taksitin ödeme vakti yaklaşırken iktisadi buhran patladı. Taksiti altınla ödesek, paramızın değeri düşecekti. Altın sekiz banknottan on bir banknota çıktı. Bunun üstüne İsmet Paşa hükümeti borçların altınla ödenmesinin imkânsızlığına karar verdi. ‘Borçlarımızı ancak kâğıt parayla öderiz,’ dedi.”
Borçları altınla ödemek... Cumhuriyet hükümetinin payına düşen Osmanlı borçlarının nasıl ödeneceği, Lozan’da en çetin meselelerden biriydi. Uyuşulamadı. Anlaşmadan ayrıldı. Barıştan sonra alacaklılarla konuşmanın sürdürülmesi kararlaştırıldı. Çünkü İsmet Paşa, altınla ödemeye yanaşmıyordu. ‘Kâğıt para veririm,’ diyordu. Konuşmalar, Paris Büyükelçisi Fethi Bey’e bırakıldı. 1928’de bir anlaşma yaptılar. Buna karşı biz de altınla ödemeyi kabul ettik. Anlaşma imzalandığı zaman, hizmeti beğenilerek, alacaklılarca Fethi Bey’e on bin lira mükâfat verildi.”
Reklam
%39 (180/456)
Yol Ayrımı
Yol AyrımıKemal Tahir
8.2/10 · 2.863 okunma
342 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
23 saatte okudu
Esir Şehrin Mahpusu
Esir Şehrin MahpusuKemal Tahir
8.4/10 · 3.668 okunma
Sab­riye'nin biraz şımarık Fransızcasıyla fısıl fısıl anlattıklarını sanki yeniden duyuyordu: "Prenses Fahire başka enişte bey . . . Prenses erkeklerden çok kadınlardan hoşlanıyor. (Ya Ingiliz teğmen ne­ yin nesinemi diyeceksiniz! O da kız ayol! Kızdan farksız, görse­ niz, üniforma giymiş on beşinde kız sanırsınız. Tüy tüs yok. .. GÖğSü mermer gibi... Gözleri baygın . . . Bu yaşa gelmiş, ilk tanı­ dığı kadın Prenses Fahire Hanımefendi.. . Prensese sorarsanız, böyleleri. kadın ruhunu sahici erkeklerden daha çok anlıyorlar­mış. Sonra bu işte tribadisme'e benzer bir şeyler varmış ki, du­ yulan zevki birkaç katartırıyormuş. Bugünlük size bu kadar iş­ kence elverir enişte bey ... Evimizden selamsız sabahsız savuşma­ nızın cezası, bugünlük bu kadar ... " Kamil Bey, "Bunlar benim neyimden utanıyorlar da kızımı getirmiyorlar?" diyerek, Sabriye'nin fotoğrafta gülümseyen sura­ tına vuracak gibi, kocaman elini kaldırdı.
Gözlerinden başka yeri meydanda degil . . . "Ulan b u ne? Bundan ne anlaşılır?" diye güldüm. Karıda laf çok. "Eger bu gözlerden de bir şey anlamadınsa, ben senin erkekli­ ginden şüphe ederim," dedi. Uzatmayahm, arkadan, yüzü açık resmi geldi. Baktım, suratı kötü degil. . . Eh, yorgunluguna değer. "Kaça bunun tadımhgı böylece," diyecek oldum. Kahpe Günü "Tadımhgı ucuz ama, yigit, doyumluguna dünyamalı yetmez," dedi gitti.
Her kötülügün kaynagı istibdat degil midir7
Aklımız her şeye ererken bizi fenierde bil­gilerde geri bırakan istibdat değil midir? Alçakların gögüslerini nişanlarla donatan istibdat değil midir? Mahkemelerde parasız­ları haklıyken haksız düşüren istibdat degil midir? Öşür onda bir iken, mültezimlere dörtte bir aldıran istibdat degil midir? Bü­ tün Osmanlıların kardeş gibi geçinmelerini önleyen istibdat de­ gil midir? Millet hazinelerini şuna buna yediren istibdat degil midir? Memurlukları rüşvetle alıp satan istibdat değil midir? Köylerde köylünün ekinini zaptiyelerin, tahsildarların, hayvan­larına yedirmeleri hep istibdat yü zünden degil miydi? Işte cemi­ yetimizin gücüyle din kardeşlerim, reaya kardeşlerim! . . Işte hür­ riyete kavuştuk. Oyları veriniz! Oyları cemiyetimize veriniz! Milletvekillerimiz seçilsin! Milletin işini görmeye toplansın! . . Çok yaşa ey hürriyet! . . Hürriyeti Allah bize cennet yemişi olarak göndermiştir. Ne mutlu bize ki, şekerden tatlı, amberden güçlü hürriyete kavuştuk! Kavuşmasaydık. ey millet, benim gibi zin­ dan bülbülleri, vatan kardeşlerimize karşı böyle şakıyabilirler miydi? Gözünüzü, kulagınızı, gönlünüzü açın! Bundan böyle din, dil, cins ayrıntısı gözetmeyecegiz! Selanik'ten ordular neden daglara çıktı? Hürriyet için çıktı. Bundan böyle hazinelerimiz paralarla dolacak. . . Neden dolacak? Çünkü hürriyetin bir elinde kılıç, bir elinde adalet terazisi vardır. Müjdeler olsun kardeşler! Bundan böyle işleriniz dairelerde hemencecik görülüverecek! Aman ey vatandaşlarım! Meşrutiyet hürriyetinin degeri ni bile­lim! Bilmezsek, vallah billah, imansızlar geri gelirler haaa! .... di­ye bagırarak seçimi cemiyetimize kazandırdık.
Bunları agalarla, şeyhlerle konuşacaksın . . .
Bunların aklı köylüden daha kolay yatar. O zamana kadar hükümetten hiçbir zorluk görmemişler. Vergi vermezler. Ortak­ çıları da, kendileri de askere gitmez. Dag başının mahkemesi de onlar, zaptiyesi de . . . Bu yüzden hükümet kimin eline geçerse geçsin umurlarında degildir. Hakçası biz ilk seçimde agalardan, şeyhlerden hiçbir zorluk görmedik.
2.946 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.