Yük alıp boşalttığımız rafineriler, koskocaman, ürkütücü yapılardan, tıslayan boruların ve alev kulelerinin ördüğü labirentlerden oluşuyordu; o labirentlerin içinde gece dolaşmak, canlı bir kâbusun içindeymişsiniz duygusunu uyandırıyordu. Hepsinin ötesinde, o balıklar, rafineri rıhtımlarının çevresindeki petrolle kirlenmiş denizin üstüne vuran o yüzlerce ölü balık aklımdan hiç çıkmayacak. Bu balıklar hiç şaşmaz karşılama heyetleriydi; kılavuz teknenin peşinde her yeni limana girişimizde karşımıza çıkan ilk görüntü bu oluyordu. O çirkinlik öylesine evrensel, para yapma işiyle ve para yapanların elde ettiği -doğayı bozma, doğal yaşamı altüst etme hakkını bile veren güç ile öylesine derinden bağlantılıydı ki, o çirkinliğe öfkeli bir saygı duymaya başladım. Kendi kendime, işin derinini kurcalayacak olursan, dünyanın gerçeği işte bu, diyordum. Sen ne düşünürsen düşün, bu çirkinlik gerçeğin ta kendisi.