Marx, mantığından ötürü değil, ama öncülleri nedeniyle
elbette bunu tamamen reddediyordu. Ona göre niceliksel
olduğu kadar niteliksel de olan sermaye birikimi
süreci, bilimsel ve teknolojik ilerlemeleri sermayenin
lehine ve emeğin aleyhine olacak şekilde özümseyerek,
(aslında bir yasa olmayıp bilinen bir gerçeğin ilanından
ibaret olan) azalan getiriler yasasını geçersiz kılıyordu.
Marx, " insan ırkına yapılmış ağır bir hakaret" olarak
gördüğü Malthusçu nüfus yasasını aşağılayarak reddedi
yordu. Böylece kapitalizmi, giderek yavaşlayarak sonunda
işlemez hale gelecek bir sistem olarak değil, aksine
güçlü bir içsel itici güce sahip ve insan emeğinin üretim
gücünü muazzam arttırma tarihi misyonunu üstlenmiş
bir sistem olarak kavrayabiliyordu. Ne var ki bu, kapitalizmin
otomatik kontrollere ve dengeleyicilere sahip
uyumlu bir sistem olduğu anlamına gelmez. Tam tersine;
doğasına içkin, ne ortadan kaldırabileceği ne de denetim
altına alabileceği çelişkilerle dolu bir sistemdir. Marx,
kar oranının azalma eğilimi yasasını, bu çelişkilerin şiddetlenip
kaçınılamaz hale gelmesinin son derece önemli
bir göstergesi olarak görüyordu.