Kendi iç dünyasındaki sorgulamalarını bizlere aktarmış Tolstoy bu eseriyle. Yazmak işlevi de henüz o sıralarda sadece para kazanmak için yaptığı bir eylem.
İlk başta ailesinde herkesin inandığı din, Ona da sorgusuz, sualsiz kabul ettirilmiş. Abisi çok dindardır. Bu noktada diğer aile üyelerinin üstündedir. Abisi genç yaşında, dindar olmasına rağmen acı çekerek öldüğü için Tanrıyı sorgulamaya başlamış. Abisinin böyle bir ölümü haketmediği düşüncesi ile.
Felsefeci ve düşünürleri, bilim insanlarını araştırmış. Görüşlerini benimsemiş. Hiçliği ve varoluşunu anlamlandırmaya, kendi içinde savaş vermeye başlamış. Bu görüşleri benimseyip araştırmayı sürdürdükçe, çıkış yolu ararken, çıkmaza doğru sürüklenmiş. Dindar olup aslında olmadığını anladığı kişilerden uzaklaşmış. Emekçi olup alınteriyle para kazanarak yaşamını devam ettiren, aynı zamanda da gerçekten dinini yaşayan kişilere yönelip, onlara sonsuz sevgi duymuş.
İntihar düşüncesi sıkça aklından geçmiş. Ancak "Tanrıyı aramak" isteği bir türlü tükenmemiş ve umudu içinde hep varolmuş. Bundan dolayı yaşamını sonlandırma fikrine uzak durmuş.
Bu şekilde kendi görüşlerini, yaşadığı iç sıkıntılarını, arayışlarını ve savaşlarını bizlere anlatmış Tolstoy.
Bu soruları sorar kendine birçok kişi.
Bazı kişiler Tanrının varlığını kabul edip de aramaya, sorgulamaya devam eder. Bu tükenmez arayışla kendini tüketir. Bir sonuca ya ulaşır ya ulaşmaz.
Bazı kişiler zaten sorgusuz inanırlar. Bazıları da tamamıyla reddeder.
Herkes kendine göre bir yol belirleyip, kendi doğrularına inanırlar. Bunlar olabilen gayet normal şeyler. Ama en kötüsü dayatma...
Kaç kişi birilerine bir şeyleri dayatmadan yaşayabiliyor? Hoşgörü ile yaklaşabiliyor? İnanan inanır inanmayan da inanmaz.
Kendilerince dindar olanlara göre inanmayanlar cahilken, inanmayanlara göre ise inananlar ya da dindarlar yobaz. Bu şekilde etiketlemek ne kadar doğru? İşte benim de sorgulamam en çok buna.
İncelemeyi burada sonlandırıyorum.
Kesinlikle herkesin okuması gereken bir eser olduğunu düşünüyorum. Kitaplarla kalınız.