Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Mide Fedaileri
... Öldürmeden önce hayvana vahşice davranıyorlar. Hayvan sürüleri uzak şehirlerden on beş veya otuz gün boyunca sopa veya kamçı darbeleri altında naklediliyor. Hayvanlar yorgunluktan yığılacak olsalar, üvendirelerle kaldırılıyorlar. Kimi zaman birkaç gün yemeden içmeden yakıcı güneş altında ya da pis ve kokmuş ağıllarda bırakılıyorlar. Bunlardan bazıları ölüyor. Ya da biri doğuracak olsa, sürüden geri kalmasın diye yavrusunu annesinin gözü önünde kesiyorlar. Hayvancıklar daha yol yorgunluğunu atmadan kamçıyla mezbahaya gönderiliyorlar. Bu pis ve hüzün verici binaya girer girmez yürek sıkıştıran kan kokusu, nemli zemin, her yandan akan taze kan, hayvanların canhıraş feryatları, kendi kanına bulanmış ve seğiren cesetler, iki tarafına leş asılmış yarı canlı cılız atlar, leşleri satın almak için koşuşturan kasaplar, öte yandan koyunların iniltisi, uğultular, insanların küfürleri, bağırıp çağırmaları. Zavallı hayvanlar bu çirkin manzaradan, kokuşmuş et kokusundan ve kardeşlerinin kanından kendi başlarına gelecek korkunç macerayı tahmin ediyorlar. Onları ağırlayanlar, yırtıcı ve tamahkar çehreleriyle yaklaşıyorlar. her birinin elinde kanlı bir bıçak ve satır. Önlükleri kararmaya yüz tutmuş ve pıhtılaşmış kanla parlıyor. Sonra hayvanları zorla birbirinden ayırarak, sürükleye sürükleye bir köşeye götürüyorar; ayaklarını bağlayıp büküyorlar. Hayvan ayağa kalkmaya yeltense tekmeyle, zorla yere yıkıyorlar. Bu canavarların elinden canını kurtarmak için delicesine çırpınıyor hayvan. Ama kasap onun başını büktüğü gibi parçalıyor boğazını bıçakla. İşte o zaman kan fışkırmaya başlıyor. Ciğerlerinden her hava çıkışında boğuk bir ses geliyor ve etrafa kan saçılıyor. Daha sonra bir süre çırpınarak kan revan içinde kalıyor. Henüz canı çıkmamışken başını vücudundan ayırıyorlar. Hayvanın birkaç dakika önce hayat dolu o parlak ve siyah gözlerine ölümün perdesi iniyor. Dili kanlı köpüklerle ağzından sarkıyor. Sonra karnını yarıp mide ve bağırsaklarını çıkarıyorlar. Dışkı kokusu, havaya yükselen buhar ve üstünde sinek ve sivrisineklerin uçuştuğu kokuşmuş galiz kan çirkin ve korkunç bir görünüm alıyor. Kasaplar hayvann bağırsak ve kanına ellerini daldırdıktan sonra derisini ayırıyorlar. Sonra hayvanların titrek cesetlerini, kesik başları, morarmış şakakları, parçalanmış karınları, öldürülmeden önce vurulan sopa ve kamçı izlerinin belli olduğu kırmızı ciğerleriyle arabada bir kancaya asarak ya da at sırtında kasap dükkanlarına gönderiyorlar. Onlar da bu leşleri paramparça ediyorlar. Elleri, önlükleri yeniden kan içinden kalıyor. Öldürülen hayvanın bu parçaları da satışa çıkıyor. İnsanlar midelerini bu murdar etle dolduruyor. Her evden yemek sırasında, bin bir şekilde süslenen, kızartılıp pişirilmiş adalenin mide bulandıran kokusu yükseliyor. Çocuğu, kadını, erkeği bu parçaları yiyor. Bunlar terbiye, ahlak zarafeti, namus, iffet ve şefkatten dem vuran insanlar! Yargıç, imam, öğretmen, şair, edip, ressam, yazar ve hayatta para ve boğaz düşkünlüğünden daha yüce emellerin olduğunu sanan herkesin midesi, düşünmek istedikleri vakit, bu canlıların leş ve pıhtılaşmış kanlarıyla dolu! Bu hal, hayvanlara işkence etmek bir yana, hiç gerek yokken insanın acıma duygularını ve doğadaki varlıklarla birleşmesini kendi içinde zorla bastırması nedeniyle çok korkunçtur. Bunlar, insanların sütünü sağdığı, yünlerini giydiği, çocukların oyun arkadaşı olan zararsız ve evcil hayvanlardır. Bu da yetmiyormuş gibi kanlarını içmek isterler. Şefkat! Ne saçma ve boş bir kelime! Birazcık hassas kalpleri olsa, kamu ve özel sektördeki mezbahalarda kesilen tüm hayvanların acizlik ve yakarış dolu bakışlarını, acılı inleyişlerini ve uğradıkları işkenceyi düşünseler, canlıların etini yemekten nefret edeceklerdir....
Sayfa 13 - Yapı Kredi Yayınları
·
4 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.