Gönderi

Huzursuzluk ne fena. İnsanda öfke, nefret ne varsa yanında getiriyor bir süre sonra. Sebebi ekseriyetle bitmemiş şeyler. Bu çağda insanın kavgasını da yasını da tamamlamasına kimse izin vermiyor. Valeria Tentoni, "Bir anlığına bizi bu huzursuzluğa sürükleyen şeyin izini sürüp bulmaya çalıştım ama başaramadım. Saat kaçtan beri birbirimizden nefret ediyorduk?" der ve ekler: "Rüzgârın bir dönüşü bizi barıştırmaya yetecekti de o rüzgârın kendi gelmesi gerekiyordu." O rüzgâr gelir mi bilinmez sevgili okur. Tek bilinen, emrivakilerle, zorlamalarla, basmakalıp tesellilerle estirilen hiçbir şey bizi iyileştirmiyor. Var olun.
Valeria Tentoni
Valeria Tentoni
-
Elmas Öfke
Elmas Öfke
Çevirmen:
Banu Karakaş
Banu Karakaş
, Othello Yayıncılık, s.66-69 Uyandığımda hâlâ otobandaydık. Ne kadar vakit geçtiğinin farkında bile değildim. Özür diledim ama onun pek kızmış bir hâli yoktu. Melodisi tanıdık bir albüm çalıyordu ama aynı zamanda daha önce hiç duymadığıma da emindim. Saçımı okşadı. Sevgi hissettim. İnsan ağzını uzun süre kapalı tutunca gelen o kekremsi tat vardı ağzımda. Su içtim. Biraz toparlanıp baktım. Asfaltın üzerindeki beyaz çizgiler ardı ardına çabuk çabuk ilerliyor, tek bir daimî yılana dönüşüyordu. Ama hız göstergesi hâlâ aynıydı. İyi misin, diye sordu; ben de evet, dedim, iyiydim. Zihnimi dağıttım. Babasını sordum. Benden önce sevdiği kadınları sordum. Bugüne kadar ona zarar vermiş olan her şeyden nefret ettim, öyle bir nefretti ki beyin hücrelerimin güzergâhında ilerlemeyi sürdüren baş dönmesinden ayırt edemiyordum. Aşağı inmek yerine yukarı çıkmakta oldukları görülen iki nehirdi bu ikisi. Niçin nefret ediyordum? Nefret etmeye ne hakkım vardı ki benim? Birden aklıma bir fikir geldi. Kafamın içinde baş gösterip yükselmekte olan ve bana kasvetli direktifler veren, kesin hatları olan bir düşünceydi. Bir süre önce geri çekilmiş olan şimşeğin gidişi, kaplumbağaların kabuklarına dönüşü gibi olmuştu; şimşeği gördüğüm gibi gördüm onu da. Şimdi gökyüzü hiçbir şeye geçit vermiyordu ama arkasında gecenin çökmekte olduğu kesindi. Bu fikirden nefret ediyor ama alt edemiyordum da onu. Ellerime, gümüş yüzüğüme bakıyor, bilekliklerimi sayıyordum. En yakınımda ne varsa ona uzanmaya çalışıyordum ki kafam içindeki o düşünceyle iltihaplanmış bir balon gibi benden uçup gitmesin. Evden getirdiğim bir kurabiye paketini açtım. Ona da uzattım bir tane. O ise devam ediyor, babasından, onu benden önce yaralayan kadınlardan bahsedip duruyordu. Sesi, düşüncemin etine saplanan bir kılıçtı. Suyun üstüne çıkarıyordu beni. Telaffuz ettiği her bir sözcüğe ahşaptan kalaslarmış gibi tutunabiliyor, hepsi eriyip yitene dek tekmeleyerek biraz daha dayanabiliyordum. Sonra başka sözcükler söylüyor, ben bu sözcüklere de sarıl maya koşuyordum. Bana tam olarak neler dediğini bilmiyorum. Bir anlığına duraksadı ve daha evvelki sessizlik geri döndü. Yeniden uyumaya çalıştım. Yüzümü göremesin diye başımı sağ tarafıma düşürdüm. Etraftaki yapıların araları yavaş yavaş açılıyordu. Şehir dağılıyor ve çorak araziler, çöplükler, şekilsiz alanlar ortaya çıkıyordu. Henüz dümdüz bir manzara oluşturmuyor ama yine de bana bir tür dinginlik veriyorlardı. Kıvrılıp tortop olayım dedim ama yer yoktu. Emniyet kemeri belimi sıkıyordu. Kaç zamandır yoldaydık? Bir saat? İki saat? “Durabilir miyiz?” “Durmak mı?” “Evet, durabilir miyiz lütfen?” “Tamam, bir sonraki benzin istasyonunda dururuz”. “Yok, şimdi duralım diyorum.” “Ama burada duramayız, yasak. Bir sonraki istasyonda dururuz.” “Ama ben şimdi diyorum, duralım.” “Duramayız, neyin var senin? Bekle azıcık, şurada bir rampa var.” “Şu kenarda duramaz mıyız?” “Hayır, duramayız, her tarafı tabela dolu orasının. Ne oluyorsun yahu? Öldürmek mi istiyorsun bizi?” Sesinde sabırdan başka bir şey okunmuyordu ama söyledikleri de ortadaydı işte. Bana kalabalığın ortasında karşıdan karşıya geçmeye çalışan bir iskelete bakar gibi bakıyordu. Biraz önce söylediklerimi hiç söylememişim gibi bir sonraki benzin istasyonu olur, dedim, ne zaman olursa olsun. Düşüncem, şimdi yüzeye çıkana kadar geldiği yolu geri gitmekteydi. Nereye kadar geri çekildiğini tam bilemiyorum. Gülümseyip yeniden saçımı okşadı. Sabırsızlanışımla ilgili bir espri yaptı, sonra da sağ elinin işaret parmağını kaldırarak, ama elinin geri kalanını direksiyondan çekmeden, kaçış noktasını gösterdi. Ufka çok az kaldığını söyledi. Haritaya bakıp bir kasaba seçmemi istedi benden. Hangisi olursa, dedi. Mesela ismi bana en güzel gözüken olabilirdi. En çirkin isimli olanı seçtim, bana en güzel o gözükmüştü. Başımı pencereye doğru eğip ağırlığını bıraktım. Evren, dikiz aynasından zarifçe uzaklaşmaktaydı.
··
200 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.