Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

İslam Düşünce Atlası
Değerlİ 1K Dostları! İslam Düşünce Atlası, İlmî Etüdler Derneği’nin (İLEM) desteğiyle yürütülen ve ikiyüzü aşkın araştırmacının katkısıyla oluşan bir düşünce tarihi yazımı projesi. Amaçları; Her türden maddî ve manevî unsuruyla anlamlı bir küre olarak hayatiyetini sürdürmüş İslam düşünce geleneğinin, çeşitli sebeplerle dağılmış ve küreye nispeti yeniden inşa edilmeksizin gerçek anlamlarını keşfetmekten aciz kaldığımız parçalarını yeniden bir araya getirmektir diyor İLEM.. Kısaca kitabın da siparişini verdik ve inşallah paylaşımlarda bulunacağız. Bu bağlamda bu sitedeki bazı arkadaşlarla da istişarede bulunup neden bizler de bir İSLAMİ DÜŞÜNCE ALANI okumalar yapmayalım; 1- Her hafta bir düşünürün kitabı belirlenip okunması, 2-Veya kimde hangi düşünürlerin kitapları varsa onların okunması 3-Düşünürlerin bizlere verdiği mesajların en ortak bir paydada paylaşılması 4-ve sizden gelebilecek fikirler... Anlık Aklımıza gelen yazarlar; Dücane CÜNDİOĞLU Sezai KARAKOÇ Rasim ÖZDENÖREN Nuri PAKDİL İsmet ÖZEL Cemil MERİÇ Muhammed İKBAL Nurettin TOPÇU Mahir İZ Seyyid KUTUP İBN HALDUN Malik Bin NEBİ Gazali Ne dersiniz?Fikir görüş ve önerilerinizi bekliyorum.
··
145 görüntüleme
Mutâlî’ okurunun profil resmi
Bir de şu an meal okurken aklıma geldi, üni yıllarımda vize sorusuydu:)) -K.Kerim'i genel anlamda düşündüğümüzde biz insanoğluna verdiği -en net -mesajı (tek kelime ile düşünecek olursak ) nedir? İlk bilen arkadaşıma inş ''DİB Kur'an Yolu Mealini'' hediye edeceğim:))) Buyrun cevaplar...
Mutâlî’ okurunun profil resmi
Hatice hocam da incelemesini gönderdi:))) Çoook teşekkür ediyorum ve incelemesini paylaşıyorum; Kur'an'a Göre Dört Terim ( MEVDUDİ ) İnceleyen: HATİCE AYDIN. İLAH,RAB,DİN ve İBADET;bu dört terim Kur’an terminolojisinde temel bir öneme sahiptir. Kitabın ana temasını şunlar oluşturmaktadır; Allah Rab ve İlah’tır. Rablik ve İlahlık Allah’dan başkasının şanından değildir. Bu nedenle İbadet’in O’na has kılınması gerekir. Yine bunun için Din’in de O’na has kılınması gerekir. Kuran indiği ilk dönemde bu dört terimin ne manaya geldiğini biliyorlardı manaları daha sonraki asırlarda gitgide değişmeye başladı bu kelimelerin içi boşaltıldı. Örneğin; İlah terimi hemen hemen putlar ve ilahlarla özleştirildi. Rab;büyüten,besleyen ve yetiştirenle eşanlamlı bir hale getirildi. İbadet’in manası tapmakla özdeşleşti. Din de (aynı şekilde) mezheb,meşreb ve “Religion” kelimelerine karşılık olarak kullanılır oldu. İLAH: cahiliye ehli, ilah olarak niteledikleri varlıkların kendilerini desteklediğini,musibet ve belalardan koruduğunu ve onların himayesinde korku ve zarardan mahfuz kaldıklarını düşünüyordu. “Allah'ı bırakıp ta kendilerine ne zarar ve ne de fayda verebileceklere tapıyor ve bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir diyorlar.” (Yunus, 18) “Nefsini ilahlaştıranı görmedin mi? Sen onun sorumluluğunu üzerine alır mısın? (Furkan, 43) Nefsi arzularına boyun eğen ve onun emirlerini daha üstün gören kimse,aslında kendi nefsini ilahlaştırmıştır. “Eğer gökte ve yerde Allah'tan başka ilahlar olsaydı kainat nizamı alt üst olurdu" (Enbiya, 22) ilahlık ve otorite birbirinin ayrılmaz parçalarıdır. Anlam ve espri itibariyle de ikisi tek bir şeydir. RAB: 1. Mürebbi, gereksinimleri karşılayan,terbiye veren ve yetiştiren; 2. Kefil, gözetici,koruyup kollayan,ıslahla sorumlu olan; 3. Çeşitli kimselerin oluşturduğu bir toplulukta merkezi bir sıfata sahip olan; 4. Kendisine bağlananların efendisi,sözü geçen,üstünlüğü ve yüceliği kabul edilen ve tasarruf hakkına sahip,itaat ve boyun eğilen efendi,güç ve egemenlik sahibi reis; 5. Malik, efendi. “Doğunun da batının da rabbi 'dur. O'ndan başka ilah yoktur. Öyleyse O'nu vekil (tüm işlerinde kefil ve mesul) tut.” (Müzzemmil, 9) Eski kavimler teorik planda Allah’ı mutlak otorite,egemen güç v.s. anlamlarıyla rab olarak görüyorlardı. Pratik hayatlarında ise toplumun katında güçlü olan,nüfuz sahibi kimselerin ahlaki,siyasi ve toplumsal anlamdaki rububiyetlerini kabul ederek onlara itaat ediyorlar,onların siyasal otoritelerine tabi oluyorlardı. İBADET: “Andolsun ki biz her kavme "Allah'a ibadet edin ve tağuta ibadetten kaçının" diye bir elçi gönderdik.” (Nahl, 36) “tağuta ibadet”le kastedilen tağuta itaat ve köleliktir. Tapınma Anlamında İbadet: Herhangi bir kimse için yapılan secde,rüku,elleri bağlayıp dikilme,tavaf,kabri öpme,bir şey adama ve kurban kesme gibi merasimler genellikle tapınma amacıyla yapılmaktadır. Kulluk edilecekse Allah’a edilmeli, itaat edilecekse yine O’na edilmeli, tapılacaksa yine O’na tapılmalıdır. Bu ibadet şekillerinden hiç birini Allah’tan başkası için akıldan geçirmek bile doğru değildir. “Rabbiniz buyurdu ki; Bana dua edin ki, duanıza icabet edeyim. Bana ibadet etmekten büyüklenenler alçalmış olarak cehenneme gireceklerdir.” (Mümin, 60) DİN: 1. Hakimiyet ve egemenlik. 2. Hakimiyet karşısında boyun eğme ve itaat. 3. Söz konusu hakimiyetin etkisi altında kurulan fikri ve ameli düzen. 4. Bu düzene bağlılık ve itaat sonucu elde edilen mükafat ya da isyan ve karşı çıkmanın neticesi olarak, yüce egemenlik tarafından verilen mükafat yada ceza. “Hüküm, yalnızca Allah'ındır.O, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru olan din işte budur, ancak, insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf,40) “Din (yargı ve cezayı) yalanlayanı gördün mü? İşte yetimi itip-kakan, yoksulu doyurmayı teşvik etmeyen odur.” (Maun, 1-3) Din, insanın benimseyip, itaat ederek boyun eğdiği herhangi bir yüce egemenliktir. Bu egemenliğin koyduğu yasa ve kurallar çerçevesinde hayatını sürdürür. itaat etmesine karşılık mukafat, isyan etmesine karşılık en ağır azaplarla karşılaşmaktan korkar.. 1 saat önce KİTAPTAN ALINTILAR: “Rabbine kavuşmayı umanlar salih ameller işlemeli ve rabbine yaptığı ibadete hiç kimseyi ortak koşmamalıdır.” (Kehf, 110) “O rabbinizdir ve O'na döndürüleceksiniz.” (Hud, 34) Nuh kavmi, Allah’ı yalnızca yaratıcıları, yer ve göklerin maliki ve kainat düzeninin en yüce yürütücüsü anlamında rab olarak görüyordu. Ancak onlar ahlak,davranış,medeniyet, siyaset ve hayatın her muamelesinde yüce otoritenin O’nun hakkı olduğuna kail değildiler. “Sizden de, sizin Allah'tan başka çağırdıklarınızdan da uzak duruyor ve Rabbime sığınıyorum.” (Meryem,48) Cibt:sihir,muska,tılsım,kehanet,falcılık,uğursuzluk ve fıtrata aykırı işler gibi vehmin bütün kısımları ile hurafeler için kullanılan geniş kapsamlı bir sözcüktür. Tağut; Allah’a karşı isyana kalkışmış ve kulluk sınırını aşarak ilahlık bayrağını yükselten bütün şahıs,zümre ya da yönetimlerdir. “Allah'tan başka veliler edinenler, 'Onlara ancak bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye,ibadet ediyoruz' derler.” (Zümer, 3)
Mutâlî’ okurunun profil resmi
Özlem hanım da gönderdi incelemesini:)) Çoook teşekkür ediyorum ve hemen paylaşıyorum; KONU: Bu Ülke YAZAR: Cemil Meriç İNCELEYEN: özlem Bölümler: Sihâm-ı Kazâ -Bâbil -Müstağripler Biz ve Onlar Münzevi Yıldızlar Fildişi Kule Bâki Kalan … Sedef rengi, incilerden yapılmış, gün ışığını aynı incilerde biriktirmiş bir kule.. Sol elimde tuttuğum, ismi kitap olan isimsiz, bomboş sayfalar.. Bir sayısı var, yalnız sayfaların 300 kadar ve neden 300 bilinmez, onun da benim de kaderimi bulmak için bu yoldayız biliyorum ve kule, tam karşımda.. Sararmış sayfalardan koparılmış gibi gök, herşey biraz kirli, rüzgar bile durmuş, dinlemekte, belki kendi kaderini, zamanın haznesinde biriktirmek için yeniden zamanı.. Kapıda bir yazı, - Cemil Meriç - kulenin kime ait olduğuna dair ki çevrede birçoğu var ama dokunsa kirpiklerim varlıklarına, sislerde kayboluyorlar sanki ve bu kapı, bu kule, fildişi rengiyle öylesine belirgin ve tanıdık.. Kapı açılıyor, hiçkimse yok. Merdivenler bitmeyecek gibi ve öylesine karanlık.. pencereler küskün kalmış ışığa sanki, pencereler yetmiyor, duvarları yıkmalı.. Merdivenlerden çıkıyorum, tek bir kat, oysa ne uzun, ne uzundu.. Geçtiğim yola bakıyorum, sol elimde kitap.. Bir odanın içindeyim. Kapısız,daha dün sökülmüş gibi menteşeleri.. Bir adam görüyorum karşımda, geldiğimi farkediyor ve biliyorum, O davet etti beni. Gözlükleri fil dişinden,gözleri yıldız. Yüzünde yabancı bir tebessüm, dokunsam gülümseyecek.. Kitaba bakıyor, sonra bana; Bir suç işlemişim gibi hiddetle, yıldızlar çarpışır gibi sonsuzluğunda.. almak istiyor kitabı, vazgeçiyor. Sanki bir kilit varmış da açılmış gibi, kitap mürekkeple buluşuyor.. Cemil Meriç, içinden,en derinlerinden, karşımdaki bu sonsuz yaşıyla yazıyor ve ağırlaşıyor kitap, suyun nesnedeki etkisi gibi… Bu Ülke Cemil Meriç, eseri hakkında şöyle der: " Bu sayfalarda hayatımın bütünü, yani bütün sevgilerim, bütün kinlerim, bütün tecrübelerim var. Bana öyle geliyor ki, hayat denen bu mülakata bu kitabı yazmak için geldim; etimin eti kemiğimin kemiği. " Ben ise kendisini şu sözde tanıdım: “Her dudakta aynı rezil şikayet: Yaşanmaz bu memlekette! Neden? Efendilerimizi rahatsız eden bu toz bulutu, bu lağım kokusu, bu insan ve makine uğultusu mu? Hayır, onlar Türkiye’nin insanından şikayetçi. İnsanından, yani kendilerinden. Aynaya tahammülleri yok. Vatanlarını yaşanmaz bulanlar, vatanlarını “yaşanmazlaş” tıranlardır.” O halde Bu Ülke'yi anlamak için, Cemil Meriç'i anlamak gerekti, Kitabı okumak.. Hayatındaki o ışık bütünlüğü parçalara bakarak, uçları yakılmış birer fotoğraf gibi.. Dumanı üstünde, kanayan.. Bu Ülke bir çığlıktır, şairin nefesinden, içindeki dumandan ve anlaşılmazlıktan genzime, genzimize karışan. Toplumun, hayatın ve bedenin mağarasından çıkan bir adamın feryadı. Ona gözlerini yitirdiği söylenirken üstelik, bakışını, ışığını… Bu ülke inanışlara, tabulara bir başkaldırı. Bir toprakta büyüyen çiçek yadırganmaz, oranın çiçeğidir ve rüzgar batıdan dahi olsa eser, ruhunu doldurur, yaşamı öğretir. Bu ülke; Batıda yahut doğuda doğan bir çiçeğin topraklarından sökülmesi ve öylece bırakılmasına sorgudur, hayatta kalma çabası bireyin ve o yarı hayattaki halini hayat bellemesi, onu söken fikirleri unutup gözlerini bilmediği topraklara düşman etmesidir. Burada olduğum için söküldüm, dışlandım der gibi.. Bir kamûstur Bu Ülke, bir dil, bir tarih.. Tarih sadece kahramanlıkları yazmaz, ona kemik ve kan veren halklarıdır.. Bu eser o halkların, en küçük bireyine kadar öneminin kavranması için yazılmıştır. Sen bir ışıksın, aydınlan ve aydınlat!! Nuh'un gemisidir. Kelimelerin peygamberi, kaptanı ise Cemil Meriç. Gidilen ve aşılan her toprağa, her su ve kara parçasına bırakılan bir cam şişesi.. içinde binbir yemiş gibi Anadolu'nun, Asya'nın olduğu.. Asya'ya ve Batı'ya davet. Zamandır Bu ülke, kıyılarımıza vuran cam şişelerinden oluşturduğumuz bir Kule,içinde ne var dahi diye bakmadığımız, sırrıyla gömüp ihtişamıyla övündüğümüz.. ses geçirmeyen bir yapı.. Oysa mesaj alınsaydı belki tek bir tanesinin içinden, tüm şişeler devrilirdi ve insanlar, tüm toprak parçası kainat gibi, bir kalp gibi birlikte atardı.. Bu kitabı yazan karşımızda ışıktan yaratılmış gibi duran bir yazar değildir,maddenin anlamını içindeki hinti bulan.. gülümseyen.. 300 sayfalık bir harf, turuncu bir gül yaprağı.. Ve kitabın kapağı her birimize temiz bir yaprak, her birimize ruhumuz, rengimiz, fikrimiz ve Cemil Meriç'i anlamamız nispetinde mürekkep.. Hayatın her karesine çarptığım kabuk,aklı buluş, aklın ve gözlerin perdesini yırtmak.. ... Fil dişi kulenin sonu, ayrılık.. Artık daha silik bu yapı ve bir o kadar parlak.. Bu bir yolculuk.. Sağ elimde bir tohum, küçük bir kitap.. Yüreğime ektiğimde, yüreklere ekildiğinde hayata karışacak.. Oradan da Cemil Meriç'e selam gönderecek rüzgar.. Bu Ülke bir yaşam.. Bu Ülke, Bizim Ülkemiz. Ötelerde aranacak kadar uzak olmayan, uzaklığın sadece yüreklerde olduğu bir mesafe.. Bir kıvılcım, bir ateş, yüzyılların gözyaşını ve kitabı kurutacak.. Bu Ülke, Benim Ülkemdir. Bizim. İnsanlığın Ülkesi, Kainat.. BU ÜLKE – ALINTILAR Murdar bir halden muhteşem bir maziye kanatlanmak gericilikse, her namuslu insan gericidir. ( s.82 ) Kelâm bütünüyle haysiyettir. ( s.85 ) Tarih, eserlerini iki defa oynarmış: Önce trajedi, sonra komedi olarak. Roma'nın kazları heybetli bir trajedinin kahramanıydılar, bizimkiler tatsız bir komedyanın aktörleri. ( s.87 ) Kamûs, bir milletin hafızası, yani kendisi; heyecanıyla, haysiyetiyle, şuuruyla. Kamûsa uzanan el namusa uzanmıştır. Her mukaddesi yıkan Fransız İhlali, tek mukaddese saygı göstermiş: Kamusa. ( s.88 ) Batı'nın en talihsiz fikir adamı, bir ba's-ü bâd-el mevt hayaliyle avunabilir. Türk yazarı, böyle bir teselliden de mahrum. Dil, Penelop un örgüsü, yirmi dört saatte bir sökülüp örülüyor. Ba's-ü bâd-el mevt: İsrafil'in sur'a ikinci kez üflemesinin ardından cesetlerin dirilmesine verilen ad. Penelopun örgüsü: Odysseus'un karısı penelope, kocasının truvadan dönüşünü beklerken kendisine yapılan başkasıyla evlenme baskısını bertaraf etmek için çevresindekilere örgüsü bitince evleneceğini söyler. Tezgahta dokuduğu motifleri akşama kadar dokur, dokuduklarını da sabaha kadar çözer. Yani o örgü hiç bitmez. Edebiyatta “ yenilik “ ne demek? Her kemal yeni, her bayağı fersûde. Şiirinden şuuru kovan ve nesri, bir saralı “ tümceler “ tımarhanesine çeviren bu yeni, ne bir cüceler edebiyatı, ne bir mikro-edebiyat: Rüştünü idrak etmeden kocayan nesillerin kendi kendini tahrip insiyâkı. ( s.90 ) … Yobaz biziz, en güzel taraflarımızla biziz. ( s.91 ) İzm'ler idraklerimize giydirilen deli gömlekleri. İtibarları menşe'lerinden geliyor. Hepsi de Avrupalı. (s.92 ) İdeolojiler siyaset dünyasının haritaları. Haritasız denize açılınır mı? Ama harita tehlikeli bir yolculukta tek kılavuz olamaz. Pusulaya da ihtiyaç var. Pusula: Şuur. Tarih şuuru, milliyet şuuru, kişilik şuuru. İdeolojilerin peşine takılanlar pusulasızdırlar. Gemi ya kayalara çarptı, ya batağa saplandı. İdeolojilerin ışığına göz yumanları sloganlar yönetir. Karanlık kinlerin birbirine saldırttığı çılgın sürülerin savaş çığlığıdır, slogan. İlkelin, budalanın, papağanın ideolojisidir. Düşünce çığlık ile bağdaşmaz. Şuurun sesi çığlık değildir. ( s.95 ) Demokrasinin demopedi olduğunu kimse düşünmedi. Aczin hürriyetperverliği yalanların en namussuzu. Bahşedilen hürriyet,ölmek ve öldürmek hürriyeti. (s.96 ) Demopedi: halkın demokrasiyi daha iyi anlayıp yaşaması için bilinçledirilmesi. Bütün ideolojilere kapıları açmak, hepsini tanımak, hepsini tartışmak ve Türkiye'nin kaderini onların aydınlığında fakat tarihimizin büyük mirasına dayanarak inşa etmek. İşte, en doğru yol. ( s.96 ) Her dudakta aynı rezil şikâyet: Yaşanmaz bu memlekette! Neden? Efendilerimizi rahatsız eden bu toz bulutu, bu lâğım kokusu, bu insan ve makine uğultusu mu? Hayır, onlar Türkiye'nin insanından şikâyetçi. İnsanından, yani kendilerinden. Aynaya tahammülleri yok. Vatanlarını yaşanmaz bulanlar, vatanlarını “ yaşanmaz “ laştıranlardır. Bu firar bir Kabil kompleksi. (s.97 ) İhtiyar dev, mazideki ihtişamından utanır oldu. Sonra utanç, unutkanlığa bıraktı yerini, “Ben Avrupalı yım, “ demeğe başladı, “ Asya bir cüzzamlılar diyarıdır. “ Avrupalı dostları, acıyarak baktılar ihtiyara ve kulağına: “ Hayır delikanlı, “ diye fısıldadılar, “sen bir az-gelişmişsin.” Ve Hristiyan Batı nın göğsümüze iliştirdiği bu idam yaftasını, bir “ nişân-ı zîşân “ gibi gururla benimsedi aydınlarımız. (s.98 ) Çağdaşlaşmak neden Hristiyan Batı'nın putlarına perestiş olsun? Bu, kendi derisinden çıkmak, kendi mukaddeslerini inkâr etmek ve peşin köleliğe razı olmak değil mi? .. Biz apayrı bir medeniyetin çocuklarıyız; düşman bir medeniyetin,bambaşka ölçüleri olan, çok daha eski, çok daha asil, çok daha insanca bir medeniyetin. ( s.99 ) Asırlar geçti, bire bir söndü meşaleler. İrfan asâletini kaybetti. Hafızaya çakıl taşı gibi saplanan bilgi kırıntılarına yeni bir ad bulduk: Kültür. ( s.101 ) Kitap, istikbale yollanan mektup… smokin giyen heyecan, mumyalanan tefekkür. Kitap ve gazete… biri zamanın dışındadır, öteki “an” ın kendisi. Kitap,beraber yaşar sizinle, beraber büyür. Gazete, okununca biter. Kitap fazla ciddi, gazete fazla sorumsuz. Dergi, hür tefekkürün kalesi. Belki serseri ama taze ve sıcak bir tefekkür. Kitap, çok defa tek insanın eseri, tek düşüncenin yankısı; dergi bir zekâlar topluluğunun. Bir neslin vasiyetnâmesidir dergi, vasiyetnâmesi, daha doğrusu mesajı. Kapanan her dergi, kaybedilen bir savaş, hezimet veya intihar. ( s. 102 – 103 ) Kendimize dost seçeceğiz. En iyilerini seçmek istiyoruz, ama nerede bulacağız o dostları? Kaç kişiyi tanıyoruz? Her istediğimizle tanışabilir miyiz? Talihimiz yâr olursa, uzaktan görebiliriz büyük bir şairi, sesini duyabilirsek, ne devlet… Bir bakanın odasında on dakika dalmak, bir kraliçenin bakışlarını bir saniye üzerimize çekmek, ümit edeceğimiz bahtiyarlıkların en büyüğü. Ama hep buna benzer mesut tesadüfler peşindeyizdir. Yıllarımızı,duygularımızı,kabiliyetlerimizi harcarız bu uğurda. Sayısız zilletlere katlanırız. Bize her an kollarını açan bir dostlar topluluğundan habersiz yaşarız. İçlerinde hükümdarlar da vardır, devlet adamları da . Günlerce şikâyet etmeden iltifatlarımızı beklerler. Ağız açmalarına izin vermeyiz. Filhakika seçiş hürriyetimizin hudutsuz olduğu tek dünya: Kitaplar dünyası. ( s.108- 109 )
Mutâlî’ okurunun profil resmi
Selamun Aleykum Dostlar! İslam Düşünce Okumaları kapsamında ikinci incelemeyi Mustafa AK Bey gönderdi:)) Kendisine çok teşekkür ediyorum ve kitap incelemesi paylaşıyorum; SORULUNCA SÖYLENEN ( İSMET ÖZEL ) İNCELEYEN: Mustafa AK İsmet Özel’in bu eseri diğer kitaplarından farklı olarak kendisiyle farklı tarihlerde yapılan mülakatların derlenmesi ile oluşturulmuştur. Sohbet tarzında olduğu için İsmet Özel’in diğer eserlerine nazaran daha akıcı ve anlaşılır bir eserdir. Eser TİYO yayıncılık tarafından basılmış olup toplamda 416 sayfadan oluşmuştur. Eserin içeriğine dair: İsmet Özel ile farklı tarihlerde yapılan mülakatlar derlenerek hazırlanan bir eser olduğu için Özel’in hayat serencamına da ışık tutar. Fikri dönüşümleri ile Cumhuriyet dönemi münev- verinin öncüsüdür İsmet Özel. Özellikle kendi dönüşümünün sebeplerini ve sonuçlarını da mülakatlar sırasında irdeler. Çünkü soru soran kişiler Marksizm’den İslam’a daha Türkçülüğe evrilen şairimizin bu noktalarda yapacağı tanımlamaları merak etmektedirler. İsmet Özel aslında değişmediğini yukarıda adı anılan birbirinden farklı ideolojilerin ortak yönlerini benimsediğini belirtir. Murat Bardakçı’nın rakip olarak karşısına çıktığı TV programlarının birinde Cumhuriyet döneminin en kuvvetli şairlerinden biri olarak gördüğü ” şairsin ama felsefe senin neyine” bakış açısı ile hayalci ol- arak nitelendirdiği Özel bu eserde farklı alanlarda düşüncelerini de belirtir. Mülakat yapan kişiler,der- giler vb açısından da geniştir. Soldan sağa her düşünceden insan aslında İsmet Özel’i merak etmektedir. Girişim, Kadın ve Aile, İslam vb dergiler ile yapılan mülakatları içeren bir eser. Bu eserde İsmet Özel din, yaşam, sosyoloji, strateji, tarih, şiir alanında merak edebilecek pek çok noktada sorulara samimi cevaplar vermektedir. Kendine eserlerine, fikirlerine dair eleştirileri de cevaplar. Analizler yapar. Aslında eser İsmet Özel’i anlama kılavuzudur. Şiir Okuma kılavuzu gibi. Kitabın en önemli belki de bizi ilgilendiren en önemli kısmı kapak kısmındaki sorulardır. Bu sorular her Müslüman mütefekkirin kendi içinde cevaplandırması gereken mühim sorular. “Soruyorsunuz: İslam düşüncesi bir kalkınma ideolojisi olabilir mi? Soruyorsunuz: İslam düşüncesi Anti emperyalist bir mücadele programında temel unsur haline gelebilir mi? Soruyorsunuz: İslam düşüncesi komünizme karşı silah olarak kullanılabilir mi? Bunların her biri yirminci yüzyılda yapıl mıştır ve yapılmaktadır. Ama bütün bu olup bitenin, devam etmekte olanların kelime-i tevhid ile müspet manada ilgisi olduğunu sanmıyorum. İslamı bir araç olarak görmek, İslam’dan daha üstün hedeflerin bulunduğunu kabul etmek anlamına gelir.Eğer İslamdan yani Allah’a teslimiyetten daha üstün değerler varsa Müslüman olmaya ne gerek var? -ALINTILAR- 1-) Bu bakımdan bir şair aslında aptalları gözden çıkaramaz. Aptallar çok fazla oldukları için onlara da prim vermek zorundadır.( sayfa 11) 2-İslam düşünce tarihinde ferden insan ismi yoktur. Yani şunun oğlu, şunun babası şeklindedir. Hiçbir zaman edep onların kendi adlarını vermelerine imkan tanımaz( s. 13) 3-Şiir insan uğraşıdır. Ve insana kendini tanıma yolunda yardımcı olur.( s. 18) 4-Cüneyd-i Bağdadi “ Aramakla bulunmaz , ama bulanlar ancak arayanalardır” demiş. Beni sosyalist olmaya iten nedenler Müslüman olmaya da itti. Ben aynı yol üstünde yürüyüp Müslüman oldum(s. 26) 5- Kanımca İslam’ın anlaşılıp yaşanması ve canlı bir organizma olarak dünyada etkin bir yere sahip olması için önce mekandan ve zamandan tecrid edilmesi gereklidir( s. 30) 6- Gerçekten tatil nedir, kim neyin tatilini yapmaktadır? Hangi yorgunluğun maliyeti olan dinlenme söz konusudur? Bu hakkı nasıl elde ettik, nasıl?( s. 35) 7- Türkiye’de benim benimsemediğim bir söz vardır: Bir ben ölmeyle ordu bozulmaz.( s. 46) 8-Türk aydını sanki kendisi işgalci kuvvetmiş, halkını doğru çizgiye getirmesi gerekiyormuş gibi yaklaşmıştır ona ve bugüne kadar karşılaştığımız belaların yüzde yüzü bu tavırdan kaynaklanır( s.49) 9-Modern şiir deyince obası dağılmış kendinin olmayan ama herkesin olan , böylelikle hiç kimsenin Olmayan bir ülkeye sürgün edilmiş, adı çağrıldığı zaman hangi yana bakacağını bir türlü kestiremeyen tek insanın şiirini anlıyorum.(s. 53) 10-Eğer gençler benim şiirime bunun bir kere dış sebepleri vardır.Bunlardan biri benim kişisel maceramdır. Bir yerlerden bir yerlere hareket etmiş olmamın cazip bir tarafı var sanıyorum (s. 60) 11-Medeniyet kavramını doğrudan doğruya kelimenin köküne bağlı olarak şehirlilik olarak anlıyorum. Bu elbette her şehir gördüğümüz yerde medeniyet vardır demeye gelmez. Medenileşme kurumlaşmaya bağlı olarak ortaya çıkar (s. 70) 12-Türkiyede eli kalem tutanlar arasında bir al gülüm ver gülüm politikası var. Sağda da böyle solda da böyle. Ben bu politikaya dudak büküyorum .Herkes yerini bilmeli diyorum. ( s. 82) 13-Kadın vücudunun bir meta olarak anlaşılması doğrudan doğruya kadın özgürlüğü meselesinin aleyhinde bir tutumdur. (s. 85) 14- Şimdi İranı İslami bir toplum olarak örnek almaktan yana değilim. (s. 102) 15-İntihar zaten bize kafir toplumun zorladığı çıkmazlara soktuğu şartlardan doğan bir şey(s. 113) 16-Türkiyede Müslümanlar tarihin hiçbir döneminde geriye dönüş özlemi içinde olmamışlardır(s. 121) 17-Türkiyede sol ancak zorbalığın gölgesinde yaşayabilir. Çünkü teorinin dayanacağı toplumsal kuruluşlar ve sınıflar mevcut değildir( s. 126) 18-Bana göre Müslümanca tutumumuz sosyal olanla politik olanı birbirinden ayırmamak istikametinde olmalıdır.(s.127) 19- Kafka Yahudiliğini çok önemseyen birisidir ve Türkçeye çevrilen metinleri de bu bakımdan sansür edilmiştir(s. 133) 20-Biz zaten yek vücuduz. Zaten Türkiyede Müslümanlık aleyhtarı çevrelerde de Müslümanların bir yerde dirsek teması korkusu hakimdir.( s.145) 21-Türkiyede mürekkep yalamış grup en huzursuz insanların bulunduğu gruptur. İşte bu okumuş yazmış insanlar Müslüman dahi olsalar kendilerini öne çıkarmak gibi bir problemi taşıyorlar 22-Önce ilke gerekli. İlkeye sadık kalmak ilkeyi tanımlamakla aydınlığa kavuşur.(s. 157) 23-Bizim dinimizde ehl-i kıble tekfir edilmez. Yani bir adam namaz kılıyorsa devamlı kılması şart değil, ben o adamı namaz kılarken görmüşsem artık o adama kafir diyemem( s. 162) 24-İslamiyet her zaman öncülerin dinidir( s. 164) 25- Şimdi yağmurun bir saçağın altına sığındığımız zaman , aslında yağmuru fark etmez değilizdir.Yani Yağmurun farkındayız. Önümüze düşer yağmur. Sığınak bizim zatürre olmamızı önler. Yani sığınak uyuşmak pasifize olmak için değil. Sığınak o büyük beladan en büyük zararı görmememiz için kapağı Attığımız yer. 26-Şairler de mantar değildir. Birdenbire bitmezler. Mutlaka kökleri vardır. Bu yüzden de yaprakları da vardır( s. 200) 27-Yani insan olmak seçme yapabilmek demektir.(s. 204) 28-Ben hayatım boyunca alelade bir insan olmaya çalıştım. Sanatçı oluşumda da bu çok önemliydi ve olabildiğim kadarıyla başardım(s.208) 29-İkisi de askeri darbe olmasına rağmen 12 Eylül , 27 Mayıs’ın getirdiklerini bir bakıma tersine çeviren bir tutum sergiledi. Mesela yanılmıyorsam 27 Mayıs bayram olmaktan 12 Eylül’den sonra çıktı.( s. 239) 30- Herşey bir ülkenin siyasi olgunluğu ile ilgilidir. Kendisi belli konularda düşünme imkanına sahip olmuş ve sorumluluk yüklenme mevkiine ulaşmış kimselerin siyasi olgunluğu ile doğrudan bağlantılıdır.( s. 252) 31-On iki kitabım yayınlandı. Bütün beklentim karanlığa muhalefet edecek olanların işine yaraması yolundadır. 32-Oysa bugün Müslüman olmak kendimi açıklayabilmenin yegane yolu ve zihin uğraşılarım tutunabildiğim tek yaşayış biçimim( s. 265) 33- Okumak, anlama konusunda düşünmüş olduğunu göstermek demektir. (s. 274) 34-Ölüyoruz demek ki yaşanılacak .Ölümümüz hayat içindir. Hayata katkı anlamında bir ölümün seçilebilmesi müthiş bir şeydir(s.281) 35-Tehlike nerede ise kurtuluş orada büyür. Tehlike vardır. Kurtuluşta vardır. Onu arayıp bulabiliriz. Ama en önemli nokta başımıza gelen şeylerin bizi aldatan insanların tuzağına düşmemiz yüzünden geldiğidir. 36-Hazret-i Peygamber için daha ilk günden deli, meczup , saralı uyduruyor denmiştir. Bunları ciddiye alıyor olsaydık bugün Müslüman dünya , İslam var olamazdı.( s.305) 37- Ben bir Müslüman olarak Yahudi/Arap sorununa bir laik gibi bakamam( s. 314) 38-Ben solun fikri bakımdan büyük bir seviye kaybettiğine inanıyorum. Sol bir kere düşünce üretememektedir. Bol miktarda yayın var ama bize, Türkiyede yaşayan insanlara kurtuluş kapısı açacak bir öneriyle karşılaştığımı sanmıyorum( s.321) 39-Türkiyedeki İslami hareket bir rövanş hareketidir. Yani bir maç yapıldı. O maçta biz gol yedik. Şimdi rövanşını isteyen bir hareket bu.( s.329) 40-Kadınlar yapamaz ama yaptırırlar. Kadınlar yapabilmenin tam tersine neyin yapılacağı konusunda isabetli kararları verirler.( s. 345) 41-Şairin ilgiye ihtiyacı vardır. İlgi şaire kan verir.( s. 370) 42-Şair olarak Yunus Emre’ye duyduğum ilginin de ihtidamda çok büyük katkısı olduğunu hoşlanarak söyleyebilirim.( s. 373) 43-RP’nin siyasi ömrünün İslamcı politika itibariyle çok uzun olmayacağı kanaatndeyim. RP’yi destekleyenlerin yeni bir oluşum için yola çıkıp çıkmayacakları önemli( s.388) 44-Hak gaspını önleyecek tedbirler İslamiyette çok belirgindir. İslam esaslarında somut çözümler var.(s. 394) 45- Bir kere kapağın vermesi gereken birinci izlenim ilk bakışın aldatıcı olabileceğinin hatırlanması.Sen tavşan sanıyorsun ama o zafer işareti, sen zafer işareti sanıyorsun ama o bir tavşan. İkisi de olabilir.
Mutâlî’ okurunun profil resmi
Kitapların ANALİZLERİNİ nasıl yapacağız; Birinci bölüm: “Altını Çizdiklerimiz” başlığı altında; kitap okurken dikkatimizi çeken kısımlar, vurgulamak istediğimiz kısımlar, bu kadar güzel ifade edilebilirdi dediğimiz yerleri….. gerekiyorsa çok küçük açıklamalarla, gerekmiyorsa sadece alıntı şeklinde bu bölümde paylaşacağız…. İkinci Bölüm: “Sizin Yorumlarınız” başlığı altında; kitap da değinilen ama daha geniş anlatılmalı dediğiniz kısımları bu başlık altında inceleyebiliriz. Üçüncü ve son Bölüm: “Kitaptan anladığınız en net mesaj nedir? Kısaca açıklayacağız. Bu şekilde faydalı olacağına inanıyorum. Şimdiden iyi okumalar:))
Mutâlî’ okurunun profil resmi
Selamun Aleykum..Hayırlı akşamalrınız ola.. Zeynep Demir hocam incelemesini gönderdi:)) Sizlerle paylaşmadan önce çoook teşekkür ediyorum... KİTABIN ADI:MÜSLÜMANCA DÜŞÜNME ÜZERİNE DENEMELER YAZAR: Rasim ÖZDENÖREN İNCELEME YAPAN: Zeynep DEMİR "Müslüman çağın gözüyle İslam'a bakmaz . İslam' in gözüyle çağa bakar. " Kitapta gördüğüm ana fikir bu. Özdenören' in düşünce yapimizdaki hataları gözler önüne serdigi ve Müslümanın nasıl dusunecegini ornekledigi bu denemeden yaptığım çikarimlar şu sekilde: İnsan yaşadığı toplumdan ve zaman diliminden etkilenir. Bir yerde kültür ve alışkanlıklar dinin önüne geçebilir. Burada kişi kendisinin hayatını şekillendirecek duruşunu belirlemeli ve o pencereden dünyaya bakmalı. Yazarın harika bir ifadesi var: Ebu Talip kompleksi. Yani iman ettiğini söyleme ancak mesele imanın gereklerini yerine getirmeye geldiğinde " bana dokunmayın" deme, alışkanlıklarindan, rahatından vazgeçememe... Halbuki iman bir bütündür.Ya iman edersiniz ya etmezsiniz. Iman ettiyseniz de bu imanın gereklerini yerine getirmeniz gerekir. Aksi takdirde tutarlı olamazsınız. Dikkatimi çeken bir nokta da, Özdenören'in İslam'ın hayatın yalnızca bir noktasında çekilmeye çalışmasına duyduğu kızgınlık. 'Din adamı ' diyerek sanki din 'bazı adamların' görevi ve sorumluluğuyumuş gibi davranıyoruz. Halbuki biz de ruhban sınıfı yok. 'Dini ibadet' derken sanki dini olmayan ibadet varmış gibi soyluyoruz. Dini, hayatın içinden tecrit ediyoruz. Oysa bizde ibadet Hristiyanlıktaki haftanın bir günü Kiliseye gidip dönmek gibi bir anlayıştan uzaktır. Otururken, kalkarken, uyurken, konuşurken hep dinin içindeyiz. Annem sabah yatağından kalkarken "Allah'ım senin rızan için" der, yemeği yaparken, yemeğini yerken de... Onceleri garipserdim bunu; kendi ihtiyaçlarını sağlarken bile Allah'ın rızası iddiasını.Meger yemek yemeyi bile Allah'a kulluk için güç verici bir iş olarak görüyormuş. Sonra bir de nihai hedef meselesi var. İslam'ın yaşanması bizim için aynı zamanda İktisadi ve sosyal fayda da sağlıyor. Burada şöyle bir soru soruyor yazar: Biz bu getirileri için mi Müslümanız, yoksa bunların hiçbiri olmadan da Müslüman olmaya devam eder miyiz? Yani materyalistik beklentilerimiz mi var yoksa hedefimiz sadece Allah'ın rızası mı? Allah'ı ilah olarak tanımadığımızda ister istemez kendimize yeni ilahlar ediniyoruz: eşya gibi, şöhret gibi, makam gibi... Kime kul olacağımıza karar vermemiz lazım. Son olarak İslam'ı tam anlamı ile yaşamanın ancak Müslüman bir toplumla mümkün olacağını hatırlatıyor bize yazar. Kendini ve yaşadığı dünyayı bilen bireylerden oluşan bir toplumla... Kisacik bir deneme olmasına rağmen dönüp dönüp okunacak iyi bir başucu kitabı. İyi okumalar ALINTILAR Bazi Genellemeler ...bugün problem alanı olarak önümüze getirilen konuların tümüne düzmece problemler diye bakılmalıdır. İnsanlar her neyi put olarak görmüşlerse, o putlar karşılarına problem olarak çıkmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, günümüz dünyasında asıl problemlerin problem diye ugrasilan konular olmadığını,fakat asıl problemin kafa yapısından doğduğunu söylemek gerekecektir. Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler, Rasim Özdenören (Sayfa 6) Inanmanin Diyalektigi Müslümanların dinin hükümlerine sırf dinin hükümleri olduğu için riayet eder, sırf Allah böyle dediği için riayet ederler. Şeriat, nefse zıt olarak gelmiştir diyen İslam büyüklerinin sözünü anlamak gerek. Nefse zıt olarak, yani onu terbiye için. Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler, Rasim Özdenören (Sayfa 8) Inanmanin Diyalektigi Demek ki, insan dine Allah' in emri olduğu için ve sırf bunun için inanmalidir. (...) Bu yanlıştan hareket ederek dine varan veya vardığını sanan insan, aynı heveslerle ve aynı usulle dinden de çıkabilir. Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler, Rasim Özdenören (Sayfa 8) Inanmanin Diyalektigi Dine Allah' in emri olduğu için ve sırf bunun için inanmak asal bir usul meselesidir. Bu yüzdendir ki, akla, mantığa yahut hikmete ve felsefeye uygundur diye dine inanmak küfür sayılmıştır. Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler, Rasim Özdenören (Sayfa 9) Inanmanin Diyalektigi Bizim doğru veya yanlış diye kabul ettiğimiz şeyler, taşıdığımız zihniyetin dışa vuran yansımaları oluyor. Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler, Rasim Özdenören (Sayfa 12) Inanmanin Diyalektigi Bugün yaşayan Müslümanlarda tuhaf bir biçimde bir Ebu Talip kompleksinin yansıdığına şahit oluyoruz.Ebu Talip kendisi için "Atalarının dininden döndü derler." diye kelimei şehadeti getirmekten kacinmisti. Şimdi bir başka biçimde baskalarimiz tıpkı Ebu Talip'in yürüttüğü mulahazalar içinde bulunuyoruz ve adeta onun gibi Resulullah(sav )'a "Sen doğru söylüyorsun,Allah birdir." diyoruz da, iş teslim olmaya gelince, Ebu Talip nasıl atalarının dini uğruna teslim olmaktan kacindiysa, biz de sanki atalarımızın diniymiş gibi baktığımız bir takım ilmi safsatalara bakarak teslimiyetten kaciniyoruz. En azından yaptığımız, bu ilmi safsatalarla Islam' i telif etmeye kalkismamiz oluyor. Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler, Rasim Özdenören (Sayfa 14) Yabanci Terimlerle Islam'a Bakmak "Dinî ibadet" derken sanki dinî olmayan bir ibadet biçimi varmış gibi veya davranışlarımızin bir kısmı ibadet hükmünde, diğer bir kısmı ibadetin dışında kalıyormuş gibi bir izlenim uyandirmaktadir. İbadeti Hristiyanlikta olduğu gibi, bir seramoni, bir ayın olarak telakki edenler için mesele yok elbette. Fakat hakkını vererek yaşayan bir Müslüman için ibadet olmayan, ibadet hükmüne geçmeyen hangi davranış vardır? Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler, Rasim Özdenören (Sayfa 20) ...Oysa Müslüman, çağın gözüyle İslam'a bakmaz, Islam'in gözüyle çağa bakar. Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler, Rasim Özdenören (Sayfa 26) Muslumanin Nitelikleri ...Fakat acaba bir Müslümanı Müslüman yapan husus, Islam' in gerek bu alandaki, gerek diğer alanlardaki üstün düzenlemesi mıdır? Yoksa İslam hiç bu türden düzenlemelere girmemiş bile olsaydı, Müslüman gene de Müslüman olmaya devam mı edecekti? Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler, Rasim Özdenören (Sayfa 33) Muslumanin Nitelikleri ...Müslüman bir takım materyalistik beklentiler ve umutlar sonucunda mi Müslüman oluyor? Yoksa Allah'in rızasını kazanmanın dışında ve onun önüne geçebilecek başka hiç bir beklentiye yer vermeden mi Müslüman oluyor? Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler, Rasim Özdenören (Sayfa 33) Müslüman, ne daha fazla gelir elde etmek, ne total gelirin adil dağılımını sağlamak, ne insanlar arasında barışı, sükûnu, kardeşliği tesis etmek için Müslümandır. Bu ve benzeri şeyler İslami bir hayat sürdürmenin doğal sonuçları olarak ortaya çıkarlar. Kendi başına bunların hiçbiri ulaşılacak bir gaye ve hedef diye alınmaz. Müslüman için, hedeflerinin en önünde ve en sonunda bulunan biricik husus yalnız ve ancak Allah' in rızasını kazanma faaliyetidir. Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler, Rasim Özdenören (Sayfa 33) Bugünün Müslümanları aslinda teslim olmanın anlamını kavramaktan daha çok Müslümanların geçmişteki tecrübelerine, geçmişteki başarılarına gözlerine dikmiştir.İslam'ın hakkını verdikleri zaman yeniden o aynı başarıları ulaşabileceklerini düşünmektedir. Çünkü bugünün Müslümanı, itiraf etmeli ki, zihnini materyalist anlayışlara da bulaştırmıştır. Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler, Rasim Özdenören (Sayfa 41) Mesele İlk Müslümanların İslam'a teslim olurken gösterdikleri hasbilikteki inceliği kavramakta ve onlara benzemeye çalışmakta yoğunlaşmaktadır. İslamî anlamda teslim oluşta hiçbir dünya kaygısının yeri olmadığın, gerçek anlamıyla iman etmenin insanlari zaten bu tür endişelerden münezzeh kıldığı idrak edilebilmelidir. Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler, Rasim Özdenören (Sayfa 41) Bugün yeryüzüne hakim olan hayat tarzının görülen en önemli özelliklerinden biri onun her alanda gittikçe daha çok aşırıliga batan durumudur. Bu hayat tarzı ifratla tefrit arasında gidip gelmektedir. Gereksiz önem vermelerle gereksiz ihmaller arasında Müslümana yabancı bir dokuyu geliştirmektedir. Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler, Rasim Özdenören (Sayfa 60) Bugün yeryüzüne hakim olan hayat tarzının görülen en önemli özelliklerinden biri onun her alanda gittikçe daha çok aşırıliga batan durumudur. Bu hayat tarzı ifratla tefrit arasında gidip gelmektedir. Gereksiz önem vermelerle gereksiz ihmaller arasında Müslümana yabancı bir dokuyu geliştirmektedir. Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler, Rasim Özdenören (Sayfa 60) Mevcut hayat tarzı içinde insan kendini eşyaya hükümran sanmaktadır. Fakat aslında eşyanın kendisine hükümran olduğunu bilmemektedi Her fert kendi ekonomik bağımsızlığıni istemektedir. Fakat bu yolla ekonomiye bağlandığını hissetmemektedir. Eşya hevesi gitgide artmaktadır da bu hevesine bir sınır çekmeye gücü yetmemektedir, daha doğrusu bu hevesi için bir sınır olabileceğini tahayyül edememektedir. Çok sayıda küçük küçük İlahları var da, bu ilahlara tapindiğının farkında değildir. Çünkü "kul"luğunu farkında değildir unutmuştur. Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler, Rasim Özdenören (Sayfa 61) ...Gene unutmuştur ki, Allah' tan başka ilah tanıyana Allah her şeyi ilah kılar. Allah'tan başkasına kulluk edeni de Allah her şeye kul eder. Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler, Rasim Özdenören (Sayfa 61) İslam'ı hayatımız için her şey yapmamışsak, onunla hiçbir şey yapmadığımızı ve onunla hiçbir şey yapmak niyetinde olmadığımızi açıklamış oluruz. Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler, Rasim Özdenören (Sayfa 61) Mesele şudur: İslam'ın bir inanış ve yaşayış tarzı olarak bize öngördüğü hükümlerle amellerimizi icra ederken bu hükümlerdeki hikmeti İslam'ın bütününü gözeterek anlamaya çalışmalıyız. Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler, Rasim Özdenören (Sayfa 88) İslam'ın hükümlerini, gene İslam'ın emrettiği vasatı gözeterek uygulamalıyız. Bize bir hükmün uygulanmasında ne kadar katı olmamız emrediyorsa o kadar katı olmalıyız; daha fazla değil, daha eksik de değil. Yoksa ifrata veya tefrite düşmek tehlikesi önümüzdedir. Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler, Rasim Özdenören (Sayfa 88) Sözü şuna getirelim: İslam, İslamdışı dizgelerin ortaya çıkardığı sorulara cevap vermek zorunda değildir. Nasıl ki Öklit geometrisinin sorularına Öklidci olmayan bir mantık kurgusuyla cevap aramak da abestir. Günümüzde yürürlükte olan pek çok müessesenin İslam dışı alışkanlıkların İslami toplum düzeninde de mevcut bulunacağını farzeden bazı Müslümanlar ona göre müessese icat etmeye kalkişarak aynı yanlış uslamlamaya düşüyorlar. İslami kurumlar kendi iç mantığı içinde eksiksiz fazlasiz yeterli bir dizge meydana getirir. Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler, Rasim Özdenören (Sayfa 90) Bir hüküm veyahut bir uygulama İslam'a aykırı olmayabilir veya İslam'ın koyduğu hükümler ile çatışmayabilir; fakat buna rağmen o hüküme yahut uygulamaya genede İslamîdir demek imkanı bulunmayabilir. Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler, Rasim Özdenören (Sayfa 92) Bir hükmün, bir uygulamanın Islamî olup olmadığını söyleyebilmek için, başlica kistasimız, o hükmün Allah'ın rızası uğrunda yapılıp yapılmadığına bakmaktır. Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler, Rasim Özdenören (Sayfa 93) Batının kafa yapısı , dini de felsefe haline getirmiştir. Dinin hayata müdahale edecek, hayatı sevk ve idare edecek özünü iptal etmiştir. Marx, din afyondur, derken asıl bunu anlatmak istiyordu.Yani Hıristiyanlığın artık insanı harekete geçirecek sevk ve idare edici özünü yitirdiğini vurgulamak istiyordu. Oysa dinin hakikati zihnî bir spekülasyon (düşünce birikimi) olmak değil, doğrudan doğruya insana bir hayat tarzı getirmektir. Yani yaşanacak bir şeydir din. Vehimlerle, hayallerle, ilizyonlarla ilgisi yoktur. Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler, Rasim Özdenören (Sayfa 97) ... Kuyruk altına üşüşmüş sinekleri "sinekler olmasaydı" diye düşünmek felsefenin işi iken, harekete geçip sinekleri kovmak dinin işlevi oluyor. Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler, Rasim Özdenören (Sayfa 98) Şuraya varmak istiyoruz: günümüz Müslümanları Bati aleminde üretilmiş bilim de dahil hiçbir dogmayı hesaba katmadan İslamî esaslara uygun bir hayatı yaşamayı göze almalıdır. Eger Bati ile hesaplaşmak isteniyorsa bu hesaplaşma ancak fiili bir ortam teessüs ettirildiğinde mümkün kılınabilir. Aslında bugünkü Batı da fikrî değil, fiilî gücüyle kendisini dinletebilmektedir. Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler, Rasim Özdenören (Sayfa 100) Bir İslam büyüğünün dediği gibi, "Bir insanın amelleri şeriata uygun değilse, onu uçarken bile görseniz inanmayınız." İslam'da marifetlerin en üstünü ihlas ve takva ile hayatını sünnete uyarlayabilmektir. Böyle yapmaya gayret eden Müslümansa hayatında bunun dışında bir beklentiye yer vermez. Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler, Rasim Özdenören (Sayfa 101) Batıli her ne pahasına olursa olsun, kendi kültürün korunmasıni ister. Müslümansa her ne pahasına olursa değil, gerektiği ölçüde kendi geçmiş kültürünü sahiplenir, gerektiği yerde de bu kültürü reddetmesini bilir. Çünkü onun asıl amacı geçmiş başarılarına yaslanmakta değil, Müslümanca bir hayatın sürdürülmesinde odaklaşır. Böyle bir hayatı sürdürmeye yarayan kultür makbuldür onun için, yoksa atalarının bu kültürü yaşamış olmaları değil. Ataları yaşamış da olsa Müslüman o yasayisin yanlışligini duyumsuyorsa o kültürü reddetmekten çekinmez. Çünkü o sadece kendisine yüklenen emanetin bilinci uzerinde bulunmak ister. Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler, Rasim Özdenören (Sayfa 107) İnsan aklı Vahiy ile bildirilmiş temel kavramları idrak edecek bir güçte yetenek ve niteliktedir. Ne var ki, bu temel kavramların kaynağı insan akli değildir, yani bu bilgiler insan aklının bir icadı ya da keşfi olmadığı gibi onda doğuştan var olan şeyler de degildir. Akıl, Vahiyle bildirilenleri kabul ve idrak eder; fakat kabul ve idrak ettiği şeyler kendisi tarafından yaratılmamıştır. Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler, Rasim Özdenören (Sayfa 108) ... aklın yerini ve fonksiyonunu dile getirmek sadedinde şu Hadisi Şerif dikkate değer. Mealen: İslam'da aklı aşan şeyler vardır, fakat akla aykırı bir şey yoktur. Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler, Rasim Özdenören (Sayfa 108) Ben merkezli insan anlayışı ile insanı eşrefi mahlukat olarak görme aynı şey değildir. Her iki anlayışta da, insan belki yaratıkların en şereflisi olarak kabul edilmektedir. Fakat İslam'da eşrefi mahlukat olan insan bazı kayıtlarla sınırlanmışken, antropocentrism'de de eşrefi mahlukat diye anılan insan bütün kayıtlardan boşanmıştır. Bu insan için son tahlilde, yararlanabilmesi için tabiat üzerinde her türlü tasarrufta bulunmak mubah sayılmaktadır Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler, Rasim Özdenören (Sayfa 110)
Mutâlî’ okurunun profil resmi
Değerli Dostlar! Ali Cahil Bilge Bey de incelemesini gönderdi:)) Kendisine çoook teşekkür ediyorum ve incelemesini sizlerle paylaşıyorum.. İNCELEYEN: Ali Cahil Bilge KONU: MÜSLÜMANCA YAŞAMAK YAZARI: Rasim ÖZDENÖREN Sevgili kitapseverler bu inceleme hem inceleme hem de bir nevi kitap özeti kıvamında olmuş olup, işte tam da bu sebepten çok uzun olmuş olabilir ve içerisinde yüklü miktarda “spoiler -okurkaçıran, okurbozan- ” vardır. Öncelikle sonda söylemek istediklerimi başta söylemek istiyorum. Her şeyden önce şunu ifade/itiraf etmek isterim ki bu okuduğum ilk Rasim Özdenören kitabı ve açıkçası özellikle ilk bölümleri bana ağır geldi. Yazılardaki meseleleri kafamda örneklendirerek bir yere oturtamadığımdan olsa gerek, zorlandım ama ileri bölümlerdeki denemeler daha anlaşılır geldi bana. Ama halen kafamda bir ton soru işareti var. Cevaplarını bilmesek veya bulamasak bile ben soru sormanın, daha doğrusu soru sorabilmenin önemli olduğuna inanıyorum. Şu bir gerçek ki her geçen gün sahih kaynaklarla saf İslam’a ulaşmak ve yaşamak daha bir zor oluyor. Bunun birçok nedeni var ama buraya girmek ve irdelemek başlı başına derin bir mevzu. Aşağıda belki kitap incelemesinde konu gereği ara ara buraya girebilirim. Bir de incelememde sık sık kitaptan alıntı yaptığım için dilerim bu konuda mazur görürsünüz. Kitap, soğuk savaş yıllarında yani 1970’lerin sonu, 1980’lerin başında kaleme alınmış denemelerden oluşmaktadır. Ve özellikle yazıldığı dönemler göz önüne alındığında “Müslümanca Yaşamak” ismi ile kitap gayet iddialı ve dahi riskli bir işe soyunmuş bence. Başarmış mı başarmamış mı bunu kitap okurlarına bırakmak istiyorum. Yalnız yazar açıklama kısmında bu yazıların üstüne bugün de imzasını severek ve benimseyerek koyduğunu belirtiyor. Kitaptaki yazılar, elimdeki 15 baskıda; 1. Tespitler, 2. Din Sınanmaz, Yaşanır, 3. Çağdaş Müslümanın Sorunları, 4. Nasıl Bir Hayat, 5. Birey Olarak Müslümanın Durumu, 6. Yapısal Farklar olmak üzere 6 ana başlıkta toparlanmıştır. Yazar “öndeyiş” kısmında peşinen, bu yazılarının kimseyi inanmadığı bir şeye inanmaya meylettirmeyi ve böyle bir şeyi amaçlamaya heves etmediğini, sadece kendi sorunlarımızla ilgili konular çerçevesinde düşüncelerimizi ortaya koyma çabası olduğunu belirtiyor. Ve yine peşinen İslam düşüncesine yakın veya yatkın olmayanların, burada söylenenleri yadırgayabileceğini göze alarak yola çıktığını da belirtmeden geçemiyor. (Syf:10) İşte burada yazarımız, benim de aklıma gelen can alıcı bir soru soruyor ve yine kendi cevabını veriyor. Bu yazıların, bizimle aynı düşünceyi paylaşmayanlara söyleyeceği bir şey yok mudur? İslam’ın farklı bir düşünce örgüsü bulunduğunu, onun sorunlara yaklaşma biçiminin değişik, tekliflerinin başka olduğunu duyumsatabilirse, bunu bile kazanç saymanın mümkün olduğunu belirtiyor. (Syf:10) Bu, İslam düşüncesi olarak düşündüğümüzde karşı taraf için de en azından İslam’ı bir nebze anlamak için olumlu bir gelişme. Ama burada ben yazarın sorusuna başka sorular eklemek istiyorum. Anlamak anlaşılmak derken burada ne murat edilmeli yani herkes herkesi anlamak zorunda mı? Bütün düşünceler tabi ki anlaşılmak ve kendisine taraftar bulmak ister ve bu doğrultuda kendi ideoloji ve düşüncelerini açıklar, yayar. Yalnız biz Müslümanlar olarak ne yaparsak yapalım dünyada sürekli bir yığın farkla ideolojiler, düşünce sistemleri ve inançları olacaktır. Bence burada önemli olan husus, tarafların birlikte yaşama becerilerini geliştirmeleri ve bu doğrultuda herkesin birbirine saygı duyarak yaşayabilmesidir. Tüm dünyanın modern çağda tek bir inanç veya ideolojinin altına girmesini beklemek safdillikten başka bir şey değildir ki girse bile bu defa mezhep, cemaat ve parti farklılıkları gibi başka şeyler çıkar. Zaten var da. Sihirli kelime galiba saygı çerçevesinde birlikte yaşama sanatını geliştirmemiz. İslami açıdan düşündüğümüzde de aslında bize düşen sadece yaşamak ve tebliğ etmek, gerisi Allah’ın takdiri. İslam tarihine bakıldığında da kendileri peygamber olduğu halde onlara inanmayan peygamber eşleri ve çocukları göze çarpar. Kitaba dönecek olursak yazarımız, İslâm düşüncesine yakın ve yatkın olmayanlar olarak isimlendirilmiş olanların “bizi anlamasındaki beklenen yarar nedir” diye soruyor. “Bizimle bazı ortak sorunları tartışmaya teşebbüs etmek isteyenler, böyle bir tartışmada ortak bir noktaya varılabileceğini hesaplıyor olabileceklerini, ancak alanlarımız, ölçülerimiz, bakış tarzımız, değerlerimiz birbirinden farklı kaldıkça beklenen sonuca ulaşılamayacaktır” diyor. (Syf:10) Yazar, “Dünyanın gidişatına yön vermek isteyen çeşitli görüş sahipleri (bunlar ister sağ, ister sol çatı altında kümelenmiş olsun) asgari müşterekte birleşme önerisini dile getirdiklerini ve bu oportünist (fırsatçı) tavrın, kitlelerce de benimsendiğini” belirtiyor. “Fakat asgari müşterekte birleşmeyi isteyenlerin, kendi aralarındaki ihtilaflarını ortaya çıkarma hususundaki cesaretsizliklerini eleştirerek, bu oportünist tavırla, sanıldığı gibi mesafe kat edilemeyeceğini işaret edip, başka bir deyişle asgari müşterekte birleşmek isteyenlerin, aslında mesafe almak için değil, fakat ihtilaflarını şimdilik dondurmak hususunda anlaştıkları kabul edilir” diyor. (Syf:12) Burada yazar, “farklı görüş sahiplerinin en çok hangi noktada anlaşabildiklerini değil, en çok nerede anlaşamadıklarını dile getirmelerini” salık veriyor. Ve “böyle olduğunda, birleşiyor gibi göründükleri noktalarda bile gerçekte birleşemediklerinin anlaşılacağını” söylüyor. (Syf:12) Ve nihayetinde yazarımız oportünist tavrı eleştirerek bunun bir işe yaramayacağını en iyisi herkesin kendini aynı gemide zannederek hareket etmek yerine kendi gemilerini yürüterek daha salim kararlar alıp bu şekilde hareket etmelerini tavsiye ediyor. Giriş yerine avantaj olarak isimlendirdiği bölümünde ise yazar: “Müslümanlar, kendilerine mahsus avantajlarının bilincinde olabilselerdi, şimdiki yerlerinden daha farklı bir yerlerde olabilirlerdi. Ama bu avantajları, işler hale getirmedikçe işe yaramayacaktır. Bu avantaj, yükte hafif pahada ağır bir şeydir: Müslümanca yaşamak” (Syf:17) diyerek, bir nevi kitabının ana fikrini vermiştir. I. Bölüm – Tespitler : Kitabın ilk bölümü olan “Tespitler”de yazarımız, “görmenin bir düzen gerektirdiğini, bu düzenin yitirildi mi, sadece bakakaldığımızı, ama göremediğimizi ve görmenin düzenini bize Allah’ın öğrettiğini, bunun için insanın önce sahiden görmek istiyorsa kendine öğretilen yola teslim olmayı öğrenmesi gerektiğini” söylüyor. Belki de bundandır, bazı bilim adamları maddenin arkasındaki sırrı veya aslı gördüklerinden dolayı hidayete eriyorlar. Bu görüşe sahip olduktan sonra zaten devamında hidayet yani teslim olmak geliyor. Zaten İslam’ın kelime anlamı da “teslim olmak” demektir. Burada görmek derken tabi ki fiziki olarak görmeyi kastetmiyorum, yoksa Âşık Veysel o güzel şiir ve türküleri nasıl yazardı, kalp gözü açık olmasaydı. Yazarın buradaki görmek bahsini okurken benim aklıma ilk Hz. Ebu Bekir (r.a.), ile müşrikler arasındaki şu diyalogu geldi. Hani müşrikler kendisine gelerek miraç hadisesini sorduklarında, hiç görmediği ve hatırladığım kadarı ile henüz duymadığı halde “O (s.a.v.) söylüyorsa doğrudur” sözündeki teslimiyet ve sadakati geldi. Rasim Özdenören, İslam’ın vasat ve sıradan insanları bile bir hikmet kaynağı haline dönüştürdüğünü ve bu dönüşümle birlikte Müslümanların, Müslüman olmayan art niyetli insanlara karşı korunabilecek bir donanıma sahip olduğunu söylüyor. Ve bugünkü Müslümanların durumunun İslam hakikatinden uzak bir hayat yaşadıklarından dolayı böyle olduğunu açıklıyor. (Syf:22) Yani İslam hakikatinden uzak yaşayan Müslüman, yeterli donanıma sahip olamadığından savunmasız ve kandırılmaya müsaittir. Evet, Müslümanlar hiç farkında olmadan kendilerine dayatılan ve suyun farkında olmayan balık gibi artık içinde bulunduğu ortamın doğal bir durum olduğunu zannederek yaşıyorlar maalesef. Hatta bu modern hayatın kendilerine sunmuş olduğu gösterişli ve konforlu hayat ellerinden kayacak diye Allah’ın rızkından ümit kesen ne kadar gafil Müslüman vardır acaba kendimize bir sorsak. Yukarıda bahsi geçen doğru görmek için öncelikle doğru düşünmek gerek, bunun içinse yazarımız özetle, doğru düşünme tarzının aynı zamanda bir yaşama alışkanlığı haline gelmesi gerektiğini söylüyor. (Syf:25) Yalnız yazarımız, zihni İslam’ın esaslarıyla arındırmanın kişiyi bireysel olarak küfrün mazarratından kurtarabileceği kabul edilse bile, toplum olarak zillete kalmış olmaktan korumaya bu kadarı yeterli değildir diyor. (Syf:26) Yani İslam her ne kadar birçok ibadeti ile bireysel olarak yaşansa da toplumsal olarak fikri bütünlük sağlanmadıkça ve İslam bütünü ile topluma nüfuz etmedikçe hep bir şeyler eksik kalacaktır. İnsanlar bu gün konuşulanı işitiyor, fakat söz onları harekete geçirmeye yetmiyor. Onun aklını başına getirmek için yakasından tutup sarsmak da işe yaramayabilir. Ondan yapması beklenen şey neyse, onu “ben yapmalıyım” diye öne çıkmak gerekiyor. (Syf:31) Eylem (fiil, hareket, amel) kelimeyi aşar. Kelimenin kısır ve yetersiz kaldığı yerde, söz eyleme düşer. Böyle düşünmek, kelimenin değerini düşürmez. Kelimeyle meram anlatmanın imkânsız kaldığı yerde eyleme müracaat edilir. (Syf:32) Evet gerçekten de her zaman eylem söylemin önünde yer almıştır. Bunu öncelikle Peygamberlerin ve daha sonra da bu yoldaki âlimlerin yaşamlarında somut olarak defalarca görebiliyoruz. Yani eylem başlı başına en büyük tebliğ ve irşattır. Günümüz Müslümanları devlet halinde yaşamadıklarından, İslam devletinin mahiyetini ona kelimelerle anlatmak güçtür. Bu hususta Asr-ı Saadeti veya başka İslam devletlerini örnek olarak göstermek de yetersiz kalabilir. Çünkü gösterilen örnekler, günümüz insanın kafasında, sadece birer tarihi olay, ölmüş, miadını doldurmuş birer müessese olarak canlanacaktır. (Syf:32) Maalesef günümüz Müslümanlarına bu gibi şeyler artık ütopya gibi geliyor. Şimdi dışardan bir yabancı gelip bizden ortalama bir Müslümana fikri değil de yaşantı olarak bizden ne gibi farklılıklarınız var diye sorsa acaba kaç tane husus sıralayabiliriz? Görünüş olarak neredeyse aynıyız, kafa yapısı olarak farklı olabiliriz ama demek ki iş sadece kafada ya da söylemde bitmiyor eylem yani amel gerekiyor. Müslümanlar yaşadıkları çevrede kendi kültürlerini dışlaştırmış olmadıkça, din, herhangi bir felsefi akideden daha fazla bir anlam taşımayacaktır. Oysa dinin alametifarikası yaşanan bir inanç bütünü olmasıdır. Yoksa salt filozofik bir akide, rastgele bir telakki tarzı olması değil… (Syf:33) Rasim Özdenören, Müslümanların gerek halk gerekse aydın kesimi olarak homojen bir birliktelik göstermediğini, bu farklılığın bireylerin İslam’ı yaşaması hususunda da olduğunu ve bu farklılığın yer yer belli bir yayın organı veya cemaat etrafında toplanan kesimlerin birbirlerine karşı düşmanca tavır takınıp, tekfir etmelerine kadar vardığını belirterek bunu eleştirmiştir. Yazar bu kümelenmelerin Müslümanların uzun sürmüş bir tarihi yıkımın artıklarından yetiştiği için bir tefrika olarak değil de bir canlılığın ifadesi olarak değerlendirmenin yerinde olacağını ifade etmiştir. Ve bu kümeler arasındaki görüş farklılığının öznel ve bireysel olduğunu kabul ederek, düşmanca tavır alma yerine anlayışa ve saygıya dayalı bir temel önermiştir. Yani benim yukarıda İslam’a uzak veya aykırı olanlar için önerdiğim ortak yaşama önerimi burada yazarımız kendi içimizdeki kümelenmeler için önermiştir. Müslümanlar artık özellikle de teknolojinin bu kadar ilerlediği ve dünyanın küresel olarak bir köye dönüştüğü bir çağda hiçbir şeye karşı duyarsız ve yabancı kalamaz ve kalmaması da gerekli. Batı tamamen kendi oluşturduğu hayat nizamını, kültürünü tüm dünyaya empoze ederek, Müslümanlar da dâhil adeta tüm ülke halklarını hipnoz etmişçesine yönlendirerek yönetiyor. Batının etkilediği ve yönettiği halkların bütün bu olanlardan haberdar olmaması da, yürütmüş olduğu plan ve faaliyetlerinin mahiyetinde, özünde vardır. Bu nedenle Batılılar, sömürüyü, ancak Müslümanların tüketim standartlarını, tüketim alışkanlıklarını değiştirmekle sağlayabileceklerini bildiklerinden, İslam âlemine ilk kancayı buradan attılar. (Syf:41) Ve şu anda başta petrol zengini Arap ülkeleri olmak üzere İslam âleminin tüketim kültürü gözler önünde. Bu yaşayış biçimiyle bizler istediğimiz kadar batı kültürüne veya emperyalizme karşıyız diyelim, bunun hiçbir anlamı ve karşılığı yoktur. II. Bölüm – Din Sınanmaz, Yaşanır : Kitabın ikinci bölümündeki başlık gerçekten etkili ve çarpıcı “Din Sınanmaz, Yaşanır”. Yazar, benim yukarda da ifade ettiğim gibi Müslüman’ın en etken tebliğ aracının bizzat yaşayışı olduğu, bunun da İslam’ı yeniden yaşanabilir plana aktarabilmenin etkili yolunun davranışımızı Sünnete uygun hale getirebilmekle ortaya çıkacağını (Syf:44) belirtmektedir. Müslüman, dinin bu dünyada kendine nasıl bir devlet vaat ettiğini hayal etmek yerine, onun hükümlerine göre nasıl yaşayabileceğini denemelidir. Din sınamayı değil, kendini Müslüman olarak gerçekleştirmeyi öne almalıdır. (Syf:46) Oysa Müslümanların en çok yaptığı yanlışlardan biri de bireylerin, İslam’ı hükümleri kendi hayatına aktararak yaşamak yerine, başka Müslümanların bu konudaki hatalarını arayıp bulma ve bunun dedikodusunu yapmak üzerinedir. Yani bir nevi camiye giden cami cemaatinin vaazı kendisi için değil de diğer Müslümanlar için dinlemesidir. Bu konuda yazarımız, böyle yapan Müslüman’ın, İslam’ın yürürlüğe girmesinde kendi üzerine sorumluluk almadığını, bir nevi ben bu işin mücadelesinde yokum, fakat siz başarırsanız tabi olurum, (Syf:46) havasında olduğunu bunun ise aslında İslam’ın gelmesini istemiyorum demenin dolambaçlı yoldan söylenmesi (Syf:47) olduğunu belirtiyor. Yazarımız, Rabbimiz isterse dini tamamen yeryüzüne hâkim kılacağını ancak bunun yürürlüğe girmesi için dinin yeryüzünde yaşanmasının adetullahtan olduğunu söylemektedir. Yalnız burada dinin yeryüzüne hâkim olması ile Allah’ın dinini tamamlamadığı gibi bir yanlış algıya düşmeyelim lütfen. Şüphesiz Allah dinini tamamlamış ve bunu kitabı Kur’an-ı Kerim ile de bize bildirmiştir. (Maide: 5/3) Modern çağda Müslümanlar arasında profan (dinle ilgisi olmayan) kafalı yeni bir insan tipinin ortaya çıktığından ve bunların çoğunluk olduğundan bahsetmekte yazarımız. Bunları, fikirlerini sonuna kadar götürmekten korkan, kafa olarak profan, ruh olarak ise muhafazakâr tipler olduğunu söylüyor. İslam inancında bize ait olduğunu zannettiğimiz her şey aslında bize emanettir. Bunlar içinde kuşkusuz en ağır olanı tabi ki din, yani İslam’dır. Bunun için yazarımız insanın kendisine ait olmayanla ilgili taviz verme gibi bir hakkının/lüksünün olmadığını yani Müslümanların İslam’ın hükümlerinden taviz veremeyeceğini söylüyor. Taviz kelimesini duyunca aklıma nedense ülkemizdeki “F Yapılanma” geldi. Bilenler bilir din konusunda onlarda tavizin haddi, hesabı yoktu. Ama aslında onların niyeti dini kimliklerini gizlemek değil de ülke ve hatta dünya üzerindeki gizli hesaplarının bir gereğiymiş. Her ne kadar onların gizli planlarını bilmesek de kullandıkları İslami kimliklerini gizlemeleri ve bu doğrultuda taviz vermeleri onları gizlemiyordu. Adeta kafasını kuma gömmüş deve kuşu gibi sırıtıyorlardı. Yani kral çoktan çıplaktı. Günümüz insanlarının en büyük yanılgılarından biri de bilerek veya bilmeyerek İslami çizginin dışında yaşamalarıdır. Modern ve beşeri hayatın, gerek hukuk gerekse iktisadi olarak kendisine dayattığı nizamları çok rahat kabul ediyor ve hatta savunuyor. Örneğin herkes biliyor ki faiz haramdır ama buna bulaşmak için nerdeyse günümüz Müslümanlarının çoğu hiç çekinmiyor. Asıl işin kötüsü ise bu konuda dini ve vicdani herhangi bir rahatsızlık duymamak. Bu şekilde dini hükümleri kendine göre çiğneyerek ve taviz vererek, mubah sınırlarını sürekli olarak genişletebildiği kadar genişletip, aslında sadece kendisini kandırıyor. Rasim Özdenören, bize ait olmayan meseleyle bize ait olan meseleyi ayırmak için tek kıstasın, İslam olduğunu, bunun için ise önümüzde koskoca bir Saadet Asrı örneğinin bulunduğunu belirtiyor. Bize düşen geçmişe bir mazi olarak özlemle bakmak ve onu “Bin Bir Gece Masalları” gibi okumak yerine, görmek, anlamak ve tatbik etmek. Yoksa gökyüzünden gelecek olan sihirli bir değnek bizi düzeltmeyecek. III. Bölüm – Çağdaş Müslümanın Sorunları : Yazarımız bu bölümde öncelikle hastalıklı fikirlerin durumu ve Müslümanların bunun karşısında takınacağı tavrı belirterek, özetle kendi bildiğimiz doğrular üzerinden hareket etmemiz gerektiğini söylüyor bize. Daha sonra Zenciler ile Müslümanların, hayattaki bir nevi kendini ispat etme mücadelesini anlatarak, zencinin görünüşte zaten zenci olarak göründüğü halde Müslümanların bu mücadelede diğer modern insanlardan ayırıcı unsurlarının olması gerektiğini belirtiyor. Bunu da, “bir zencinin zenci olduğunu ispat etmesi gerekmez, ama bir Müslümanın Müslüman olduğunu yaşadığı hayatla ispat etmesi gerekmektedir” (Syf:77) diyerek, amel hususuna dikkatimizi çekiyor. Yazar, İslam’ın tebliği hususunda Müslümanlar olarak öncelikle kendi sesimizi bularak artık yeni bir üsluba ihtiyacımız olduğunu, bu üslup çerçevesinde ise eleştiri edebini hiçbir zaman elimizden bırakmamamızı söylüyor. Burada şu iki örneği vererek İslam’ın üstünlüğünü vurguluyor: “Kuruşçev zamanına ait bir fıkra anlatılır. Kuruşçev, kürsüde Stalin aleyhine atıp tutuyormuş. Dinleyici kalabalığı arasından biri “o zaman neredeydin?” diye seslenmiş. Kuruşçev haykırarak bu soru sahibinin kim olduğunu sormuş. Fakat dinleyiciler tarafında büyük bir sessizlik. O zaman Kuruşçev: “İşte ben de o zaman, senin şimdi bulunduğun yerdeydim” diye cevap vermiş. Elbet bir yakıştırma bu. Fakat öyle de olsa, bir gerçeklik payını gizlediğine inanmak gerek.” Alttaki paragrafta ise şu kıssa naklediliyor: “Bir de Hz. Ömer zamanından bir vaka… Hz. Ömer, hilafeti zamanında cemaate soruyor: “Ben doğru yoldan saparsam ne yaparsınız?” Cemaatten biri cevap veriyor: “Seni kılıçlarımızla düzeltiriz.” Buna karşılık Hz.Ömer, Allah’a hamd ü sena ediyor.” Şimdi soruyorum: günümüzde acaba kaç Müslüman iktidar, amir, müdür hasılı mevki, makam Hz. Ömer’e takılan bu eleştiri tavrı, kendine takılsa bu alicenaplığı gösterebilir? Bu soruya vereceğimiz cevap bizim toplum olarak -aşağıdan yukarıya- İslam’ı ne kadar özümsediğimizin bir göstergesidir. Yalnız burada yazarımızın de telkin ettiği gibi şikâyet ile eleştiriyi karıştırmamak gerekir. Rasim Özdenören bu bölüm içerinde halen güncelliğini ve sıcaklığını koruyan bence de çok önemli bir konu olan, “Kaynaklara Dönme” meselesini eleştirel bir bakışla ele alıyor. Yazarımız, kaynaklara dönme meselesinin ilk bakışta sadece Kur’an ve Sünnete dönmek ve bakmak olarak değerlendirildiğinde hiçbir anormal durumun olmadığını, ancak kaynaklara dönmemizi teklif edenlerin, kaynaklarla karşılaşınca onu derhal ve hiçbir güçlük çekmeden anlayabileceğimiz yanılgısında olduklarını söylüyor. Ve bu fikri savunanların, iki temel kaynağı yorumlamanın ancak Ehl-i Sünnet vel Cemaat akidesine bağlı olduğu bilinen müçtehitlerin ortaya koyduğu eserleri de kaynak kabul ettikleri takdirde bu yanılgıdan kurtulabileceklerini belirtiyor. Burada, “Bir müçtehit içtihadında mutlaka isabet ettirir, diye bir kaide yok. İnsandır, isabet de ettirebilir, yanılabilir de. Fakat Cenab-ı Allah insanları içtihada teşvik için içtihadında yanılan kimseye de bir sevap vaat ediyor. İsabet ettirirse iki sevap… Fakat içtihat yerine safsata yapanlara herhangi bir vaatte bulunulmamış.” (Syf:97) diyerek, yazısında içtihat yapmanın ilmi yönden gerekleri ve güçlüğünden de ayrıca bahsediyor. Yazar, “Kaynaklara dönmekten murad, Ehl-i Sünnet vel Cemaat imamlarının içtihatlarını, görüşlerin öğrenmek, ona göre amel etmekse, buna zaten kimse bir şey demiyor. Tersine, biz de bunlarla amel etmekten bahsediyoruz. Yok, eğer kaynaklara dönmekle, Kur’an’dan ve hadislerden biz kendimize göre anlamlar çıkarıp, kendi çıkardığımız anlamlara göre amel edelim denilmek isteniyorsa, bu iddia sahibine ben, ancak, çok cesursun diyebilirim.” (s.100-101) diyerek bir nevi insanların haddini bilmesi gerektiğini söylüyor bize. Kaynaklara dönme meselesi bence içinde büyük bir tehlike barındırıyor. Bu tezi savunanlar avama yani halka aslında sizde Kur’an-ı Kerim de okuduğunuz her şeyi çok güzel anlar ve dahi amel bile edebilirsiniz diyerek, tarihi süreçteki o kadar ilmi, alimi ve kaynağı aradan çıkararak aslında çok büyük bir karışıklığa ve fitneye sebep oluyorlar. Bugün Müslümanlar arasındaki dağınıklığın belki en büyük sebebi budur. Buraya Hz. Ali’nin (r.a.) şu sözünü yazmadan geçemeyeceğim: “İlim bir nokta idi, cahiller onu çoğalttı.” IV. Bölüm – Nasıl Bir Hayat : Bu bölümde yazar öncelikle nesneleri anlamamız yönünde bizi sorgulamaya teşvik ederek, bizlerin mi nesnelerin sahibi, yoksa nesnelerin mi bizim sahibimiz olduğunu anlamamız gerektiğini söylüyor. Bunu yaparken de ön kabullerin ve hatta dünya görüşümüzün dışına çıkmamız gerektiğini ancak bu şekilde nesneleri anlamlandırabileceğimiz ifade ediyor. Daha sonra özellikle başta sanat ve edebiyat olmak üzere gündelik hayatımızda kullandığımız “Yaşama Sevinci” cümlesinin tarihsel süreci ile hayatımıza nasıl girdiğini ve bu cümlenin aslında içerisinde dünya sevgisi ve bir nevi dünyaya düşkünlüğü barındırdığını söylüyor. Nihayetinde yazarımız yaşama sevincini, ölümün sürekli yanı başımızda olduğu ve her an gelip döşümüze çökeceği hakikatinde aramamızı tembihliyor. “Nasıl Bir Hayat” başlığı altında ise Müslümanların kitaplarda nasıl Müslümanca yaşanacağını belki öğrenebileceklerini ancak bunun hayata tatbik edilmesinin o kadar kolay olmadığını, bunun en kısa yolunun Allah dostlarının hayatına bakarak öğrenebileceğini belirtiyor. Ve bize Müslümanca yaşayabilmemizin hayatımızın zaruretlerindenmişiz gibi görünen çoğu şeyin gereksizliğini duyumsatacak bir yaşamla yani “dervişçe” bir yaşamla mümkün olacağını söylüyor. Burada ayrıca birbirine karıştırılan “dedikodu-sohbet, ahkâm kesme-nasihat, eleştiri-kınama” gibi kavramları açıklığa kavuşturmaya çalışarak, “Din nasihattir.” diyen bir Peygamberin salikleri bu gün: “Benim nasihate karnım tok” diyorsa nasihatin, yüreğin ve kafanın dışında bir yere hitap ettiğini sanmaya başlamış demektir. İnsanın yapmadığı şeyi söylemesi nasihat değildir, ahkâm kesmedir.” (Syf:124) diyor. Yazarımız satır aralarında, müminin en iyi nasihatinin yaşaması yani amel etmesi olacağını da vurgulamadan geçmiyor. Bu bölümün sonunda ise Özdenören: “Hıristiyanlık ve Marksizm, model arama konusunda insanın bir yanını iptal ederek, diğer yanını abartarak birbirine zıt iki ayrı uç geliştirmiştir. Biri insanı melekleştirmeye çalışırken, öbürü onu maddi bir çerçeve içinde algılamaya girişmiştir.” (Syf:127) diyerek, bozulan diğer inanç sistemi ile beşeri ideolojileri eleştirmiştir. Buna karşı İslam’da, her zaman her şeyin dozunda olduğunu vurgulamıştır. V. Bölüm – Birey Olarak Müslümanın Durumu : Bu bölümde yazarımız, Müslüman birey olarak aynı caddede yürüyor olsak da, toplum olarak hedeflerimizin farklı olduğu ayrıntısına değiniyor. Müslümanları batı yaşama tarzından ayıran en önemli özelliğinden birinin “kanaatkârlık” olduğu, yalnız kanaat hissi gelişmemiş Müslüman bireyin batının “rızk kaygısı” hastalığına duçar olacağını/olduğunu belirtiyor. Yazarımız batının kültürüne kendimizi kaptırmamız ve önce birey sonra toplum olabilmemiz için: “Müslümanlar, kendi doğrularına göre yaşamayı, hedeflerinin önüne koymadıkça başkasının dümen suyunda sürüklenip duracak demektir. Müslümanca yaşamak her şeyden önce kendi iç oluşumunu tamamlamaya bağlıdır. Böylece ilkin Müslüman bireyler çıkacaktır ortaya, sonra da onların meydana getirdiği topluluk…” (Syf:135) diyerek yol gösteriyor. Ve “Müslümanlar bugün, başkalarının dümen suyunda akıp gidiyorsa (bu aşağılayıcı durumu saklamaya gerek görmüyorum), bunun sebebini herkes, her şeyden önce kendi nefsine mal etmelidir. (Syf:136) diyerek kendimize gelmemiz için adete kulağımızı çekiyor. Yazarımız bu bölümde: “Bugün Müslümanlar arasında görülen yanlış bir eğilim, ilmihal kitaplarında yazılı temel bilgilerden bile mahrum haldeyken derin fıkıh tartışmalarına girmekten çekinmemeleridir. Oysa her gün bir paragrafını okuyacağı bir ilmihal kitabından öğrendiklerini uygulamaya aktarmak daha anlamlı bir seçim olurdu. Ama Müslümanların arasında kaç kişi “büyük” işlerini bırakıp küçümsemeden ilmihal okumaya talip acaba?” (Syf:138) diye sorarak çok güzel bir tespit yapıyor. Gerçekten de artık Müslüman olsun olmasın insanların çoğunluğu hep “büyük” şeylere talip, “küçük şeylere” dönüp bakmaya bile tenezzül etmiyorlar. Bir nevi birinci merdivene basmadan onuncu merdivene çıkmaya çalışıyorlar. Ve böyle oldu mu tabi ki yapılmak istenen büyük iş temelsiz, eğreti ve mukavemetsiz oluyor. VI. Bölüm – Yapısal Farklar : Son bölüm müeyyide alt başlığı ile başlamakta ve burada müeyyide kavramına değindikten sonra müeyyide sınıflarının İslam ve İslam dışı toplumlarda da aynı geçerliliğe sahip olduğundan bahsediyor. Yalnız müeyyide kategorileri muhtevasının İslam toplumu ve devleti ile diğer sistemlerden farklı olduğunu belirtiyor. Şöyle ki: “Keza İslam dışı toplumlarda ahlâk kurallarına uymamanın müeyyidesi, toplumun bu kuralın dışına çıkan kişiye olan tepkisi, salt ayıplama, kınama vb. biçiminde belirirken, İslâm toplumunda aynı uygunsuz davranış kamu düzeniyle ilgili görülüp buna karşı hukukî denilen müeyyidenin uygulanması mümkün hale gelebilir.” (Syf:146) Yazar, müeyyidede ki asıl amacın, her toplumun kendi sürekliliğini sağlamak, toplum düzenini korumak olduğunu söylüyor. Aksi halde bir yerde herkes kendi belirlediği doğrular üzerinde keyfince yaşamaya çalışırsa orada bir toplumdan bahsetmek çok zordur. İslam toplumundaki müeyyideler, bu şekilde yönetilen bir devlet varsa söz konusu oluyor ancak beşeri hukukun hâkim olduğu toplumlarda Müslümanlara bu müeyyideleri uygulamak imkânsız. İdare olarak İslam dışı devlet ve toplumlarda yaşayan Müslümanlara herhangi bir müeyyide uygulanmayınca bu defa İslam dışı fiiller Müslümanlar arasında meşruiyet kazanarak yayılmaktadır. Yani yazarında belirttiği gibi İslam’ın hükümleri, birey olarak değil de toplum olarak yerine getirildiği takdirde istenen ve beklenen sonuçlar ortaya çıkacaktır. Yazar, İslam hükümlerinin yaşanması yani soyut doğrulardan somut gerçeklere (putların kaldırılması gibi) geçildiği zaman Kureyş müşrikleri gibi günümüz cahillerinin de hemen tavır değiştirdiklerini söylüyor. Bu bölümde son olarak “Şiddet” bahsi geçmektedir. Özdenören, insanların her çağda kendilerini ifade etmek için farklı diller kullandığını, bu dönemin dilinin ise şiddet olduğunu belirterek, bu dilin sadece politika ve toplum hayatında olmayıp edebiyat ve sanatta da olduğunu bize aktarıyor. Evet, gerçekten de özellikle batının şu anda yapmış olduğu dizilerin hemen hemen tamamına yakın şiddet içermektedir. Bu şiddet asıl, politik olarak ise kendi coğrafyası dışında özellikle İslam âleminde kan akıtmakta ve can yakmaktadır. Yazarımız “Son Söz Yerine” bize aktardıkları: “Münferit Müslümanlar İslam’ı hayatlarına geçirmeyi başarabilirse batında olan bu halin zahire çıkacağından kuşku edilmemeli. İslam yolunda mücadelede Müslümanlar değerlendirebilecekleri bir fırsatı hep ellerinde bulundurmuşlardır: bu fırsatın özü, Müslümanların iç oluşumlarını tamamlayabilmekten başka bir şey değildir.” (Syf:168-169) “Sabır, imandan bir şubedir. Bu sırrın hikmetini kavrayan Müslüman, lügatinde yılgınlığın yer almadığını bilerek aşkla, şevkle, sabırla kendi yolunu kendi eliyle açmaya çaba gösterir.” (Syf:170) “Bugün ölmüş bulunanlar, ellerindeki fırsatı kaçırmıştır. Yarın yaşayacak olanların ne yapabileceği onları ait bir iştir. Değişik bir deyişle biz, ne bizden önceki insanların yapıp ettiklerinden sorumluyuz, ne de yarınkilerin yapıp edeceklerinden. Biz, sadece kendimiziden ve kendi zamanımızdan sorumluyuz.” (Syf:170-170) “İmam Gazali söylüyordu: Ömrün bitmiş, fakat sen yalvarmış yakarmışsın, sana bir gün daha verilmiş; işte şimdi öyle bir günde bulunuyorsun, öyle bir günde ne yapacaksan, her gün aynı gayretle o işe sarıl, öyle çalış öyle ibadet et, öyle yaşa.” (Syf:171) Buraya kadar sabırla okuyan ya da sabırsızlıkla okumayan herkese teşekkür ederim. Uzun oldu biliyorum, bi kusurumuz oldu ise affola…
Mutâlî’ okurunun profil resmi
''Okumak; lafız ve manayı bütünleştirmektir.. Her daim okuyan,araştıran ve düşünenlerden olmanız dileğiyle.. Hayırlı günleriniz ola..:))
Mutâlî’ okurunun profil resmi
Selamun Aleykum hayırlı Cumalarınız Ola.. Gülsüm hocam etkinlik kapsamında incelemesini gönderdi:)) Kendisine çoook teşekkür ediyorum ve incelemeyi paylaşıyorum; KONU : VE'L -ASR YAZAR: İSMET ÖZEL İNCELEYEN: GÜLSÜM İLERİ Ve'l-asr, zamana yemin edildi.gösterdi ki, tüm insanlığa şahitti zaman. Zaman iyiliğe, yaşanmışlığa, hedefe sarılmaya, hakka hamileydi. doğan asr ile doğru ve güzel haslet, dinin temeli, insanlığın mayası faziletin esaslarıdır. Peki doğan zaman insanı nereye bıraktı , kiminle savaşta yalnız korumasız bıraktı.Unutulan neydi insan dünyasında,zamana haykırılan neydi? Bize sunulan iyiliği kabul etmedik.Oysa insan hayatı ''iyi''nin olduğunu hissederek zamana bırakıldı.İnsan iyilikle yola çıkmıştı. Acaba bizler iyiliğe ,insanlığa mensup muyuz. Neden mi? Önümüze modern hayat biçimini çizdiler içimizi boşaltılar.Kendimiz olmaktan uzaklaştırıldık,usulca sokuldu bize ait olmayan inançtan yoksun kendinden habersiz düşünceler.Bizden alınan ''Biz'' idik.Uyumuştum uyandığımda , ''ben'' yerinde değildi.Ve'l-as ''ben '' olmadığıma mı şahitlik ediyor. Evet yoktum benliğimde .Dünya yönetimine bencilliği aldılar.Merkezde o vardı. Sonra dar kalıplar çizildi üzerine.Ne kadar biliyorsan o kadar güçlüsün dünya sahnesinde.Öyle ki; modern hayat , gücün birikiminden ibaretti. Müslüman'ı dar kalıplarla öyle darlattılar ki Kuranı Kerimi anlamada yoksun kaldılar.Anlaşılmaması için savaş verildi resmen.İslam olarak , bu kalıplardan çıkma adına , canlı kalma adına bir karşılığı bir bedeli olsa gerek.Bu bedel için ne tür hayat sürdürdüğümüze bakmak lazım. Ve hayat sahnesi , modernleşmenin yan ürünlerinden biri olan sosyalizm , dünya sisteminin gelir dağılımı , insanların bunlarla gelişip serpilmesi.Fırsatları kullanma sahnesi. Unutulan kime karşı mesuliyetimiz . Çünkü mesuliyet bilinince kabuliyetlik bilinmiştir.Bu dağılımda dost kim düşman kim? Şu bir gerçek ki anlamadığımız sistemin düşmanıyız ya da kölesiyiz.Buna binaen sistemi bilmek öze inmek lazım.Ortada bir pazarlık söz konusu .Pazara sunulan ihtiyaç mı yoksa Müslümanlık mıydı? Şahit olsun asr, pazara sunulan İnancımız benliğimizdir.Asr Müslümanlar adına gerçeklerle yeminler etti.Çünkü asr toplumla ve ülkenin topraklarıyla irtibatımızın din sebebiyle kurulduğunu haykırdı.Fark edilecek olan din bağının olmasıdır.Bu bağda kurulan kültürdür. Aynı kökün farklı meyveleriyiz.Bu kökün zihninde her nesnenin bir diğeriyle bağlantısını ispatlar.Bu bağ kültürdür.Kültürü bulanık sulardan kurtarırsak, toplum berraklaşmış olur.Bu berraklık olgunluk getirir. Olgunluktan nasiplenmek için; değerleri olgunlaştırmak lazım. Ki zaman içinde yaşanan düşünce terörü, bu olgunlukta yol katetmemize izin vermiyor.Doğduğumuz yerde olmadığımıza inandırdılar.Çünkü hiçbir kültür doğduğu yerde olmadığına inanmış.Doğduğumuz yeri tartışmaktan başka bir şey yapmıyoruz.Kendimize mahsus kararlar almak ve direnmek gibi tavır sergilemiyoruz.Korkar olduk düşünmekten aslında her şey olamazsak hiçbir şey olamayız. Aynı fabrikanın çarkları gibi idik.Fakat şimdi çarklar farklı fabrikaların sisteminde.Bu sistem dayatma sistemidir.İlahi otoritenin gereklerine perde indirme sistemidir. Kör edildi görünmesi gereken gözler.İhmalle uğratıldı ademoğlu. Noksan olan neydi? Kendi değerimizi , kıymetimizi bilmemek.Zaten kafirlerin korkusu , ülkemize ve kendimize sahip çıkma olayıdır.Kendini bilen her şeye varmıştır.Merakımız köreltti.Her şey bireysellik adına denildi.Susturuldu vicdanlar.Samimiyetlik ''biz '' duygusunu insanlık gündeminden çıkardılar.Değerin kendisini bile değersiz kıldılar.Toplum denilen insan yığını değer konusunda duyarlılığını , değer bilgisini elden çıkarmış durumundadır. Peki ne yapılmalı?? Yemin olsun ki insanoğlu hüsrandadır. Dolayısıyla bize düşen , düşüncelerimizi İslam la berraklaştırmaktır. Sahicilik , hakikat arayışlarında toplum ve toplum çarklarını İslam la buluşturmaktır.Modernlik kendini kaybetmek değildir.Kendinde hakikati araştırmaktır.Hayatımızın çarkı ; erişkinlik, yetişkinlik , olgunluktur.Olgunluk, eğitim farkındanlıktır.Piyasanın olgunluk kimseleri , gerçekçi , işleyişi içlerine iyice sindirmiş kimselerdir.Dünyanın bugünkü işleniş tarzına uymak değil, gerçek ilme uydurmaktır.Gerçek olan ise dünya milletleri arasında hakikatle karar kılınmış ,kendimizin karar sahibi olduğu bir yer olmasıdır. Müslüman toplumun sorumlusu bizleriz.''Ben'' mantığı yerine ''biz'' mantığı olmalı.Merkezdeki bencilliği yok etmeli. Biz mantığı herkesin bir başkasına yer açmasıyla mümkündür. Başkasına verebilecekleri bir şeyi elde etmeye çabalamalıyız.Samimi bir dava için , gelecek aydınlık için, HERKES KENDİ EVİNİN ÖNÜNÜ SÜPÜRMELİ. Bedel senle olur.Kendi hakikatlerinle var olunmalı.İzin verme seni başkalaştırmalarına.Sen toplumun olgunlaşmasısın . ALINTILAR: Bize sunulan iyi şeyleri kabul etmiyoruz.(syf 13) Kötüyü reddetme tavrımız içinde bulunduğumuz ortamın niteliğini anlama fırsatını sağlayacaktır.(13) Modern yaşama biçimi insan elinden çıkma kurumların içini boşaltı.(18) uyumadan önce bıraktığım ben yerinde değil.(21) Bu kalabalık, debdebeli ve karmaşık şehirde, sen bu sabahtan itibaren ''ben'' olduğuna göre , lütfen söyler misin ben artık kimim?(21) Büyük düş kurmamak yetmez, büyük düş kurdurtmayacağına da söz ver.(67) Hangi şekli almış olursa olsun, insan teki bir gün kendinden bağımsız olarak şekillenmiş bir dünyaya bırakıldığını fark eder.(71) Kimin gelecek kuşaklar hesabına bir şeyler yaptığı da hepimizin meselesi.(78) Türkiye'de çatışma büyük ölçüde sosyo-kültürel çerçevede gözlemlenebilir.(82) Sahip çıkan değerler açısından olgunluktan nasibini alamamış bir topluma mensubuz.(84) İnsanoğlu menfaati bakımından fare deliği önünde bekleyen kedi gibidir.(91) Toplumu topluma bırakmayın(99) Toplumu topluma bırakınca bütün ipler dünya sisteminin, o sistemin lordlarının eline geçiyor(100) Biz burada insan gücü ve üretkenlik bakımından dünyanın en verimli bahçesinde yaşıyoruz.(106) İşe yaramayan kişisel başarı çağında yaşıyoruz.(108) İnsanlar kendilerine bir kıymet atfederek etkinlikte bulunma şereflerinden mahrum bırakıldılar(125) İnsanlar arasında çıkar bağı değil de gönül bağı varsa, her biri muhatabını korumayı gözeterek davranacaktır.(140) Senin de başkaları gibi sistem tarafından yutulmadığını nerden bileyim?(160) Konumuz ciddi, çünkü devlet ve millet arasındaki mesafe hayatımızın biçimini belirliyor.(197) Telaffuz edilen cumhuriyet ile lisan-ı hal ile ortaya konan demokrasi arasındaki kopukluk Türkiye'deki bütün sıkıntının ve başarısızlığın kaynağıdır.(250) Bir musibet bin nasihatten yeğdir, derler oysa insan haysiyetine yaraşan tavır öncellikle nasihatin etkisini hissetmede yatıyor.Musibet gelip çattığında, bir çok şeyin anlaşılması kolaylaşır, ama gücünü onarmak için çok geç kalınmış olabilir.(253)
Mutâlî’ okurunun profil resmi
Hayırlı Günleriniz ola:)) Şimal da bize incelemesini gönderdi,çok teşekkür ediyorum ve incelemesini sizlerle paylaşıyorum; KONU : YAHUDİLEŞME TEMAYÜLÜ KİTAP İNCELEMESİ YAZAR : Mustafa İSLAMOĞLU BASKI : Şubat-1995 DENGE YAYINLARI İNCELEYEN : ŞİMAL ‘’Bugün, kendi nefislerinde olan "Yahudileşme temayülü" sonucunda ümmet olarak geldiğimiz vahim nokta ortada. Ümmetin kıyameti, Yahudileşme sonucunda koptu. Ümmet coğrafyasının çeşitli bölgelerinden gelen âh u eninler bunun acı habercisi. Her kıyamete bir "ba'sü ba'del-mevt" gerek. Eğer nefislerimizde olan "Yahudileşme temayülü"nü frenler, onu "Müslümanlaşma temayülü"ne dönüştürebilirsek, o zaman çölde âvâre kasnakçasına dönüp duran İsrailoğulları gibi sıkıştığımız şu zaman çölünden "huruç"a kâdir olup, "arz-ı mev'ud'a" değil ama Kur'an'da vadedilen "nasr-ı mev'ud"a ulaşabiliriz.’’ ( ARKA KAPAK YAZISI) Tam bir ders kitabı içeriğinde ve basım olarak da o ebatlarda olan bu kitap , Tevrat, İncil ve Kuran’dan alınan parçalarla, geçmiş ümmetlerin yaşadıkları, onlara gönderilen Peygamberlerle olan diyalogları ve İlahi vahye karşı tutumları, bu tutumlarla başlarına gelen olaylara hem tarihsel anlamda hem zihniyetlerin toplum karakterlerine nasıl yansıdığına dair geniş bir bakış açısı getiren derli toplu bir kaynak olmuş görüşümce.. Kur’an da bahsedildiği üzere İsrailoğulları’na gönderilen bir çok peygamber ve o peygamberlerle olan diyalogları, Tevrat’ın tahrif edilme süreci epey geniş bir şekilde anlatılıyor. İsrailoğullarının yaptıkları ve toplumsal olarak nasıl Yahudileştikleri, insanlarla olan diyaloglarında tam bir ırkçılık ve soy gütme ve bulundukları toplumlarda fitne fesat çıkarmaları sonucu nasıl her zaman o toplumlardan sürüldükleri geniş geniş yer alıyor. Tahrif ve dini kendi kafasına göre yorumlamakla başlayan sürecin İslam dini ve Müslümanlar için de büyük bir tehlike olduğu, hem ayetlerle hem de hadislerle her fırsatta ümmetin uyarıldığı konuları da irdeleyerek başlıklar halinde anlatıyor İslamoğlu.. ALINTILAR 1- Bazı tarihçiler, Hz.İsa'yı Romalılara şikayet eden hain havarisi İskaryot'a Yahuda denilmesinin sebebi olarak, hem bu boya mensup olması hem de Hz. İsa'ya ihanet etmesini gösterir. Ya da İsrailoğulları içerisinde ister fert, ister toplum, kim ihanet ederse ona ''Yahuda gibi hain'' anlamına ''Yahudi'' denmiştir. Ünlü Redhouse lügatı'' Yahudi'' nin manasını ''arkadaşına ihanet eden kimse''olarak verir. (Sayfa 13 - denge) 2- Yahuda ismi, lakabı ''İsrail'' olan Hz. Yakub'un üçüncü eşi Rahel'den olan dördüncü oğluna koyduğu isimdir. Önceleri onun soyundan gelenlere verilen bir isimken sonradan tüm israiloğulları için kullanılmıştır. (Sayfa 13 - denge) 3- '' Bir zaman da şunu söylediniz: '' Ey Musa biz Allah'ı açıkça görmedikçe sana asla inanmayacağız.'' Bunun üzerine, bön bön bakıp dururken sizi yıldırım çarpmıştı.'' Bakara/55 İmanda pazarlık etmek bir Yahudileşme alametidir. (Sayfa 121 - denge) 4- Rasulullah, hayattayken, sadece suç işleyen ve kendisine karşı harp açan Yahudiler'i sürmüş ya da cezalandırmış, bunun dışındakilere dokunmamıştır. Değil dokunmak Medine ticaretinde önemli yerleri olan bu Yahudilere ihsan ve ikramda bulunduğuna dair belgeler dahi bulunmaktadır. Hz. Nebi Hicri 11. yılda hayata veda ettiğinde, onun zırhı Medineli tüccarlardan Ebu'ş Şahm adlı bir Yahudi'de aldığı tahıl borcuna mukabil rehin bulunmaktaydı. Bölge Yahudileri kendi elleriyle kendilerini tasfiye etmişlerdi. Başlarına ne geldiyse hep azgınlık, taşkınlık ve hakikate olan kinleri yüzünden gelmişti. Aslında Yahudileşen İsrailoğulları'nın tarih boyunca başlarına gelen belaların temel sebepleri hep aynıydı. Bunu Kur'an , aynı zamanda mucize olan geleceğe ilişkin bir haberle şöyle açıklıyordu: '' Andolsun, Rabbinden sana indirilen, onların çoğunun azgınlığını ve küfrünü artıracaktır. Biz onların aralarına ta kıyamete kadar düşmanlık ve kin attık. Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa Allah onu söndürmüştür. Yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar. Allah ise bozguncuları sevmez.'' Maide/64 (Sayfa 119 - denge) 5- Tahrif edilmiş bir dine inanan ne kadar samimi ve dürüst olursa olsun, nihayetinde ''aldanmıştır''. Aynı şey müşrikler dahil tüm inanç sahipleri için de geçerlidir. Kafir dahi olsa bir kimse inancında samimi olabilir. Lakin küfründeki samimiyeti o kimsenin kurtuluşuna vesile olamaz. Olay sadece ''inanmak'' olayı değil, '' hakka inanmak'' olayıdır. '' Neye olursa olsun yeter ki inan '' meselesi değildir mesele. İnancınızın değeri inandığınız şeyin doğruluğu ile orantılıdır. (Sayfa 132 - denge) 6- Hz. Uzeyr (Ezra) apokaliptik dönemde ortaya çıkan bir israiloğulları müceddididir. Yahudi geleneğinde de çok önemli bir yere sahiptir. Rivayete göre Nabukadnazar Kudüs'ü yerle bir edip tüm Tevrat nüshalarını yaktırdığında Tevrat'ı diriltme görevini Allah Uzeyr e vermiştir. Bundan dolayı Yahudilerin gözünde o ''2. Musa '' dır. Onun kitapları Yahudilerce Tevrat a eşdeğer sayılarak Kutsal Kitab'a dahil edilir. Hatta Kur'an'ın da haber verdiği gibi Arabistan Yahudileri gibi bazı Yahudi boyları bu özelliğinden dolayı onu '' Allah ın oğlu '' olarak nitelendirirler. (Sayfa 63) 7- Günümüzdeki hareketlerin en büyük zaafı kitleleri şuurlandırmaya çalışmaktır. Kitleler tarihin hiç bir döneminde şuurlandırılamamış, ancak şartlandırılmıştır. Şuurlandırılması elzem olan çekirdek kadrolardır. Çağdaş islami yapılanmalar ise bunun tam tersini yapmaya çabalıyorlar; Kitleleri şuurlandırmak, kadroları şartlandırmak.. (Sayfa 272 - Denge) 8- Şuursuz Taklit, adamın boynuna geçmiş bir yular gibidir. Onu insan olmaktan çıkarır. İradesini, aklını, fikrini, duygu ve düşüncesini iptal eder. Kişiliksizleştirir, şahsiyetini yok eder. Taklidin bu türü ''içgüdüsel''dir, insanı insanlıktan çıkarıp, hayvanlaştırır. Şuursuz taklit insanın boynuna geçmiş bir ''yular'' gibidir. (Sayfa 202 - denge) 9- Tevrat'ın hükmüyle sabittir ki önceleri Yahudilere inek başta olmak üzere tüm tırnaklı hayvanların eti serbesttir. ( Levililer,22/29-30) Kur'an 'dan öğreniyoruz ki, daha sonra bu serbestlik kaldırılarak inek başta tüm tırnaklılar yasaklanmıştır. ( Enam/146) (Sayfa 17) 10- ''Ümmetim, önceki ümmetlerin yolunu adım adım, karış karış izlemeden kıyamet kopmaz. ''Ey Allah'ın Rasulü, Farslar ve Rumlar gibi mi?'' denildi. ''Başka kim olacak?'' buyurdu'' Buhari, İ'tisam,14 (Sayfa 45 - denge) 11- Şuurlu taklit, tahkike ulaşıncaya kadar caizdir, kimi zaman gereklidir. Ancak kötüyü taklit şuurlu da olsa kötüdür, çirkindir. Zaten şuurlu taklitten kasıt, sadece bir bilinçlilik hali değil, iyiyi kötüden ayıracak bir temyiz kabiliyetine sahip bulunma halidir. Böylesi bir süzgeçten geçirdikten sonra yapılacak kimi taklitler bazen bir ''gerdanlık'' kadar kıymetli olabilir. Çünkü insanın kapasitesi her şeyin hakikatine ermeye, künhüne vakıf olmaya yetmemekte, en azından bunu herkes mükemmel bir biçimde başarma kabiliyetine sahip bulunmamaktadır. Her bireyin tahkik ehli olmasını dayatmak da, insan fıtratıyla uyuşmayan '' ütopik'' bir taleptir. Kaldı ki, çoğu zaman taklit, tahkike ulaşan yolun merdivenidir. (Sayfa 202) 12- Ancak, hiçbir kimsenin Kur'an daki islamı reddetmeye hakkı yoktur, çünkü tahrif edilmemiş, bozulmamış, aynen muhafaza edilmiş bir mesajdır. Onun için de Hz. Muhammed'den sonra ''fetret'' yoktur. Fetretler, kitabın tahrif, dinin tahrib edildiği durumlarda oluşur. (Sayfa 132) 13- Daha önce vahiy gönderildiği halde yeni bir vahye niçin ihtiyaç duyulmuştur sorusuna verilebilecek en ciddi cevaplardan biri '' öncekiler tahrif olduğu için'' dir. Eğer vahiy bozulmuş, Kitap tahrif edilmişse, bu durumda çağrılanların davete uymama hakları doğar. Çünkü kimse, kaynağı karışık bir bilgiye iman etmemekle kınanamaz. (Sayfa 132 - Denge)
114 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.