Çağdaşlarının hepsinin bildikleri gibi, More yükselme
hırsından tümüyle arınmış bir insandı. Ne var ki, hiç istemediği halde,
yükseliyordu durmadan. 1518-1529 yılları arasında, durumu çok parlaktı.
1520’de Fransa Kralı Birinci François ile Sekizinci Henry’nin,
Calais dolaylarında, Camp du Drap d’Or denilen yerde,
görkemli bir törenle buluşmalarına tanık oldu. Orada, çağın en ünlü
Fransız Hümanisti Guillaume Bude ile karşılaştı.
1521’de “Knight” oldu, yani “Sir” unvanını aldı.
O yıl ve daha sonraları, çeşitli görevlerle dış ülkelere gönderildi.
1523’te, Kardinal Thomas Wolsey’in desteğiyle Avam
Kamarası’nda “Speaker” yani Meclis Başkanı oldu;
ama hiç çekinmeden, Wolsey’in ve Kralın haksız para isteklerine
karşı çıktı. More’u bu mevkiden uzaklaştırmak için, ona daha da
yüksek bir mevki verip elçi olarak İspanya’ya göndermek istediler.
Ama More buna yanaşmadı.
1529’da Lancaster bölgesinin “Chancellor”u oldu.
Ve aynı yılın Ekim ayında, çağın en yüksek devlet görevine,
yani “Lord High Chancellor”luğa atandı. Gerçekte başbakanlıkla
eşit bir görevdi bu; çünkü Lord Chancellor, başyargıç
sıfatıyla tüm adalet mekanizmasını denetimi altında bulundurur,
sarayın başdanışmanı olarak halkın deyimiyle “Kralın vicdanının bekçisi” sayılır,
en önemli belgelere basılan devlet mührünü elinde tutar ve
o sıralarda Avam Kamarası’ndan çok daha önemli olan
Lordlar Kamarası’na başkanlık ederdi. Lord Chancellor olarak devlet
mührünü törenle aldığı sırada, More, ölüme bir adım daha
yaklaştığını sezmişçesine, sevinmesine hiçbir neden görmediğini;
çünkü bu yüce mevkiin Kardinal Wolsey’nin başını yediğini söyledi:
“Gerçekten onurlu olmaktan uzak sıkıntılar ve tehlikelerle dolu
bir görev sayıyorum bunu. Benden önce aynı görevi üstlenen kişinin
durumundan anlaşıldığı gibi, insan ne denli yükselirse, o denli kötü olur düşüşü.”
Erasmus’un bir mektubundan anlaşıldığına göre Kardinal Wolsey,
gözden düşüp Lord Chancellor’luktan çekilmek zorunda kalınca,
More’u hiç sevmemekle beraber, İngiltere’de bu görevi gerektiği
gibi yerine getirebilecek tek adamın o olduğunu söylemişti.
Gene Erasmus’a bakılacak olursa, bu görev More’a hiçbir şey
kazandırmayacaktı ama, İngiltere’de onun kadar yetenekli
başka bir hukukçu olmadığı için, ülkesi çok şey kazanacaktı.
O sırada İngiltere’de bulunan yabancı elçilerden Eustace Chapuys de,
dürüstlüğü ve bilgisiyle ün salan Sir Thomas More, Lord Chancellor oldu
diye herkesin bayram ettiğini anlatır.
More’un Lord Chancellor görevinde kaldığı iki buçuk yıl içinde,
İngiltere’yi allak bullak eden bir sorun çıktı ortaya:
Yedinci Henry’nin büyük oğlu Arthur, çocuk denilecek bir yaşta,
İspanyol prensesi Arragon’lu Catherine ile nikâhlandırılmış,
bir yıl içinde de ölmüştü. Sekizinci Henry adıyla tahta geçen kardeşi,
siyasal nedenlerden ötürü ağabeyinin dul eşiyle evlendi.
Gelgelelim günün birinde Anne Boleyn’e tutuldu.
Yengesiyle evlenmesinin dinsel yasalara aykırı düştüğü bahanesiyle,
ne yapıp yapıp boşanarak, Anne Boleyn ile evlenmeyi aklına koydu.
Bilindiği gibi, Katoliklerin boşanmaları, ancak Papa’nın nikâhı
bozmasıyla gerçekleşebilirdi. Ne var ki Papa bu yetkisini kullanmaya
yanaşmadı; çünkü Catherine, İspanya’yı, Felemenk’i ve Almanya’yı
egemenliği altında tutan Beşinci Charles’ın Şarlken yeğeniydi;
Roma, bu güçlü imparatoru kızdırmayı göze alamazdı.
Karısından ille kurtulmaya karar veren Sekizinci Henry,
boşanmasının dinsel yasalara sözde uygun olduğu konusunda,
Oxford, Cambridge, Paris, Bruges, Bolonya, Padua üniversitelerinden
bir çeşit ferman kopardı. Bunu Parlamento’da okuttu.
Sonra, hem Papalığa fena halde öfkelendiği, hem de Katolik Kilisesi’nin
mallarına göz koyduğu için, “Act of Supremacay” denilen yasayı
ortaya çıkardı; yani Papalığın egemenliğini hiçe sayarak,
kendini İngiltere Kilisesi’nin başı ilan etmek istedi. İngiltere’nin
belli başlı din adamları, Sekizinci Henry’den korkup bu oldubittiye
boyun eğince, Kralın boşanmasına öteden beri karşı çıkan
Thomas More sağlık durumunu bahane edip, zaten zorla kabul ettiği
Lord Chancellor’luktan çekildi. Bu yüksek görevden çekildiği için,
More’un hiç mi hiç üzülmediği herkesçe biliniyordu.
Daha önce de sözünü ettiğimiz Sir Thomas More adlı oyunda da
anlatıldığına göre, More ayrıca sevinç duyuyordu bu ağır
sorumluluktan kurtulduğuna. Dördüncü perdede, birlikte
çalıştığı adamlardan ayrılırken, Thames kıyısındaki evine gelip
balık tutmaya çağırır onları: “Aman ne güzel!
Artık güneşe günaydın diyorum, devlete iyi geceler!”
Aynı oyunda, Lord Chancellor’luktan çekildiği haberini,
ailesine büyük bir sevinçle müjdeler: Gemiciler fırtınadan kurtulup
karaya çıkınca nasıl rahatlarsa, More da öyle rahatlamıştır.
Karısına ve kızlarına, İngiltere’nin en neşeli Lord Chancellor’unun
artık öldüğünü kahkahalar atarak bildirir.
Bu eğreti onurlardan kurtulduğuna gerçekten sevindiğini,
istifa ettiği gün Erasmus’a yazdığı biraz alaycı mektuptan da anlarız:
“Çocukluğumdan bugüne dek hep istediğim şey,
devlet işlerinin sıkıntılarından kurtulup yalnız Tanrı’yı ve kendimi
düşünerek bir köşede yaşamaktı. Tanrı’nın özel bir bağışı ve pek anlayışlı
Kralımın bana gösterdiği iyilik sayesinde,
bu isteğim şimdi yerine gelmiş bulunuyor.”
UTOPİA - Kaynak Yayınları *Mina Urgan’ın incelemesiyleKitabı okudu