Hasan Sabbah'ın, insanların inancını kullanarak bir grup insana neler yaptırdığını anlatan tarihi öyküsü... Günümüz için de içerisinde binlerce kıssadan hisse yer almakta. Kitapta Hasan Sabbah isimli tarihi karakter, ''Bilinmeyenden herkes korkar, o yüzden kitleler yalan da olsa bilinene inanma eğilimindedir,'' düşüncesinden yola çıkarak dahiyane olayları gerçekleştirmektedir.
Kitabın ana konusu, inancın insanları uyutmak ve uyuşturmak için ne kadar güzel bir araç olduğunu göstermektir. Hele bunun bir de uyuşturucuyla desteklenmesi ile 3-5 kişinin nasıl olup da dünya tarihini kökünden değiştirebileceğini yazar gözlerimizin önüne sermiştir. Bu cesur tutumundan dolayı Vladimir Bartol'u tebrik etmek gerekir. Zira zor bir konuyu, oldukça güzel bir kurguyla önümüze servis etmiş ve bize sadece yeme kısmını bırakmış.
İnanç, gerçekten son derece güçlü bir duygu/his. Bu nedenle de tarih boyunca insanların inancı hep bir takım kötü niyetli kişiler tarafından suistimal edilmiş. Yakın zamanda ülkemiz içerisinde de böyle bir durum ile karşılaştık maalesef. Ayrıntılı anlatmaya gerek yok. Demem o ki; inanç, insanın aklının ve mantığının önüne geçtiği zaman son derece tehlikeli sonuçlara yönelebilir. Uğrunda ölmeye ve öldürmeye kadar varabilir. Hatta savaşlara ve toplu katliamlara sebep olabilir. Tarih bu tür örneklerle dolu maalesef. Sabahattin Ali bu konuyu çok güzel açıklamış bana göre:
"Hayatta hiçbir şey, uğrunda ölmek için istenmez. Her şey yaşamamız için olmalıdır. Hatta biraz ileri gideyim, kendi yaşamamız için… Sen kafanın içindeki yokluğa o kadar saplanmışsın ki, derhal uğrunda can feda edecek bir şey arayarak ikinci bir yokluğa dalmak istiyorsun! Yaşamak, herkesten daha iyi, herkesten daha üstün yaşamak, insanlara hakim olarak, kuvvetli, belki de biraz zalim olarak yaşamak… Dünyada bundan başka istenecek ne vardır? Hayatını bu gayeye vakfet, görürsün, nasıl birdenbire canlanacaksın!"
Yukarıda da dediğim gibi, inanç çok güçlü bir duygu/his. Ancak inançtan çok daha güçlü olan bir başka duygu/his daha var. O da şüphe... Bir insan size bir şeyi yapmanızı söylediğinde veya yapmamanızı emrettiğinde, o isteği koşulsuz şartsız yerine getirirseniz, bir gün sizin de canavara dönüşme ihtimaliniz oldukça yüksektir. Şüphe etmeden birine koşulsuz şartsız inanmak aklı ve mantığı ikinci plana bırakmaktır. Bu durum da yine son derece tehlikelidir. (Bu noktada, "inanç" dediğimde sadece dini inancı düşünmemeniz gerektiğini açıklamaya gerek duymuyorum.)
Son olarak, genellikle Amin Maalouf'un Semerkant kitabı ile bağlantı kurularak okunması gerektiği söylense de her iki kitabın farklı iki öğreti üzerine kurgulandığını söyleyebilirim. Evet, konuları aynıdır; ama peş peşe okumanın ya da birlikte okumanın okuyucuya bir faydası bulunmamaktadır. Konu ilginizi çektiyse her iki kitabı da farklı zaman dilimlerinde okumanızı öneririm.