Demirtaş’ın bu kitabı çıkartacağını duyunca büyük olmasa da bir merak içine girmiştim. Okumadan evvel hakkında yazılan incelemeleri görmemek için kaçtım. Biliyorum bu birçoğunuz için zor ama işin politik yönüne girmeden sadece sanatsal niteliğinin olup olmadığını merak ediyordum. Maalesef burada ana sayfama düşen linçleri de gördüm, “nasıl okursun!’!’^!!’^” veya “sen de teröristsin’^+%é” gibi arkası gelmeyen eleştiri görünümlü hakaretleri de gördüm. Ama çok etkilenmedim açıkçası çünkü yapım gereği hiçbir konuda radikalliğe gidemiyorum. Gitmek de istemem zaten, zira hepsi eninde sonunda insan olduğumuz gerçeğini unutturuyor. Neyse konumuza dönelim, ziyadesiyle kısa tutulmuş bu hikayelerden birkaçı için ayrı yorum yapmak istiyorum. Bu kısımdan sonrası spoiler içerebilir.
İlk hikâye, İçimizdeki Erkek ile başlıyor. Yazar sembolizmi kendi tarzında iyi kullansa da mizah anlayışı beni açmadı maalesef. Rahatsız olduğum konulardan biri -politik kaygı gütmeden ifade ediyorum- eşitlik namına sözde kadınları savunmak isterken erkekleri küçük düşürecek ifadeler kullanması. Savunma başka bir tarafı inciterek değil, haklarını eşit bir şekilde gözeterek olur; “tribünleri oynayarak” değil.
Kitaba ismini veren Seher hikayesini de sevemedim. Üzülerek ifade ediyorum ki neredeyse herkes en az bir iki tane kadın/töre cinayetleri senaryosunu ezbere biliyor. Başına kötülük gelen masum kızın ailesi tarafından infaz edilmesi. Seher infazdan önce babasına -babası da ona- resmen saygıyı bırakmıyor(?) Amiyane bir tabir olacak ama resmen “kızım seni severim bilirsin ama namus çok önemli, seni öldürüyorum kusura bakma” gibi lanse edilmiş, o an yaşanılan-hissedilen duygu ve düşünceler düzgün aktarılamamış.
Temizlikçi Nazo, Bildiğiniz Gibi Değil, Kara Gözlere Selam Olsun, Cezaevi Mektup Okuma Komisyonuna Mektup, Denizkızı, Halep Ezmesi, Ah Asuman!, Annemle Hesaplaşmalar…
Genel olarak beğenmememin sebebi olaylar arasında ani bir sıçrayış olmasından kaynaklanan kopukluklar. Okurken sanki arada bir sürü metin kesilmiş de öyle sunulmuş hissi uyandırıyor. O yüzden denklem oturmayabiliyor.
Aralarında olay örgüsü en makul ve düzgün işlenmiş olan sondan bir önceki hikâye olan Tarih Kadar Yalnız idi. Karakterlerin duygu ve düşünceleri daha anlaşılır yansıtılmış ve diğerlerine nazaran daha uzun tutulduğu için tema daha düzgün işlenmişti.
Ve en son hikâye olan Sonu Muhteşem Olacak ’ta ise, diğer hikayelerdeki süblime edilmiş semboller dışında daha bariz, somut ve ağır bir propaganda içeriyor.
İşte bu yüzden her uçtan radikalliği gereksiz buluyorum. Sırf kitabı övmek için “siyisitli idibiyit bir titilimiz” diyenler aslında hepsinin birbiriyle önemli derecede bağlantısı olduğunu göremiyorlar.
Demirtaş’ı sevmeyenlerin direkt yaftaladıkları, sevenlerinse koşulsuz şartsız kitabı övmelerine karşın kitabın edebi niteliğinin zayıf, sanatsal niteliğinin de olmadığını; kurumları, kişileri kısaca popülerliği öne sürerek büyük ölçüde “şişirilmiş” bir hikayeler zinciri olduğunu düşünüyorum.
***
Yaptığı bu girişime “kendi” çizgisinden baktığımda esas amaçladığı sempatiyi belirli kitlelerden kazandığını ve bu yüzden bir sonraki projelerde de daha keskin, daha provakatif şeyler yazıp yazmayacağını hep beraber göreceğiz.