Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

160 syf.
10/10 puan verdi
Öncelikle bu tam olarak bir inceleme sayılmaz, ki zaten incelemeye kalemim yetmez. Bu küçük bir kızın anılarına yolculuk. Ailesinin taşınma kararına karşı çıkamayıp, yine aynı ilçe içinde kalmanın tesellisi ile pencereden izlediği yeşil bahçeye ve eve veda eden bir kız. Kendi kendine “Hiç sevmicem bu yeni evi, kapısı eski, merdivenleri de dik zaten, boyası da dökülmüş, sokak çok gürültülü” diye sözler veren bu kızımız, balkondan gözüken ufacık bir deniz manzarasına tav olup, bu sözleri yemesin mi? Yesin tabi, neticede ufacık gözükse de deniz denizdir. İşte o denizin hülyalarına dalan kızımız, kadrajına giren ağaçlarla beraber durumun o kadar vahim olmadığına karar verir; balkondan gözüken 9 ağaç, yeşil bir bahçe etmese de Allah var güzel manzaraydı. Hele rüzgarla beraber dans etmeleri yok mu, tam bir şölen... Günler denizciğin dalgasıyla, esen rüzgarla, dans eden ağaçların seyri ile geçerken, insanlık yeni bir icat buldu: Polen. Her yerde polen var; her sokakta, her mahallede, hatta evlerde bile. Resmen İstanbul'u polenler basmıştı. E tabi buna bir hal çare bulunması gerekiyor derken beklenen çare geldi; keselim gitsin, poleni olan ağaçlara budama yapılsın. “Yapılsın tabi, budama sonuçta ne olabilir ki?” dememek lazımmış; çünkü ağaç budamanın, ağacı kökünden kesmek olduğunu sananlar da vardı. Şunun burasını budayalım, bunun şurasını, dal kalmadı ise gövdesini keselim, kurur bu zaten falan derken 9 ağaçtan kala kala 3 tanesi kaldı. Neden kestin sorusu ise tam bir ileri görüş simgesi; bir ağaçtan ne olur ki? Ne olmaz ki? Ama asıl problem bizim kızın kafasındaydı; ağaçları canlı zannediyormuş zavallı. Çok sevgili çevre faktörü bu duruma el atıp gerçekleri bir bir anlattı tabi. Anlatılanlar bizimkinin kafasına pek yatmadı; tam fotosentez falan diyecekken, sen küçüksün sözü eline verildi hemen. Kalan üç ağaç ile yetinen kızımız, yıllar sonra okul yolunda bir dede ile karşılaştı. Ama öyle tonton, tatlı olanından değil. Eli bastonlu, takım elbiseli, koltuğunun altında bir evrak çantası gelene geçene çarpıp, avazı çıktığı kadar bağıran biri. Karşısındaki çarpsa da bağırıyor, kendi bilerek çarpsa da; “Sen suçlusun, sen de suçlusun. Senin yüzünden”. Herkesin dilinde tek bir soru; “Deli midir, nedir?” Sonra birden bire ayağı tökezleyen adamcağız yol kenarındaki ağaca çarptı. Eyvah, gitti ağaç diye düşünürken adamın ağzından çıkanlarla herkes şok; “Özür dilerim, çok özür dilerim. Seni görmedim, gerçekten.” Gülüşmeler, zırdeli demeler, alay dolu sözler havaya savruldu birden. Bu olay o kadar çok konuşuldu ki okul gündemi bile değişti; insan hiç ağaçtan özür diler mi ya? Öyle bir yayıldı ki bu deli dede, günün birinde bu kızımızın felsefe dersine bile konu oldu. Çok sevgili Mustafa Hocası o nahif sesi ile “Vicdan nedir? O amcayı siz de gördünüz mü?” diye sordu. “Vicdan işte o adam.” Eğer söylenti doğru ise deli denilen o amca eski bir hakimmiş ve kırdığı kalemler peşini hiç bırakmamış. Hatta kalemini kırdıklarından bazılarının eski öğrencileri olduğu bile söylenirmiş. Kanun için diyerek kalem kırarken günün birinde oğlunun da kaleminin kırılması ile ipin ucu kopmuş, sonra vurmuş kendini yollara. Mustafa Hocanın sınıfta anlattıkları akıllarda kaldı, empati kuruldu, vicdanın ne olduğu üzerine düşünülüp tartışıldı ama adamın “ağaçla” konuşmasına bir türlü anlam verilemedi. “Neden? Ağaç canlı değil mi? Neden konuşmasın” “Ama ağaç ona cevap verip konuşamaz ki hocam” “Peki bu, onun canlı olduğu gerçeğini değiştiriyor mu?” Hayır, değiştirmiyor. Hasan Ali Toptaş, kitabında bu gerçeği yüzümüze yüzümüze çarpıyor. Dünyada sadece biz nefes almıyoruz, biz yaşamıyoruz, biz konuşmuyoruz, biz acı çekmiyoruz. Sadece bizim canımız yanmıyor. Hikayedeki gürgen ağacı sadece bir ağaç değil; sen ne anlarsan ona bürünür. Bir gecede yok edilen zeytinliklerin, otopark yeri için kesilen ağaçların, bir kamyonun arkasında sürüklenen köpeğin ya da kuyruğundan sallandırılan kedinin bu kitapta anlatılanlardan hiçbir farkı yok. Kovulma korkusu ile her gün işine gidip gelen işçinin ya da gözlerini dilini bilmediği bir ülkenin mülteci kampında açan o çocukların kitaptaki gürgen ağacından; onları bu duruma düşürenlerin de eli baltalı oduncudan bir farkı yok. “Kötünün kötüsü olacağına, kötünün iyisi olsun” diyen biz insanlar, yine biz insanların hayallerini ve geleceğini gözümüz hiçbir şey görmeden baltalıyoruz. Asıl delilik, bu körlük işte. Gözünüzü dört açarak okuyun. Çoluğunuz çocuğunuz varsa dizinizin dibine oturtup okutun. Sadece bir gürgen ağacının değil, sizin de hikayeniz olduğunu bilerek; kalan 3 ağacın hatırına umut ederek okuyun.
Ben Bir Gürgen Dalıyım
Ben Bir Gürgen DalıyımHasan Ali Toptaş · Everest Yayınları · 20196,7bin okunma
··
37 görüntüleme
Selman Ç. okurunun profil resmi
Emeğine sağlık. Selam olsun o dedeye, amcaya... Var olsun onlar var olsun ki; yaşayacak, nefes alacak bir dünya bırakabilelim bizden sonrakilere.
Vildan Yılmaz okurunun profil resmi
Teşekkür ederim :) İnşallah öyle bir dünya bırakabilir ya da en azından bu yönde çabalarız. Bu umutla beraber hepsi var olsun...
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.